Fabrikadaki Kalabalıklar Sınıf Olmaya Başladığında: Metal İşkolunda 2015 Deneyimi

Emek ile sermaye kapitalist sistemde her daim karşı karşıya gelir. Bu karşı karşıya gelişler kimi zaman şiddetliyken, kimi zaman daha dar ve lokal kalır. Uzlaşı dönemleri vardır örneğin. İşçi sınıfının sermaye sınıfını iktidardan alaşağı ettiği ülkelerin dünya coğrafyasının neredeyse üçte birine ulaştığı dönemde kapitalistler geri kalanında daha fazlasını paylaşmak ve bunu bir kurala bağlamak zorunda kalmıştır. Ancak emek ile sermayenin kapışması en güçlü uzlaşının var olduğu dönemde bile sonlanmamıştır.

Çeyrek yüzyıldan uzunca bir süredir bu uzlaşı sermaye tarafından terk edildi. Sermaye sınıfı işçi sınıfının kazanılmış haklarına amansızca saldırdı. Karşı karşıya gelişler hep daha şiddetli oldu.

Akla hemen İngiltere’nin demir leydisi Thatcher ile ABD’nin Hollywood yıldızı Reagan gelecektir. Onlar sermayenin uzlaşıyı tek taraflı lağvettiği 1980’li yılların neoliberal yıldızları olarak tarihe geçtiler. İşte bu dönem Avrupa’nın merkez ülkelerinde madenlerde, posta hizmetlerinde, otomotiv fabrikalarında ve daha nicesinde emek ile sermaye arasındaki çatışmanın en şiddetlilerine sahne oldu.

Kazanan kim mi oldu?

Altın vuruş reel sosyalizmin çözülüşüdür. Şimdilik kazanan sermaye sınıfıdır.

Benzer durum Türkiye için de söz konusu. İşçi sınıfının ekonomik ve siyasi alanda önemli mevziler elde ettiği 1970’li yılları sermaye sınıfı, 12 Eylül faşist darbesiyle kapatmayı bilmiştir. Asker postalıyla yasaklanan grevler, Milli Güvenlik Konseyi kararlarıyla gasp edilen haklar… Emek sermaye çatışması daha şiddetli nasıl yaşanabilir ki!

Türkiye burjuvazisinin hiyerarşisinde en üste duran kesimle metal işçilerinin arasında 2015 yılında yaşanan kapışmanın buraya kadar uzanan bir hikâyesi var. Sadece Özal’ın ismi bile bu hikâyeyi özetlemeye yetiyor. 12 Eylül’ün hemen öncesindeki 24 Ocak Ekonomik Kararları’nın, sonrasında ise emeğe ve sola yönelik huruç harekâtının baş aktörünün bu isim olması, Türkiye sanayi burjuvazisinin operasyonu doğrudan yönettiğinin kanıtıdır. Özal ülkenin başına, Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası’nın (MESS) başkanlık koltuğundan kalkarak gelmiştir.

Bu nedenle metal işçilerinin 2015 direnişi son derece önemlidir. Barındırdığı eksikler ile taşıdığı zaaflar bir yana, güncel çıktıları ve tarihsel etkileri tartışılmaya devam edecek. Zira kapışma henüz tamamlanmış değil.

Bu yazıda kapışmanın güncel görüntüsü ve tarihsel arka planını incelemeye çalışacağız.

Önce kapışmanın yaşandığı sektörün ölçeğine ve niteliğine bakalım.

İşkolunun ölçeği

Metal işkolu, üretim, ihracat, istihdam ve katma değer bakımından Türkiye imalat sanayisinin motor gücünü oluşturuyor. İşkolunda otomotiv, demir-çelik, makine imalatı, beyaz eşya, elektronik ve bilgisayar gibi alt sektörler yer alıyor.

Türkiye’nin en büyük 500 sanayi firmasının 178’i metal işkolunda yer alıyor ve toplam cironun yüzde 42,5’i ve toplam ihracatın yüzde 52,5’i bu firmalar tarafından yapılıyor.1 İşkolunda ülke çapında toplam 1.491.083 işçi çalışıyor. otuz kişiden fazla işçi çalıştıran 7.377 ayrı firma bulunuyor. İşkolunda yaklaşık 230 bin sendika üyesi işçi bulunuyor. Bunların üçte ikisinin toplu iş sözleşmesi kapsamında olduğu tahmin ediliyor. Toplu iş sözleşmesi yetkisine sahip üç işçi sendikasından Türk Metal’in 166 bin, Çelik-İş’in 32 bin, Birleşik Metal’in 31 bin üyesi bulunuyor.2

İşkolundaki sendikalı işçi oranının görece yüksek olması, metal işçilerinin örgütlü olduğu anlamına gelmiyor. Zira Türk Metal, metal patronları tarafından işçileri hem denetleme hem de düşük ücretlerle çalıştırma aracı olarak kullanılıyor. Zaten 2015 yılında patronların düşük ücret dayatmasına karşı başlayan eylemlerin, bu sendikaya karşı büyük bir isyana dönüşmesi de bu yüzden.

