Gecikmek Çürümektir Devrim Yazarlarına Uyarılar

Leninistler iradecidir. Ama iradecilik dünyayı takmamak olabilir mi?

Komünistler burjuvazinin sunduğu çerçeveleri kayıtsız şartsız kabullenmezler, kendi kavga alanlarını kendileri seçerler. Ama tarih ve toplumun sunduğu verilere kaale almazlık edilebilir mi?

Devrimciler her şeyden önce yeni bir dünya ütopyasına bağlıdırlar, kimliklerini bu gelecek projesinden türetirler. Ama geleneklerin üzerinde yükselmeyen, kök salmayan geçmişi çarçabuk unutan devrimcilik olur mu?

Politikada iddialar pozitif bilimle değil, sınıf mücadelesi deneyleriyle kanıtlanır. Ama bilimsel eleştiri yerine karaçalma yöntemini geçirmek hangi adaba sığar?

Türkiye bir kriz yaşıyor ve bu kriz devrimcilerin önüne çeşitli olanaklar sunuyor. 1995 Türkiyesi’nde toplumsal krizin sunduğu olanakları değerlendirmeye, buna yönelik politik taktiklerini belirlemeye çalışan devrimciler, sınıf mücadelesinin bir öznesi ve aynı zamanda parçası olduklarını unutamazlar. Keyfi öznelik öznelciliktir.

Parçası olduğumuz ve değiştirme kavgası verdiğimiz, bütün bu ülkenin sol birikimini de kapsıyor. 1995 Türkiyesi’nde solun bütünsel birikiminden payını almayan bir devrimciler öbeği, bu birikimi değiştirme gücüne de sahip olamayacaktır.

Ve tüm bunları söylemenin tek bir koşulda anlamı vardır:

Dünyayı dürüstçe, samimi bir çabayla anlamaya çalışanlar için bunlar söylenir. Bu yazının muhatapları ise, son yayınları ile dürüst ve samimi bir çabanın içinde olup olmadıkları konusunda kuşku yaratmışlardır.

Nasıl mı?

Başlayalım…

GAZİ: DİRENİŞ Mİ AYAKLANMA MI? KİM NEREDE NE YAPTI(!)

“Yenilgi psikolojisi ve başka etkenlerin katkısıyla şikâyetçi, muhalif bir söylem devrimcilerin literatürüne hâkimdir ve ayaklarına dolanmaktadır. Öyle ki, adında ‘iktidar’ sözcüğü bulunan ve bunu her fırsatta vurgulayan SİP bir yayın organında bakın neler söylüyor: ‘Mart direnişinin faturasını sola ve emekçilere çıkartmak isteyen sömürü düzeninin yeni saldırılarına hazırlıklı olalım.’ Bu tutum bir bakıma da legal mevzilere sığınmanın bedelidir.” (“Bir Ayaklanmanın Düşündürdükleri”, Devrim dergisi 34, s. 10)

(…)

“… Eylemlere legal parti kimliğiyle katılan SİP’in yönetici kadroları ilk adımda gözaltına alındı; bu deneyim bütün kadroları legal alana çıkarma anlayışının, en kritik anlarda nasıl bir tuzak oluşturduğunu görmek isteyen gözlere gösterdi.” (a.g.y., s. 12)

Direniş mi, ayaklanma mı?

Devrim dergisi bu kavram farklılığına büyük önem atfediyor. Yanıt çok karmaşık değil: Gazi bir kent yoksulları ayaklanmasıdır, ama bu ayaklanma başlangıcıyla, devamıyla son buluş biçimiyle -esas olarak- devlet terörüne karşı bir direniştir.

Ama Devrim, direniş sözcüğünden yenilgi ve savunma psikolojisinin kokusunu almaktadır. Türkiye solunda yenilgi ve savunma psikolojisi egemendir, bu doğru. Gazi ise, bu psikolojinin yalnızca kent yoksulları için değil, devrimciler için de kırılıp atılması olmuştur. Öyle ki, bugün devrimci hareketler içerisinde Mart direnişinin kavga psikolojisi, devrimci demokratların pek teşne oldukları başka bir yanılgıya kanal oluşturmaktadır: Kavga ettik, düşmanı gerilettik, biz güçlüyüz!..

