“Güçlü ve Etkin bir Parti İstiyoruz”

PKP Genel Sekreter Carlos Carvalhas’ın konuşması(1)

Değerli dostlar ve yoldaşlar,

Değerli yerli ve yabancı konuklar,

Konuşmama başlamadan önce burada bulunduğunuz için sizlere teşekkür etmek istiyorum. Ve özellikle delege yoldaşları ve sizler üzerinden temsil ettiğiniz parti kolektiflerini ve geldiğiniz bölgelerin halklarını selamlamak istiyorum.

Şüphe yok ki delegelerin duygularına tercüman olarak Yoldaş Álvaro Cunhal’ı da selamlamak istiyorum. Kendisi sağlık sorunları nedeniyle bizlerle birlikte değil; ama bize bu Kongre’de okunmak üzere bir mesaj gönderdi.

Yoldaşlar,

Yoğun, uzun ve yorucu bir hazırlık çalışmasının ardından Portekizli komünistler, partilerine duydukları inanç ve kararlılıkla bu kongreyi topluyorlar. Onlar, partilerinin işçilere ve halkımıza karşı sorumluluğunu onurlu bir biçimde taşımaya devam ettiğine; Portekiz halkının refahı, ülkenin ilerlemesi, demokrasi ve sosyalizm için yürütülen mücadelede güç, enerji ve iradeyi kaynaştırmak ve birleştirmek konusunda sahip olduğu bilince inanıyorlar.

Demokratik anlamda, düşünce ve oy verme özgürlüğüne sahip parti üyeleri tarafından seçilmiş 16. Kongre delegeleri, Parti Tüzüğü ve Kongre Yönetmeliği’nin kendilerine tanıdığı bağımsız karar verme hakkını kullanacaklardır. Bununla beraber, vurgulamak isteriz ki, bu Kongre, Parti’nin içinde bulunduğu kritik bir dönemde gerçekten bütün Parti üyelerinin; hazırlıklara katkı koyan, tartışma toplantılarında ve meclislerde, delege seçimlerinde yer alan, ileri sürülen tezlerle uyumlu veya uyumsuz görüşlerini savunan, haklarını, görevlerini ve parti üyesi olarak sorumluluklarını hakkıyla yerine getiren herkesin çalışmasının bir ürünüdür. Kongre hazırlıklarımız ve Parti’nin bütünüyle katılımının sağlanması için verdiğimiz uğraş, diğer partilerde olduğundan önemli derecede farklıdır.

Doğrusu, ne kadar büyük kusurlarımız olursa olsun, bir gerçeği vurgulamaktan kendimizi alamıyoruz: Kongre öncesi bir ön hazırlık aşaması sadece Portekiz Komünist Partisi’nde (PKP) (PCP-Partido Comunista Português) vardır. Sadece PKP’de parti önderliği üyelere karşı sorumludur ve onlara zayıf noktalarımızı ve güçlüklerimizi de kapsayacak şekilde tüm faaliyetler hakkındaki bilgi ve analizleri aktarır. Bunun dışında sadece partimizde, üyeler delegeleri seçmekle kalmayıp önerge halindeki belgeleri iki aylık bir süre boyunca tartışma ve farklı fikirlerden haberdar olma olanağına sahiptirler, (“Avante!” gazetesinin Kongre Tribünü bölümünde yayınlanan 200 metnin gösterdiği gibi) ve Kongre Yönetmelik Taslağı hakkında ön bilgiye sahip olabilirler.

Bu herhangi bir övünmeyi veya kibri ifade etmiyor, fakat bizler kendimiz için diğer partilerden daha farklı standartları arzuluyoruz ve biz bu farklılıkta parti içi hayatımızı nasıl geliştirdiğimizi, nasıl yollara başvurduğumuzu açıkça anlatmak istiyoruz. Üyelerin kolektif karar alma mekanizmalarına daha kapsamlı katılımını temin etmek ve aynı zamanda parti gövdesine bilgi aktarımının daha iyi olmasını garanti altına almak için diğerlerinden farklı bir mekanizmaya ge-reksinim duyuyoruz.

Böylece şunu yeniden iddia ediyoruz ki, parti üyelerinin tartışması veya anlamlı farklılıklar içeren analizler yapması, ya da parti içi demokrasinin partiyi genişletici ve güçlendirici bir form sunmayışından duyulan tatminsizliği vurgulaması tamamen doğal ve meşrudur.

Doğal ya da meşru bulmadığımız şey, birçok insanın daha çok da medya mensuplarının, görmezden gelme, karikatürize etme ve şekilsizleştirme yoluna giderek partinin demokratik işleyişine iftira etmeleri ve bunu diğer partilerin program/tüzüklerini okumadan yapmalarıdır. Oysa buradan yola çıkarak PKP’de eleştirdikleri birçok kuralın diğer partilerdeki kurallarla benzerlik taşıdığını öğrenebilirler. Ancak onlar diğer partilerde Kongre için delegelerin nasıl seçildiğiyle ilgilenmiyorlar. Örneğin oyların sabaha karşı dörtte delegelerin yarısı çoktan yataklarına gitmişlerken kullanıldığı Halk Partisi (HP) (CDS-PP-Partido Popular) Kongresi onlar için bir skandal değildi. Sosyal Demokrat Parti (SDP) (PSD-Partido Social Democrata) Kongresi’nde “yüzlerce” seçilememiş delege olması ve önemli sayıda delegenin konuşma haklarını “baronlara” devretmeleri onlarda özel bir öfkeye yolaçmadı. Sosyalist Parti (SP) (PS-Partido Socialista) Kongresi’nde partinin Ulusal Komitesi’nde kabul edilmiş kuralların delegeler tarafından uygulanmaması onları özel olarak şaşırtmadı.

Kongremizin açılışında görmezden gelemeyeceğimiz bazı aksaklıklar vardı. Daha önceki birçok organizasyonda tartışmalar normal şartlar altında ve tüm canlılığıyla sürdürülebildiği halde, bu defa kongrenin hazırlanması sekteye uğradı ve parti kolektifi içinde rahatsızlık ve endişe yaratan bir dizi durum ve etken nedeniyle alt üst oldu. Aslında, kökleri geçmişe uzanan ancak, özellikle son bir buçuk yılda şiddetlenerek gelişen bu süreçte gerçek şudur ki; düşünülmeden yapılmış bazı davranışlarla karşı karşıyayız. Bu davranışlar, düzensiz ve hatta kural-sız/tüzüğe aykırı bir tavrın; partinin sözde kimliksizleşme, sosyal-demokratlaşma veya kabuk bağlama ya da sekterlik ve işçicilik gibi bir tehlikeyle karşı karşıya olduğu şeklindeki suçlamaların; parti programıyla çelişen davranışların; medyanın parti içi tartışmaları teşhir etmenin bir yolu olarak seçilmesinin veya bunun partiyi kimi iç entrikalara ve onu zehirleyecek süreçlere götürmesine göz yumulmasının; çok katı, muhalif ve huzursuz bir “gayrı-resmi” bilgi akışı oluşturulmasının ürünüdür. Bu davranışlar, partinin farklı birçok alanında olumsuz bir etki yaratan şekilde ağırlıklarını hissettirdiler. Bunlar birçok yoldaşta üzüntü ve endişe yarattı, karşılıklı iletişimi zorlaştırdı, farklı fikirlere saygı gösterilmemesine neden oldu ve değerlendirmelerin eksenini saptırdı.

Bu bağlamda biz, burada bu Kongre’de bile, üç şeyi açık ve inançlı bir şekilde yeniden doğrulamak istiyoruz.

Birincisi; başlangıçtan bugüne, Merkez Komite onun yürütme organları ve Parti Genel Sekreteri tarafından alınan bütün kararlar, her türlü şüpheci, güvensiz, huzursuz havaya ve partinin işleyişini sağlayan ve birbirlerine karşı besledikleri sadakatin devamını güvence altına alan kuralların istismar edildiği bir atmosfere karşı olmakla kalmamışlardır. Bu kararlar, aynı zamanda, politik ve ideolojik tartışmaların tabulardan ve sınırlamalardan bağımsız olarak gerçekleşmesini; tartışmaların gelişime olanak tanıyan ve karşılıklı saygı eksenine dayanan bir karaktere sahip olmasını gözetmişlerdir. Anlayış çerçevesinde temellenen tartışmalarda, ayrılıkların varolması ve ifadesi yalnızca doğal ve kaçınılmaz değil, aynı zamanda zenginleştirici ve büyümeye olanak tanıyıcı bir faktör olarak görülmüştür. İfade edilen bazı ön yargılı düşüncelerin aksine, bu, parti önderliğinin kendisini gelişmelerden muaf tuttuğu anlamına gelmemelidir. Bizler, bazı olayların ve bunlara etkiyen faktörlerin ciddiyetini küçümsedik. Olayların ciddiyeti olay aşamasında ve gelinen noktada istendiği şekilde değerlendirilemedi. Bizler, olanlara partinin siyasi müdahaleleri dahilinde daha kesin bir şekilde ve zamanında bir nokta koyamadık. Bu olaylardan hepimizin alması gereken kimi dersler var. İkincisi; medya partide birtakım sert yaptırımlar ve bir sözde tasfiyeciliğin varlığını birçok defalar duyururken asıl gerçekten söz etmemektedir. Bu ise, siyasi tartışmayı öncelikli tutacağımıza ilişkin aldığımız ve aldığımızdan dolayı da pişman olma-dığımız kararımızdır.

Üçüncüsü; parti içinde bu tarzın boy atması ve gelişmesi konusunda sorumlulukların belirlenmesiyle ilgili farklı ve karşıt bakış açılarını, yapılan analizlere ve önerilen siyasi eksene dair duyulan tatminsizlikleri bir tarafa koyarsak gerçek daha yalın bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Aslında, bu yılın Ocak ayından bu yana Kongre hazırlıklarının ana ekseni ve gündemleri Merkez Komite’nin oybirliği veya oyçokluğu ile kararlaştırılmıştır. Merkez Komite fikir birliğiyle Kongre’nin politik amaçları doğrultusunda 5 ve 6 Şubat tarihli önergeleri benimsemiş ve partililerin dinlenmesinin ilk evresini desteklemeyi amaçlamıştır.