Ve bu ara başlıkta son olarak patronların örgütlülüğünün altını çizmek gerek. Metal sanayisinin en büyük firmalarının içinde yer aldığı ve Koç Grubu’nun kontrol ettiği MESS, metal patronlarının biraraya geldiği en önemli örgüt. TİSK ve TÜSİAD gibi ülke siyasetine doğrudan yön veren patron örgütlerini de MESS domine ediyor.

Duvar

İşkolunun güncel verilerine ilişkin bu parantezi kapattıktan sonra bugün yaşanan kapışmanın tarihsel arka planına bakmayı deneyebiliriz.

“Duvar” kelimesi, otuz beş yıllık tahakkümü iyi tanımlıyor. Patronların 12 Eylül’den sonra metal işçilerini zapturapt altına alırken uyguladığı yönteme işaret ediyor. Açalım;

12 Eylül’ün işçi hareketine yönelik en önemli hamlesi, metal işkolundaki güçlü sol ve sendikal örgütlülüğe indirmeyi başardığı darbeydi. Bu darbe, işkolunda devlet-sermaye-sarı sendika üçgeninde yeni bir düzen kurulmasıyla sonuçlandı. Buna “metal işçisinin önüne örülen duvar” da diyebiliriz.

Darbeyle DİSK ve DİSK’e bağlı Türkiye Maden-İş kapatıldı. Grevler yasaklandı. Birkaç yıl içinde düzeni tahkim edecek yeni sendikal yasalar yürürlüğe girdi. “Duvara bir sıra daha tuğla örüldü” diye ekleyebiliriz.

2015 yılında bir kez daha işçilerin bayrak açtığı Türk Metal Sendikası işte bu dönemin ürünüdür. 12 Eylül’ün has çocuğudur yani. Bu çete, bir gecede işkolunda yüzlerce işletmede yetkili sendika yapıldı. Türk Metal, örülen duvarın bekçi köpeğidir.

Duvarın çimentosu ise daha sağlamdır ve geçmişi 12 Eylül’den biraz önceye dayanıyor. O çimentoyu bir başka yazıda şöyle ifade etmişiz:

Grup toplu iş sözleşmesi, aslında ‘Büyük Grev’ olarak bilinen 1977 MESS grevlerinin hem nedeni hem de sonucudur. MESS, tüm işletmelerde sözleşme sürelerini eşitlemek ve yürürlüklerini aynı tarihe toplamak istiyordu. Yani cepheyi genişletmek ve mevziye yığınak yapmak. O zamanki adıyla Maden-İş Sendikası, 30 Mayıs günü 23 fabrikada aynı anda grevi başlattığında MESS, ücret teklifi bile vermemişti. Dönemin koşulları başkadır, sınıflar arası güç dengeleri değişiktir, patronların öncelikleri farklıdır vs. Ancak MESS’in grup sözleşmesi sistemini yerleştirmesi için 1977 yılında göze aldığı, ardından 10 fabrikanın daha eklenmesiyle sayıları 33’e çıkan işletmede, çarkların 8 ay boyunca dönmemesidir. Her grevde taraflar karşılıklı tavizler verir; 77 grevlerinden MESS’in payına düşen aslan payıdır. Duvarın harcı karılmıştır”3

MESS, bu çimentoyla duvarı örmek için 12 Eylül sabahını bekledi. Zira ‘77 grevlerini ‘79 grevleri, direniş ve fabrika işgalleri izledi.4 Grup toplu iş sözleşmesi, işkolunda sözleşme düzeni olarak ancak 12 Eylül sonrası uygulanabildi.

Türkiye Maden-İş’in yokluğunda metal işçileri kimi fabrikalarda bağımsız Otomobil-İş’e geçerek mevzi kazanmaya çalıştı. Başarılabilen fabrika sayısı pek fazla olmadı.