Devrim bu yanılgıya teşne olabilecek bir öbek değildir.

Sosyalistler, Gazi direnişine bugün baktıklarında düşüncelerini iki sonuca yönlendirmeliler:

Bir; mücadeleci sol kimliğin restore edildiği, yıllar sonra emekçi kitlelerle birlikte, meşru bir kavganın verildiği bir deneyimin sınıflar mücadelesinin genelinden sol kadrolara kadar anlamlı getirileri vardır. Gazi bu açıdan “büyütülmelidir”.

İki; bu kavga günlerinin, solun kendi strateji ve taktiklerine ilişkin pek pozitif olmayan yanları vardır: Sol dört günlük kavgada yorulmuştur, işçi sınıfının hareketsizliği ve tepkisizliği kırılamamıştır, kent yoksulları ile emekçi sınıfların diğer kesimleri arasında kurulması gereken, bir tarafın devrimci ruh haline proleter kimlik kazandıraca,k diğer kesimlere ise kavganın meşruluğunu taşıyacak iletişim kanallarının kurulması bütünüyle sosyalistlerin omuzlarındadır. Bu yanlarıyla Gazi eksiklerine parmak basılması gereken bir deneydir.

Devrim dergisini ayaklanma mı direniş mi tartışmasında rahat bırakıyorum, ve yukarıdaki alıntıdan Gelenek hareketinin payına düşenlere geliyorum.

Devrim, SİP’in “yeni saldırılara karşı hazırlıklı olmak” biçiminde yaptığı analiz ve diğer devrimci hareketlere yönelik dostça uyarıdan “riskleri göze almaktan, faturayı üstlenmekten kaçındığımız” sonuçlarına varıyor. Oysa bizler, “zaten ilk adımda” yöneticilerimizi gözaltına kaptırmıştık! Yöneticilerini gözaltına kaptıran bir legal parti bir devrimci ayaklanmanın faturasını nasıl üstlenir! Sevgili Devrim yazarları bize haksızlık etmeyin. Neden devrimci dayanışma örneği gösterip o zor günlerimizde bize yönetsel yardım elinizi uzatmadınız… Belki cesaretimiz yerine gelirdi…

Bu şaka…

Esası ise şu:

*SİP ilk dakikadan itibaren Gazi direnişinde olmuştur. 12 Mart gece yarısından sonra Partinin Genel Merkez heyeti de mahallede bulunmuştur. Devrim dergisi yazarları 13 Mart sabahı konuyla ilgili ilk siyasi değerlendirme olan SİP’in basın açıklamasını faks cihazlarından almış olmalılar…

*13 Mart öğle saatlerinden başlayarak sadece İstanbul’un değil bir dizi başka ilin aşağı yukarı tüm sol, devrimci çevreleri, sendika şubeleri, kitle örgütleri SİP’i enformasyon merkezlerinden birisi olarak görmüş, SİP binaları sürekli toplantılarla dolup taşmıştır. Bu toplantılar “ayaklanma mı direniş mi?” tartışmasının yapıldığı oturumlara değil, genel eylemliliğin yönünün tartışıldığı, devrimci hareketler, sendikalar ve kitle örgütleri arasında koordinasyon sağlamaya yönelik çalışmalara sahne olmuştur.

*Devrim yazarları “devrimci patlamaların çoğu kez en umulmadık, en beklenme dik zamanda” gerçekleştiğini düşünebilirler. Aman yanılmasınlar, örneğin ne Kartal’daki 10.000 kişilik, ne Cağaloğlu’ndaki 4.000 kişilik, ne Gülsuyu’ndaki 2.000 kişilik, ne katliamdan iki gün önce 1 Mayıs mahallesinde gerçekleşen 10.000 kişilik ilk gösteri dipten gelip patlamadıkları gibi gökten de düşmemişlerdir. Devrim yazarlarının devrimci romantizmini zedelemek pahasına bu gerçeği söylememiz gerekiyor…

*İstanbul’un tüm direniş mahallelerinde SİP, diğer bir dizi devrimci hareket gibi vardır ve dayanışma gösterilerinin en aktif öznelerinden birisidir.

