Emperyalizm Üzerine

1. Tekelleşme – dev şirket evlilikleri

“Emperyalizm – Çökmüş asalak ölümün eşiğindeki kapitalizm” adlı kitabımı yayınlayalı dört yıldan fazla oldu. Bu kitapta güvenilir burjuva kaynaklarda yer alan itiraz kaldırmaz istatistiklere dayanarak V.I. Lenin’in emperyalizm teorisinin doğruluğunu ve günümüzde hâlâ geçerli olduğunu kanıtladım.

Lenin sürekli olarak “emperyalizmin en derin ekonomik temelinin tekel olduğunu” “rekabetin tekele dönüşmesinin modern kapitalist ekonominin en önemli olgularından biri olduğunu” “üretimin yoğunlaşmasının sonucu olarak tekellerin yükselişinin kapitalizmin günümüzdeki aşaması olan emperyalizmin genel ve temel bir kuralı olduğunu” vurguladı ve tekeli “kapitalist gelişimin son evresinin son sözü” olarak niteledi.1

Kitabı tamamladığımdan beri dünya ekonomisindeki tekelleşme görülmemiş bir hızla devam ediyor. Şirket evlilikleri 1999’a damgasını vurdu. Anlaşmaların toplamı şimdiye kadar görülmemiş bir rakama ulaştı: 3 trilyon 435 milyar ABD Doları. 2000 yılı için de aynı miktara ulaşılacağı duyuruldu. 2000 yılında sadece en tepedeki 17 şirket evliliği anlaşmasının toplamı 775.6 milyar ABD doları oldu. Toplamın yüzde 22’si. Tek başına bu rakamlar bile tekelleşmedeki dev büyümenin göstergesidir. Her geçen yıl anlaşmaların boyutları daha da büyümektedir. Tablo-1’de geçen üç yılda öne çıkan birleşmelerden rasgele seçilmiş örnekler yer alıyor:

* Yazı İngiltere’de yaşayan Hintli ilericilerin çıkarttıkları bir yayın olan Laklar’de ve kısltılarak Avustralya Komünist Partisi’nin haftalık yayın organı Guardian’da yayınlanmıştır. Harpal Brar, İngiltere’deki Sosyalist Emek Partisi’nin Ulusal Yürütme Komitesi üyesi ve Ekonomi Komitesi başkanıdır.

Tablo 1

VodafoneMannesmann203 milyar $

AOLTime Warner182 milyar $

MCISprint115 milyar $

PfizerWarner-Lambert 85 milyar $

ExxonMobil 77 milyar $

BPAmoco 94 milyar $

Glaxo WellcomeSmithKline Beecham 78 milyar $

OlivettiTelecom Italia 66 milyar $

Daimler-BenzChrysler 40 milyar $

Sunday Times’ta yazan Irwin Seltzer’in şu sözü boşuna değildir: “Bir zamanlar bir milyar dolarlık anlaşma gerçek haberdi uzun saatler süren televizyon tartışmalarına ve başka haberlere vesile olurdu. Artık değil ve böyle olması da çok normal.”

Gerçekten 50 milyar dolar civarındaki birleşmeler önemsiz sayılıyor. Serbest rekabetin savunucularından olan Seltzer şöyle devam ediyor: “Bir yandan milyar dolar seviyesindeki birleşmeler artık çok normal ve neredeyse haber değeri bile taşımıyor. Öte yandan her tür rekabet tehdidi anlaşmanın sınırlarında yapılan küçük oynamalarla rekabet otoritelerini memnun edecek şekilde ortadan kaldırılabiliyor. John D. Rockefeller Standard Petrol ile birleştiğinde gazeteciler hep bir ağızdan karşı çıktılar ve en sonunda bölünmesini sağladılar. Exxon Mobil’i alıp en büyük iki öğesini yeniden birleştirdiğinde ise hiç kimse umursamadı.”

Küreselleşme – Yeni etiketli emperyalizm

Küreselleşme bilimsel “emperyalizm” kavramına burjuva akademisyenlerinin yakıştırdığı isimdir. Küreselleşme emperyalizmin merkezlerindeki aşırı sermaye birikiminin kârlı yatırımlar yapma olanaklarının yetersizliğinin ve devlet sektörünün ve verimsiz özel sektörün finanse edilmesinin yetersiz kâr getirmesinin ilanıdır.

Küreselleşmenin ana özellikleri şunlardır:

. Ekonominin şirket evlilikleri ve eski kamu işletmelerinin özelleştirilmesi yoluyla aşırı derecede tekelleşmesi

. Bankacılıkta konsolidasyona gidilmesi (bankaların birleştirilmesi) ve mali sermayenin artan egemenliği

. Daha da artan sermaye ihracı

. Görülmemiş bir hızda uluslararası tekelci karteller oluşturulması ve dünyanın yeniden paylaşılması için vahşi bir mücadele

. Refah harcamalarında yapılan kesintiler aracılığıyla sosyal ücretlerin düşürülmesi

. Her türden ama özellikle de emek pazarındaki deregülasyonlar yoluyla emek gücü sömürüsünün artması ve son olarak

. Ülkeler arası ve ülke içi eşitsizliklerin artışı…

Nerede olursanız olun ne yöne bakarsanız bakın ister evde ister işte olun uyanık ya da uykuda olun tekellerden kurtulamazsınız.

En üstteki beş şirket bir ürün yelpazesinde tüm satışların yüzde 35-70 kadarını gerçekleştirmektedir. Üretimin yoğunlaşması ve sermayenin merkezileşmesi bu boyuttadır ve dünya ekonomisinin tekelleşmesi her geçen gün bir sektörden ötekine vahşi bir hızla devam etmektedir.

1998’de yapılan “Ticaret ve Gelişme” konulu Birleşmiş Milletler Konferansı’nda yayınlanan Dünya Yatırım Raporu’na göre en büyük küresel araba üreticilerinin şu anda 15 olan sayısı 2010 yılına kadar 5 ile 10 arasında bir yere inecektir. Birçok başka sektörde bu ya gerçekleşmiştir ya da gerçekleşme yolundadır.

Örneğin tekelleşme yolunda alması gereken belli bir mesafe olan ilaç sektöründe birçok pazar az sayıda şirket tarafından kontrol edilmektedir. 7 şirket her yıl onar milyar doların üzerinde satış yapmaktadır. Bu 300 milyar dolarlık ilaç pazarının dörtte biri demektir.