Merkez Komite fikir birliğiyle 16-17 Haziran tarihli önergeyi benimsemiştir. Önerge, Kongre’nin hazırlığı için yapılan başlıca önerileri ve tezlerin detaylarını içeriyordu. Tezler de, Program ve Tüzük değişikliği önerilerini engelleme doğrultusunda kararlar içeriyordu -merkezi liderlik yapısı ve Merkez Komite’nin büyüklüğü üzerindeki oylamalar hariç-. İki aleyhte ve on iki çekimser oyla Merkez Komite, Politik Yönetmelik Taslağı ve Tezi’nin parti içi tartışmaya açılmasını kabul etti. Daha sonra benzer bir oy oranıyla bu Kongre’nin tartışmak ve oylamak için toplandığı Siyasi Karar Taslağı da kabul edildi. Eğer bugün bu objektif ve tartışılmaz gerçekleri tekrar gündeme getiriyorsak, bu ne (demokratik kültürümüzün bir parçası olmayan) “oy birliği”nin uygunsuz bir kült olarak çağrıştırılması ne de oylama yapılan her konuda fikir birliği içinde olan lehte oyların belirlenmesidir. Hayır, böyle değil. Tüm bunları şu gerçeği tekrar vurgulamak için hatırlatıyoruz: Görüşleri, analizleri ve düşünce biçimlerini vurgulayan bireysel fikirlerin varlığı inkar edilemez; fakat bu durum, Kongre hazırlıkları ve Parti’de tartışmaya açılmış öneriler konusunda parti önderliğinin tüm veya aşağı yukarı tüm üyelerinin, ortak bir birlik zemininde ve kolektif bir çalışma içerisinde olmasını engellememiştir. Bu kolektif çalışma hiçbir üyenin vicdan ve inancıyla çelişmemiş ve ortak çaba ve bağlılığın devamını sağlamıştır.

Şu ana kadar söylenenlerin olayın tamamını ifade etmek için yeterli olmadığını söylemek mümkün. Prensiplerin ve önerilerin yanısıra ağır, incitici ve mesafeler yaratan eylemler, davranışlar, sözler var.

Buna şüphe yok. Fakat kim partinin bugününü ve geleceğini savunmanın sorumluluğunu üzerine almayı ister ve başarırsa; şunu anlayacaktır: Partinin politik, ideolojik ve örgütsel yönelimlerinin değerlendirilmesinde ana etken Kongre’nin oylayacağı yönetmeliğin bir parçasıdır: Bu yönetmeliğin içerdiği siyasi hat ve kararlar -seçilen Merkez Komite’den başlayarak- hepimiz için bağlayıcıdır ve Kongre’nin hazırlıkları sırasında gösterilen kişisel fikirler, tavırlar hareketler veya son olaylara dair farklı yorumlar, Parti’nin esas bakış açısı ve siyaseti olarak yansıtılamaz.

Kendi payımıza, her zaman karşı olacağımız sosyal demokrasi kökenli veya sekter ve işçicilik yapan basit metinlerin bu kompleks sürece dair yaptıkları yorumları desteklemiyoruz. Bizler bahsedilen hattın ve kararların, mevcut problemlerimizin üstesinden gelinmesini ve parti içindeki çalışma tarzımızın geleneğini yansıtan, kardeşçe, karşılıklı yardımlaşma ve saygıya dayalı bir atmosfer yaratılmasını ve aynı zamanda dayanışma “anlaşması” ve partinin temel yasası olarak da adlandırılabilecek Parti Tüzüğü’ne saygıyı güvence altına almak için elimizden geleni yaptığımızı tekrar bildirmek istiyoruz.

Israrla vurgulamaya devam ettiğimiz şey, Parti’de ve Kongre’de esas önemli olan konunun düşüncelerin, tekliflerin, prensiplerin ve partinin siyasal hattının tartışılması gerektiğidir. Bunun dışında, geçmişin, sadece yaraların depreşmesine ve anlayışsızlıkların artmasına yol açacak yüz kızartıcı olayları etrafında dolanan tartışmalara takılıp kalmayalım.

21. yüzyılın eşiğinde uluslararası durum ve toplumsal değişim için mücadele

Dünyanın içinden geçmekte olduğu süreç hakkında düşünürken; uluslararası durumu, çelişkileri, toplumsal ceza mekanizmalarını ve bunlarla yan yana bulunan refah, zenginlik ve gösterişi tahlil ederken; bilimin ve teknolojinin göz kamaştırıcı gelişimini ve milyonlarca insanın içinde yaşadığı aşırı yoksulluğu görürken, sömürü, yabancılaşma ve tahakküme dayanan sistemin mahkum edilmesi ve kendini bütün alanlarda derinlemesine var eden ve kapitalizmin adaletsizliklerinden uzakta bir demokrasi anlayışına dayanan daha adil ve kardeşçe yaşanan bir düzen için mücadele ediyoruz. Bu düzen, yenilenmiş bir proje dahilinde, sosyalizmdir.

Servetin yoğunlaşması ve eşitliksizliklerin artması

Her yıl Birleşmiş Milletler’in insanlığın gelişimi üzerine hazırladığı raporlar sisteme ve onun egemen biçimi olan neo-liberalizme karşı açık suçlamalar içeriyor.

Çok kısa bir zaman önce, Eylül ayında Prag’da düzenlenen IMF ve Dünya Bankası toplantılarında yapılan konuşmalarda yoksulluktan ve artan eşitsizliklerden sürekli olarak soyut bir tarzda bahsedildi. Dünya Bankası başkanı kapitalist küreselleşme karşıtı büyük çaplı gösterileri taklit edercesine, “Dünya nüfusunun yüzde 20’si dünya ekonomisinin yüzde 80’ini kontrol ediyor ve geçen on yıl içinde bu kesim kazançlarını iki katına çıkardı” gibi sözler söylemeye mecbur kaldı.

Bu sayısal verilerle yola çıkarsak nüfusun yüzde 20’sinin, yani çok küçük bir azınlığın, toplumun ürettiği zenginliklerin çoğunu elinde toplarken sosyal alandaki eşitsizliklerin göreli olarak arttığını daha net görme imkanı buluruz.

“Amerikan modeli”ni öğütleyenler ve gerçekte bir sonraki ABD Başkanı’nın, refah düzeyi sekiz yıl öncekinden daha yüksek bir ülke miras bırakacağını söyleyenler bile, bu refahın içinde daha çok eşitliksizlik ve çelişki barındıracağını ifade edecekler.

Amerikalıların yüzde 1’i ulusal gelirin yüzde 38’ini ellerinde bulundururken yüzde 80’i zenginliklerin ancak yüzde 17’sine sahip olabiliyorlar.(EPI-Washington Ekonomik ve Siyasi Enstitüsü)

Dünya ölçeğinde, sermayenin -zenginliklerin kutuplaşmasını da gündeme getirerek- artan oranlarda merkezileştiği ve yoğunlaştığı çok açık bir gerçek. Açık olan bir başka şey de sermaye birikimi ile emeğin sömürüsünün birbirine bağlı ve birbirinden ayrılmaz süreçler olduğudur.

Spekülasyona dayalı ekonomi her geçen gün büyüyor. “Spekülasyon üzerine spekülasyon”dan başka bir şey olmayan (aşırı değerli hisse senetleri, neredeyse iflas etmiş şirketlerin borsadaki yüksek değerli hisseleri içeren) kumarhane ekonomisi kısır döngüsü, yeni çelişkiler ve yıkıcı bir çöküş tehlikesi doğuruyor.

Öyle bir durumdayız ki; çokuluslu şirketler tarafından işçilerin kitleler halinde işten çıkarılması haberlerini, daha fazla kâr payı fikrini yaratan şirketlerin hisselerinin değerlerinin artması izliyor.

Bu, hayatı kontrol eden, “kârın azamileştirilmesi”dir. Akıldışılık ve tutarsızlık en yüksek seviyede! Eğer bu mantığı kabul edersek, bir zamanlar birisinin söylemiş olduğu gibi, istihdamın büyü-meye büyümenin rekabete ve rekabetin de işlerin azaltılmasına dayandığını ve bu nedenle de işsizliğe karşı mücadele etmenin işten çıkarılmaktan daha iyi bir şey olamayacağını kabul etmemiz gerekir!

İdeolojik saldırı ve rekabet adına hakların tasfiye edilmesi

Eğer adaletsizliğin, eşitsizliklerin ve akıldışılığın kaçınılmaz olduğu doğruysa, bir yandan kapitalizmin alternatifsiz – tarihin sonu, insanın ulaşabileceği en gelişkin aşama- olduğunu göstermeye çalışan, diğer yandan da malum olguların, sistemin değil onun eksiklerinin sonucu olduğuna işaret etmeye çalışan, cepleri iyi para gören ideologların kıt olmadığı da eşit derecede doğrudur. Neo-liberalizmin ilerlemesi, sermayenin serbest dolaşımı, daha fazla mal ve hizmetin serbest dolaşımının daha geniş bir alana yayılması, Doğu Avrupa ülkelerinin sistemle bütünleşmesi, niteliksel olarak yeni bir çerçeve sunmaktadır. Bu çerçeve, kapitalistlerin elinde toplanan servetin artmasına manevra kabiliyetinin gelişmesine ve varolan yapıyı kendiyle uyumlu hale getirmesine olanak sağlamaktadır. Bu gerçeğin, vurgulanması gereken iki yönü var:

1. Çokuluslu şirketler, devletlerden üstün konuma geliyor; daha fazla kâr getiren ulusal faaliyetler, geleneksel endüstriler ve daha modern dallar yok ediliyor soğuruluyor. Ulusal ekonomiler her geçen gün daha fazla bağımlı hale geliyor, yabancı sermayenin ve gelişmiş ülkelerin “uyduları” ve bayilerine dönüşüyorlar.

2. Devletin faaliyetleri ve gelişen endüstrileri önündeki koruma duvarlarını indirmesinin sonucu neo-liberalizm daha fazla kök salıyor ve rekabet ortamından doğan şantaj artıyor.

Daha güçsüz ekonomilere sahip ülkelerin egemenlik alanlarının daraltılması, daha kârlı ulusal faaliyetlerin tasfiyesi veya etkisizleştirilmesiyle, bu ülkeler yabancı yatırımlara daha fazla bağımlı hale geliyorlar. Bu sürecin arkasından taleplerin düzensizleşmesi; ücretlerin dizginlenmesi, sosyal hakların kazanımların devlet desteğiyle ortadan kaldırılması dayatılıyor. Bunların tümü emek ücretlerinin kısılmasına dayanan rekabet adına yapılıyor.

Çokuluslu şirketler, bu devletleri sundukları desteğe göre “rekabet”e itiyorlar. Bu, haraç mezat bir satış! Eğer sunulan destek ve yararlılık yeterli görülmezse, ya yatırım yapılmıyor, ya da “daha rekabetçi bir ekonomi”ye dönüşmesi sağlanıyor. Bu baskı ve şantaj ortamı toplumsal kazanımların tasfiyesine ve standartların düşürülmesine neden oluyor. Bu devletin standartlarının daha da düzensizleştirilmesi ve ücretlerin düşürülmesi yoluyla yapılıyor.

Ancak her zaman yoğun ideolojik propagandayla biçimlenen bu saldırı, farklı bir cepheden gelen bir direnç, saldırı, suçlama ve işçilerin, sendikaların, popüler hareketlerin ve ilerici ve devrimci güçlerin mücadelesiyle karşılaşmaktadır.