*SİP 13 Mart’tan itibaren burjuva devletin gözünü çevirdiği odaklardan biri olmuştur, faşist ve gerici basın tarafından hedef gösterilmiş, büyük burjuva basını tarafından sansür edilmiş, bir dizi tehdit altında devrimci faaliyetini sürdürmüştür. Çeşitli dost siyasi hareketler uğradığımız baskı ve saldırılar karşısında bizlerle dayanışma gösterdi. Devrim dergisi ise bir devrimci hareketin burjuvazinin baskılarına maruz kalmasının suçunu burjuvazide değil o harekette aramak gibi ilginç bir devrimci ruh haline sahiptir.

*SİP yöneticilerinin bütünü filan değil dördü, Genel Başkan, bir Siyasi Büro üyesi, Ümraniye İlçe Başkanı ve Sarıgazi Belde Başkanı Gazi şehitlerinin cenazesinin kalktığı, 1 Mayıs Mahallesinde de barikatların kurulduğu gün, gece yarısı gözaltına alınmışlar ve İstanbul Valisi’nin emriyle 1 Mayıs şehitlerinin cenazelerinin kalkmasına kadar “rehin” tutulmuşlardır. O güne kadar SİP yöneticileri gözaltına falan alınamamıştır. Devrim yazarları dergi bürolarına gelen basın açıklamalarını daha dikkatle okuyabilirler.

*Hiçbir devrimci örgüt yöneticilerinin gözaltına alınmasından etkilenmemezlik edemez. Ama bu dört yönetici olayların üçüncü değil arefe gününde gözaltına alınmış olsalardı bile, gerici basın meşru dire niş ve gösterilerde SİP pankartlarının fotoğrafını çekebilmek için zorlanmayacaktı. Bunu tüm dostlarımıza ilan edebilecek durumdayız.

*Devrim dergisi çevresindeki kadro öbeği 1216 Mart günlerinde İstanbul’un gecekondu mahallelerini saran “direnişlerde”, dayanışma eylemlerinde en fazla gazetecilik yapmıştır. Gazetesi olmayan bir topluluk ne kadar gazetecilik yapabilirse!

*Kendisine tarih yazıcılığını uygun gören Devrim dergisi, Gazi direnişinde “SİP’in belli bir etkinlik gösterdiği”ni de teslim etmiştir. Herhangi bir kesitte gücü, niyeti ve örgütsel durumu aktif siyasi mücadeleye uygun olmayan bir çevrenin, mevcut devrimci pratiklere eleştirel yaklaşmasına dair bir “yasak” elbette yoktur. Ancak bu konumda ki bir çevrenin mücadele verenleri “ideolojik ve siyasal yönelimleri” ile değerlendirmesi münasip düşer. “Yeterince etkili bulmama” veya “örgütsel yetersizlikler”e ilişkin gevezeliklerde adama “sen necisin” diye sorarlar. Yalçın Küçük okulunun en kötü alışkanlığına sahip olan bir kişinin özgün manevralarına tabi kılınmış bir çevrenin önce kendisine not vermesini salık veririz.

*Gelenek okurları yukarıdaki açıklamaların bu yayının ilkesellikleri ve alışkanlıkları açısından yadırgamışlardır. Gelenek bugüne kadar “ben şurada şunu yaptım” hesaplarının peşinde olmadı. Ama Devrim yazarlarının üslubu başka türlü bir yanıtı hak etmiyordu.