Metal işçilerinin duvarı zorladığı örnekler elbette oldu. İlki Netaş grevidir. Grev, 1986 yılına kadar üç yıl yasaklı, kalanında ise yeni yasalarla neredeyse imkansız hale getirilen grev uygulamasının yeniden bir silah olabileceğini göstermesi açısından son derece önemli olmuştur. Netaş grevi sonrası bahar eylemleriyle ülke genelinde yükselen işçi hareketi metal işkolunda da etkisini göstermiş, 1990 yılında bir kez daha ama 12 Eylül’ün sonrasında ilk kez MESS grevleri yaşanmıştır.

Bu grevler diğer işkollarında olduğu gibi işçilerin ücretlerinde 12 Eylül sonrası meydana gelen reel kaybı bir ölçüde telafi etmiş olsa da, duvar yerinde durmaya devam etti. Dahası MESS, grev sonrası yaptığı tensikatlarla öncü kadroları fabrikalardan temizledi, diğer yandan taşeron sistemini fabrikalara soktu. Duvar, on yıl sonra bir kat daha sağlamlaştırıldı.

Duvarın zorlandığı ikinci büyük olay, metal işçilerinin 1998 yılındaki Türk Metal’e karşı ayaklanmasıdır. 18 Eylül olayları olarak da bilinen bu isyan da yine Bursa merkezliydi. Türk Metal’in sözleşmeyi bir gece yarısı MESS’in belirlediği şartlarda bitirmesinin ardından işçiler sendikadan istifaya başladı. Hareket İzmir’den İstanbul’a, Ankara’dan Trakya’ya yayıldı. On binlerce işçi sendikadan sokaklarda istifa etti.

Birdenbire alevlenen hareket, sonrasında yönünü tayin edemedi. Kısa bir süre içinde devletin ve sermayenin müdahalesi geldi ve “zor” yoluyla işçiler sarı sendikaya geri döndürüldü. Hareketin doğal öncülerinin bir kısmı hemen, kalanlar ise aylar içinde fabrikalardan temizlendi.

Netaş ve sonrasındaki ‘90 grevlerinden farklı olarak ‘98 ayaklanmasının duvarı sarstığını söylemek mümkün. Yıkmaya ise gücünün yetmediğini eklemeliyiz.

98’den 2015’e birikenler

2010 yılında MESS’in önüne koyduğu sözleşmeyi Birleşik Metal-İş’in bu kez reddetmesi ve aldığı grev kararını üç işletmede uygulayarak kimi fabrikalarda ek ücret artışları elde etmesi ile 2012 yılında Bosch işçilerinin sendika değiştirmek için verdiği önemli mücadeleyi bir kenara yazarsak, duvar 2015 yılına kadar bir daha hiç zorlanmadı. 2010 ve 2012’deki bu mücadeleler 2015 grev ve direnişlerinin öncülleri olarak değerlendirilmeli. Bugün metal işçilerinin karşısında duran otuz beş yıllık duvar bir kez daha sarsılıyorsa, bunda 2010 grevlerinin ve 2012 Bosch örgütlenmesinin payı büyüktür.

‘98 ayaklanmasından bu olaylara kadar metal sermayesi için fabrikalarda mutlak huzur var. 2000-2002 grup sözleşmesi, ‘98 yenilgisinin ve tensikatların gölgesinde tamamlandı. Daha meclisten geçmemiş bir yasanın içereceği esnek çalışmaya ilişkin düzenlemeler, bu yasaya atıf yapılarak 2002-2004 sözleşme metnine girdi.5

Sonraki yıllarda üretim ve kâr rekorları kıran fabrikalarda ücretler düşük enflasyonun baskısı altında kaldı. Bu dönem boyunca metal işçileri patronlarına çok fazla kazandırdılar, ancak bunun kendilerine dönüşü neredeyse hiç olmadı. Bu durum 2004-2006 ve 2006-2008 sözleşme dönemlerine doğrudan yansıdı. 2008-2010 ve 2012-2014 sözleşmeleri kriz ve kriz sonrası sözleşmeleriydi. Kriz dönemi fedakarlık istenen metal işçilerine ilkinde yüzde 8, ikincisinde yüzde 5 zam bahşedildi. Bayram arifesinde imzalanan bu sözleşmeler, işçilerle alay edercesine “çifte bayram” diye sunuldu.