Bu direniş ve mücadelenin önüne geçmek için, serbest ticaretin gelişmesiyle birlikte bütün insanlığın kazanacağı fikrini yaymayı gerekli görüyorlar (Dünya Ticaret Örgütü’nün MAI’yi savunan metinlerindeki argümanlarına ve Seattle, Davos ve diğer zirvelere bakılabilir). Bilimsel ve teknolojik gelişmelerle önü açılan kapitalist “küreselleşmenin” yayılması, işçilerin ve gelişmekte olan ekonomilerin “uyum” sağlaması gereken hayati bir ihtiyaç haline gelmiştir. “Uyum”, anahtar kelime olmaya devam ediyor! Bu şaşırtmaca içerisinde, ilk kriz kıvılcımında çökmeye aday yükseklerde seyreden menkul kıymetler borsası manzarası kullanılarak, sözde “yeni ekonomi”, yegane ana stratejik gelişme ve kurtuluş yolu olarak sunuluyor.

Pek çok alanda yeniliklere ve gelişmelere neden olan Bilgi ve İletişim Teknolojileri’nin önemini yadsımıyoruz. Ancak, karşı karşıya olduğumuz şey yine toplumsal ilişkileri ve kapitalist üretimin yarattığı çelişkileri, karşıtlıkları görmezden gelen bir teknolojik determinizmdir.

Enformasyon ve iletişim teknolojilerinin 21. yüzyılın temel belirleyeni olacağını öngörenler dahi, teorilerinin sağlam bir zemine oturmadığını kabul ediyorlar ve söz konusu yeni mali araçlar ve yeni teknolojilerin, geçmişin en görkemli mali “balonları”na eşdeğerde bir spekülasyona neden olduğunu vurguluyorlar.

Sermaye hareketlerinin, serbestleşmesi ve teknolojik gelişmelerle önü açılan kapitalizmin gelişimindeki yeni gerçeklikler ve değişimler, yeni sömürü ve hakimiyet biçimleri, ulus devlette ve genel olarak kapitalist egemenlikteki değişimler, yolsuzluk, kaçakçılık ve örgütlü suç şebekeleri. Bütün bunlar çeşitli devrimci-ilerici güçlerle koordinasyon içinde yapılacak bir araştırma ve derinlemesine inceleme gerektiriyor. “Kapitalist küreselleşmeyi” kaçınılmaz ve alternatifsiz bir şey gibi sunan ve itibarını yitiren kapitalizmi yeni bir yüzle “insani bir yüzle” göstermeye çalışanların maskesini düşürmek için daha fazla koordinasyon gerekiyor.

Ve sözümona halkçı kapitalizm, yeni isimler ve biçimlerde ortaya sürülen yeni bir vaftizle bazılarınca “paylaşımcı kapitalizm” diye teorize edilen kapitalizme bir yanıt üretebilmek için.

“Yeni toplum sözleşmesinin” bir parçası olarak “hissedar işçi” profili, bu teorinin merkezidir. Yüksek ücretlerin çekiciliğiyle ve “üretilen servetin daha dengeli bir paylaşımı” söylemleriyle amaçlanan, işçinin işletmeye yönelik bir aidiyet hissetmesi yoluyla onu daha fazla bağımlılaştırmaktır. Bu projenin amacı, işçilerin borçlandırma ve krediye muhtaç bırakılma yoluyla hisse satın almaları sağlanarak, finansal kârlılığa ve kumar ekonomisine entegrasyonudur. Niyet açıktır: Eğer “paylaşımcı kapitalizm”den söz ediyorsak, işin riski de -faturası işçiye patlayacak dahi olsa- “paylaşılacaktır”.

Ve öyleleri var ki, internet aracılığıyla herkesin, gelirinin bir kısmı hisse portföyünden gelen bir “bireysel kapitalist” olabileceğini iddia edebiliyor. “Çalışan, kendisini bir işçiden ziyade bir hissedar olarak görecektir!”

Yabancılaştırıcı şaşırtmalarla, sömürüyü ve pratik sonuçlarını gizleyemezler: Servetin sürekli artan yoğunlaşması.

Azami kâr gözetilerek rekabet ve üretkenliği ilk sıraya koyan sistemin akıldışılığı ekolojik ve gıdasal felaketlere (“deli dana” hastalığı vb.) yol açmaktadır. Yakınlarda İngiltere’de açıklanan bir resmi rapor, tarımsal gıda sanayinin çıkarlarına hizmet eden ve on senedir kamuoyunu manipüle eden bir yalanlar dizisini teşhir etti. Ve bu İngiltere ile sınırlı değildir. PKP’nin Meclis’e bu konuda sunduğu rapor okunmaya değerdir.

Yeni milenyumun eşiğinde, bir yanda, üretici güçlerin gelişiminin sağladığı olanaklar -son DNA çoğaltması gibi bilimsel gelişmeler- diğer yanda insanlığın büyük bölümünün içinde bulunduğu koşullar, -Latin Amerika Afrika ve Üçüncü Dünya ülkelerinin çoğunda yaşanan dram- silahlanma yarışı; uyuşturucu ve AIDS felaketleri, bugün bilim camiasının önde gelenlerince, Uganda’da yeniden ortaya çıkan, bulaşıcı olma ihtimali de bulunan Ebola virüsüne ilişkin söylenenlere benzer, tüm insanların sağlığına yönelen tehditler… Bu durum, insanlığın farklı bir yöne doğru gidebilmesi için komünistlerin ve tüm ilerici güçlerin mücadelesini, daha yakından işbirliğine girmesini ve birlikte hareket etmesini gerektirmektedir.

Doğu Avrupa’da sosyalizmin yenilgisinin, güçler dengesi ve yeni bir toplum yaratma projesinin güvenirliği üzerindeki olumsuz etkisinin sürdüğünü göz ardı edemeyiz. Bu gelişmelere neden olan şekilsizleşme, hatalar, sapmalar, siyaset faaliyetinin yerini baskıcı uygulamaların alması vb. siyasi tavır ve hareketlerin asla komünizm ideallerine uymayan bir modele büründüğünü daha on sene önce derinlemesine inceleyerek tespit etmiş isek de, Parti dışından pek çok kişi ve Parti içinden de bazıları, kimi zaman bunları sanki bir iki ay önce söylemişiz, hatta hiç söylememişiz gibi konuşmaktadır. SSCB’nin ve “dünya sosyalist siteminin” yıkılışı, dünyadaki güç dengelerini değişime uğrattı ve kapitalizmin genişlemesi için yeni pazarlar açarken emperyalizmin yeni saldırganlıklarının yolunu döşedi.

Dönemin ana akımı olan küreselleşme, “yeni düzen”i silah yoluyla korumaya alan küresel bir stratejik güvenlik projesi ile tamamlanmıştır.

Yugoslavya’ya karşı açılan şiddetli savaş, militarizasyon ve müdahaleciliğin en açık örneğidir ve bu savaş, ABD tarafından NATO’nun müdahale alanını genişletme sürecinin ve büyük sermayenin sömürü ve baskısına yol açan “yeni düzen” içerisinde dayattığı saldırganlığını savunan yeni stratejik konseptinin süratle hayata geçmesinin de bahanesi olmuştur.

Bu çerçevede, neo-liberalizme (özelleştirmeler, küçülen devlet, rekabetçilik, kuralsızlık) dayanan küreselleşme ve “tek fikir” ideolojisi, insanoğlunun ve her ülkenin gelişme problemlerini çözebilecek yegane yol olarak sunuluyor.

Ana yönelimlerden birisi de halk için “küçülen devlet”, sermaye için “büyüyen devlet” klasiğidir; devletin, tüm toplumsal fonksiyonlarını tasfiye etmesi ve özelleştirmesi, zorbalığını artırması ve hakları, kazanımları silip atması, katılımcı ve faal yurttaşlık için zorunlu olan şartlardan kurtulması anlamındadır.

Karşılıklı dayanışma

Bu güçler dengesi içinde, işçilerin ve halkların, daha insancıl ve eşitsizliklerin olmadığı bir dünya için aracılıkları ve müdahaleleri gerçekleştirilmelidir. Halkların, işçilerin, devrimci ve ilerici güçlerin mücadelesi ve direnişi, güçleri biraraya toplayarak, kazanımları ve egemenliği -Küba’da olduğu gibi- savunarak ya da -Endonezya’da işgalcilere karşı Doğu Timor’un direnişi gibi- önemli zaferler elde ederek sürdürülmelidir.

PKP, gücü yettiği oranda halkların ve işçilerin mücadeleleriyle -bugün Filistin’de şehit düşen insanlarla ifade edilen dayanışma gibi- aktif dayanışma içinde bulunduğu gerçeğinden gurur duymaktadır. 16. Kongremiz, kardeşçe selamlamak istediğimiz komünist partilerle, ilerici güçlerle, işçi sınıfı ve işçi hareketleriyle karşılıklı dayanışma ve işbirliğinin bir ifadesidir, onları ve burada bulunan yabancı delegasyonu da kardeşçe selamlamak istiyoruz.

Komünistlerin ve devrimcilerin görevi, etkinliklerinin uluslararası ve enternasyonalist boyutunu genişletmek; faaliyetlerini, uluslararası şirketlerin emrindeki iletişim ve enformasyon teknolojileriyle artırılan sömürü ve yoksulluğun “küreselleşmesine” karşı mücadelede ve bu mücadelenin spesifik hedefleri et-rafında birleştirmek ve ortaklaştırmaktır.

Kapitalizmin uyum sağlama, kandırma ve kendini toparlama konusunda dikkate değer bir performans göstermeye devam ettiği doğrudur. Fakat bir başka gerçek de, doğuda sosyalizmi inşa etme girişimlerinin yenilgilerinden on sene sonra, kapitalizmin iç çelişkilerini hâlâ çözememiş olduğu ve milyonlarca insanı yoksulluk ve onursuzluğa mahkum ederken doğal dengeyi de altüst ediyor oluşudur.

20. yüzyılda gerçekleşen özgürleşme hamleleri, komünistlerin yaratıcı düşüncelerinden ve devrimci eylemlerinden ayrılamaz. Demokrasinin her yönüyle kökleşmesi mücadelesi, 21. yüzyılda sosyalizmin kapitalizm belasını alt etmesini temin edecek mücadele, komünistlerin önündeki en büyük görevdir.

II

Sosyalist Parti (SP) hükümetinin politikaları

Son beş yıl boyunca, toplumsal gündeme dair söylemlerle bezenmiş ve gizlenmiş bir-iki olumlu tedbire ve sözde diyaloğa rağmen, SP, esas itibariyle daha temel ve yapısal konularda (özel-leştirme ücret politikası vergi politikası Avrupa politikası) SDP hükümetiyle aynı çizgiyi sürdürdü. Büyük çıkar çevrelerini ve bankacılık sektörünü karşısına almamak için SP, eğitim, sağlık ve sosyal güvenliğin güçlendirilmesine yönelik daha âdil düzenlemelerin önünü açacak olan bir vergi reformunu erteledi.