Bankacılık ve sigortacılıktan savunma ve havacılığa petrol kimya ve motor sektörlerinden madencilik ilaç ve hizmet sektörüne dağıtımdan haberleşme ve medya şirketlerine hatta profesyonel muhasebe avukatlık ve danışmanlık şirketlerine kadar tüm sektörlerden şirketler birleşme satın alma ve devralmalar yoluyla konsolidasyon sarmalı tarafından yutuluyor. Amaç küresel bir menzile ulaşmak; pazar hammadde kaynakları ucuz emek gücü ve yatırım imkanları konusundaki vahşi rekabet ortamında rakipleri yenmek.

Küresel menzil giderek daha önemli bir başarı koşulu haline geliyor. Ford Avrupa başkanı Nick Scheele şöyle diyor: “Her zamankinden hızlı gelişen teknolojik değişim sürecinde yatırım yapmak istiyorsanız 3 ana pazardan birinde Amerika Avrupa veya Güneydoğu Asya’da bulunmak zorundasınız.” (Financial Times 20/9/00)

Aynı makalede iki büyük ABD petrol şirketini Amoco ve Arco’yu yutmuş olan BP’den Sir (şimdi Lord) John Browne’den şu sözler alıntılanıyor: “BP’de başladığım zaman bir uluslararası bölüm vardı. Bu şu an için hayal bile edilemez. Her şey uluslararası”. Tekelci işletmelere “küresel şirketler” demeyi tercih eden Lloyd’un bu gözlemleri Lenin’in 81 yıl önce söylediklerini mükemmel bir biçimde doğruluyor:

“Küçük mülk sahiplerinin emeğine dayalı özel mülkiyet serbest rekabeti demokrasi gibi kapitalistlerin ve onların basınının işçi ve köylüleri kandırmak için kullandıkları tüm sloganlar uzak geçmişe aittirler. Kapitalizm dünyanın çoğunluğunun bir avuç ‘gelişkin’ ülke tarafından sömürüldüğü bir sömürgesel baskı sistemi haline gelmiştir. Ve ganimet tepeden tırnağa silahlı iki-üç güçlü yağmacı tarafından paylaşılmıştır.”2

Aşağıdaki tablolarda (Tablo 2 3 4 5) bazı şirket evliliklerine ilişkin rakamlar yer alıyor. Bu rakamlar 1 Ocak-19 Haziran 2000 arasındaki rakamlar (açık olması gereken nedenlerle bazı anlaşmalar birden fazla tabloda tekrarlanmaktadır).

2 LENIN V.I.,a.g.m., Fransızca ve Almanca baskısının önsözü.

Tablo 2: Küresel ilk on evlilik (1 Ocak – 19 Haziran 2000)

Alınan şirketAlan şirketAnlaşma topl. (milyon $)

Time Warner (ABD)American Online (ABD)181 9405

SmithKline Beecham (İngiltere)Glaxo Wellcome (İngiltere)78 3845

Nortel Networks (Kanada) Shareholders (Kanada) 61 6587

Orange (Mannesmann) (İngiltere)France Telecom (Fransa) 45 9671

Seagram (Kanada) Vivendi (Fransa) 42 7826

Cable Wireless HKT (Hong Kong) Pacific Century Cyberworks (Hong Kong)35 4951

Bestfoods (ABD) Unilever (İngiltere)23 6992

Network Solutions (ABD) VeriSign (ABD) 21 0030

Allied Zurich (İngiltere)Zurich Allied (İsviçre)19 3991

Seat Pagine Gialle (İtalya)Tin.it (İtalya) 18 6943

Kaynak: Thomson Financial Securities Data (Financial Times 30 Haziran 2000)

Tablo 3: ABD şirketleri arasında ilk on evlilik (1 Ocak – 19 Haziran 2000)

Alınan şirketAlan şirketAnlaşma toplamı (milyon $)

Time WarnerAmerica Online (ABD)181 9405

BestfoodsUnilever (İngiltere)23 6992

Network SolutionsVeriSign (ABD)21 0030

Seagate TechnologyVeritas Software (ABD)17 6772

Coastal CorpEl Paso Energy (ABD)15 6786

E-Tek Dynamics JDS Uniphase (ABD) 15 2447

Times MirrorTribune (ABD) 11 6282

LycosTerra Networks (Telefonica) (İspanya)10 2644

Champion InternationalInternational Paper (ABD) 9 6471

Nabisco Group HoldingsCarl Icahn8 5540

Kaynak: Thomson Financial Securities Data

Tablo 4: Avrupa’da ilk on evlilik (1 Ocak – 19 Haziran 2000)

Alınan şirketAlan şirketAnlaşma topl.

SmithKline Beecham (İngiltere)Glaxo Wellcome (İngiltere)78 3845

Orange (Mannesmann) (İngiltere) France Telecom (Fransa)45 9671

Allied Zurich (İngiltere)Zurich Allied (İsviçre)19 3991

Seat Pagine Gialle (İtalya)Tin.it (İtalya)18 6943

Norwich Union (İngiltere)CGU (İngiltere)11 8583

Credit Commercial de France (Fransa)HSBC Holdings (İngiltere)11 2230

Mannesmann Atecs (Almanya)Investor Group (Almanya) 9 3941

Telia AB (İsveç)Investors (Bilinmiyor)8 8970

AOL Europe AOL Australia (Almanya)America Online (ABD)8 2500

Dordtsche Petroleum (Hollanda)Investor group (Hollanda)8 1252

Kaynak: Thomson Financial Securities Data

 

Tablo 5: İngiltere’de ilk on evlilik (1 Ocak – 19 Haziran 2000)

Alınan şirketAlan şirketAnlaşma toplamı

SmithKline Beecham (İngiltere)Glaxo Wellcome (İngiltere)78 3845

Orange (Mannesmann) (İngiltere)France Telecom (Fransa)45 9671

Allied Zurich (İngiltere) Zurich Allied (İsviçre)19 3991

Norwich Union (İngiltere)CGU (İngiltere)11 8583

Compass GroupGranada Group (İngiltere)8 0897

Robert Fleming HoldingsChase Manhattan Corp. NY (ABD)7 6976

MEPCLeconport Estates (çokuluslu)5 2332

Burmah CastrolBP Amoco (İngiltere)5 1044

Pearson TelevisionCLT-UFA (Cie Luxembourgeoise) (Luks.)4 2491

FlextechTelewest Communications (İngiltere)3 7505

Kaynak: Thomson Financial Securities Data

Tablo 6: Asya’da ilk 5 evlilik (2000 yılı)