Şu legal parti kimliğinin açmazları konusuna ise şimdi geliyorum…

KOMİNTERN’İN ÖĞRENCİSİ OLABİLMEK

“Sovyetik olduğu halde resmi TKP çizgisine mesafeli ve eleştirel yaklaşan, yeni sol libertizmine kapılmayan, leninci partiyi savunan böyle bir partiyi yaratacak koşulların oluşmamış olması nedeniyle gerçek Leninci partinin yerine ikame edilemeyecek bir açık parti düşüncesini ileri süren Gelenek hareketi ise Sosyalist Türkiye Partisi’nin kuruluşuyla birlikte söylemini ve platformunu değiştirerek parti konusunda ikameci yaklaşımı benimsedi. Teorik ilkelere bağlı kalmak yerine, eksikli ve sorunlu duruşunu teorileştirdi.” (Haluk Yurtsever; “Üçüncü Legalist Dalga Üzerine Notlar”, Devrim 34; s.21)

Yukarıdaki Gazi ve legal parti kimliği meselesinin tarihsel arka planına ilişkin değerlendirme de bu satırlarda gizli. Devrim aynı sayısında Türkiye’de 1980 sonrası legal sol parti kuruluş çalışmalarını ele alırken bizlerin legal ile devrimci sıfatlarını yan yana koymak gibi olmayacak bir duaya amin dediğimizi anlatmış; satır arasında…

Devrim’in aynı sayısı legal ve illegal mücadelenin birlikteliği üzerine Komintern belgelerine de başvuruyor. Devrim yazarları partili mücadeleye sataşmak için fazla plan proje yapmamışlar. Ben de nereden devam edeceğimi uzun uzadıya hesaplamıyorum. Titizliği hak etmiyorlar:

*Yurtsever Gelenek’in hakkını teslim ediyor: Sovyetik ama Leninist… Bu övgüyü Yurtsever’den duymak bizi pek sevindirmiyor. Tersine şaşırtıyor. Örneğin bir Gelenek yazarı yaratıcı bir yeni solcu araştırmacıya, “yeni solcu ama adam şu konuyu iyi saptamış” biçiminde, ya da bir troçkisti “adam troçkist ama şu tarih kesitini doğru analiz ediyor” diye hak tesliminde bulunabilir. Hak tesliminde bulunanın kendisine verdiği değerin değil, bulunduğu zeminin farklı olması gerekir. Biz yeni solculuğu ya da troçkizmi belirli açılardan kifayetsiz görürüz ve bu kifayetsizliği aşan bir zemine sahibizdir; ondan sonra yanlış ya da eksikli zeminlere hak dağıtırız.

Peki Haluk Yurtsever’e ne oluyor?

Yurtsever bir eski TKP’lidir. Nerede duruyor, neyi aşmış, kime hakkını teslim ediyor! Ve kendini ne sanıyor?

*Haluk ve arkadaşları bilir ki, devrimcilik, ideoloji, program, politika ve örgüt bütünlüğünde test edilir. Öyle ki kendi önlerindeki görevler arasında devrimci komünist bir programın ortaya konulmasını sayarlar. Peki sonra…

Sonra Türkiye solunun önüne 1992 başında konulmuş ve bugün BSP’ye yamanan iki grubun gayrı ciddi solculuk numaralarından başka tek bir eleştiri almamış olan “Sosyalizm Programı” hakkında kelime söylemezler!

Sonra, Gelenek hareketinin ideolojik çizgisi üzerine negatif tek bir satır yazamazlar!

Sonra STP ve SİP’in politikalarında, faaliyetlerinde devrimci olmayan ögeleri bize söylemezler!

Ve en sonunda bizim örgütsel yapımızı beğenmezler…

*Haluk Yurtsever ve dostlarına göre STP-SİP bir legalist likidasyon dalgasının ürünü dür. Legalist likidasyon dalgasından beslenenler devrimci olamaz. Ancak Devrim yazarlarının ağız ve kalemlerinden bugüne dek hareketimizin devrimci olmayan yalnızca iki faaliyeti olduğunu duyduk:

Birincisi Gazi olaylarına legal parti kimliğiyle müdahale etmemizdir. Bu eleştiriyi getirenin farklı bir kimlik ile o farklı kimliği taşıyacak kadro birikimine sahip olması gerekir. Laf atmak için böyle demiyorum; Devrim yazarı arkadaşlara bizlere “doğrusunu” göstermeye davet ediyorum.