Üretken faaliyetleri, spekülatif ve parazit faaliyetlere tabi kıldı. AB’nin hemen her kararına uyarak ulusal tarım ve balıkçılığın değerini hiçe saydı. “Emek gelirleri” aleyhine, adaletsiz bir Milli Gelir bölüşüm politikası ile beraber düşük ücretlere dayanan bir rekabet stratejisi sürdürdü. Portekiz, Avrupa Birliği içerisinde, asgari ve ortalama ücretlerin ve emekli maaşlarının en düşük, yoksulluk oranının en yüksek, en zengin yüzde 10 ile en yoksul yüzde 10 arasındaki uçurumun en derin olduğu ülkedir. Dış ilişkilerin müsait olmasını fırsat bilen SP hükümeti, ilk beş sene boyunca ülkenin gelişip modernleşebileceği ve toplumun refahı açısından ilerleyebileceği yanılsamasını yaratmayı becerdi.

Fakat gerçekte, bazı kamu yatırımlarına, iktisadi faaliyetin dayandığı fiziksel altyapıdaki bazı değişmelere ve teknolojik düzeyi yüksek bazı üretken işletmelerin ortaya çıkmasına rağmen, taşeronlaşan ve toplumsal dengesizlikleri büyüyen bağımlı bir ekonomi ve bir çevre ekonomisi olmaya devam ediyoruz.

Yerli üretimin yabancı üretimle ikamesi (ki dev hipermarketler bunda büyük rol oynuyor), önemli üretim tesislerine zarar vermiş ve ticaret açığında kayda değer bir artışa sebep olmuştur.

Diğer yandan kredi kullanımı özel tüketimin büyük ölçüde artmasına yol açmıştır. Portekiz ekonomisinin bugün borçları son derece yüksektir. Keza ülkede ailelerin, özellikle genç ailelerin çoğunluğu yüksek faiz oranlarına bağlı olarak borçlanma yükü altında sıkıntı içerisindedir.

Ülkenin ekonomik durumu, özellikle tarım ve balıkçılıkta AB’nin mevzuatına teslim olan ve memleketin çıkarlarını açıkça ihlal eden SP’nin teslimiyetçiliğinin ve konformizminin sonucudur. AB’de mevzuatın ve kurumlaşma seyrinin giderek mali sermayenin hiz-metindeki bir “güçlü devletler yönetimi”ne dönüşmesini endişe ile izliyoruz. Bu yönetim, Fransa’nın başkanlık döneminde görüldüğü gibi, küçük ülkelere (daha çok işbirliğine zorlama belirli oy hesaplarıyla karar çıkarma, ülkelerin oy ağırlıklarının eşitsizliği vb.) kurallar dayatmakta ve “toplumsal gündem”in birçok önemli konusunu es geçmektedir. Eşit hakları, ekonomilerin gerçek bir bütünleşmesini taahhüt eden, toplumsal ilerleme ve gelişmenin çevresel boyutunu hesaba katan, egemen devletlerin işbirliğine dayanan yeni bir AB yolu talebi özellikle de ulusal alanlarda ve AB içerisindeki ciddi birtakım tavır ve eylemlerle son dört senede yeni ve önemli bir boyut kazanmıştır.

İşçilerin ve halkların mücadelesi; Avrupa kapitalizmi tarafından gelişmenin gerilerinde bırakılmış toplumsal olarak dışlanan kesimlerin mücadelesi; ırkçılık ve yabancı düşmanlığına karşı, dünya barışı için mücadeleler; çevrenin korunması için verilen mücadele yeni sivil, demokratik ve sınıfsal müdahale ve eylemlilik alanları ile yeni bir Avrupa yaratmanın yollarını açıyor.

SP hükümetinin sağ politikaları ve Avrupa politikası bazı yönleriyle Cavaco Silva’yı (eski Başbakan) hiç de aratmıyor. Özelleştirmelerde ,temel ve stratejik kamu işletmelerindeki yağmada, SP’nin SDP’yi “solladığını” gösteren ve Maliye Bakanı’nın neo-liberal hayranlığından farklı olmayan politikaları bunun en net örnekleridir.

Son dönemdeki özelleştirme operasyonlarından (petrol işletmesi) GALP’ın satışı ve (İtalyan işletmesi) ENI ile yapılan şaibeli satış antlaşması; özelleştirme sürecinin son evresinin ardından (elektrik işletmesi) EDP’nin hisse fiyatlarının düşüşü; (ulusal hava yolu işletmesi) TAP’nin İsviçrelilere satışı; Portekiz Telekomu’nun satışı, kamu kaynakları aleyhine, milyonları ilgilendiren, skandal olaylardır. Yetmedi hükümet 2001’de selüloz sanayini özelleştirmek istiyor; Portekiz’in öncü bir siyaset izleyebileceği bir alan olan ormancılık sektörünü batırmak pahasına.

Fakat SP’nin stratejik sektörleri ve işletmeleri çokuluslu şirketlerin büyük çıkarlarına peşkeş çekmesi, ya da federalist projelerin en önünde yeralarak Avrupa Birliği’ne icazeti konusundaki şampiyonluğu özelleştirmelerle sınırlı değildir. SP’nin devlet mekanizmasına kendi adamlarını yerleştirerek kanıtladığı “partizanlık” şampiyonluğu da buna hizmet etmektedir. İlk hükümetleri, dört sene içerisinde, kamu işlerine başvuruda bulunmayan 12 bin kişiyi bakanlık ofislerinde ve benzer görevlerde, yürütme alanında ve kimi başka işlerde komisyonlarda ve çalışma gruplarında istihdam etti. Bugünkü yönetimlerinde daha şimdiden bir sene içerisinde 3 bin 600’den fazla “adam”ı benzer konumlarda istihdam ettiler.

Bu çerçevede ve söz konusu istihdamlarla, SP ve devlet aygıtı ile finans grupları, ekonomik güçler, lobiler, gayrı-resmi ve yeraltı teşkilatları arasındaki içiçelik bu ikinci saydıklarımızın siyasi iktidar üzerindeki etki ve kontrollerini artırmalarını olanaklı kılmaktadır.

Kendi adamlarına iş vermeyeceğini ilan eden bir başbakan tarafından gerçekleştirilen bu istihdamların, özellikle hükümetin kamu görevlileri sayısını ciddi oranda düşürme ihtiyacının baş-gösterdiğini beyan ettiği bir dönemde yapılması hayret vericidir.

İşte tam da bu yönetim tarzıyla, esasında büyük çıkarlara hizmet eden bu politikalarla hükümetin maskesi düşmektedir.

Yürütülen politikaların gözden düşmediği umudun kesilmediği ve eleştirilmediği tek bir toplumsal alan veya iş alanı kalmamıştır. Hükümetin, Cumhuriyet Meclisi tarafından onaylanan askeri kanunları, orduyu Çok Uluslu Güçler’le entegrasyona hazırlamak üzere ve yasal, toplumsal ve mesleki problemleri çözmeden terketmesi, askerler arasındaki huzursuzluğu ve memnuniyetsizliği artırmaktadır. GNR’nin (Ulusal Cumhuriyet Muhafızları) örgütlenme hakkı tanınması yönündeki ve büyük rahatsızlığa ve adalet duygularının rencide olmasına sebep olan, askeri kanunun iptaline ilişkin talepleri gibi; PSP’nin (polis kuvvetleri) sendikalaşma hakkı, yeni bir Disiplin Kanunu, gerçek bir risk tazminatı ve Risk Sigortası talepleri de aynı şekilde cevapsız kalmıştır.

Sosyalist liderler ve onları destekleyen taban arasında dahi bu hükümete inançsızlık vardır. Son olaylar gittikçe uyumunu yitiren ve tartışmalarla, iç çelişkilerle iktidar ve çıkar oyunlarıyla cebelleşen bir hükümet resmi çizmektedir. Sosyalistler arasında yeni bir hükümet oluşturulmasını talep edenler var. Bu kayda değerdir. Bütçenin hazırlanma tarzı, “adam yerleştirme” işini doğrulayan kuzeydeki Bölgesel Sağlık İdaresi Başkanı’nın demeci ve Adalet Bakanı, Başbakan Maliye Bakanı ile ilgili olaylar, hükümeti halkın geniş kesimlerinin gözünden daha fazla düşürmektedir.

Sosyalistler tarafından pek çok bakanın eleştirilmesi ve “ilk defa başkanlık mücadelesi için kavga hazırlıkları yapıyorlar” yolundaki demeçler durumu ortaya koyuyor.

Ülke, ne servetin yoğunlaşması politikasının ne de iç çatışmaların sonuç-larının faturasını ödemeye devam edemez. Hükümetin hiçbir özrü yoktur.

Ve gayet iyi bilindiği üzere, PKP Mecslicteki oylarını sol politikalardan hiç esirgememiştir.

Yoldaşlar,

SP, zaman zaman PKP’yi sürekli muhalefetle ve yıkıcılıkla suçlamaktadır. Fakat Meclis faaliyetlerinin kabaca bir incelenmesi bu suçlamanın yanlışlığını gösterecektir. PKP, kendisini net bir şe-kilde SP hükümetinin politikalarına karşı “sol muhalefette” konumlandırmakta ve işçiler, halk ve ülkenin çıkarlarına ters düşen politikalara Meclis içinde ve dışında karşı çıkmakta ve olumlu yaklaşımları benimseyip geliştirmeye çalışmaktadır.

İlk bakışta, şehirlerin ve kentlerin idari statüsünü yükseltecek olanlar gibi tam bir fikir birliğiyle kabul edilmiş yasama önerilerini bir tarafa bırakalım; 15. Kongremizden beri, PKP Meclis’in benimsediği 136 hükümet ve SP yasa tasarısında lehte oy kullandı. PKP sınırlı da olsa ilerlemeyi ifade eden her öneriye “evet” oyu vermiştir. En azından 19 defa, PKP’nin “evet” oyu veya “çekimser” oyu, hükümet veya SP yasa tasarılarını onayında belirleyici olmuştur.

Söz konusu durum aşağıdakiler gibi önemli yasalarda ortaya çıkmıştır:

Sosyal Dayanışma ve Güvenlik sistemiyle ilgili temel yasa, Yerel Yönetimlerin Mali İşleyişleri, Toprak Tahsisi ve Şehirleşme, Kamu Avukatları Yönetmeliği, Muhakeme Usulü Kanunu’na geçiş, PSP’nin yeni Organik, Yasası GNR Disiplin Yasası, çalışma saatlerinin organizasyonu yönetmeliğinin değiştirilmesi, Kamu ve Yerel İdari Üst Görevlilerine Dair Kanun, Damga Vergisi Kanunu’nda değişiklik, kürtaj durumlarında illegalite sınırının müddetindeki değişiklik, evli olmayan çiftlere ilişkin yasal uygulama…

Hatta SP ve PKP sıralarındaki milletvekillerinden ortak olarak gelen ve onaylanan bir proje bile vardı. Bu proje, 25 Nisan Devrimi’ne katılan ve 1975 siyasi-askeri sürecinde kariyerleri sar-sılan askeri personelin durumunu gözden geçirmek üzere hazırlanmıştı.