Kesin kuraldır; işçi MESS ile Türk Metal arasında imzalanan sözleşmenin kendisine nasıl yansıdığını çoğu zaman bir sonraki ay maaşı bankaya yattığında görür. “Mızmızlık” edenler mutlaka olur. Bunları işyeri sendika temsilcisi insan kaynaklarına bildirir ve hiç uzatmadan biletleri kesilir.6

2014 yılının Ağustos ayına gelindiğinde metal işçileri için somut durum şuydu: Türkiye imalat sanayinin katma değeri en yüksek ve en fazla işçi çalıştıran fabrikalarında saat ücreti ortalaması brüt 7,50; çıplak net 1.206, ikramiye ve sosyal yardımlar dâhil net yaklaşık 1.700 lira.7

2015’in ilk kapışması:
29 Ocak grevi

18 Eylül olaylarının ardından MESS’e bağlı fabrikalarda yaklaşık on iki sene neredeyse “çıt çıkmadan” geçmiş, bu sessizlik ortamında Birleşik Metal-İş 2010 yılında ilk kez grupta ayrı bir sözleşmeyi zorlayarak greve gitmiş, 2012 yılında ise Bosch fabrikasında işçiler uzun soluklu bir çalışmanın sonucu Türk Metal’den istifa edip Birleşik Metal-İş’e geçmişti.

2015 yılına, Bosch’ta sendika değiştirme çabasının sonuçsuz kalması üzerine yetkinin bir kez daha Türk Metal’de kesinleşmesinin ve senenin sonunda MESS ile Türk Metal arasında imzalanan 2014-2017 grup toplu iş sözleşmesinin basıncıyla girildi.

Siyasi istikrarsızlık riski ve sendika değiştirme eğilimlerinin Bosch gibi başka örneklerde de yaşanmasından duyulan endişenin MESS’e, grup toplu iş sözleşmesini çok daha sağlam kazığa bağlama ihtiyacına soktuğu ortada. Nitekim 2014 yılının son günleri yaklaşırken imzalan grup toplu iş sözleşmesinin ilk kez iki değil, üç yıllık yapılması bu kaygının ürünü olsa gerek.8

2015 yılının ilk kapışması da işte tam burada oldu. Sözleşmenin üç yıllık yapılması tahmin edilenden daha fazla tepki çekti. Üzerine ücret artışlarının tatmin edici düzeyde olmaması eklenince Birleşik Metal-İş üyeleri, MESS’in Türk Metal’e imzalattığı ve ardından kendi önlerine koyduğu bu sözleşmeyi reddetti. kırk iki fabrikada yaklaşık 13.500 işçi için grev kararı alındı. 29 Ocak’ta ilk grup yirmi iki fabrika için grev başlatıldı. Alınan ve uygulanan grev kararları, 30 Ocak tarihli Bakanlar Kurulu Kararı’yla kaldırıldı.9

Onlarca fabrikada, ortak talepleri için harekete geçen binlerce işçinin, patronların örgütlü tavrına ve dayatmalarına boyun eğmeme kararlılığıdır tanık olduğumuz. Geçtiğimiz hafta ertelenen grevde (gerçekte yasaklamadır) metal işçilerine dair söylenecek ilk söz bu olsa gerek. Sözün ötesine geçersek, işçilerin ‘üretim sahasındaki kalabalıklar’ olmaktan çıkıp, adlı adınca bir sınıf haline gelmesidir olan. Fabrikanın içinde örgütlenirken, kapısında ‘grev gözcüsü’ önlüğünü giyerken, kilometrelerce yürüyüp greve farklı fabrikalardan katılan diğerleriyle buluşurken hepsi ayakta ve patronların dimdik karşısındaydı. İşte o ‘kalabalık’ artık bir sınıftır”10

Grevin ertesinde böyle değerlendirmiştik metal işçilerinin bu cesur adımını.

Ama sadece bununla sınırlı değil. 29 Ocak grevi MESS’e, belki de 12 Eylül sonrasında ilk kez bu kadar ağır bir darbe vurdu. Grevi göze alamayan sekiz işletme MESS’ten ayrıldı ve sendikayla işçilerin talepleri doğrultusunda anlaşarak yeni toplu iş sözleşmeleri imzaladı, üstelik iki yıllık olarak.

MESS’in imdadına yetişen AKP hükümetidir. Uygulamaya konulan grevler bir gün sonra kaldırılmasaydı çok daha fazla işletmenin MESS’ten ayrılmak zorunda kalacağı biliniyordu. AKP bu kez sadece patronları bir grevden kurtarmamış, neredeyse dağılmak üzere olan patron örgütünü ipten almıştır.