Alınan şirketAlan şirketAnlaşma toplamı (milyon $)

Dai-ichi Kangyo Bank Fuji Bank 401

Cable Wireless HKT Pacific Century Cyberworks 374

Beijing Mobile China Mobile (Hong Kong) 340

Industrial Bank of Japan Fuji Bank 308

KDD DDI 158

Tekel sermayesinin ekonomi ve politiği

Financial Times’ta yazan Peter Martin aynı fikirde olmamakla birlikte şunları söylemek zorunda kalıyor:

“Bugün geleneksel akıl şunu söylemektedir: Dev şirket evlilikleri küreselleşmenin karşı koyulamaz kuvvetini yansıtmaktadır. Geçen yüzyılın sonunda ulusal ölçekte egemen şirketler oluşmuştu; bugünün birleşmeleri de küresel egemenliğe ulaşacak şirketleri yaratıyor.”

“En hırslı büyük şirket patronları daha da büyümek için yeni fırsatlar kolluyorlar. Böylece daha küçük ölçekteki rakiplerinden sonsuza kadar kurtulacaklar. Birleş ya da yok ol.” Financial Times (22/12/98)

Burjuva sözcülerinin küresel ekonominin çılgın tekelleşmesini algılayışları böyle. Ayrıca saygıdeğer burjuvalar olarak Marksizm-Leninizm’in ölüp gömüldüğüne eminler.

Fakat “geleneksel aklın” mali sermaye konusundaki algısı Lenin’in aşağıdaki sözlerinden farklı mıdır

Lenin şöyle der:

“Tekelci kapitalist birlikler önce iç pazarı bölüşürler böylece kendi ülkelerindeki sanayiinin az çok tam bir mülkiyetini elde ederler. Fakat kapitalizmde iç pazar kaçınılmaz olarak dış pazarla sınırlıdır. Sermaye ihracı arttıkça dış ve sömürge bağlantıları ve büyük tekellerin etki alanları her yöne doğru genişledikçe olay ‘doğal olarak’ bu tekeller arasında uluslararası anlaşmalara ve uluslararası kartellerin oluşturulmasına doğru evrilir. Bu sermaye ve üretimin dünya ölçeğinde daha önceki aşamalardakinden daha fazla yoğunlaştığı yeni bir aşamadır.”3

Uluslararası süper tekellerin ortaya çıkışı Lenin’in yaşadığı zamanın da bir gerçeğiydi ve o zamandan bu yana durmaksızın devam etti. Sonuç dünya ölçeğindeki ekonominin her sektörünün tekelleşmesi ve yoğunlaşmasıdır.

Başta gelen emperyalist ülkelerin kapitalistleri çılgın bir şekilde dünyayı bölmekle meşguller. Lenin’e göre bunu “Özellikle kötü oldukları için değil yoğunlaşmanın ulaştığı seviye onları kâr edebilmek için buna zorladığından yapıyorlar. Ve bu kârı ‘sermayeleri oranında’ ‘güçleri oranında’ bölüşüyorlar çünkü kapitalizmde başka türlü bir bölüşüm söz konusu olamaz.”3

Uluslararası tekeller arasındaki mücadelenin “biçimi” ne olursa olsun “özü” ve “amacı” dünyanın bölüşümüdür. Bu bölüşüm tarafların göreli gücüne sermayelerinin oranına dayalı olduğu için bu güçlerdeki her tür değişikliğin ekonomik ve siyasi gelişme derecesine de bağlı olarak yeniden bölüşme girişimlerini getireceği ortadadır. Bu yeniden bölüşüm barışçı veya başka türlü yöntemlerle olabilir.

Bu söylenenin önemi bir an bile unutulmamalıdır. Geçen yüzyılda yapılan ve 100 milyon insanın hayatına mal olan iki dünya savaşının amacı hangi köleci emperyalist haydut koalisyonunun yağmadaki payının ne olacağını tespit etmekti.

Ayrıca Kore (4 milyon ölü) Vietnam (4 milyon ölü) emperyalist savaşları Endonezya’daki ABD kaynaklı Suharto darbesi (1 milyon ölü) Körfez Savaşı Filistin sorunu Irak’ın her gün bombalanması ABD’nin Kolombiya’ya saldırganlığı da bu kategoridedir.

Avrupa’nın son emperyalist saldırıları arasında Yugoslavya’ya karşı NATO saldırısı Avrupa ordusu kurulması AB’yi eski sosyalist ülkelere doğru genişletme girişimleri yer almaktadır. Ayrıca emperyalist ülkeler sahip oldukları teknolojiyle mümkün olan en vahşi ölüm makinelerini geliştirmeye ve üretmeye çılgınca devam etmektedirler.

Konsolidasyon ulusal sınırlar içinde ve ötesinde her zamankinden daha hızlı bir şekilde devam etmektedir. Böylece her sektördeki etkin aktör sayısı giderek azalmaktadır. Her birleşme dalgası yeni bir tanesini tetiklemekte ve o da başka bir birleşmenin başlangıcı olmaktadır.

2. Almanya ve Avrupa kapitalizminin vahşi savaşı

Birleşme yutma yeniden yapılanma soyma ve Avrupa’yı silip süpürme ittifaklarının konsolidasyon dalgasının ardında Avrupa’nın en büyük ekonomisinin Almanya’nın hızlanan endüstriyel dönüşümü yatıyor.

Küresel rekabet; deregülasyon; büyüklükler aracılığıyla maliyetlerin düşürülmesi fırsatları; avcılardan korunmak için daha da büyüme gereksinimi ve euronun devreye girmesi ve Avrupa çapında bir pazar oluşturulması bu dönüşümü beslerken bu dönüşüm de bütün bunları besler.

En büyük Alman girişimlerinin başları Avrupalı ve Amerikalı rakipleri karşısında ülke içinde birleşmelere ve ülke dışında devralmalara girişmişlerdir.