Bu veriler ışığında, PKP’nin “negatifliği” teorisinde ısrar etmek gülünçtür. Dahası, SP’nin sistemli bir oybirliğiyle Meclis’i bloke etmek için bahane bulmaya hakkı yoktur.

PKP daha fazla SP önerisi lehine oy kullanmadıysa, bu sadece SP’nin sol bir siyaset yerine neo-liberal bir siyaset tutturması ve sağ ile girdiği yakınlaşmadan dolayıdır.

15. Kongremizden beri en az 39 defadır, onaylandığında icraatlarda ciddi olumlu değişikliklere yol açacak ve işçilerin, gençliğin, kadınların ve emeklilerin hayat standartlarında somut iyileşmeler ifade edecek önemli yasaların çıkmasını SP’nin tıkadığını ve engellediğini söylemekte, asıl PKP haklıdır.

En düşük emekli maaşlarındaki olağanüstü artış, asgari ücretin artışı, toplu işten çıkarmalar uygulamasındaki değişiklik, geçici işlere karşı mücadele, firma transferlerinde işçi haklarının garantiye alınması, kamuda çalışan öğretmenlere işsizlik yardımları sağlanması, ilaçların maliyetlerinin azaltılması programı, gençlerin ulaşım hizmetlerini kullanımına yönelik özel bir düzenleme, zorunlu eğitim için gereken parasız okul kitapları, gayrı resmi konumdaki kayıtdışı yabancıların durumlarının düzenlenmesi, Dernekleri Destekleme Yasası, Devlet Yüksek Öğrenim kurumlarının maliyesi ve işletilmesi, hastanelerin ve Ulusal Sağlık Hizmeti sistemlerinin idaresi ve işletilmesi ile ilgili düzenlemeler bunlara örnektir.

Mecliste PKP tarafından önerilen kürtajın yasadışılığı ve kadınların emeklilik yaşının 62’ye indirilmesi konusundaki düzenlemelerle ilgili olarak da SP’nin sorumluluğundan söz etmek zorundayız. SP bunları reddetmek suretiyle kendi seçim sözünü de tutmamıştır.

Dürüstçe şunu söyleyebiliriz ki, Meclis’te alınmış tüm olumlu kararların altında, Portekiz Komünist Partisi’nin lehte kullandığı inisiyatif ve oyların, mücadele ve sadakatinin mührü vardır. Devlet Bütçesi’ne dair yapılan tartışmalarda da durum buydu; örneğin vergi alanında PKP somut öneriler getiriyordu: 1999 Bütçesi’nde 700 bin düşük gelirli Portekizlinin gelir vergisinden muaf tutulması, bu sene binlerce işçiye dönen daha yüksek vergi iadeleri ve 2 milyon kadar insanın da önceki seneye nazaran daha az vergi ödemeleri gibi.

Parti tarafından önerilen, genel hatlarıyla benimsenen ve halen Meclis’te müzakere edilmekte olan pek çok yasa konusunda da bu böyle idi. Gelir Vergisi Reformu, Barış Yargıçları’nın yaratılması, Halkçı Yasama İnisiyatifi, Gençlik Dernekleri Yasası ve doğum kontrol haplarına erişebilirlik bunlara örnektir.

Yasama konusunda bazı gelişmeler olduysa, bunu sağlayan PKP’nin inisiyatifi, önerileri ve Meclis’teki oylarıyla birlikte toplumsal mücadelesiydi.

Uyuşturucu bağımlılarının tedavisi ve rehabilitasyonu için bir kamu hizmet ağı yaratılması; yurttaş güvenliği için Belediye Komiteleri oluşturulması; iş kazaları ve mesleki hastalıklarla ilgili yasal düzenlemenin gözden geçirilmesi; asgari ücretin belirlenişinde gençliğin istismar edilmesinin önüne geçilmesi; şiddete maruz kalan kadınların korunmalarının artırılması durumlarında olan da budur.

Cumhuriyetin pek çoğu zor ve uzun mücadelelerle kazanılmış yasaları vardır. Bizim önerdiğimiz veya tam tamına istediğimiz gibi olmasa da ülkemizin irili ufaklı sorunlarına bir cevap veren, sağın politikalarının daha ciddi yönlerini ve et-kilerini zayıflatan yasalar var. Bu yasalar şüphesiz ki PKP’ye ve Meclis grubuna itibar kazandırmaktadır.

Önerilerin ve mücadelenin partisi

PKP’nin ülkenin ve toplumun karşı karşıya olduğu ciddi sorunlara yanıt bulmak için yaptığı müdahaleler ulusal ölçekte hayatın her alanında gözlemlenmektedir.

Eğitim konusunu bir propaganda malzemesi olarak kullanmak yerine, PKP somut önerilerde bulundu. Devlet eğitiminin iyileştirilmesi, başarı oranlarının yükseltilmesini sağlayacak düzenlemeler, yüksek okul ve mesleki eğitim programlarının iyileştirilmesi bunlar arasındadır. PKP ayrıca, halkın sosyo-ekonomik koşullar nedeniyle dışlanması ve ayrımcılığa maruz kalması sonucunu veren eğitim politikalarıyla mücadele etti.

Emeklileri kandırmak için demogojik söylemler üreterek sosyal güvenliğin özelleştirilmesinde desteklerini almak ve özel sigorta şirketlerini beslemek yerine, PKP, sosyal güvenliğin bir yasayla teminat altına alınmasına kritik bir katkı koyarak neo-liberal çizgiye karşı durdu. Herkesin hakkı olan sosyal güvenliği bir kamu hizmeti olarak garantiye almayı ve geliştirmeyi, emeklilik maaşlarının ve tazminatının iyileştirilmesini savundu.

İkinci etapta, sağlık konusuna verdiği önemi -geç açan bir çiçek gibi- ilan etmek yerine, PKP, daha ciddi problemlere cevap verecek tedbirler almış ve Ulusal Sağlık Hizmeti’nde bir demokratik reform ihtiyacını beyan etmiştir. Bu reform sağlık hizmeti hakkını; nitelikli ve temel sağlık hizmetlerini; bekleme sıraları, ilaçlar, hastaların haklarının geliştirilmesi, akli sağlık, uyuşturucu bağımlılığı, alkolizm ve ülkemizin Avrupa’da hastalanmış genç sayısıyla ikinci sırada olduğu AIDS gibi sorunlara dair konulara acil çözümler getirilmesini savunan stratejik bir politikaya dayanmaktadır. PKP doğum kontrolü ve cinsel eğitim konusunda da ısrarcı olmuştur. İstenmeyen ve 13-19 yaş hamilelikleri oranının en yüksek olduğu ülkeler arasındayız.

Bilindiği gibi, PKP tarafından sunulan bir tasarıyla cinsel eğitime dair bir yasa çıkarılmıştır ve umarız ki mevcut öğrenim yılından başlayarak ciddi bir şekilde uygulanır. Tıbbi reçete olmadan “doğum kontrol hapları”nın satışı ve beraberinde, özellikle SDP ve HP’nin yaydığı demogojik söylentiye bağlı olarak genç kadınların farkını bilmedikleri “doğum kontrol hapı” ile “kürtaj hapı”na dair doğru bilgilendirilmesi projelerinin onaylanmasının aciliyetini görüyoruz.

Bir başka başlık ise adalet sistemidir. Bu alanda da ciddi sorunlar ve yakın dönemde çözülmesi beklenmeyen bir kriz hüküm sürmektedir.

Hükümet, adalet sisteminin bu tı-kanıklığının baskısı ile kimi acil önlemler almak zorunda kalmış, ancak bu önlemlerin, taşıdıkları kısmi olumluluklara rağmen, sorunları yalnız hafifletici nitelikte oldukları, sorunların kökenine inmediği ortaya çıkmıştır.

Öyle bir adalet sistemimiz var ki, anayasayla sağlanmış eşitlik ilkesini hiçe sayarak, hukuki bilgiye ve yetkin avukatlara erişimleri olan zenginlere farklı muamele ediyor; bu olanaklardan yoksun olan tüm diğer kesimlerin payına ise daha az adalet düşüyor.

Öyle bir adalet sistemimiz var ki, hapishaneleri uyuşturucu bağımlıları ve küçük aracılar ile doldururken, asıl büyük tacirleri ve yolsuzluk yapanları serbest bırakıyor.

Yakın vakitlerde yaşanan ünlü davalarda görüldüğü üzere, “beyaz yaka suçu” diye tabir edilen yolsuzluklar arasında göze çarpan önemli vakaların sistematik biçimde ve muhtemelen büyük çıkarlar ve karmaşık ilişkiler sayesinde hasıraltı edilmesinin, açıklanması ve anlaşılması kolay değil.

Adalet sistemini itibarsızlaştıran, hukuğa güvensizlik üreten ve demokratik hukuk devletine pervasızca zarar veren zemin, işte bu gibi uygulamadaki eşitsizlikler, adaletsizlik ve yavaşlıktır.

PKP’nin taahhüdü, hem siyasi hem parlamenter alanda önlemleri güçlendirmeye yönelik sunduğu kanun tasarısı üzerinden iyi biliniyor. Bu tasarı ile hukuk sistemini her düzeyde modernize etmek; verimlileştirmek; sistemin bağımsızlığını ve yargı çalışanlarının saygınlıklarını korumak amaçlanmıştır.

Ancak her şeyin ötesinde, herkes için, ama özellikle işçiler ve dışlanmış kesimler için hukuk uğruna verdiğimiz mücadelede; tüm yurttaşların yasa karşısında itibar ve eşitliklerini gözeterek düzenlenmiş bir hukuk sistemi için verdiğimiz mücadelede yılmadık ve yılmayacağız.

Yolumuz mücadele yoludur

Geçtiğimiz dört yıl boyunca kitlesel mücadelenin çapı, militanlığı, çeşitliliği ve hedeflerini hesaba kattığımızda şunu kesinlikle söyleyebiliriz: Bu mücadele, Sosyalist Parti hükümetinin politikasını biçimlendiren, onu frenleyen ve kimi zaman niyet ve amaçlarını bozguna uğratan belirleyici bir etken oldu.

Ve bu kavgada kesin zafere ulaşan, işçilerin mücadelesi oldu. Aynı zamanda SP hükümet politikasının, özel çıkar ve haklarına zarar verdiği başka kesimlerin ve sosyal katmanların mücadeleleri de işçilerinkinin peşinden geldi, ona eşlik etti.

