Gelenek’e Akan Nehirler
Gelenek hareketi otuz yıllık mücadelesinin erken sayılacak bir evresinde kendi kadro kaynaklarına dayanan bir hattı oluşturmuştu. Yeni bir devrimci Marksist-Leninist çizgi ihtiyacına mutlak biçimde inanan hareketimiz, öte yandan Türkiye solunun farklı damarlarından katılımlarına her uğrakta ev sahipliği yaptı, katılanları ev sahiplerinin arasına kattı.
Otuzuncu yıl sayımızda birikimlerini partili mücadeleyle birleştiren bu insanlarımızdan bugün aramızda olmayan kimilerini Gelenek okurlarına bir kez daha tanıtmak istiyoruz.
İdris Erdinç, Zehra Kosova, Rasih Nuri İleri ve Doğan Görsev tarihsel TKP kökenlidir. Avni Erakalın 1950’ler sendikacılığının sola açılan ve sosyalizmle buluşan kuşağının bir üyesidir. Metin Kurt ise bu isimlerden çok daha genç ve sıradışıdır. 1970’lerde solun kapsayıcılığının genişlediği bir dönemde komünistleşen ünlü bir profesyonel futbolcudur. Buradaki listemize dahil olması aramızdan hayli genç yaşında ayrılmasından kaynaklandı.
Metin Kurt sosyalizmin toplumsallaştığı bir dönemde spor alanında teorik yaklaşım, politika geliştirmeye ve örgütlenme pratiklerine yönelen bir kişilik. Yolu sosyalizmin sınıf karakteri belirgin ve devrimci hedefleri açık bir yeni toplumsallaşmayı zorladığı yakın dönemde TKP’yle çakışacaktı. Bu buluşma rastlantı değildi.
1961’de Türkiye İşçi Partisi’ni kuran işçi önderleri 1967’de DİSK’i de kuracaklardı. Aralarında Kemal Türkler, Kemal Nebioğlu ve başkaları vardı. Erakalın’ın başkanlığını yaptığı İstanbul İşçi Sendikaları Birliği ise başından itibaren uzlaşmacı sarı sendika niteliği baskın olan Türk-İş içinde sol bir devinimin sahasıydı. Sendikal ve bu anlamda kendiliğinden işçi hareketi damarından gelip yaşamını 2000’lerde sürdüren bir siyasetçinin bir Marksist-Leninist olarak yaşama veda etmesi, kuşkusuz söz konusu damarın Gelenek’le buluştuğu anlamına gelmiyor. Aradaki periyotta solda kopukluklar ve ilerici sendikacılar tarafında da dağılmalar yaşandı. Dolayısıyla zaten 1950’lerde şekillenen dinamik varlığını sürdürmüyordu. Yine de Erakalın’ın kişisel örgütsel tercihi, Türkiye solunun önemli kaynaklarından birini hatırlatması açısından son derece önemlidir.
Bu buluşmanın da Gelenek’te yaşanması rastlantı değildi. Tarihi bir bütün olarak sahiplenen ve sahiplenirken köklü bir eleştiriye tabi tutan, kökleri geçmişte ama yeni bir hareket inşa eden Gelenek’in bu açıdan alternatifi olabilir miydi?
İdris Erdinç ve Zehra Kosova eski TKP’nin Rumeli göçmeni tütün işçilerinin iki örneğidir. Bu kol Türkiye işçi sınıfının politik örgütlenmesinde özel bir öneme sahip olmuş, taşıyıcı rol oynamıştır. Şoför İdris bir parti emekçisiydi. Zehra ise partinin Sovyetler’de eğitime yolladığı bir işçi kadrosu. İdris, 1946’nın komünist sendika açılımı sırasında en önemli merkezlerden biri olan Kocaeli’de kuruculuk rolünü üstlenmişti. Her ikisi glasnost dönemine eşlik eden sağ sapmadan kopmuşlar ve STP-SİP’le ilişkiye geçmişlerdi.