Sunday Times gazetesi 28 Ağustos 1999’da şöyle yazıyordu: “Almanlar küreselleşmenin geç katılımcılarıdır ama dine yeni katılanların coşkusunu en hararetli bir biçimde taşımaktadırlar.”

Daimler-Chrysler’in finans direktörü Dieter Zetsche samimi bir biçimde neredeyse Leninist terimler kullanarak şunları söylüyor: “Endüstride keşfedilecek yeni pazar kalmadı. Şu anda kazanmak için birbirimizle mücadele ediyoruz. Bunu bu kadar eğlenceli kılan da bu.” (Sunday Times 29 Ağustos 1999)

İçeride ve dışarıdaki bu çılgın konsolidasyonun zemini Alman tekelci sermayesinin işyerlerinde burjuvazi ve onun entelektüel temsilcilerinin maliyetleri kısma emeğin üretkenliğini artırma (artı değeri arttırma) yönünden bir bakış açısıyla “eski stil esnek olmayan” diye niteledikleri çalışma biçimlerini ortadan kaldırmak amacıyla yaptıkları saldırıdır.

21 Kasım 1998’de Financial Times gazetesi bu dönüşümden şöyle söz ediyordu:

“Böyle bir dönüşüme yatırım yaparak Almanya ülkedeki emek ve sermaye arasındaki geleneksel olarak rahat olan ilişkiyi sarsmıştır. Almanya savaş sonrası sosyal-pazar ekonomisindeki rahat ilişkileri korumayı küresel ekonomide rekabet edebilmek için modernleşmeye yeğ tutan tutucu ulus imajını silme çabasındadır.”

“Belki de en büyük devrim Almanya fabrikalarında gerçekleşmektedir. Şirketler on yıl önce hayal bile edilemeyen esnek çalışma koşullarını benimsemişlerdir.”

“İşçiler özellikle mühendislik ve otomotiv endüstrilerinde daha uzun çalışma saatlerini daha çeşitli vardiya usullerini kabul etmişlerdir. Birçok şirket “kredili zaman hesapları” uygulamasına geçerek yoğun istek zamanlarında çalışma saatlerini yıl içinde daha durgun bir zamanda geri ödenmek üzere arttırmaktadır.”

SSCB’nin ve Avrupa’daki diğer sosyalist ülkelerin ortadan kalkması ve emperyalistler arası çelişkilerin artarak yoğunlaşmasıyla Alman tekelci sermayesi kârını en üst düzeye çıkarmanın ve emperyalistlerin masasında iyi bir yer kapmanın en büyük önceliği olduğuna karar vermiştir.

Financial Times 16 Nisan 1999’da Euronun 1 Ocak 1999’da kullanılmaya başlanmasında itibaren geçen 100 gün içerisinde şunların gerçekleştiğini yazıyor:

“Avrupa kapitalizminin savaşı ciddi bir şekilde başladı. Tek para biriminin hayata geçişinden bu yana geçen üç ay içinde uykudaki Kıta Avrupa’sının ortak maliyesi en saldırgan faaliyetlerine başlamıştır. Şirketlerin eskiden kendilerine yabancı olan teknikleri özellikle düşmanca ele geçirmeleri benimseme hızları şaşırtıcıdır. Sonucun acımasızlığı da öyle.”

Sermaye ihracı

Şimdi sermaye ihracı sorunuyla ilgilenmemiz gerekiyor.

“Serbest rekabetin hakim olduğu eski kapitalizmin karakteristiği MAL ihracı idi. Tekellerin yönetimde olduğu kapitalizmin son evresinin karakteristiği ise SERMAYE ihracıdır.”5

Kapitalizme özgü sermaye mülkiyeti ile sermayenin üretimde kullanımı mali sermaye ile sanayi sermayesi (ve devamında rantiye ile girişimci) arasındaki bölünme emperyalizm çağında -para sermayenin rantiyenin ve mali oligarşinin egemenlik çağında- en ileri oranına ulaşır.

Kapitalizmin son evresi sadece kapitalistlerin tekelci birliklerinin ortaya çıkışıyla değil aynı zamanda Lenin’in söylediği gibi “Sermaye birikiminin dev boyutlara ulaştığı az sayıdaki zengin ülkenin tekelci konumlanışlarının” ortaya çıkışıyla tanımlanır.

Ve şu: “Diğerlerine göre mali açıdan güçlü az sayıda devlet…Öyle ya da böyle dünyanın kalanının neredeyse tamamı az ya da çok bu uluslararası banker devletlere dünya mali sermayesinin yağmacılarına borçlu ve haraç ödeme durumunda.”6

Sermaye ihracı ihtiyacı az sayıdaki ülkede “kapitalizmin aşırı olgunlaşmış olmasından ve yatırım yapacak “kârlı” alan bulamamasından kaynaklanır. Bu sermaye fazlasını ihraç etmek gerekir.

Tabii ki bu sermaye fazlasının kitlelerin yaşam seviyelerini yükseltmekte kullanılması söz konusu olmayacaktır. Bu argüman sıklıkla küçük burjuva kapitalizm eleştirilerinde dile getirilir. Oysa kapitalizm bunu yapıyor olsaydı kapitalizm olmazdı. Kapitalizm kâr etme amacındadır. Bu nedenle “sermaye fazlası”nı kâr etme olanağı gördüğü yerlere ihraç eder.

Sermaye ihracı Lenin’in zamanından günümüze özellikle de İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana aşırı derecede artmıştır. 1983 ile 1995 arasındaki 13 yılda doğrudan yabancı yatırım ticaretten beş kat dünya üretiminden 10 kat hızlı büyümüştür.

“Ulusötesi şirketler büyümenin motorları” olarak adlandırılsa da BM’nin 1992’deki Dünya Yatırım Raporu bize bu ulusötesi şirketler tarafından yapılan doğrudan yatırımlar yoluyla dünyanın bir avuç emperyalist ülke arasında paylaşılması yolundaki emperyalist girişimlere ilişkin çok sayıda istatistiksel veri sunmaktadır.