İkinci hatamız ise legal parti kurmaktır. Komintern’den yayınladıkları pasajları tekrar okusunlar!

*Yurtsever ve arkadaşları STP ve SİP’i, bu ülkenin gördüğü iki devrimci legal partiyi yaratan hareketin örgütsel yapısı hakkında ne biliyorlar? Bizim bilmediğimiz gerçekleri kim anlattı onlara? Biz anlatmadık. Çünkü bizim hareketimizde örgütsel alanı ciddiye almak gibi mütevazi bir gelenek var. Çünkü bizde örgütsel işleyişin, normlarımızın olması gereken işleve oturur, ve örgütsel işleyişin işlevi propagandif değildir. Bu alan bizi ilgilendirir!

*Yurtsever, diğer Devrim yazarlarının da belli ki inandıkları bir saptama yapıyor: Gelenek Leninist partinin yerine legal partiyi ikame ediyor. Gelenek’te onlarca yazı yayınlandı, Leninist örgüt teorisi ve deneyimleri üzerine… Gelenek’in sürekli yazarlarından ve bir legal partinin de yöneticisi olan bir yoldaşımızın aynı konuda kitabı yayınlandı. Haluk Yurtsever, nerede neyi neye ikame etmeyi savunduğumuzu bize göstermelidir. Yüzlerce -belki binin üzerinde- sayfanın, Türkiye solunun gelmiş geçmiş en gelişkin Leninist örgüt teorisi külliyatının karşısına üç satırlık “ikame ettiler” lafı ile çıkma cesareti göstermek başlı başına önemlidir. Madem öyle devam edin! Haydi bize kanıtlayın! Ama örgütsel işleyişimize ilişkin rivayetlerle değil, savunduklarımızdan kalkarak…

*Yoksa başkaları da Devrim yazarlarının pervasızlığından cesaret alarak başka şeyler yazmaya başlarlar…

Örneğin Türkiye öyle ilginç ülkedir ki, başkalarına Leninizm ve illegal mücadelenin esas olması hakkında ders veren kimileri legal dergi bürosunda gizli Merkez Komite toplantısı yapabilmiştir!

Örneğin Türkiye solu öylesine dinamiktir ki, illegal mücadelenin esas olduğunu savunan kimileri legalistlere örgütsel birlik önerebilmişlerdir!

Komintern’den bir şeyler öğrenmek ise herkesin harcı değil. Belki Devrim okurları içinde Komintern belgelerindeki “emeklerini boş görevlerde harcayan komplocu gruplar olma tehlikesi” (“Bir Ayaklanmanın Düşündürdükleri”, Devrim 34, s. 17) saptaması üzerinde düşünenler olmuştur. Ama Devrim yazarlarının düşündüğü zannedilmemelidir. Çünkü Komintern belgelerinde “komplo” ifadesi burjuva devlete karşı girişimleri anlatmak için kullanılmaktadır.

Ama Türkiye’nin kendinden menkul Leninistleri ilginçtir: Bu toplum alabildiğine derin bir kriz yaşayacak, kentlerin varoşlarında ayaklanmalar olacak… Öte yandan yine aynı ülkede işsiz güçsüz bir takım leninistler, bir işçi sınıfı partisinin 1 Mayıs yürüyüşündeki kortejine “yasal değil devrimci parti” yazılı kuşlama yapmayı politika ve ideolojik mücadele zannedecekler! Bu tür komplolar Komintern’in spektrumunda yoktu. Bu spektrumdan dünyaya bakanların Komintern belgelerinden bir şey öğrenme şansları da yoktur. Komintern ve Leninizm politika denilen etkinliğin ekseninin sınıflar mücadelesi olduğunu bilenler için olağanüstü bir zenginlik, devasa bir rehberdir. Ama önce sınıflar mücadelesi ile eski TKP tarzı komploculukları birbirinden ayırt edebilmek gerekir.