Rasih Nuri İleri ve Doğan Görsev’e gelince… TKP’nin iki aydın kaynağına gelmiş oluyoruz. İleri, tarih Osmanlı’dan Cumhuriyet’e dönerken belirginleşen, eski düzenin elitliğinden yeni düzenin kuruculuğuna yönelen bir aile ortamından gelmektedir. Cumhuriyetin kurucu kadrolarının da içinde bulunduğu bu kuşaktan çok sayıda komünist çıkmıştır. Farklı yaş kuşaklarından ama aşağı yukarı aynı sosyal dokudan gelenler arasında Nâzım Hikmet de vardır, Atatürk’ün hemşehrisi Şefik Hüsnü veya yine Atatürk’ün yeğeni Reşat Fuat… Rasih Nuri bu aydın dokusunun taşıyıcılarından biridir. Komünist bir Cumhuriyet aydını olarak SİP ve TKP üyeliklerinde bulunmuştur. Bu adım solun eski kadrolarının saatlerinin sık sık durabildiği, mücadelede konumlanışın güncellenmesinde sorun yaşanabilen bir ülkede, çok güçlü bir geçmiş hesaplaşmasını da içerir kuşkusuz.
Doğan Görsev bu isimlerden bir kuşak daha gençtir. Partililik başlangıcı eski olsa da, daha fazla Bilen dönemi TKP’sinin insanıdır. Rasih Nuri gibi o da sözcüğün gerçek anlamında bir entelektüeldir. Geleneksel solun kitabında kayıtlı olmakla birlikte pratikte çok delinmiş “partizanlığın”, partiye kayıtsız şartsız bağlılığın örneği sayılabilir. Bu angajman kimilerinin zannedebileceği gibi entelektüel ortalamacılıktan değil, tersine yüksek bir felsefi bilinçten beslenir…
Yolların Gelenek’te kesişmesi rastlantı değildir. Sanılabilirdi ki, geçmişi sahiplenerek ama hayli sertçe eleştiren Gelenek bu insanlara itici gelecek, açılan, açılması gereken mesafe karşılıklı olarak kapatılamayacak… Oysa Gelenek bir randevu noktası değil, farklı tipolojilerin yoldaşlık buluşması olabilmiştir. Hepsi Marksist-Leninist, hepsi sosyalist devrimci, hepsi (büyük harfle) Partili…
* * *
İDRİS ERDİNÇ
“Parti azası olmak kolay bir iş değildi. Bir sürü deneylerden geçiyorduk. Tesviye, motor, boks, şoförlük… Bir sürü şey. Bir yer de okumuştuk, hep de söylenirdi, bunu hiç unutmamak lazım, bir partili, bir komünist binlere bedeldir. İğne deliğinden geçebilecek, her yerde mücadele edebilecek biri olacaksın. Bunun mektebi istihsaldi, fabrikaydı. Hak arayınca mutlaka tokat yiyeceksin. Şirket haber veriyor. Bu adamı alın. İşte bu dönem böyleydi, biz bu dönemden çıktık, bu dönemde oluştuk.” (Hikmet Akgül, Şoför İdris Anılar, Yar Yayınları, 2004. s. 38)
Şoför İdris. İdris Erdinç. “Türkiye komünist hareketinde bir sıra neferi”. 60 yıldan fazla komünistlik etmiş. Tütünde çalışmış, şoförlük yapmış. Kendi deyimiyle “eylem ve kavga adamı”, “nefer”, “ama inisiyatif sahibi bir nefer”. Birinci Dünya Savaşı öncesi bugünkü Bulgaristan topraklarında doğmuş, savaş sonrasında İstanbul’a gelmiş. “Muhacir”. Balkanlardan gelen pek çok muhacir gibi İstanbul’da tütün işçisi olarak çalışmaya başlıyor. 1920’ler, henüz 14 yaşında. Fabrikada komünist işçiler de çalışıyor. Komünist işçiler İdris’i de komünist yapıyor. Beyanname dağıtıyor, hakkını arıyor, greve, eyleme katılıyor. Parti İdris’i yetiştiriyor. Boks öğretiyor, tesviye öğretiyor, araba kullanmayı öğretiyor. İdris bir işçi, bir örgütçü, tütün işçilerini örgütlüyor. Bursa’da ağanın toprağında çalışan köylüleri örgütlüyor, Kocaeli’nde selüloz fabrikasına giriyor, işçiler arasında sendikayı örgütlüyor. İdris bir parti neferi. 