MESS’ten bu şekilde ayrılmaktan kurtulan işyerlerinin birçoğunda metal işçileri, grev ertelemesi nedeniyle Yüksek Hakem Kurulu’ndan gelen sözleşmenin üzerinde haklar elde ettiler. MESS, kendisinde kalmaya devam eden işyerlerinde sözleşmenin fiilen delinmesinin de önüne geçememiş oldu. Metal işçilerinin 2015 yılının başında MESS’e attığı ilk gol bu örgütten ayrılan işyerleriyse, ikinci gol de budur diyebiliriz. Daha fazlası 5 Mayıs ayaklanması sonrasında gelecekti.

Pek ya duvar?

2015 yılının başında MESS’e karşı yapılan bir buçuk günlük grevin, sonuçları itibariyle bu duvarda büyük bir delik açtığını gönül rahatlığı ile söyleyebiliriz. Bu grevle MESS yara aldı, patronlar için “güvenli liman” özelliği hırpalandı, greve soyunan işçiler fabrikalarda MESS’in dayatmalarının üzerinde haklar elde etti. Liste uzatılabilir, ama hepsinden değerlisi, duvarda açılan gediğin kendisidir. İşçi sınıfının bu gedikten alacağı temiz havadır ve bu havanın yeni mücadeleler için vereceği ek enerjidir.

Çok değil üç ay sonra durumun gerçekten böyle olduğu, 1998 yılından bu yana duvarın arkasında hareketsiz duran çok daha büyük bir kalabalığın, Renault’ta, Tofaş’ta, Ford’da, Türk Traktör’de ve daha onlarcasında ayağa kalkmasıyla daha net görülmüş oldu.

İkinci kapışma:
5 Mayıs ayaklanması

Önce “ayaklanma” tanımına bir not düşelim. Tanımı, olayı olduğundan büyük göstermek için kullanmıyoruz. 5 Mayıs, metal işçilerinin çalışma rejimindeki yerleşik kuralları ve yasal sınırları aşan yöntemlerle verdiği bir mücadeleye dayandı, işkolundaki devlet-patron-sarı sendika düzenini hedef aldı. Bu nedenle 5 Mayıs, ayaklanma tanımını fazlasıyla hak ediyor.

Neler oldu peki?

MESS, 29 Ocak grevleriyle önemli ölçüde yara almıştı, ancak bundan daha büyük felaket, hareketin işkolunda Türk Metal’in yetkili olduğu büyük fabrikalara sıçrama ihtimaliydi. 14 Aralık 2014 tarihinde Türk Metal ile imzalanan sözleşme bu fabrikalarda özel bir reaksiyonla karşılanmamıştı. İşçiler homurdanmıştı, ama öyle ayağa kalkan kimse yoktu. Aynı sözleşmeyi reddeden Birleşik Metal üyelerinin 29 Ocak grevi işkoluna yayılmamıştı. MESS’e soluk aldıran da buydu. İhtimal gerçekleşmedi.

Ama 2012 yılından kalan bir “arıza” hâlâ devam ediyordu. Yaklaşık altı bin işçinin çalıştığı ve Türk Metal’den Birleşik Metal’e geçen, ardından türlü oyunlarla toplu sözleşme yetkisi yeniden Türk Metal’e verilen Bosch fabrikasında sözleşme süreci devam ediyordu. 2012 yılından itibaren sözleşme yapılamayan işletmede MESS ile Türk Metal 13 Nisan 2015 tarihinde anlaşmaya vardıklarını duyurdular. Anlaşmada 2012 yılı için Bosch işçilerinin saat ücretlerine, o dönem grup toplu iş sözleşmesinde diğer fabrikalarda çalışan işçiler için yapılan ücret zammının oldukça üzerinde bir artış yapıldı.11

Farklı zammın nedeni Bosch işçilerinin bir kez daha düzenin dışına çıkmaya niyetlenmelerini önlemekti. Bu her zaman sopayla olmak zorunda değil. Bazen de patronlar parayla saadet satın almaya kalkıyorlar.

29 Ocak grevinin Türk Metal’in yetkili olduğu büyük fabrikalara sıçramamasına sevinen MESS, bu kez Bosch sözleşmesinin bu fabrikalardaki işçileri ayağa kaldıracağını hiç hesaba katmamıştı. Nitekim 13 Nisan’dan bir gün sonra Renault fabrikasında işçiler Bosch zammının kendilerine de uygulanmasını istemeye, bu konuda Türk Metal temsilcilerini sorguya çekmeye başlamışlardı bile.

Renault işçilerinin öncülüğünde eylemler başladı. Bursa’ya yayıldı. Diğer illere yansıdı. İşçiler 5 Mayıs’a kadar Türk Metal’e süre verdiler ve bu süre boyunca fabrikalarda yemekhanede, vardiya giriş çıkışlarında, molalarda sendikayı sürekli protesto ettiler.