LEGAL DERGİ DEVRİMCİLİĞİ

Politika ve sınıf mücadelesini, bu eksende anlam kazanacak olan Leninist öncülük ve sosyalist iktidar perspektiflerini kariyerizm ve öznelcilikle karıştıranlar, siyasal deneylerden de ders alamıyorlar. Gelenek 1986’da yayınlanmaya başladı, 1987’de Türkiye solunun ilk bağımsız sosyalist aday kampanyasına omuz verdi. Benzeri deneylerden kendi adımıza açık partili siyaset alanındaki boşluğun bir an evvel doldurulması gerektiği dersini tekrar tekrar çıkardık. Devrim yazarları o deneyleri yaşamadıkları için değil zikir-fikir bağlantısı nedeniyle 1987 seçim çalışmalarını şöyle yorumluyorlar: “Bu kampanya aynı zamanda bir şeyi daha gösterdi: Legal zeminde politika yapmak için legal parti kurmak şart değildi!” (Asım Kartal; “Legal Particiliğin Üç Dönemi”, s.27)

1987 ve diğer tüm bağımsız aday kampanyaları sosyalistlerin, devrimcilerin “bu ülkede biz de varız” deklarasyonudur. Gerçekçi ama ironik biçimde bu kampanyalarda “sosyalizmin bağımsız sesi” ifadesi bolca kullanılmıştır. Gerçekçidir, çünkü bu sesin bağımsızlıktan öte fazla bir anlamı olmayacağı o gün de biliniyordu. İroniktir, çünkü bu sese omuz vermeyen diğer tüm kesimler bağımsızlığın değil “gücün” tercih edilmesi gerektiğini söylemişlerdir, ve bağımsız aday kampanyalarının bu düzlemde rekabet şansı olmamıştır. Bu kampanyaların her birinde ideolojik titizliği, ilkeliliği, dürüstlüğü, gerçekçiliği ile yerini alan Gelenek (ve bir dönem yayınlanan Siyaset gazetesi) solun diğer kesimlerine “işte legal zeminde politika yapmanın aracını yarattık” dememiştir. Kampanyaların diğer bileşenleri de böyle saf bir kendini beğenmişlik ve körlük içinde olmamışlardır. Devrim yazarları bu kampanyaları dışarıdan yanlış görüyorlar. İçeriden olma sıfatıyla bu hatalarını dostça düzeltmek isteriz.

Sorun yalnızca ampirik bir gözlem ya da bu kampanyaların sonuçlarının abartılmasından ibaret değildir. Devrim’e göre “legal zeminde politika yapmak için legal parti gerekmemektedir. ” Bu, yanlışlanabilecek bir tez değil; gerçekten legal zeminde politika yapmak için legal bir parti gerek koşul değildir.

Ama Devrim aslında şunu demektedir: “1980 ve 90’lı yıllarda Türkiye’de legal zeminde politika yapmak için legal dergilerin güç birliği yeterli olmuştur.”

Bu yaklaşım Devrim dergisi tarafından ilk sayısında acilen düzeltilmelidir. Doğruluğunu-yanlışlığını tartışmıyorum; ortada bir saçmalık var: Legal partiyle devrimcilik yapılamaz, ama legal dergilerle devrimcilik yapılır! Yok, seçim güç birliğine giren legal dergi çevrelerinin birer de illegal dergileri olduğunu kastediyorsanız… Belki o zaman akan suların duracağı düşünülebilir!