1930’larda Merkez Komitesi’nin gizli toplantılarının yapıldığı evi tutuyor, güvenliğini sağlıyor, İkinci Dünya Savaşı’nda partinin faşizme karşı çağrısıyla orduya yazılıyor, 1946’da Şefik Hüsnü Türkiye Sosyalist Emekçi Köylü Partisi’ni (TSEKP) kurunca “legale çıkıyor”. Kocaeli’nde partinin örgütlenmesini başlatıyor. Kocaeli İşçi Sendikaları Birliği’nin kurulmasını sağlıyor, sekreteri oluyor. TSEKP kapatılınca partinin yeniden yeraltında örgütlenmesi çalışmalarına katılıyor, İstanbul il komitesinin kurulmasına çalışıyor. Türkiye Komünist Partisi’ne dönük baskı ve saldırılardan o da nasibini alıyor. Sansaryan Han’da işkence görüyor, 1951 tevkifatında ve öncesinde tutuklanıyor, hapiste yatıyor. Ancak arkadaşlarını ele vermiyor, yılmıyor. Her seferinde yeniden başlıyor, çalışmaya, örgütlenmeye. 1960’larda öğrenci hareketi yükselirken Şoför İdris orada öğrencilerin yanında, 6. Filo’yu denize döken gençlerin arasında. TİP’e üye oluyor. 1970’lerde TKP’de çalışmayı sürdürüyor. Sonra, TİP ve TKP’nin birleşmesiyle şekillenen TBKP. TBKP’nin kapatılmasıyla onun yerini alan SBP.
Bu son süreçte işçi sınıfı partisinin glasnost-perestroyka tasfiyesinin parçası olarak girdiği sağ sapmaya başka yoldaşlarıyla birlikte muhalefet ediyor. Marksizm-Leninizm’den uzaklaşan bir partide daha fazla duramıyor.
1992’de kurulan Sosyalist Türkiye Partisi’ni heyecanla karşılıyor, önce kuruluş toplantılarında davetli olarak ön sıralarda, sonra aktif bir üye olarak parti yaşamında yerini alıyor. STP’nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılma kararının ardından bildiri dağıtımlarında Partiyle birlikte sokağa çıkıyor. 1994 1 Mayıs’ında SİP kortejinin Çağlayan’da uğradığı polis saldırısında başından yaralanıyor. Parti yayınlarında yapılan bir söyleşi nedeniyle DGM’de yargılanıyor.
Şoför İdris mücadele içinde geçen yaşamına, saflarında olduğu Parti’nin bir neferiyken, 1996’da, SİP üyesi olarak veda ediyor.
ZEHRA KOSOVA
“Nasıl bir insan âşık olursa birine, ben de partiye öyle âşık oldum.”
Zehra Kosova. 1910 yılında bugünkü Yunanistan topraklarında, Kavala’da doğuyor. Türk, Yunan yüzbinlerce insanın hayatını değiştiren mübadele ile 1923’te Tokat’a geliyor. 14 yaşında tütün fabrikasında çalışmaya başlıyor. Zehra annesi ve babası gibi bir işçi, bir kadın, ve nihayetinde bir komünist. 1930’larda İstanbul’da TKP’li işçilerle tanışıyor. 1934’te parti onu Moskova’ya eğitim almaya gönderiyor: KUTV Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi. Zehra bilinçleniyor, örgütleniyor. İstanbul’da, Samsun’da tütün işçilerini örgütlüyor, Tütüncüler Sendikası’nın kuruluşuna öncülük ediyor, grevler, eylemler örgütlüyor. Zehra bir parti emekçisi. 1946’da Şefik Hüsnü’nün öncülük ettiği Türkiye Sosyalist Emekçi Köylü Partisi’nin kuruluşunda yer alıyor. 1954’te Hikmet Kıvılcımlı’nın Vatan Partisi’ne üye oluyor. 1940’lar, 50’ler, komünistler yoğun baskı altında. Zehra boyun eğmiyor, direniyor. Tutuklamalar, işkenceler, hapishanede geçen yıllar. Nasıl direndiğini “O beni boğmak için üstüme gelen dalgalarla boğuşmak, onları alt etmek, geleceğe, sömürünün olmadığı bir dünyaya inanmak beni ayakta tutan tek nedendi” diyerek anlatıyor. Zehra Kosova da İdris Erdinç gibi koşullar ne olursa olsun çalışıyor, örgütleniyor, partili mücadeleyi sürdürüyor.
