Giriş
Gelenek’in bu sayısında komünist hareketin strateji sorununa odaklanıyoruz. Tüm dünyada etkisini derinden hissettiren ve artık yalnızca iktisadî sıfatı ile nitelendirilmesi mümkün olmayan bunalım ile Türkiye’nin hızla içine yuvarlanmakta olduğu siyasal kriz, bu sorunu ciddiyetle ele almayı gerektiriyor. Esas meselemiz, Türkiye’de ve dünyada komünist siyasetin bu krize anlamlı bir yanıt üretebilip üretemeyeceğidir. Bir diğer değişle, “hareketimizin can alıcı sorusu”nu yineliyor ve ona yanıt arıyoruz: Ne Yapmalı?
Gelenek olarak bu soruya yanıt ararken, 1980’lerin ortasından bu yana ortaya koymuş olduğumuz teorik doğruları, ilkelerimizi ve çıkış noktalarımızı elbette sorgulamıyoruz. Ancak leninizmin mevcut duruma hangi koşullarda anlamlı müdahaleler yapabileceğinin yanıtını arıyor, Gelenek’in leninizm okumasının ihtiyaçlarımızı farklı alanlarda ne kadar karşıladığını cesur bir şekilde masaya yatırıyoruz. Bu konuyu zengin bir içerikle sunabildiğimiz kanaatindeyiz: Aytek Soner Alpan, 21. yüzyılda ve mevcut kriz atmosferinde leninist bir stratejinin mümkün olup olmadığı sorusuna yanıt arıyor. Erhan Nalçacı, Türkiye solunun gündeminde olan cepheleşme sorunsalına hareketimizin hangi tarihsel ve teorik kalkış noktaları üzerinden yaklaştığını anlatıyor. İdeolojik mücadelenin özgül öneminin arttığını vurguladığımız bir konjonktürde Nevzat Evrim Önal, yakıcı bir ihtiyaca, ideoloji kavramına yaklaşımımızda bir güncellemenin gerekliliğine işaret ediyor ve ideolojik mücadele başlığının komünist hareketin önüne koyduğu somut görevleri tartışıyor. Erman Çete, Türkiye’nin yakın geçmişine yüzümüzü döndürerek komünist hareketin strateji sorununun siyasal alandaki kökenlerini inceliyor. Çağdaş Sümer, konumuz açısından son derece önemli gördüğümüz ve bir süredir sol kamuoyunu meşgul eden AKP rejiminin adını koyma tartışmalarına değiniyor. Deniz Kalyoncuoğlu, antikapitalist bir mücadelenin olanaklarının neler olduğu ve sosyalizmin güncelliğinin hangi zeminde ele alınması gerektiği sorularına ya-nıt arıyor. Engin Karaman, Avrupa’da yükselen “sol” dalganın gerçek niteliğini ele aldığı yazısında reformizmin kapitalizmden çıkış için alternatif bir yol olup olamayacağını tartışıyor. Reformizm demişken, ufku sosyal demokrasi ile sınırlı Thomas Piketty’nin çok ses getirmiş 21. Yüzyıl’da Kapital isimli kitabı etrafında yoğunlaşan tartışmalara değinen ve Monthly Review dergisininKasım 2014 tarihli sayısında yayımlanmış John Bellamy Foster ve Michael D. Yates imzalı çalışmaya da bu sayımızda yer veriyoruz. Kemal Okuyan, Gelenek’in geçtiğimiz sayısında başlattığı tartışmayı sürdürüyor ve leninist örgüte yaklaşımıza dair notlarını okurlarla paylaşıyor. Selahattin Akdağ’ın geçtiğimiz sayıda ilk bölümüne yer verdiğimiz “birlik için sesli düşüncelerine” bu sayımızda devam ediyoruz. Eren Selanik yazısında Fransız edebiyatının sınıf mücadeleleri tarafından koşullanan gelişim çizgisini analiz ediyor ve burjuvazinin öldürdüğü ideallerinin Fransız edebiyatındaki izlerini sürüyor. Strateji tartışmaları ile yakından ilgili olduğunu düşündüğümüz bir diğer belgeyi,Komünist Parti’nin (KP) 8 Kasım 2014 tarihinde gerçekleşen konferansında kabul edilen ve parti programına eklenen sunuş metnini Gelenek okurları ile paylaşıyoruz. Son olarak 9 Kasım günü Komünist Parti tarafından organize edilen “Ekim Devrimi’nin 97. Yılında Karanlığa Boyun Eğme” etkinliğinde KP Merkez Komite üyeleri ve uluslararası delegasyon tarafından yapılan konuşmalara Ekim Devrimi’nin yolumuzu aydınlattığına dair sarsılmaz inancımızla yer veriyoruz.