Asım Kartal bu saçmalığı düzeltmeli, ya da bir daha bu imza ile yazı yazmamalıdır…

Devrim yazarları Gelenek hareketinin içinden çıkan ya da hareketimize bir dönem bulaşmış kimi unsurların bugün reformist bir partiye teslim olmalarına satır aralarında değiniyorlar. Devrim son yılların en birlik meraklısı çizgilerinden biri olmuştur. Olmaya devam etmektedir de… Toplumsal Kurtuluş macerasından başlayarak süre giden izdivaçlar bu tür yolu değişmiş “eski yoldaşlar” kategorisini oldukça zenginleştirmiş bulunuyor. Gelenek hareketinin Devrim ile bu alanda rekabet edebilme şansı yok. Ölçek farkı olduğundan daha fazla göze batmak ise bizim sorunumuz değil…

STP KURULUŞU ÜZERİNE DÜZELTME

Gelenek BTDK sürecinde kişilikli ve ilkeli bir hat izledi. Reformist, yeni solcu, örgüt fobili eğilimler karşısında Türkiye soluna zengin bir tartışmanın sunulması, Gelenek açısından, birincil değil ama önemsiz hiç değil, bir görevdi. Bu görevi öylesine yerine getirdik ki, BTDK’nın kitapçıklarında Gelenek imzasını taşıyan çalışmalarla STP’nin kuruluşu olsa olsa birbirini bütünlemiştir. Ama bu süreçte değişen şeyler elbette olmuştur; Gelenek’te değil, Gelenek’in de bir parçası olduğu Türkiye solunda…

Türkiye solunun geleneksel sol kesimi Gelenek hariç likide olmuştur: Çoğunluğu ile reformizme teslimiyet, kimi unsurlarının da devrimci demokratlaşması ile.

Devrimci demokrasinin yeni sol rüzgârlara kapılan kesimleri de önce illegalite fetişizmi altında örgüt düşmanlığı yapmış, sonra onlar da reformizme teslim olmuştur.

DSB kanalı kendiliğinden bitmemiş, örgütsüzlük ve örgütsüzlük fikrinin istismarına indirgendiği noktada Gelenek tarafından bitirilmiştir.

Gelenek, Komünist Birlik, TSİP (adını kullanan grup) ve Emek’in oluşturdukları birliktelik de partnerlerimizin kararsızlık ya da isteksizlikleri ile sonuçsuzluğa doğru akmıştır.

1991 sonunda Gelenek hareketi nicel gücünden bağımsız olarak, bütünüyle siyasi anlamda Türkiye geleneksel solunun biricik temsilcisi olarak kalmıştır. Örneğin daha sonra kurulan TSİP yalnızca ve yalnızca bir kariyerizm ürünü olarak sol tarihe kaydedilebilir, bugün siyaseten ölüdür. Bir zamanlar “Komünistlerin Birliği” için, “esas parti” için yazıp çizen kimileri Haluk Yurtsever uğrağından sonra soluğu reformist partide almışlardır. “Büyük ölçekli siyasal müdahale” tercihini yapanlar ise boylarının ölçüsünü İstanbul varoşlarında, 1 Mayıs kortejlerinde öğrenmişlerdir.

Gelenek ise 1991 sonunda “kendi kimliği üzerinden partileşmek” kararını almış, önüne koyduğu bir yıllık vadede de sonuca ulaşmıştır. Bu kararı ve bir niteliği temsil iddiamızı başka her tür gelişmeler haklı çıkartabilirdi ki… Gelenek BTDK, DSB, “Bülten” çalışmalarının hiçbirini devrimci bir partinin olası tek doğum yeri olarak görmedi. Gelenek Türkiye solunda komünist bir program ekseninde yeni bir devrimci çıkışın örgütlenmesi için yürüttüğü hazırlıkların taktik evreleri olarak bu süreçlerden kan aldı. Sürecin özeti budur.

GECİKTİLER, ÇÜRÜYORLAR

1986’da Gelenek’i yayınlamaya başlayan kollektivite bundan çok önceleri önündeki acil görevi ideolojik, politik hat ve örgütsel ilkeler üzerinde tam bir uyuma sahip bir komünist çekirdeğin yaratılması olarak saptamıştı. Bu kadrolaşma döneminin adı “teorik bolşevizasyon”, örgütsel dışa vurumu ise “marjinallik” olacaktı. Bunlar dönemsel bilinçli tercihlerdi.

Bu tür tercihler ancak tarihen doğrulanabilir. Eksikli dönemleri aşmayı başarmışsanız, daha ileri hedeflere yürüyebiliyorsanız haklı çıkarsınız.