Gerçi, geniş bir sosyal cephede ifadesini bulan bu irili ufaklı binlerce mücadele, gerçek bir alternatif doğurabilecek bir siyasal güç dengesi değişimine yol açmadı. Ancak bunlar toplumsal vicdanın evrimini sağlayan bir etken oldu ve başlangıçtaki hoşnutsuzluk ve hayal kırıklığını tepki ve eylemliliğe dönüştürdü.

Seçmen gücünü abartan SP hükümeti, büyük sermaye ve onun konfederasyonlarının çıkarlarını, faaliyetlerini ve hedeflerini kayırarak, işçilerin kuşaklar boyu kazandıkları sosyal haklar ve emek haklarına karşı, şaşaalı toplumsal söylemlere büründürdükleri bir saldırı başlattı.

Haftalık çalışma saatinin 40 saate indirilmesi başlığında, dinlenme aralarının çalışılmış zaman içinde sayılmamasını savunduğunda yaptığı buydu. İşçiler için, özellikle genç olanlar için fevkalade olumsuz nitelikteki bir çalışma yasasını sunarken yaptığı buydu. Ve bütün bunları, düşük ücretli ve geçici işçi çalıştıran binlerce işyerinde işçilere hakları henüz verilmemişken (durum hâlâ böyledir) yaptı.

Cevap mücadele oldu. Çalışma aralarına ve fiili 40 saat uygulamasına sahip çıkan tekstil ve diğer sektörlerdeki işçilerin uzun erimli ve verimli mücadeleleri…

Cevap çalışma paketi karşısında CGTP-Intersindical Nacional’in verdiği mücadeleydi. Büyük mitinglerde, bölgesel ve sektörel çalışmalarda, işyeri faaliyetlerinde inisiyatif kazandırmada, işçileri bilgilendirme, harekete geçirme, örgütleme ve katılımlarını denetleme konusundaki becerisiyle Portekiz işçilerinin Merkezi Sendikası olduğunu yeniden ispatlayan CGTP-IN’nin mücadelesinin en güzel ifadesi bu sene, çoğunluğu greve giden 50 bin işçinin, iş ve işyeri haklarını savunma konusundaki kararlılıklarını ve inatlarını gösterdikleri 23 Mart eylemi ve Oporta’da ETUC’un önderliğinde, Avrupa’nın en büyük kitle gösterilerinden biri olan 19 Haziran eylemidir.

Geçtiğimiz sene, içlerinde, daha önce hiç greve gitmemişlerin de içlerinde bulunduğu yakıt kamyonu ve bilgisayar sektörleri gibi sektörler dahil, fiilen harekete geçmeyen ve mücadeleye girişmeyen tek bir sektör dahi kalmadı.

Purse-seine balıkçılarının 78 günlük ücretsiz grevleriyle kazandıkları toplu-sözleşme hakkı, tarihsel bir kazanım olarak dikkat çekiciydi.

Medya devleri tarafından sık sık görmezden gelinen; ücretler, istihdam çalışma saatleri, mesleki kariyer ve bireysel-kolektif hakların uygulanmasında sonuç alıcı çalışmalar yürüterek başarı elde eden memurların, belediye işçilerinin, öğretmenlerin, hemşirelerin ve doktorların, metalurji, maden, kimya, elektrik, enerji işçileri ve yapı işçilerinin, ticaret ve hizmet, haberleşme ve ulaşım, karayolu, demiryolu ve havayolu işçileri ile yün ve kağıt sanayisi işçilerinin ve burada anmamış olabileceğimiz tüm diğerlerinin mücadelesine dikkat çekmek istiyoruz.

Belirtmemiz gerekir ki, bu mücadelelerin çoğunda kadınların ve gençlerin katılımı kayda değer orandadır. Tüm bu mücadeleler çiftçilerin, emeklilerin, özürlülerin, halkların mücadelesini; çevre, ekoloji, ailede ve işyerinde cinsiyetçilik, ayrımcılık ve ırkçılık karşıtlığı ve en güzel örneği Doğu Timor halkının mücadelesiyle dayanışmada sergilenen barış ve uluslararası dayanışma gibi temaları işleyen yeni toplumsal hareketlerin ortaya çıkmasını ve faaliyetlerini cesaretlendiren ve tetikleyen bir etki yaratmıştır.

Bu direniş ve mücadele sürecinde, Merkezi Sendika, CGTP-Intersindical Nacional’in eşsiz ve yeri doldurulmaz rolünden bahsetmemiz şart.

Sınıf sendikacılığının, yüzyılın sonuyla birlikte öldüğünü söyleyen karamsarlar ile kapitalizm ve neo-liberalizm peygamberlerinin beklentilerine karşı duran CGTP-IN projesi, yüzbinlerce Portekizli işçiyi temsil ederek ve birleştirerek, sınıf sendikacılığını geleceğe taşımaktadır. Çünkü, sendikaların yeniden yapılanması, yeni üyeler kaydedilmesi ve işyeri temsilcisi seçimi sürecinin ardından ortaya çıkan ve erken emeklilikler yoluyla kitlesel ayrılışlardan kaynaklanan risklerin getirdiği güçlüklere karşı koyabilmiş ve bunu esas olarak eylemliliğe geçerek ve şirketlerde, işyerlerinde örgütlenerek başarmıştır. Mücadelesine, eylemliliğine ve işçilerin çıkarlarını ve haklarını savunuşuna bakarak CGTP-IN’yi, Portekiz işçilerinin büyük Merkezi Sendikası olarak nitelendirmek doğru olacaktır.

İşçi Konseyleri hareketinin geniş eylemliliğinden de bahsetmemiz gerekir. Bu konseyler üretken dokunun ortadan kalkmasına bağışık olmasa dahi, işçilerin haklarını savunma konusundaki çalışmalarına, bağlılık ve katılımlarına dayanarak Parti üyelerimize güven veren işçilerin mücadelesinin önemli bir kolunu oluşturduklarını söyleyebiliriz.

Geniş çaplı aday listeleri temsilciliklerin yüzde 80’ini kazanmıştır ve son seçimlerde, seneler sonra TAP ve Metro gibi işletmelerde sağladıkları mutlak çoğunlukla, oy oranlarını ve temsilciliklerinin sayısını artırmaya devam etmektedir.

Parti, tüm bu eylemliliklerdeki siyasi inisiyatife, her mücadele ve her eyleme katıldı. Öncelikle, katolik, sosyalist ve örgütsüz erkek ve kadın işçilerle eylemleri ve müdahaleleriyle dayanışma sergileyen komünist militanların, CGTP-IN, İş Konseyleri ve Federasyonları, Sedikalar ve İşçi Konseyleri’nde yürüttükleri hırslı, mütavazı ve militan faaliyetleri aracılığıyla.

Fakat Parti hakların da sağlandığı işler için, emeğin karşılığının alınması için, işçilerin yurttaşlığının zarar görmesini ve demokrasinin işyeri kapılarının dışında tutulmasını kabul etmeyerek verdiği mücadeleden, şirketlere, bölgelere, sektörlere ve Parlamento’ya müdahalesine ve genel olarak tüm siyasi eylemlerine kadar, işçilere verdiği sözleri yerine getirmiştir: Ses getirmek, bilinçlerini kazanarak eylemlilik ve mücadele için harekete geçirmek, ulusal kampanyalarıyla, geliştirdiği söylem ve tavırla mücadele ruhu, umut ve enerji üretmek ve sınıf bilinçlerine girdi yapmak için onlara ulaşmıştır.

Övünme değildir, PKP’yi toplumsal adalet ve demokrasi gibi değerlerin ve büyük davaların partisi haline getirdiğimizi söyleyebiliriz.

Toplumsal mücadele cephesinin güçlü hareket ve örgütlenmelerini des-tekledik: Temel tarım sorunlarına dair büyük protestolar düzenleyen küçük ve orta köylünün hareketini; nüfusun yüzde 20’si civarındaki ve hızla büyüyen bir kesim olan aydınlar ve teknik kadrolar hareketini; gençlik hareketlerini ve Parti’nin gençlik içerisinde faaliyetlerini yürütmede önemli rol alan Portekiz Komünist Gençliği’nin (JCP-Juventude Comunista Portuguesa) eylemliliğini; net taleplerle harekete geçen emeklileri ve özürlüleri; popüler dernekleşme hareketini; çevreyi sahiplenme hareketini; göçmenlerin, etnik azınlıkların ve ırkçılık karşıtlarının hareketlerini; ciddi taleplerle gündemde giren kadın hareketini. Bu kürsüden, geniş platformlarda yoğun faaliyetler yürüten ve kadın hakları savunusu için ortak mücadele veren CGTP-IN’nin Ulusal Kadınlar Komitesi’ni MDM’yi (Kadınların Demokratik Hareketi) ve Komünist Kadın Örgütlenmesi’ni geçici iş, maaşlarda ve meslekte ayrımcılık, şiddet ve yoksulluk, çocuk ve aile için gerekli altyapı eksikliğine karşı ve eşitlik için verdikleri ve gittikçe yoğunlaşan mücadeleleri nedeniyle selamlıyorum…

Gün gün, hafta hafta, ay ay, SP ve SDP’nin sağ politikalarını hayata geçirmek için bıktırıcı bir biçimde birbirlerinin yerlerini almalarının engellenebilmesi; sol siyasetin daha fazla destek ve irade kazanması ve Portekiz halkının ülkedeki ciddi sorunlara yanıt verecek bir alternatif sola kavuşabilmesi; hayatın akışına farklı bir yol çizebilmek, işçilerin ve halkların gerçek çıkarlarına cevap verebilmek için; siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel boyutlarıyla bir demokrasi anayasasının önünün açılması için yaptıklarımızla, mücadelemizle, önerilerimizle kavgamızı sürdürdük.

Ve kimsenin şüphesi olmasın ki, eğer Kongre tarif ettiğimiz değerlendirmeyi kabul eder, yani gitgide yıpranan SP hükümetinin itibarını yitirdiğine ve kimselerin artık yüz vermediği ve SP’yle dahi kendisini ayrıştıramayan bir sağın gerçekliğine ikna olursa, bundan daha da sıkı çalışmaya devam etmemiz gerektiği sonucu çıkar. Partimizin güçlenmesine, kitle mücadelesindeki gelişmelere, çeşitli öznelerin ve dinamiklerin, demokratik güç, enerji ve kurumsal faaliyetlerine bağlı olarak, sağa karşı sol bir alternatif politikanın inşası için, zor fakat zorunlu olan bu yolu takip edebiliriz.

Önümüzdeki seçim mücadelesi

Başkanlık seçimlerinde, seçim kampanyasına ayrı bir değer veren ve ülke siyasetinde alternatif bir sola duyulan toplumsal talebin güçlenmesine katkı sağlayan PKP’nin sesini, değerlerini, Portekiz halkı için taleplerini ve projelerini halka duyurmakta olan, adayımız yoldaş António Abreu’yu tüm içtenliğimle selamlıyorum. Parti’nin önünde duran birçok göreve rağmen, adaylığımızın beyanında örgütlerin ciddi katılımı olmuştur, ki Kongre sonrasında da bunun devamı gelmelidir.