Zehra Kosova, Sosyalist İktidar Partisi’nin çağrısını, 1998’de yaşı ve sağlığı gereği aktif bir partili yaşam sürdüremeyeceği mazeretiyle “onur üyeliği” olarak kabul etti. 2001 yazında, SİP’in TKP adını almasından birkaç ay önce aramızdan ayrıldı.
RASİH NURİ İLERİ
Büyük dedesi Osmanlı’nın önemli yenilikçi valilerinden Abidin Paşa’ydı. Babası Mustafa Kemal’in yaverliğini yapmış, Kuvayı Milliye’ye katılmış, son olarak yine Mustafa Kemal tarafından temsilci olarak Cenevre’ye gönderilmiş Suphi Nuri Bey’di. Rasih Nuri de 28 Mart 1920’de Cenevre’de dünyaya geldi.
Babası Suphi Nuri, İştirakçi Hilmi’nin Sosyalist Partisi ve sonra Şefik Hüsnü’nün lideri olduğu Türkiye İşçi Çiftçi Sosyalist Partisi üyesi olmuştu. 1924’te İleri gazetesini yayınlamaya başladı, daha sonra İstiklal Mahkemesinde yargılandı. Annesi Leyla Dino’ydu. Modern Türk sanatının yapıtaşlarından sayılan Abidin Dino ve Arif Dino, Rasih Nuri’nin dayılarıydı.
Rasih Nuri İleri’nin çocukluğu Abidin Paşa yalısında geçti. Galatasaray ve Haydarpaşa liselerinde okudu. İlk yazıları 1933’te Servet-i Fünun’da yayınlandı. İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesinde öğrenciliğe başladığı 1939’da, 19 yaşında TKP’yle tanıştı. 1942’de Ferit Kalmuk tarafından parti üyesi yapıldı.
1945’de Şefik Hüsnü’nün direktifi ile Ferit Kalmuk ve Cemil Baykurt Yeni Dünya’yı çıkartmaya başladılar. Rasih Nuri hem burada hem de Esat Adil Müstecaplı’nın Gün dergisinde yazılar yazdı.
14 Mayıs 1946’da kurulan Türkiye Sosyalist Partisi’ne (TSP) üye oldu, partinin Adana örgütünün ve Adana İşçi Birliği’nin kuruluşunda bulundu. TKP lideri Şefik Hüsnü’nün genel başkanlığında bir ikinci partinin (Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi) kurulmasıyla birlikte TSEKP saflarına geçti.
Legal parti döneminin kapanmasından sonra 1950’de Behice Boran başkanlığında kurulan yan örgüt, Türk Barışseverler Cemiyeti’nde mücadeleye koyuldu. 1951 Tevkifatı’nın dışında kaldı. Zorlu geçen 50’lerden sonra 1962’de TİP’e katıldı, partinin teşkilat bürosunda çalıştı. Ankara İl Örgütü’nün düzenlediği resim sergisine Picasso’nun bir tablosunun katılmasını dayısı Abidin Dino’nun aracılığıyla sağlayan Rasih Nuri’dir.
1967’de TİP’ten MDD’ci muhalefet çerçevesinde ihraç edildi. Ertesi yıl Milli Demokratik Devrim Derneği kuruluşuna katıldı, genel sekreter yardımcısı oldu. Mart 1970’de İstanbul İşçi Birliği genel sekreterlik görevini üstlendi. En önemsediği kitabı olan Atatürk ve Komünizm’i bu dönem yayınlandı.
Mihri Belli’nin lideri olduğu Haziran Hareketi davasından tutuklandı, davanın bir numaralı sanığı olarak yargılandı. Bir süre 1975’te Belli başkanlığında kurulan Türkiye Emekçi Partisi’nde mücadele etti. Kendisini hiç ayrılmamış saydığı TKP üyeliğine 12 Eylül sonrasında İsmail Bilen’in davetiyle resmen döndü.
TBKP döneminde Şahabettin Bakırsan ve Mehmet Bozışık’la birlikte sağ sapmaya karşı bayrak açtı. Daha sonra Sosyalist Birlik Partisi’nde yer aldı. Ancak bu partiden de, Marksist-Leninist gelenekten ayrı düştüğü gerekçesiyle ayrıldı.