İngiltere 1999’da dünyanın en büyük denizaşırı yatırımcısıydı. Sermaye ihracı 199 milyar doları buluyordu. ABD ise 276 milyar dolarlık sermaye ithali ile en büyük alıcıydı. Emperyalist ülkeler arasındaki bu akışın büyük çoğunluğu şirket evlilikleri ve büyüğün küçüğü yutması yoluyla gerçekleşmekte ve yeni bir üretkenlik alanı yaratılmasına hizmet etmemektedir. Bu faaliyetler yeni iş alanları yaratmaktan uzak olup sadece maliyetlerin kısılmasını ve işsizliğin kitleselleşmesini rasyonalize etmeye yaramaktadırlar.

Emperyalist ülkelerdeki kârların düşüşü karşısında başta gelen emperyalist ülkelerden ulus ötesi şirketler yatırımlarını ağırlıklı olarak gelişmekte olan ülkelere kaydırıyorlar.

2000 yılında yapılan 1 trilyon dolarlık doğrudan yabancı yatırımın yaklaşık olarak dörtte biri gelişmekte olan ülkelere gitmiştir. Gelişmekte olan ülkelerin emperyalist sermaye ihracı için bir kanal olma ve böylece emperyalistlerin kârlılığını artırma yönünden önemi şu veriden de anlaşılabilir: 1980’lerin ikinci yarısında gelişmekte olan ülkelere doğru gerçekleşen net sermaye akışı yıllık ortalama 15 milyar dolar iken bu rakam 1996’da 241 milyar dolarla en üst noktasına ulaşmıştır.

Gelişmekte olan ülkelere yapılan doğudan yabancı yatırımların çoğunluğu (üçte ikisi) bir avuç ülkeye Çin Singapur Malezya Tayland Hindistan Meksika Brezilya Arjantin Mısır Hong Kong ve Tayvan’a gitmektedir. Sadece Çin’e 1998’de 45 milyar ve 1999’da 35 milyar dolarlık sermaye girişi gerçekleşmiştir.

Üçüncü dünya ülkelerinde yapılan doğrudan yabancı yatırımlara ilişkin kâr beklentisi 1990’ların ortalarında yüzde 17 yani emperyalist ülkelerdeki kârın iki katı idi. Bunun sonucunda üretim ve hizmet sektörlerinde yüksek emek maliyeti olan ülkelerden işçi ücretlerinin düşük olduğu üçüncü dünya ülkelerine bir kayış gerçekleşti.

Şaşırtıcı olmayan bir şekilde 2 Kasım 1996 tarihli The Economist dergisi Morgan Stanley’in farklı ülkelerdeki ücretlere ilişkin verdiği rakamlara dayanarak soruyor: “Kime iş verirdiniz: Bir Alman işçiye mi iki Amerikalıya mı beş Tayvanlıya mı yoksa 128 Çinliye mi”

Tüm bunlar emperyalist ülkelerdeki ve ezilen ülkelerdeki milyonlarca işçide teknolojinin gelişmesine ve emek üretkenliğindeki büyük gelişime yönelik bir umutsuzluk yaratıyor.

Marx’ın sözleriyle; “Zenginliğin tek kutupta toplanması diğer kutup yani üreten sınıf için aşırı çalışma kölelik cehalet vahşet zihinsel çöküş demektir.”7

Proletarya ve ezilen halklar emperyalizmi ortadan kaldırmadıkça ve kaldırıncaya kadar bu onların kaderi olacaktır.

3. Mali sermayenin egemenliği ve çürüme

Dev tekellerin gücü etkisi egemenliği ruhen ve bedenen kendini kapitalizmi savunmaya adamış bazı burjuva entelektüellerini bile ürkütüyor.

Bu kişilerden birisi Michael Pinto-Duschinsky. 12 Mayıs 1999’da “The Times”ta yazdığı yazıda mega-tekellerin tehditkâr etkileri için şunları yazıyordu: “Son zamanlarda rahatsız edici bir gerçeğin farkına varmış bulunuyorum: Büyük bankalar ve endüstriyel devler hakkında kuşku sahibi olmak için paranoyak veya Marksist olmak gerekmiyor. Gerçekte demokratların acil görevi tekelcilerin ve çok uluslu şirketlerin şu anda özgürlüğümüze karşı büyük bir tehdit oluşturduğunu görmektir.”

Pinto-Duschinsky “Büyükler serbest piyasanın kurallarına tabi değildirler. Onlar emperyaldirler. Demokratik kontrolden muaftırlar. Seçmenler bunların tehditlerinden habersizdir” şeklinde yakınıyor.

Pinto-Duschinsky bu yaklaşımını Almanya’dan özellikle de Deutsche Bank’tan örneklerle destekliyor. Bu konuda bizim iddiamızla ilgili olmayan bazı yaklaşımlar benimsemiştir fakat bu genel iddianın geçerliliğini zedelemez.

“Bu gibi devler (Deutsche Bank ve benzeri tekeller) yatırımlarını ve fabrikalarını başka ülkelere taşıma tehdidiyle hükümetleri etkilerler. Böyle bir tehdit Almanya Maliye Bakanı Oskar Lafontaine’in hükümetten çıkarılması için yeterli olmuştu.”

“Deutsche gibi kurumların daha başka etki olanakları da vardır. Ücretleri ve yönetimleri eski politikacılar ve devlet memurları için mıknatıs etkisi taşımaktadır. Bakana gelecekteki iş olanakları ile ilgili verilen küçük bir ipucu kesin bir işbirliği konusunda mucizeler yaratabilir.”

Bunu söyleyen Marksizm-Leninizm’in öldüğünü iddia eden biri!

Emperyalizmin küçük burjuva eleştirilerinin en gerici biçimde geri gelmesini istedikleri eski serbest rekabet kapitalizmine dönüş yok.

İnsanlık sadece proletarya devrimi yoluyla emperyalizmin alaşağı edilmesi sayesinde ileriye gidebilir. Bu emperyalizm çağında sağlanan teknik gelişim ile üretimin yoğunlaşması ve toplumsallaşmasını temel alacaktır.

Üçüncü Dünya’nın borcu

Bu bağlamda üçüncü dünya ülkelerinin borçları üzerine birkaç şey söylemek anlamlı olur.

1971’de 70 milyar dolar olan bu borç bugün dev bir miktara 2.3 trilyon dolara ulaşmış durumdadır. Üçüncü Dünya her yıl 55 milyar dolarlık gelişme yardımı alırken borç olarak 233 milyar dolar ödemektedir.