Gelecek sene yapılacak ve önümüzdeki dönemin kuşkusuz en önemli siyasi mücadelelerinden biri olacak yerel seçimler, tüm parti kolektifinin katılımını gerektirmektedir.

Lizbon haricinde, PKP, GDB (Geniş Demokratik Birlik) yapısı içinde yer almaya hazırlanıyor.

Başta hükümet olmak üzere karşıtlarımızın, yasallığı şüpheli olan güçlü araç ve kaynakları kullanacakları hesaba katılırsa zorlu bir mücadele bizi bekliyor. Hükümetin şimdiden giriştiği pervasız müdahaleler, kendi partisinin iş başında olduğu yerelliklerde yaptığı seçim yatırımları, ülke çapında gezip duran, temel atma törenlerine, açılışlara katılan bakanların estirdikleri rüzgarlar, partinin giderek hükümetle bir hale gelmesi seçimlerin yaklaşmasıyla daha da belirginleşecek bir siyasi senaryonun yalnızca işaretleri. Bu senaryoya müdahale etmek için hiç de erken değil. Karşılaşacağımız güçlüklerin farkında olduğumuz kadar olanaklarımızın da farkında olalım. Partimizin ve GDB’nin prestij ve desteği toplumun geniş kesimlerince gayet iyi biliniyor. Sadece taahhütlerin büyüklüğü ve yapılanların niteliğiyle değil, aynı zamanda bunların demokratik karakteri, halka ve sorunlarına ilgisi ve yakınlığı, halkın çıkarlarına ilişkin özlemleriyle diğerlerinden ayrılan bir çalışma…

Azınlıkta ya da çoğunlukta, PKP’nin ve GDB’nin varlığı ve fikirleri, toplumsal çıkarların savunulmasının, sorunların çözümünün, yaşam şartlarının iyileştirilmesinin, yerel ve bölgesel ilerlemenin güvencesidir. Fikirlerimizin doğrulanması için, yaklaşan yerel seçimlerin kazanılması, yerel yönetimlerde GDB’in varlığının güçlendirilmesi, iddialı ve gerekli bir amaç olmalıdır. Ancak bu kararlılıkla siyasal mücadelemize başlayabiliriz. Portekiz köylerinde, belediyelerinde varlığımızı ve etkimizi artırma olanaklarına dair haklı güvenimizle… Boyutları ve değeriyle yarışılamayan sözlerimiz ve eylemlerimize dayanan bir güven… PKP’nin, Verdes’in (Yeşiller Partisi), Intervençao Democratica’nın ve bağımsızların; yani yaşamı soluyanların, demokratik katılım ve Portekiz’e ve Portekizlilere hizmet için bir alan olarak GDB’yi seçenlerin, binlerce üyenin varlığının desteklediği bir güven…

III

21. yüzyıl için güçlü bir Komünist Parti

Yoldaşlar,

Bir önceki kongremizden beri partimiz iddialı bir çıkışın teminatını verdi ve dinamik faaliyetleriyle, aleyhimize olan tüm nesnel koşullara karşın sıçramamız için gerekli olan gücü toplamayı başardı.

Bize karşı olan ve zorlu bir nesnellikte Parti, kitle hareketini geliştirmeye yönelik önemli katkılar koydu, sağın maskesini düşürmek ve halkı aydınlatmakta güçlü bir bileşen oldu ve sol bir alternatifin gerekliliğini belirtti. Parti aynı zamanda Cumhuriyet Meclisi’nde (Ulusal Meclis), Avrupa Parlamentosu’nda, yerel yönetimlerde ve önceki seçimde konumunu güçlendirdiği Azores ve Medeira (adalar) bölge meclislerinde nitelikli, dinamik ve üretken çalışmalar gerçekleştirdi.

Parti kolektifi, pek çok kez nicel gücünü aşan yoğun bir çalışma sürdürdü. Bu, parti örgütlerinin çabası ve kendini bu işe adaması, teker teker parti üyelerinin militanlığı ve sorumluluğuyla gerçekleşti.

Ancak yapılanların her yönüyle olumlu olduğu gerçeği kadar, Siyasi Karar taslağında da belirtildiği ve Kongre öncesi tartışmalarda da vurgulandığı gibi üstesinden gelemediğimiz kimi sorunların varlığı da gerçektir.

Yine de, bu gerçeklik ve açıkça fark ettiğimiz birçok başka eksik de, bizi, geçtiğimiz aylarda açık ve kaba hale gelen kimi faaliyetleri kınama hakkından mahrum etmemektedir. Karşıtlarımızı ve PKP’de ve komünistlerde gördüklerinden şikayetçi olan profesyonel “PKP terminatörlerini” teşhir eden eylemler ortaya dökülmüştür.

PKP hakkında azami bir dogmatizmle, bariz bir siyah-beyaz şematizmiyle, trajik bir körlükle konuşan da yalnızca bu kişilerdir ve isimsiz kaynaklara duydukları özel ilgilerini düşündüğümüzde, yer altına inmek için can atanın biz değil onlar olduğu görülmektedir.

Önyargıları o denli derin ve değişime kapalı ve bizi naftalinlenmiş eski hatıralar olarak takdim etme istekleri o denli güçlü ki; bizim en büyük silahımız, gelecek için en sağlam temellerimizden ve kimliğimizin en önemli bileşenlerinden biri olan onları ise en çok rahatsız eden gerçekle yüzyüze gelemiyorlar.

Bu gerçek, ülkemizin yaşantısında bir rolümüz ve sorumluluğumuz olduğunu ve bunu nasıl yerine getireceğimizi bilmemizdir; savaşıyor, mücadele ediyor ve işçi sınıfı ve halkımız için kazanımlar elde ediyor oluşumuzdur. Bu gerçek, tüm bunları, cesaret, tutarlılık ve ciddiyetle; büyük ve küçük hedeflerle somutlaştırışımızdır. Ülkenin sorunlarını ayrıntılarıyla ve yapıcı bir biçimde analiz ediyor ve hayatın her alanında temellendirilmiş öneriler sunabiliyor oluşumuzdur. Çünkü biz vatandaşların, inisiyatif ve katılım göstererek çıkarlarını savunmak ve geleceklerini inşa etmek iradesine sahip olduğuna inanırız; çünkü insanın saygınlığına, kaderciliğe boyun eğmeyip karşı çıkmasına inanırız; çünkü kamusal alanda bencil, değiliz dürüstüz. Ve siyaseti insan eyleminin soylu bir parçası olarak görür ve yaparız.

Karşıtlarımız bize “müzelik” diyorlarsa bu, partimizin bir tarihi olduğunu ve her şeyin ötesinde bize düşenin onu sürdürmek ve zenginleştirmek olduğunu onlar da bildiği içindir. Gerçekte ait olduğumuz, onurlandırıldığımız ve komünist olmakla gurur duyduğumuz yerin, gündelik yaşam ve onu dönüştürme mücadelemiz olduğunu, adaletsizliğe ve egemenlerin gücüne karşı her yerde, sömürülen, ezilen, unutulan ve alçaltılanın sesi olarak, umudun ve dönüştürme iradesinin ateşini yaktığımızı onlar da bildiği içindir.

Yoldaşlar,

Partimizin önündeki en temel hedeflerden biri toplumsal, siyasal, kurumsal olarak ve seçimler düzeyinde güç kazanmaktır.

PKP’nin, kendi kimliğiyle, daha güçlü bir örgütle ve daha yoğun bir çalışmayla etkisini artırması, bu Kongre’nin çekirdeğinde bulunan tüm parti üyelerinin ve örgütlerinin yüzyüze olduğu ve bu Kongre’nin esasını oluşturan amaç ve görevdir.

Ancak, bu amaca ulaşabilmek için, her bir üyeye daha çok sorumluluk verecek ve daha aktif katılımlarını sağlayacak şekilde, militan tabanı yenileyecek ve kuvvetlendirecek adımları atmak ve bu politikaları sürdürmek durumundayız.

Mücadelemizde; işçilerin ve halkın gündemleri ve beklentileri noktasında, daha fazla taban dinamizmine ihtiyacımız var. Siyasal açılımlarımıza hız kazandırmamız, giderek artan bir biçimde görünür ve güçlü projeleri olan bir mücadele partisi olarak PKP’nin siyasete ağırlığını koyması için öneri ve tasarılarımızı sunmamız gerekiyor.

Bir plan dahilinde çalışmamız; öncelikler tarif etmemiz; partimizin etkisinin yeterince güçlü olmadığı alanlara müdahale etmek için durumu tersine çevir-meye yönelik bir pozitif ayrımcılık yapmamız gerekiyor. Aramıza yeni insanları, özellikle de gençleri ve kadınları almak konusunda daha atılgan olmamız gerekiyor. Partiye geçtiğimiz yıllarda katılanları partiyle bütünleştirmemiz ve organize etmemiz; onların yeteneklerinden, heveslerinden, tercihlerinden ve militanlıklarından faydalanmamız gerekiyor. Geçtiğimiz yıllarda olumlu gelişmeler gösteren, parti örgütlerinin ve yapılarının yenilenmesi ve gençleştirilmesi süreci, partinin son aylarda yaşadığı sorunlar yüzünden ya da şu anda kongredeyiz diye sekteye uğratılamaz. Kongre’nin ardından büyük bir kararlılık ve taahhütle yeni bir atılım yapmalıyız ve bu atılım mutlaka parti tabanının canlanmasını ve dinamikleşmesini içermelidir.

İşçiler arasındaki çalışmamız ve örgütlenmemizi güçlendirmek, işyeri temelinde birimler kurmayı yoğunlaştırmak, parti üyelerinin militanlığı ve aktif katılımını sağlayacak ve parti içi demokrasinin gelişmesine yardımcı olacak, bunu yansıtacak örgütsel ve siyasal çalışma biçimleri geliştirmek zorundayız.

Kısacası, kongreye sunulan Siyasi Karar’da da tek tek içerilen, “Yeni Atılım” adını verdiğimiz belgede benimsediğimiz planlarımızın gereklerini yerine getirmek için şart olan atılımın gerçekleşeceğinden emin olmalıyız.

Bu ancak, üretim yapısındaki değişimleri; emek güçlerinin sömürüsünün üretim ilişkilerindeki kuralsızlaşmaya bağlı olarak ortaya çıkan yeni koşullarını; bu değişikliklerin istihdam yapısı, üretim ve iş organizasyonu üzerindeki etkilerini; ülkenin sınıfsal yapısı üzerindeki yansımalarla birlikte hesaba katarak olabilir. Bu yapıyı tanımak; toplumsal ve bölgesel özellikler, dönemler, sınıf bilinci düzeyi, yapısal öğeler, tavırlar, sınıf iliş-kileri itibariyle tabloyu bilmek Parti için çok önemlidir. Bu araştırma ve çalışma bir gerekliliktir.