Talebin anlamı, MESS’in Türk Metal ile imzaladığı bu sözleşmenin tadil edilmesiydi. 120 bin işçi için bu tadilatın maliyeti sadece para değildi. Metal patronları bu ölçekte bir dayatmaya 12 Eylül’den sonra hiç teslim olmamışlardı. Direnmeleri bu yüzdendi. Talep reddedildi.

5 Mayıs günü çoğunluğu Renault fabrikasından olan işçiler vardiya çıkışında Organize Sanayi Bölgesi’ndeki caminin bahçesinde toplanıp, sürenin dolduğunu açıkladılar ve Türk Metal’den istifaya başladılar. Patronlar hareketi sopayla bastırmaya karar verdiler ve açıklama yapan işçilere Türk Metal çetesini saldırttılar. Yaralanan işçiler oldu.

Bu saldırı ters tepti ve istifa Bursa’daki diğer fabrikalara da yayıldı. Birçok fabrikada işçiler Türk Metal’den istifa etti.

Hareketi sopayla bastıramayan patronlar aynı gün ikinci yolu denediler. Renault’ta gece vardiyasına gelen işçilerden bazılarının girişte kartı basmadı. İşten çıkarma bugüne kadar hep işe yaramıştı ve yine aynısı deneniyordu.

Ama bu kez olmadı. Kartı basmayan arkadaşlarını gören işçiler işbaşı yapmadı. Vardiyadan çıkacak olanlar ise fabrikadan dışarıya çıkmadı.

Dört saat sonra fabrikanın direktörleri işçilerin o an aralarından belirledikleri temsilcilerle görüşmüş, atılan işçilerin işbaşı yapması, sendikadan istifa ettiği için hiçbir işçinin işten atılmaması ve iki hafta içinde ücret artışı için çalışma yapılması konusunda işçilerin taleplerini kabul etmek zorunda kalmışlardı.

“Arkadaşım yoksa üretim yok!”

İşte bu güç muazzamdı.

Kapitalizmde sermaye için üretimin olmaması ölümle eşdeğerdir. İşçi için ise emeğini satamadığı durum aynı anlama gelir.

5 Mayıs’ta Renault işçilerinin tavrı “beni ya-
şatmazsan seni yaşatmam” restleşmesidir.

İşte bu sınıfa karşı sınıfın en yalın halidir.

Sınıfa karşı sınıfsa, sermaye sınıfı da direnecektir:

Kapsamında olduğu işyerleri için yasal prosedür ve toplu sözleşme düzeni uyarınca bağlayıcılığı olan 3 yıllık Grup TİS şartlarına ilave hak verilmesi yasal açıdan mümkün değildir. Bu nedenle farklı bir beklenti içinde olunmaması, provokasyonlara kapılarak işyerlerindeki çalışma düzeninin bozulmasına neden olacak yasa dışı davranışlardan kaçınılması gerekmektedir”12

Milli Güvenlik Konseyi’nin 12 Eylül bildirilerindeki dille aynı. İşçiye karşı “zor” söz konusu olduğunda otuz beş yılda dil dahil, değişen hiçbir şey olmadığını da göstermesi açısından ibretlik bir belge bu.

Bu bildiriye Renault işçilerinin yanıtı gece vardiyasında şalterin inmesi oldu. İçerdeki vardiya çıkmadı, gelen vardiya işbaşı yapmadı ve böylece on üç gün sürecek olan “yasa dışı grev” başladı.

Renault işçilerini bir gün sonra Tofaş ve Coşkunöz, ardından Mako ve Ototrim, sonra Gölcük Ford, Ankara Türk Traktör ve başkaları izledi. En az yirmi bir fabrikada Temmuz ayının sonuna kadar çeşitli tarihlerde ve sürelerde işgal eylemleri yaşandı.13

Bizim hesabımıza göre işgal edilip üretimin durdurulduğu fabrikalarda yaklaşık 35 bin işçi eylemlere katıldı.14 Bu rakamın, yasal greve katılan işçi sayısı bakımından 1995 yılından sonra yakalanan en yüksek düzey olduğunu hatırlatıp devam edelim.15

Peki ne kazandılar?