En yoksul ülkelerden bazıları bu borcu ödeyebilmek için çocuklarının ağzındaki yiyecekleri alarak onları açlıktan ölmeye terk etmek zorunda kalmaktadırlar. Bu ülkelerden biri olan Uganda’da 1995’te kişi başına yapılan sağlık harcaması 2.60 dolar iken kişi başına ödenen dış borç 30 dolardı.

Gelişmekte olan ülkelerdeki 30 milyon çocuk her yıl engellenebilir ve kötü beslenmeden kaynaklanan hastalıklardan ölmektedir. Bu rakam o korkunç Nazi soykırımının tamamında öldürülen insan sayısının iki katından fazladır ve bu “her yıl” olmaktadır.

Fakat tüm bunlar burjuvazinin kiralık uşaklarını “dinamik bir pazar ekonomisi insanlığın ilerlemesi için tek yoldur” (Martin Wolf “Financial Times” 15/9/1999) türünden iddialardan alıkoymuyor.

Kapitalizmin tekel aşaması sahneye bir avuç tefeci ülke çıkartmış durumdadır. Bunlar dünyanın kalanına sermaye ihraç ederek onları sömürürler.

Bu süreç sermaye ihraç edilen ülkelerde kapitalizmin gelişimini hızlandırırken ve Lenin’in söylediği gibi “kapitalizmi tüm dünyada yayar ve daha da gelişmesini sağlarken” buna bir yanda emperyalistlerle ezilen ülkeler arasında öte yanda hem emperyalist ülkelerdeki hem de sömürülen ülkelerdeki zenginle yoksul arasında giderek artan bir eşitsizlik eşlik etmektedir.

En zengin ve en yoksul ülkeler arasındaki yaşam standartlarının oranı 1999 yazında yayınlanan “İnsani Gelişim Raporu”nda şöyle gösterilmiştir: 1820’de bu oran 3:1 1913’te 11:1 1950’de 35:1 1973’te 44:1 ve son olarak 1997’de 72:1.

Kişi başına GSMH’si 300 doların altında olan çok sayıda ülke olmasına karşılık küçük bir grup emperyalist ülkede bu rakam 25.000 dolardır!

Son 50 yılda küresel GSMH 9 katına çıktığı ve bugün 30 trilyon dolara ulaştığı halde G7’ler 685 milyon nüfusla bunun 20 trilyonunu almaktadır.

Diğer bir deyişle dünya nüfusunun en zengin yedi emperyalist ülkede bulunan yüzde 12’si dünya gelirinin üçte ikisini almakta toplam nüfusu 5 milyarın üstünde olan geri kalan 181 ülke ise kalan üçte biri almaktadır.

Dünya nüfusunun en zengin yüzde 20’si toplam gelirin yüzde 86’sını en fakir yüzde 20’si ise toplam gelirin yüzde 1.3’ünü almaktadır.

Aşağı yukarı tamamı en yoksul ülkelerde bulunan 1.3 milyar kişi günde 1 dolarlık gelirin altında bir gelirle mutlak bir yoksulluk içinde iken bunun dışında 3 milyar kişi günde 2 doların altında bir gelirle yaşamaktadır.

Üçüncü Dünya denen ülkelerde (yani eski sömürgeler ve ezilen ülkelerde) yaşayan 4.4 milyar kişinin dörtte üçü (3.3 milyar) temel gereksinimlerini karşılayamaz durumdadır. Dörtte birinin (1.1 milyar) temiz içme suyu yoktur dörtte birinin barınacak uygun mekanı yoktur yaklaşık beşte birinin (900 milyon) okuma yazması yoktur yine yaklaşık beşte biri her gün aç yatmaktadır.

Ya çözümler?

Burjuva gazeteciliğinin en parlak beyinleri tarafından önerilen “çözümler” şunlar:

Birleşmiş Milletler’e ait uluslararası bir gönüllüler ordusu

Borç verenlerin masraflarını karşıladığı daha güçlü bir yönetim yine borç verenlerin seçerek işe aldığı yargıçlar memurlar askerler polisler tıbbi personel ve öğretmenler. “Bu işlemler BM’nin denetiminde bir tür koruma altına alınmış devlet statüsünde gerçekleştirilebilir.” (M Wolf “Financial Times” 14 Haziran 1999);

Daha liberal bir ticaret doğrudan yabancı yatırımlara açıklık ve daha fazla özelleştirme

Tabii bu özgürlüklerden bazı fedakârlıklar gerektiriyorsa gereken yapılacaktır.

Diğer bir deyişle sömürgeciliğe dönüş.

Doğu Bloku’nda kapitalist restorasyon

Burjuvazinin sabit nakaratı eski SSCB’de ve diğer Doğu Avrupa ülkelerinde sosyalizmin halkın özgürlüğünü kısıtladığı ve ekonomik gelişmeyi engellediği idi. Bu nedenle de ancak demokrasiye (burjuva demokrasisine) ve “serbest pazar”a dönüş onlara daha önce sahip olmadıkları refahı garantileyebilirdi.

Bu restorasyonun sonucu ne oldu Eski SSCB’yi ele alalım: Üretim ve kişi başına gelir yarıdan fazla düştü; yaşam standartlarında keskin bir düşüş gerçekleşti; erkekler için yaşam beklentisi 6 sene düştü (64’ten 58’e); Sovyet halkı için her biri haklı birer övünç kaynağı olan parasız sağlık eğitim kreşler anaokulları yaz kampları tarihe karıştı.

En büyük ikinci ekonomi olan Sovyet ekonomisi Hollanda ekonomisinin boyutlarına indi. SSCB’de 1932’den bu yana görülmeyen işsizlik hızla arttı ve eski SSCB sınırları içindeki işsiz sayısı 40 milyona ulaştı.

Sovyet işçi sınıfının dürüst çalışmaları sonucu elde edilen zenginlik bir avuç hırsız ve mafya tarafından çalındı bu arada kitleler yoksulluğa itildi; uyumlu kardeşlik ve arkadaşlık ilişkileri yerini savaşa bıraktı; fuhuş alkol bağımlılığı uyuşturucu kullanımı ve ticareti organize ve vahşi sokak suçları evsizlik ve “serbest piyasa”nın tüm diğer kaçınılmaz getirileri salgın şeklinde yayıldı.