Ve bu tür tercihlerin geçerli olabileceği özgün konjonktürler vardır. 1980-87 arası böyledir. Bu dönemi Türkiye solunun çok sınırlı kesimleri bir devrimci hazırlık faaliyeti olarak yaşamayı başardı. Devrimci hazırlık faaliyeti devrimci politik mücadelenin kendisi değildir, bu ikisi arasındaki örtüşme tam anlamıyla bir özgünlüktür.

Son olarak böylesi bir süreçten her isteyen her istediğinde geçemez.

Devrim yazarı dostlar, 1995 Türkiyesi, teorik bolşevizasyon için elverişli değildir. Leninist iradecilik dünyayı takmamak hiç değildir.

Devrim yazarı dostlar, 1995 Türkiyesi’nde devrimci komünist bir programı ortaya koymuş ve sizin -en azından bugüne kadar- eleştiremediğiniz bir devrimci hareket vardır. Türkiye’de devrimci birikimin kazanımlarını kaale almayan yok sayan bir hattın şansı olmayacaktır.

“Bugün komünistlerin önündeki acil örgütsel görev, işçi sınıfının önderliğini kazanmaya aday bir devrimci partiyi baştan ve yukardan aşağı inşa etmek üzere, temel programatik sorunlarda ve somut bir hazırlık planında anlaşmış unsurların kaynaştığı bir komünist çekirdeğin yaratılması, bir örgütsel omurgaya kavuşturulması, devrimci komünist bir programın ortaya konmasıdır.” (Asım Kartal; “Legal Particiliğin Üç Dönemi”, s.32)

“Günümüz koşullarında böyle bir çekirdeğin yaratılması yolunda ilk elde yerine getirilmesi gereken temel görev, teorik yeniden üretimdir… Devrimci kopuş ve yeniden sentezleştirme faaliyeti… Bu çalışmanın işlevi, komünist program, propaganda, eğitim ve siyasetin teorik temellerini döşemektir…” (Bir Gün Değil Yeni Bir Dünya İstiyoruz; Devrim, 1 Mayıs broşürü, s.5)

Devrim yazarı dostlar, bu tarif edilen yol onbeş yıl önce bu ülkede çizilmeye başlandı. 1980’ler boyunca bu mesafe katedildi.

Tekrar denemek yasak mı? Elbette değil. Ama bu iş kolay değil. Bir topluluk, bir siyasi hareket olmak isterse, kendisine özgü bir misyon ve dolduracağı boşluğu tarif etmelidir. Aynı toprağa kök salamazsınız.

Daha hayırlısı, kendinize başka bir mecra aramaktır. Elbette siz bilirsiniz…

Tüm bunları beceririz diyorsanız, kolay gelsin. Ancak belli ki, Devrim dergisi başyazarları önlerinin kapalı olduğunu hissetmekte ve kimi küçük numaralar denemektedirler. Devrimci politikada mücadele bilimi önceler, ama bilimsel eleştirinin yerine kara çalma ve rivayet yöntemi geçirilirse devrimci politika çürür. Bu da siyasal tarihte çok kimselerin geçip battıkları bir yoldur. İnsanlar doğuştan kariyerist, yalancı, bencil, grupçu olmuyor. Politikada çıkışsızlık, biriken hatalar, yanlış hesaplar, vb. çoğunlukla bir zamanların devrimcilerini kötü yola düşürüyor.

Gelenek dürüst devrimci çabalarla her zaman dayanışma içinde olacaktır. Bugüne kadar dürüstlüğümüzün bir parçası olarak ne yaptığımızı göstere göstere yaptık. Bu yazıda da öyle: Devrim 34. sayıdaki gibi devam edecek ve apolitik bir batağa koşacaksa bir de biz itekleriz. Yok söz konusu olan, devrimci niyetlere sahip bir arayış ise, 35. sayı bu kez böyle bir mesaj verirse biz de yeniden dostça tartışırız.