1999 Nisan seçimlerinde SİP listelerinden milletvekili adayı ve parti üyesi oldu, 79 yaşında seçim çalışmalarına katıldı. 2001’de SİP’in TKP’ye dönüşmesinin ardından 2002 seçimlerinde yine aday oldu.
6 Aralık 2014’te TKP üyesi olarak yaşamını yitirdi.
AVNİ ERAKALIN
1925 yılında İstanbul'da doğan Avni Erakalın, yirmili yaşlarında İstanbul'da tekstil fabrikalarında çalışmaya başladı. 1951'de Beyoğlu Mensucat İşçileri Sendikası’na üye oldu. 1953'te İstanbul'daki bazı tekstil sendikalarının birleşmesiyle kurulmuş olan İstanbul Tekstil ve Sanayi İşçileri Sendikası’nın genel sekreteri oldu. Bu dönemde, grev ve toplu sözleşme hakkının kazanılması için sendikal çalışmalara katıldı. Tekstil sendikalarının birleşmesiyle kurulan TEKSİF'in de çeşitli kurullarında yer aldı.
11 Eylül 1960'da, İstanbul İşçi Sendikaları Birliği'nin genel başkanı oldu; aynı zamanda Türk-İş İdare Heyeti’nde görev yaptı. Sendikalar Birliği ile Türk-İş genel merkezi arasında hep bir mesafe olduğu, Birlik’in tabana ve mücadeleciliğe, Türk-İş’in ise devlete ve uzlaşmacılığa yatkınlık gösterdiği biliniyor.
27 Mayıs sonrasında işçilerin kendi partilerini kurmalarını zorunlu gören bir grup sendikacı bu doğrultuda çalışmalara başladı. 13 Şubat 1961'de TİP'i kuran 12 sendikacıdan biriydi; İstanbul Sendikalar Birliği Başkanı olarak partinin de kurucu genel başkanı oldu.
31 Aralık 1961'de İstanbul'da düzenlenen Saraçhane mitinginin düzenleyicilerinden biriydi. Bu sırada hem İİSB başkanı, hem de TİP genel başkanı idi. Daha sonra TİP genel başkanlığını Mehmet Ali Aybar'a devretti.
1962'de Türk-İş kararıyla İİSB kapatıldı. Erakalın çeşitli işçi direnişlerinde sendika görevlisi olarak yer aldı; Doğu illerinde sendika ve TİP örgütlenmesini yürüttü. Daha sonra Türk-İş'ten ayrılıp DİSK'in kurulmasına katılacak olan Kimya-İş'te çalıştı. 1967'de DİSK'in kuruluşunu hazırlayan ekipteydi. 15-16 Haziran’ın örgütlenmesinde aktif yer aldı. Fasılalarla değişik sendikalarda görev üstlendi. 1979'da emekli olana kadar, Kimya-İş ve Bank-Sen'de çalıştı.
1990'lı yılların başında, sendikal hareketin yeniden canlandığı yıllarda, DİSK'in kurduğu Emek ve Dayanışma Konseyi'nde yer aldı. 1995'te DİSK'e bağlı Emekli-Sen'e üye oldu ve Beyoğlu Şube Başkanlığı'nı yürüttü. Bu görevi sırasında Sosyalist İktidar Partisi’yle tanıştı ve parti üyesi oldu. 1999'da Emekli Sendikacılar Derneği'ne üye oldu. 2000 yılında komünist adıyla parti kurma yasağına karşı SİP’in geliştirdiği açılım çerçevesinde Komünist Parti adıyla bir resmi kuruluş yapıldı. Avni Erakalın bu partinin 30 kişilik kurucular kurulu üyesiydi. SİP adını TKP’ye dönüştürürken, KP’nin hukuki varlığına da son verilecekti.
Sınıf sendikacılığının kurucularından, birinci TİP’in kurucu genel başkanı Avni Erakalın TKP üyesi olarak 26 Ocak 2012'de yaşama gözlerini yumdu.
GÜN DOĞAN GÖRSEV
8 Mayıs 1931’de Diyarbakır’da doğdu. Kerküklü olan babası kendisine yönelik ayrımcılık nedeniyle oğlunun nüfus kaydını dedenin görevde bulunduğu Isparta’dan çıkarttırmıştı.