Özet olarak bir zamanlar büyük ve güçlü olan SSCB üçüncü sınıf bir ülke haline geldi yaklaşık 200 milyar dolarlık dış borçla yüklendi 10 yıl içinde 300 milyar dolarlık sermaye bu ülkeden dışarıya aktı.

Rusya’nın kapitalizmin restorasyonundan itibaren yaşadığı deneyim tüm diğer Doğu Avrupa ülkelerinde tekrarlandı ve bunun acısını da en çok kadın ve çocuklar çekti. Kasım 1999’da yayınlanan UNICEF raporuna göre doğu Avrupa ve eski SSCB’de yaşayan 150 milyon çocuğun yüzde 20’si evsiz kaldı.

1999 tarihli İnsani Gelişme Raporu’na göre bu ülkelerde çok yoğun bir biçimde seks köleliği ortaya çıktı.

Rapor şöyle diyor: “Her yıl Doğu Avrupa’dan ve BDT’den (eski Sovyet cumhuriyetleri) yaklaşık 500 bin kadın Batı Avrupa’ya satılmaktadır. Yaklaşık 15 bin Rus ve Doğu Avrupalı Almanya’nın tehlikeli alanlarında çalışmaktadır. Hollanda’da ticareti yapılan kadınların yüzde 57’si 21 yaşın altındadır.”

Kapitalist restorasyonla sağlanması beklenen müthiş özgürlük ve refahın ne anlama geldiğinin gösterilmesi için bu kadarı fazla bile. Bugün özellikle sosyalizmin parlak başarılarına tanık olmuş bunlardan yararlanmış olan bu ülkelerin insanları ve özellikle de SSCB’dekiler öfke içindeler.

Bugün tüm meşruluğunu yitirmiş olan bu hırsızlar düzeninin yerle bir edilmesi kapitalist restorasyonun ve onun getirdiği yıkım ve utancın toplumların yüzünden silinmesi sadece bir zaman sorunu. Bu ülkeyi yöneten hırsızlarla halk kitleleri arasındaki çelişkiler giderek derinleşiyor.

4. Kapitalizm: Köküne kadar çürük

Zengin ülkeler de kapitalizmin “normal” işleyişinin hasarlarından muaf değiller. İşte bazı gerçekler:

OECD ülkelerindeki 100 milyondan fazla insan yoksulluk sınırının altında yaşıyor. 40 milyondan fazla işsiz var. Yıllık uyuşturucu harcaması 80 gelişmekte olan ülkenin GSMH’sinin üstünde.

Sadece ABD’de 40 milyon kişinin sağlık sigortası yok ve her beş yetişkinden birisi okuma yazma bilmiyor.

ABD Tarım Bakanlığı’nın Ekim 1999’da yayınladığı rapora göre 1996-98 yılları arasında ABD ailelerinin yüzde 9.7’sinin “yemek güvencesi” yoktu (yani aç). Bu bir zamanların İkinci Dünya Savaşı sonrası büyük çıkış yapan dünyanın en zengin ve en güçlü emperyalist ülkesi kendini “özgür dünya”nın lideri ilan eden ABD’nin durumu.

Bir başka zengin ve güçlü emperyalist olan İngiltere’de 56 milyonluk nüfusun 12 milyonu “göreli yoksulluk” içinde yani geliri tüm ailelerin ortalama gelirlerinin yarısının altında. Bu 12 milyonun 4 milyonu çocuk.

Militarizmin dehşet verici yükselişi

Resmen sömürge statüsünde olan fazla ülke olmamasına ve siyaseten bağımsızlık elbisesi giydirilmiş çok sayıda ülkeye rağmen bu ülkeler birbiriyle mücadele etmekte olan emperyalist güçlerin etki alanları arasında paylaşılmış durumda ve bu durum 20. yüzyılın başındaki durumdan esas olarak farklı değil.

Gerçekte dünyanın üç emperyalist merkez arasında ABD Avrupa Birliği ve Japonya arasında yeniden pay edilmesi için hırslı bir mücadele sürüyor.

Yugoslavya savaşı Körfez’in işgali Irak’ın her gün Anglo-Amerikan güçler tarafından bombalanması Kore yarımadasındaki savaş provokasyonları savaş çığırtkanı NATO’nun Rusya sınırlarına dayanması ABD’nin Yugoslavya savaşı sırasında Çin büyükelçiliğini bombalaması ABD casus uçaklarının Çin’in hava sahasına girmesi Tayvan’a sofistike silahlar satılması 1972’deki ABM Anlaşması’nı ihlal eden Nükleer Füze Savunma Programı. Tüm bunlar ancak dünyanın gözlerimizin önünde yeniden bölümlenmesi için karmaşık fakat saldırgan bir mücadele bağlamında açıklanabilir.

Er ya da geç proleter devrimiyle engellenmediği sürece emperyalist blok ABD AB ve Asya-Pasifik yumruk yumruğa gelmek zorundadırlar.

Emperyalist güçlerin özellikle ABD’nin tepeden tırnağa silahlanmasının nedeni kesinlikle bu mücadelenin bir aşamasıdır. ABD emperyalizmi tek başına yılda 300 milyar dolarlık askeri harcama yapmaktadır. Bu rakam tüm dünyanın askeri yatırımlarının üçte birinden fazladır.

Gerici gazeteci Thomas Friedman nadir görülen bir samimiyetle “New Yok Times”ta şunları yazıyor: (28 Mart 1999)

“Küreselleşmenin sorunsuz çalışması için Amerika üstün güç olarak davranmaktan çekinmemelidir. Piyasanın gizli eli gizli bir yumruk olmadan asla çalışmaz. McDonalds F-15’in tasarımcısı McDonnell-Douglas olmadan asla lezzetli olamaz; dünyayı silikon vadisi için güvenli kılan gizli yumruğun adı ABD ordusu hava deniz ve kara kuvvetleridir.”

Asalaklık ve oportünizmin büyümesi

Lenin’i izleyerek “Emperyalizmin karakteristik özelliklerinden biri olan ama yeterince önem atfedilmeyen bir başka yönüne asalaklığa”4 özel bir önem vermek zorundayız.

Emperyalizm para sermayenin birkaç ülkede aşırı derecede birikmesi demek olduğundan bir sınıfın ya da daha doğrusu bir rantiye kesiminin yani ‘kupon keserek’ yaşayan hiçbir işletmede yer almayan işi boşta gezerlik olan bir kesimin olağanüstü büyümesini sağlamıştır.