Dergimizin içeriğine dair bu kısa notların ardından strateji tartışmalarına geri dönelim.
Sol açısından strateji tartışmalarının seyrine yön veren temel bir soru mevcuttur: İçinden geçmekte olduğumuz konjonktürde devrimci bir siyasal çıkışörgütlenebilir mi yoksa bu konjonktürden çıktığımızda da kapitalizm içindebulunduğumuz çevreyi belirlemeye devam mı edecek? Gelenek ve onun parçası olduğu kolektif irade ülkemizde devrimci bir kopuşun mümkün olduğu,belli fay hatları üzerinde düzeni temellerinden sarsacak derecede enerji biriktiğini, dünyada emperyalist sistemin 1990’lar sonrasında şekillenen ya-pısının çözülmekte olduğunu, sistem içi ve emperyalistler arası çelişkilerinderinleştiğini saptamaktadır.
İddialarımızı ve önceliklerimizi bu başlangıç noktası etrafında şekillendiriyoruz. Bunu yaparken iki yanılgıdan özel olarak uzak duruyoruz. Bugün büyükölçüde geriye çekilmiş olan harekete bakarak yakın denebilecek bir zamanda büyük bir toplumsal patlamanın yaşandığı bir ülkede olduğumuz gerçeğiniunutmak bu yanılgılardan bir tanesidir. İkincisi ise, hâlâ kendimizi 2013 yılının Haziran ayında sanmaktır. Bunların her ikisinin de öldürücü sonuçları olacağını biliyoruz. Zira her iki yanılgı da ayakları yere basan bir stratejiinşasını imkansız kılmaktadır. Birinci yanılgı, bizi hareketin geri çekilmesiile ortadan kalkmayan kalıcı olanaklardan, ikinci yanılgı ise güncel görevleri saptamaktan oldukça uzak bir noktada konumlandıracaktır. Bu nedenle, 2015 Türkiyesi’nde ve dünyasında olduğumuzun bilinciyle yapılacak somut durumun somut analizi hayati önemdedir.
Komünist hareket, bugün temel olarak, Atılım Kongresi’ni örgütlerken yapmış olduğu ve sürekli zenginleştirdiği tarihsel ve güncel analizlere bakarak önceliklerini belirlemekte, güncel görevlerini saptamakta ve bu görevleri yerine getirmektedir. Bunları yaparken öncelikli bir hedefimiz olduğunu söyleyebiliriz. Yakın vadeli hedefimiz, komünist hareketin en büyük avantajı olan siyasî aklı örgütlü ve somut bir fiziki güç haline getirmektir. Bunun mümkün olduğunu biliyoruz. Biliyoruz; çünkü 2014’ün yaz aylarında yaptığımız saptamaların ve öngörülerin tamamı hızla doğrulanmaktadır. Biliyoruz; çünkü aynı dönemde yaşadığımız ayrışmanın bizim açımızdan bir handikap olmaktan çıkıp bir olanak haline geldiğini görüyoruz. Çok genç yoldaşlarımızın Gelenek’e katkı koymak için gösterdikleri heves ve bu katkıların niteliğinin dahi bunun bir göstergesi olduğunu söyleyebiliriz.
Sosyalist iktidarı uzak bir hedef olarak gören ve kapitalizmin mevcut konjonktürden sonra da hakim belirleyici olmaya devam edeceğini düşünen yaklaşımlar kapitalizm içi çözümleri alternatif olarak sunmaya, bunlar üzerine strateji bina etmeye devam ediyorlar. Buna gerekçe olarak da zamanın ruhunu öne sürüyorlar. Gelenek, somut durum analizinin nesnellik fetişi olmadığını, devrim için olanakların saptanması ve hatta yaratılmasının yani kısacası devrimcilik işinin gerçek ile hayal, bilim ile ütopya arasındaki çizgide gezinmek olduğunu bilenlerin yayınıdır.
Bu nedenle zamanın bizim müdahalemizden bağımsız bir ruhu olduğunu, kendi dışımızda idealist bir biçimde tanımlanmış zeitgeist anlayışını reddediyoruz.
Bu nedenle “ne yapmalı” sorusuna verdiğimiz yanıtın başına kimilerini tatmin etmeyeceğini bilsek de şöyle yazıyoruz:
Gelenek, yeniden!