Babasının birliğinin yer değiştirmesiyle Anadolu’nun çeşitli yerlerini dolaşırken, bir yandan da babası ve arkadaşlarının tartışmaları sayesinde savaşın gerçeklerini öğrenmeye başladı. Sovyet sempatisi o yıllara dayanıyor. Nazilerin Sovyetler’e saldırısına dedenin tepkisi “eceli gelen köpek, cami duvarına siyer” şeklindeydi.
Dedenin ölümü yüzünden Galatasaray’da okuma planları çöktü. Konya Askeri Ortaokulu ile birlikte askerlik dönemi başladı. Sonra İstanbul’a taşınan Maltepe Askeri Lisesi… Okulun kütüphane kolunda ve tiyatro çalışmalarında sanatla, edebiyatla tanıştı. Behçet Pekmertol ve Vedat Türkali gibi ilerici hocaları sayesinde komünizmi tanıdı. 1950’de Ankara’da TKP’li oldu. 51 Tevkifatı Ankara’ya ulaştığında o İstanbul’a geçtiği için soruşturmadan kurtuldu, ama parti ile bağı kesildi. Sonraki yıllarda Orhan Suda ve başka yoldaşlarıyla birlikte resmi bağı olup olmadığını bilmeden uzun süre partili gibi çalıştı.
53’de ordudan ayrıldıktan sonra hem Fransız Filolojisinde okumaya hem de bir bankada çalışmaya başladı. 1965’de ilk çeviri kitabı Yusuf Ziya Bahadınlı’nın Hür Yayınevi’nden çıktı: Henri Lefebvre’nin “Sosyalist Dünya Görüşü”. Bahadınlı aynı yıl Türkiye İşçi Partisi’nden milletvekili seçilince yayınevinin anahtarını Doğan Bey’e bıraktı.
1967’de Pencere Yayınları ile ilk kez kendi yayınevini kurdu, elbette dostlarıyla birlikte. Türkiye okurunu birçok yabancı yayınla tanıştıran Pencere, 12 Mart ile son buldu. Bu arada Basın Yayın Genel Müdürlüğü’ndeki işinden sendika kurma faaliyeti yüzünden çıkarılan Doğan Görsev ve arkadaşları paralarını birleştirerek Konuk Yayınları’nı kurdular. Konuk Yayınları 70’li yıllarda sosyalist dünya görüşünün okurlara ulaşmasını sağlayan ve dönemin TKP’sine bağlı çalışan en önemli mecralardan birisi oldu. Görsev önceleri TİP’i destekliyor, TKP’yi Bizim Radyo ile takip ediyordu. Yurtdışına bir gidişinde TKP ile tekrar bağ kurdu. Gündüzleri İstanbul Belediyesi’nin Basın Yayın Müdürü, geceleri yayınevi yöneticisi ve çevirmendir. Bir yandan da Barış Derneği Onur Kurulu üyesi…
12 Eylül Doğan Bey’i bütün Barış Derneği yöneticileriyle birlikte alır içeriye, ama sadece Doğan Bey için idam istenmektedir, çünkü o hem Barış Derneği hem de TKP davasından yargılanmaktadır. Dört yıla yakın süreyi çeşitli hapishanelerde geçirdikten sonra dışarı çıktığında aklındaki görev aynıdır: Marksist yapıtları Türkiye işçi sınıfıyla buluşturmak. Bu çeviri planıyla partinin görevlisi olarak yurtdışına çıkar. Partinin kültür sanat ve yayıncılık çalışmalarında sorumluluklar üstlenir. TİP ile TKP’nin birleşmesini umutla karşılayan Görsev TBKP’nin kuruluş kurultayının da katılımcılarındandır. Ama bu umut kısa süre sonra partinin varlığını sonlandırmasıyla bir boşluğa dönüşür.
2000’li yıllarda ülkeye gidip gelmeye başlayan Doğan Görsev yıllardır süren kolektif emeğin ürünü olan Komünist Manifesto’yu yayınlar. Aynı yıllarda yeniden kurulan Barış Derneği ve TKP ile tanışır. Görsev bir kez daha partisiyle buluşurken yeni partisinin düşünsel birikimi ve siyasi çizgisi konusunda içi rahattır. 2014’de Atılım Kongresi ve Komünist Parti konusunda da tereddüt etmemiştir.