MESS, eylemde olan fabrikalardaki işçileri yatıştırmak ve henüz eyleme geçmemiş fabrikalardaki işçilerin harekete geçmesini önlemek için kasayı açtı. İlk etapta her işçiye 1.000 TL net ödeme yaptı. Ödemenin 120 bin işçi için yapıldığı tahmin ediliyor. Ardından üç yıla yayılacak şekilde, toplamda 3.500 lira daha ek ücret ödemesi yapılacağı açıklandı. Böylece MESS ve patronlar işçilere yaklaşık yarım milyar lira ek ödeme yapmak zorunda kaldılar.

MESS’in direndiği yer, bu paranın kalıcı bir kazanıma dönüşmemesi için saat ücretlerine yansıtılmaması oldu.

Bu işin parasal kısmı. Başka ve daha önemli kazanımlar var. Onlara değineceğiz. Öncesinde şu an durum ne, ona bir bakalım.

2016 yılının başındayız ve örgütlülüğünü 5 Mayıs’tan bugüne taşıyan tek fabrika Renault oldu. Ağustos ayında Birleşik Metal’e geçme kararı aldılar ve halen bu sendika çatısı altında mücadeleyi sürdürüyorlar.

MESS, eylemlerden kı-
sa bir süre sonra Türk Metal’i yeniden toparlamaya karar verdi. İşten çıkarmalar ve fabrikalarda baskılar yeniden başladı. İşçilerin önemli bir kısmı Türk Metal’e yeniden üye olmak zorunda kaldılar. Ancak fabrikalarda henüz patronlar adına “huzurun” tam olarak sağlandığı söylenemez. Türk Metal’e göstermelik temsilci seçimleri yaptırılıyor, patronlar ara ara işçi çıkarmaya devam ediyor, ama hiçbir fabrikada Mayıs öncesi gibi rahat hissetmiyor.

Üstelik asgari ücretteki artış, tüm sektördeki işçilerde yeniden bir beklenti oluşturmuş durumda. Renault işçileri asgari ücretteki artışın diğer ücretlere de yansıtılması için eylemlere başladı bile.

Yani duvarda açılan delikten hala temiz hava geliyor.

Öne çıkanlar

Bitirirken, metal işkolunda emek ile sermaye arasında yaşanan bu muazzam kapışmada öne çıkan kimi hususların altını çizelim:

Bir; işyerinde örgütlenen, patronu hedef alan ve mekân olarak işyerinde yapılan eylem etkilidir. Gerek 29 Ocak grevleri, gerek 5 Mayıs ayaklanması işçi sınıfının en güçlü olduğu mekânın işyerleri olduğunu bir kez daha göstermiştir.

İki; işçinin güçlü olduğu mekân işyeriyse, örgütlü olacağı yer de orasıdır. İster sendika olsun ister parti, her kim işçi sınıfını örgütlemek istiyorsa, adres orasıdır.

Üç; işçiler örgütlü hareket etmenin sonuçlarını uzunca bir süre sonra test etmiştir. Binlerce işçi ilk kez birlikte çalıştığı arkadaşıyla yan yana geldiğinde neler yapabileceğini görmüştür. Bu buharlaşmaz. İşçi sınıfının kolektif deneyimi olarak ileriki kuşaklara devrolur.

Dört; Türkiye’de sanayi işçisi geçmişe göre daha kentlidir. Kendine daha güvenmektedir, birbiriyle etkileşimi daha güçlüdür, daha hızlı organize olabilmektedir, daha genç ve daha eğitimlidir. Bu nitelik, 2015 eylemlerini daha etkili kılmıştır.

Beş; sanayi işçisinin kentli niteliği, milliyetçi-muhafazakâr ideolojinin kendi üzerindeki etkisi ile tezat oluşturmamaktadır. Türkiye’nin büyük sanayi işletmelerinde işçiler, Türkiye ortalamasının üzerinde sağcıdır.

Altı; bu ideoloji özü itibariyle şükürcü ve biatçıdır. Türkiye sanayi burjuvazisi otuz beş yıldır fabrikalarını bu ideolojiyle güvence altına almıştır. 12 Eylül’den sonra örülen duvarın sadece birkaç kez zorlanabilmiş olmasında bu gerçeğin de payı büyüktür. Sonuç patronlar açısından çok başarılıdır.

Yedi; sol, müdahalesinde bunu hatırlamak zorundadır. Sınıfa önderlik sınıfın geri haline teslim olmak değil, o gerilikle mücadele etmekle olur. Kuyrukçuluk işçi sınıfına zarar vermektedir.

Sekiz; Bu kadar kitlesel ve yaygın bir işçi eyleminin siyasal bağlamından bu derece kopuk yürümesi hayra yorulmamalıdır. Bu nedenle yazının başlığındaki “fabrikadaki kalabalıkların sınıf olması” durumu eksiklidir. Özellikle 5 Mayıs ayaklanmasında bu tam olarak böyledir.