“Emperyalizmin en önemli ekonomik dayanaklarından biri olan sermaye ihracı halen rantiyeyi üretimden daha fazla bağımsızlaştırmakta ve çok sayıda denizaşırı ülkenin emek gücünü sömürerek yaşayan ülkenin bütününe asalak damgasını vurmaktadır.”9

Lenin buradan emperyalist ülkelerdeki işçi sınıfının oportünizminin tesadüfi bir olgu olmadığı sonucuna varır. Tersine bunun derin ekonomik kökenleri vardır. Emperyalist ülkelerdeki burjuvazinin tüm dünyayı yağmalayarak elde ettikleri süper kârların bir kısmı işçilerin üst katmanlarına işçi aristokrasisine rüşvet olarak dağıtılmakta böylece işçi sınıfının ayrışması sağlanmaktadır.

“Burjuvalaştırılmış işçiler” katmanı kendine özgü yaşamlarıyla küçük burjuvazi bunların kazançlarının büyüklüğü ve dünyaya bakışları “burjuvazinin temel toplumsal desteği burjuvazinin emek hareketi içindeki gerçek ajanları kapitalist sınıfın işçi albayları reformizmin ve sosyal şovenizmin gerçek taşıyıcıları” olarak hizmet eder.

Proletarya ile burjuvazi arasındaki iç savaşta bu kesimler burjuvazinin yanında “Komünarlar”a karşı “Versaycılar”ın yanında yer alırlar.

Lenin şöyle devam eder: “Bu olgunun ekonomik kökenleri anlaşılmadıkça ve siyasi ve toplumsal önemi takdir edilmedikçe komünist hareketin ve yaklaşan sosyalist devrimin pratik sorunlarının çözümü yolunda tek bir adım dahi atılamaz.”

Körfez ve Balkan savaşları sendika liderlerinden sosyal demokrasinin liderlerine kadar oportünistlerin yaklaşımları Lenin’in yukarıdaki gözlemlerinin doğruluğuna ilişkin ikna edici kanıtlar sunuyor.

Ülkemizde yani İngiltere’de tek istisna olan saygıdeğer Arthur Scargill ve onun birkaç yoldaşı dışında tek bir sendikacı bile Yugoslavya’ya karşı savaşı ve Irak’ın her gün bombalanmasını kınayan tek bir söz etmemiştir.

Sonuç

Bütün bunların ışığında kapitalizmin emperyalizm aşamasında köküne kadar çürümüş olduğu ortadadır. Çürümüş asalak ve ölümün eşiğinde olan kapitalizm insanlığın beşte dördüne hiçbir şey vaat etmemektedir. Bu düzende günde 3 trilyon dolara ulaşan spekülatif operasyonlar milyarlarca insanın yaşamını karartmakta ve dünyanın çok sayıda ülkesinin ekonomilerini çökertmektedir.

Bu tür bir yapının tamir edilmesi olanaksızdır. Bunun ortadan kaldırılması ve insan ihtiyaçlarını temel alan bir üretime öncelik veren bir sistemle değiştirilmesi gereklidir.

Dünya nüfusunun çok küçük bir bölümüne zenginlik ve konfor sunan bu düzen ezici bir çoğunluğa işsizlik yoksunluk aşırı zor çalışma koşulları kölelik cehalet zulüm zihinsel çöküntü ve savaş sunmaktadır.

Emperyalizm insanlığı şu seçimle karşı karşıya bırakmaktadır: Ya devrim ya da savaş ve barbarlık.

Proletarya içinde şunu yaymak bizim kesin yükümlülüğümüzdür: “Sert ve değişmez gerçek emperyalist savaştan ve emperyalist savaşı kaçınılmaz olarak doğuran emperyalist dünyadan kaçmanın olanaksızlığıdır. Bu cehennemden kaçış Bolşevik bir mücadele ve Bolşevik bir devrim olmaksızın olanaksızdır.”5

Lenin’in devrim teorisi ve Leninist örgüt taktik ve yöntemleri proletaryaya karşı karşıya kaldığı seçimde kurtuluş yolunu açar: “Ya sermayeye boyun eğecek sefil varlığınızı giderek daha aşağılara indireceksiniz ya da yeni bir silah edineceksiniz. Bu emperyalizmin proletaryanın önüne koyduğu alternatiftir. Emperyalizm işçi sınıfını devrime taşır.”6

Kârını garanti altına alma derdinde olan emperyalizm insanlığı şu açmazla karşı karşıya bırakıyor: “Ya tüm medeniyeti kurban et ya da devrim yaparak kapitalizmi yok et burjuvazinin egemenliğine son ver ve sosyalist bir toplum ve sürekli barışı kazan.”7

Aynı zamanda emperyalizm tüm çelişkileri en uç noktalarına doğru derinleştirir; emekle sermaye emperyalizmle ezilen uluslar emperyalist ve sosyalist ülkeler arasındaki çelişkileri. Bu dörtnala koşuşuyla şüphesiz işçi sınıfını ve ezilen halkları devrime doğru yöneltiyor.

Son on yılda sosyalizmin maruz kaldığı olumsuzluklara mücadeledeki tüm zikzaklara olayların dolambaçlı gidişatına rağmen dünyada hiçbir şey dünya çapında bir proleter devriminin zaferine engel olamaz.

“Emperyalizm proletaryanın sosyalist devriminin arifesidir.”13

 

Dipnotlar

  1. Yazı İngiltere’de yaşayan Hintli ilericilerin çıkarttıkları bir yayın olan Lalkar’da ve kısaltılarak Avustralya Komünist Partisi’nin haftalık yayın organı Guardian’da yayınlanmıştır. Harpal Brar İngiltere’deki Sosyalist Emek Partisi’nin Ulusal Yürütme Komitesi üyesi ve Ekonomi Komitesi başkanıdır.
  2. LENIN Vladimir I. “Imperialism the Highest Stage of Capitalism” Lenin’s Collected Works C.22 s.200.
  3. LENIN V.I. a.g.m. C.22 s.246.
  4. MARX Karl Kapital V.1.
  5. LENIN V.I. a.g.m. C.22 s.277.
  6. LENIN V.I. 14 Ekim 1921.
  7. STALIN J. Collected Works C.6 s.74-75.