O hep işin felsefesine baktı, Marksist-Leninist felsefe ve sosyalist dünya görüşü onun için temeldi. Siyaset için de insan olmak için de bu dünya görüşü temel alınmalıydı. Ama bu pasif bir düşünce değil bir eylem kılavuzuydu mutlaka: “Bir insan kişilikli ise mutlaka faaliyet yapacak. Bu faaliyet de dünyayı değiştirme faaliyeti, dönüştürme faaliyeti. E, yapmazsan ne olacak? Tutunamayanları oynarsın.”
Gün Doğan Görsev 17 Kasım 2015’te yaşama veda etti.
METİN KURT
1948 yılının Mart ayında Kırklareli’de doğdu. Atatürk Erkek Lisesi futbol takımında başladığı futbol serüveni, İstanbul Üniversitesi Spor Kulübü, Alibeyköy Adalet, Altay, PTT ve Galatasaray’da devam eder. Kayserispor’da son verdiği 14 yıl süren aktif futbolculuk dönemi ise onu ‘Spartaküs’ yapmaya yetmiştir.
İsyanın çıktığı ilk yer Galatasaray’dır. Bir antrenman öncesinde maaş ve prim konularındaki dertleşme, çıkılmayan idmanlara ve protestoya dönüşür. “Komünist ve diktatör” olmakla suçlanan Metin Kurt, maaş ve diğer ücretlerini alamayan malzemecisinden sporcusuna kadar bütün emekçilere sahip çıkıyor, kendisine yönlendirilen “futbola anarşiyi soktunuz” suçlamalarına cevabı bir grev ve basın açıklaması ile veriyordu.
Galatasaray’dan sonraki adresi Kayseri olur. Kayseri’de bulunduğu dönemde Maden-İş Sendikası’nın MESS’e karşı başlattığı direnişe bir futbol emekçisi olarak destek oluşu ve grevdeki işçiler ile çadırlarda gösterdiği dayanışma, Metin Kurt’u öne itiyordu.
1978 senesi örgütlü mücadeleye adım attığı yıldı. İlk uğrağı Politika gazetesi oldu. 1979 senesinde Politika dergisinde yapmış olduğu “Tüm sporcular derneği kurulmalıdır” çağrısı karşılık bulmaya başlamıştı. Sporun burjuva siyaset ve sermaye ile doğrudan ilişki içinde olduğunu söyleyerek buna itiraz eden ve mücadeleye kalkışan Metin Kurt, “Ne sağcıyız ne solcu, futbolcuyuz futbolcu” tekerlemesine “Gerçekte siyaset, sporun babaevidir” cevabını veriyordu. Gerici oyuncuların spor alanına ev sahipliği yapmasına bariyer olacak tüm çalışmalarını da Sportmence dergisi üzerinden örgütlüyordu.
Ancak dergiyi ekonomik nedenlerle sürdüremeyecekti. Eyüpspor, Kayserispor ve Sivasspor’da teknik adam olarak çalıştı. Ajans Sportmen, Özgür Ülke ve Evrensel gazetelerinde imzası yer aldı. 2006’da eski takımlarından Yeniçarşı ile buluştu. İlerleyen zamanlarda Sportmence dergisi yeniden kuruldu. Amaç, spor emekçilerinin örgütlü hale geleceği bir sendika kurmaktı. 2009’un Aralık ayında Spor-Sen kuruldu. Sportmence sendikanın teorik yayın organı idi. Bu sıradışı bir çıkış, bir meydan okumaydı. Sendika eylemlerine başlamış, özellikle İstanbul’da örgütlenen taraftar eylemi sermaye sınıfını ve gerici siyasal iktidarı rahatsız etmeyi başarmıştı. Spor emekçileri, sporseverler ve sendikaları bir aradaydı. Bu arada Metin Kurt artık Türkiye Komünist Partisi üyesi olmuştu.
2011 seçimlerinde “Beş yüz bin boyun eğmeyen” arayan TKP’nin milletvekili adayı oldu. 24 Ağustos 2012’de parti üyesi olarak aramızdan ayrıldı.