Ve daha fazlasının altını çizmek elbette mümkün.

Ama 2016 yılının henüz başındayız ve önümüzdeki iki yıl, 2015 yılındaki mücadelenin bakiyesini taşıyacak. Renault’ta devam eden örgütlenme, MESS’ten ayrılan fabrikalarda toplu sözleşme süreçleri, ardından yeni grup toplu iş sözleşmesi gelecek. O nedenle bundan daha fazlasını önümüzdeki mücadele başlıkları belirleyecek.

Dipnotlar

  1.  “Sanayi Sorunları ve Analizleri VIII: Metal İşkolunun Büyük Firmalarında Gelir Eşitsizlikleri”; TMMOB Makine Mühendisleri Odası, Temmuz 2015, Sf:2
  2.  Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı metal işkolu işyeri veri tabanı; e-devlet güncellemesi 8 Ocak 2016 ile Temmuz 2015 sendika istatistikleri
  3.  Savaş A; “Duvarda delik açmak”, soL dergi, Sayı 25, 12 Ocak 2015
  4.  ‘77 grevleri ve sonrasını ayrıntısıyla inceleyen bir çalışmaya Can Şafak 2012 yılında imza attı. Önemli detayları belgeleriyle ortaya koyan bu çalışma objektif bir bakışla ele alınması açısından da ayrıca değerli. Şafak Can; “Büyük Grev 1977”, Sosyal Tarih Yayınları, Ocak 2012
  5.  2003 yılında AKP iktidarının ilk icraatları arasında yer alan ve işçilerin adına “kölelik yasası” dedikleri 4857 sayılı İş Kanunu, grup sözleşmesi görüşmeleri sırasında tasarı halindeydi ve çalışma süreleri ile çalışma biçimlerini esnekleştirecek maddeler içeriyordu. Sözleşme, yasa meclisten geçtikten sonra ilgili maddelerin toplu iş sözleşmesine yansıyacak şekilde imzalandı.
  6.  Son birkaç dönemdir Türk Metal’in sözleşme süreçlerindeki gelişmeleri internet sitesinden duyuruyor olması sözleşme sürecindeki bu mantığın değiştiği anlamına gelmiyor. 2015 metal direnişi bunun da kanıtı aynı zamanda.
  7.  Emek Yıllığı/2014; Bölüm III-Sınıfın Gündeminden Seçilenler, “Metal işkolu 2014-2016 grup sözleşmesi ve 2015 metal grevi”, Yazılama Yayınevi, Temmuz 2015
  8.  Toplu iş sözleşmelerinde yürürlük yasa gereği en az 1, en çok 3 yıllık yapılabiliyor.
  9.  29 Ocak 20015 MESS grevleriyle ilgili tüm ayrıntıları Emek Yıllığı/2014 içinde adı geçen bölümde bulunabilir.
  10.  Savaş A; “Grevin ardından”, soL dergi Sayı 28, 15 Şubat 2015
  11.  Bosch işçileri, 2012 yılı için, diğer fabrikalara verilen saat ücretinden 1,20 lira daha fazla zam aldı. 2014-2017 zamları bu ücret artışının üzerine yapıldı.
  12.  “Kamuoyu ve Çalışanlara Duyuru” başlıklı 14 Mayıs 2015 tarihli MESS bildirisi
  13.  15 Mayıs-31 Temmuz arasında üretimin durduğu fabrikalar ve duruş süreleri şöyle: Renault-13 gün, DJC-12 gün, Tofaş-8 gün, Coşkunöz-6 gün, Mako-6 gün, Ford (Gölcük)-16 gün, Ototrim-4 gün, Türk Traktör (Ankara)-11 gün, ORS-2 gün, EGO-2 gün, Ermetal-2 gün, Opsan-3 gün, ZF-2 gün, Arçelik LG-4 gün, Enpay-7 gün, Dytech, Baykal Makine, Delphi (Bursa), Akplas, Şahince, TKG birkaç saat. Türk Metal, bu fabrikalarla birlikte toplam elli dokuz işyerinde kendilerinden istifa olduğunu açıkladı.
  14.  ÇSGB metal işkolu işyeri veri tabanı; e-devlet güncellemesi, 1 Haziran 2015
  15.  Yıllara göre grev ve grevlere katılan işçi sayıları için şu sayfaya bakılabilir: http://www.csgb.gov.tr/csgbPortal/csgb.portal?page=istatistik
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×