Kırsal kesimde ücretli emekçi sayısındaki düşüş, mutlak olarak sabit kalan fakat göreli bir düşüş gösteren endüstriyel istihdam, hizmet sektöründe hem mutlak hem göreli artış, kadın emeğinin artışı, işgüvencesiz çalışmanın artması (ki çalışanların yüzde 20’sinin bu çeşit işlerde istihdam edildiği, yüzde 37’sinin de kalıcı sözleşmeleri olmayan ve çoğunlukla genç insanlar olduğu biliniyor) gibi gerçekler, parti yapısı, örgüt ve çalışma biçimleri ve bunları güçlendirmek için atılacak adımlar açısından önemli sonuçlar doğurmalıdır. Hep söylendiği gibi “Politikalarımızı dayandırdığımız gerçekleri, tüm enerjimizle bilimsel olarak araştırmak zorundayız.”

Aynı şekilde “sosyalizm tepeden inme kararlarla inşa edilmez, yaşayan, yaratıcı sosyalizm kitlelerin kendi ürünüdür” yaklaşımında olduğu gibi, Parti de katılıma üyelerinin inisiyatifine ve çalışmalarına; içinde çalıştığı gerçekliği dikkatli ve doğru olarak tanımaya ihtiyaç duyar.

Parti’yi güçlendirmek, sol bir alternatifin yaratılabilmesi için mutlak bir gereklilik olduğu ölçüde, yalnızca komünistlerin değil bütün işçilerin ve halkın çıkarınadır.

Ve biz, etkimizi genişletme ve artırmanın olanaklı olduğuna inanıyoruz.

Karşılaştığımız güçlükleri, kimi medya kuruluşları tarafından Partimize karşı yürütülen saldırıyı, Partide meydana gelen, bizim örgüt anlayışımıza sığmayan davranışların ve artan gerginliğin verdiği zararı, tüm bunların pek çok partilide yol açtığı üzüntü, kafa karışıklığı ve hayalkırıklığını göz ardı ediyor değiliz.

Komünist ve devrimci yargılarla, gönül rahatlığıyla bu yoldaşları daha fazla sorumluluk almaktan alıkoymayacağız. Partimizde küçümsenmediler ve küçümsenmiyorlar. Gerekli ve değerli katkılarını sürdüreceklerdir. Biz bunu umuyoruz. Benzer şekilde doğudaki sosyalist deneyimlerin yenilgisinin halen hissedilen olumsuz etkilerini de azımsamıyoruz. Fakat bu olumsuz etkilerin, yaraların ve tedirginliklerin aşılmasının mümkün olduğunu düşünüyoruz.

Enerjimizi, gücümüzü ve irademizi, partimizin çalışma yöntemlerini ve komünistler arasındaki kardeşçe kuralları yeniden biçimlendirmeli; işçiler ve halk için daha iyi yaşam koşulları, ülkenin ilerlemesi, demokrasi ve sosyalizm için verdiğimiz kavgada etkimizi artırmalı, bu doğrultuda çalışmalı, gücümüzü ve irademizi buna yönlendirmeliyiz.

Bu; gelişmeleri gözleyen, toplumsal dönüşümler için mücadele eden, seksen yıllık birikimiyle övünen, daha güçlü, gelecekte karşılaşılabilecek yeni görevlerin hakkını verebilen, bilinen güçlüklerin üstesinden gelmek için çalışmayı sürdüren, yeni yeteneklerin önünü açan bir komünist parti için gereklidir.

Biz neyiz ve ne istiyoruz

Bu partiyi, örgütlülüğünü ve tabanını, bu büyük kolektifin duygularını, kendini ifade edişini ve iradesini bilenler için, şu ya da bu üyenin bir beyanı ya da meydan okumasıyla, partinin kimliğinin geçmişte tehlikeye düşmediği ve gelecekte de düşmeyeceği açıktır.

Bu yüzden, son tahlilde, Parti içinde ya da dışında Parti yapısından sapan davranış ve tavırları mazur gösterme yollarını arayan basit anlayış ve yorumları onaylamıyoruz. Sosyal demokrat sapma ya da sekter ve işçici sapmalar tehlikesi yorumlarını da onaylamıyoruz.

PKP komünisttir ve üyelerinin iradesi böyle olduğu için de, tüm işçilerin partisi olarak işçi sınıfı partisi doğasında dayandığı teorik temellerde, diyalektik materyalizm anlayışında ve nihai hedeflerinde komünist kalacaktır. Köklü komünist kimliğimizin zenginleştirilmeye, yenileşmeye açık oluğunu ve bu kimliğin bizim onu tanımlamak için kullandığımız birkaç kelimeden ya da kısa tanımlardan daha fazlasını ifade ettiğini her zaman akılda tutmak ve hiç unutamamak gereklidir.

Ancak teorisini, hazır çözümler içeren reçete kitabı ya da alıntı kataloğu olarak gören bir parti olmadığımızı tekrar hatırlatmakta yarar var. Marksizm-leninizm bizim için ne bir etiket, bir slogan, ne de modası geçmiş düşüncelere, kavramlara, teorilere eleştirel bir eklentidir. PKP’de, uzun zamandır şunu vurguluyoruz “Teorik ilkeleri ebedi doğrular haline dönüştürenler marksizm-leninizmin kötü savunucularıdır” “Teorik ilkeleri dogmalara dogmaları nesnel yasalara dönüştürerek bu sözde nesnel yasaların dogmalaştırılan ilkelerine göre gerçekliği değiştireceğini umanlardan değiliz” gibi.

Doğuda sosyalizmin yenilgisinin nedenlerini analiz ettiğimizde, bu nedenlerden birinin devlet ve parti politikalarında ve pratiğinde ciddi deformasyonlara ve hatalara yol açan marksizm-leninizmin dogmalaştırılması hatası olduğu sonucuna vardık.

Biz, tek yanlı ve indirgenmiş bir marksizm-leninizm görüşüne sahip değiliz. Marksizm-leninizmi, yeni deneyimlerin, pratiklerin, bilgilerin ve diğer teorilerle eleştirel bir diyaloğun sonucunda, kendisini oluşturan teori ve kavramlarda gelişmeler olan, açık bir sistem olarak görüyoruz. Biz marksizm-leninizmi, değişimi analiz etmek için verimli bir araç, dünyayı yalnızca yorumlayanların değil onu dönüştürmek için mücadele edenlerin faaliyetleri için bir kılavuz olarak görüyoruz.

Bu anlamda, 1992’deki 14. Kongremizde teorik temellerimizin materyalist ve diyalektik doğasının ve onu güncelleme ve zenginleştirme ihtiyacının altını çizen bir şekilde parti tüzüğümüzü değiştirdik. Bazıları tarafından sinsice söylenenlerin aksine bu kongrede ne bir “ideolojik saflığa dönüş”, ne karmaşık olanın basitleştirilmes, ne diyalektik olanın tortulaştırılması, ne de hayatın akışına gözlerin kapatılması tehlikesi olmuştur.

Örgütsel ilkeler: “Dayanışma Paktı”

Kimi karşıtlarımız ve yorumcular örgütsel ilkelerimizin doğruluğunu tartışıyorlar. Bu konuda, parti üyeleri tarafından meşru biçimde ortaya konulan fikir ayrılıkları ve eleştirileri de gözönüne alarak, aşağıdakileri hatırlatmak ve konuyu açıklığa kavuşturmak istiyoruz:

1. PKP için, bir komünist partinin nasıl çalıştığına ilişkin ezeli ve değişmez kurallar yoktur.

2. PKP, komünist partilerde, derneklerde ve devletlerde ortaya çıkan, demokratik merkeziyetçiliğin klasik ilkelerinin şemsiyesi altında, parti içi demokrasiye ciddi sınırlar koyan, onun değerleri ve amaçlarını tahrif eden otori-ter ve bürokratik merkeziyetçi görüş ve davranışları mahkum ve reddeder.

3. Parti yaşantımızı belirleyen ve demokratik merkeziyetçiliğin geliştirilmesinden doğan temel örgütsel ilkelerimiz, köklü bir parti içi demokrasiyi, parti hiyerarşisinin katı merkezi işleyişi yerine, adanmış ve biliçli bir militanlığa, yoğun ve kalıcı demokratik katılıma dayanan tek bir genel çizgi ve tek bir merkezi önderliğin sağlanmasını güvence altına almaya çalışır.

4. Parti içi demokrasi herbirimiz için, üyelerimizin haklarına sahip çıkmada kolektif bir liderlik ve kolektif bir çalışma üretme ve ortaklaştırmada, sorumlulukları paylaşmada gündelik bir ihtiyaç olmalıdır.

Bunların hepsini gerçekleştirebildik mi Her zaman değil. Yanlış tutumları düzeltmek gereklidir. Parti içerisinden, bağlı oldukları organlar ve parti hukuku dışında hareket eden ve parti dışından da, medya aracılığıyla müdahale edenlerin davranışlarını ne biz kabul ederiz, ne de parti bir oldu-bitti olarak bunu böyle kabullenir.

Hakları kapsamlı hale getirmek; üyelere inisiyatif, tabandaki organlara hareketlilik kazandırmak; partinin işçilerle temasını güçlendirmek; toplumsal hareketlerin nabzını daha yakından tutmak; “Yeni Atılım” olarak adlandırdığımız çalışmayı derinleştirmek gerekli midir, diye sorulacak olursa, tereddütsüz “evet” yanıtını veririz.

Bir başka konu da, yatay bilgi akışıdır. Burada, parti üyelerinin tartışılan görüşlere ilişkin olarak sadece kendi birimle-rine bağlı ve kısıtlı olmadıkları vurgulanmalıdır.

Kongre’nin hazırlık tartışmaları sürecinde genel üye toplantılarıyla, seminerlerle, koordinasyon toplantıları, kadro ve ülke çapında toplantılar, konferanslar ve hatta “Avante!” sayfaları yoluyla, yatay bilgilendirme ve tartışma konusunda ciddi deneyimler edindik. Tüm bu adımlara rağmen, bu konuyu daha da genişletmek üzere gözden geçirmemiz, sadece sektörel gündemlere ilişkin değil, taktikler, politika alternatifleri, parti örgütlenmesi gibi daha genel konulardaki tartışma zeminlerini artırmamız ve daha sık kullanılır hale getirmemiz gerekmiyor mu Yanıtımız, “evet”tir.

“Avante!” bile tartışmalar ve görüşlere daha çok yer ayırmak suretiyle bu konuya katkısını artırabilir. Olanaklarımız elverdiğince değerlendirilmesi hesaplanması ve pratiğe dökülmesi gereken bir meseledir bu. Parti içi yatay bilgi akışı yanında diğer bir konu da yakınlarda SDP PP ve SP’de şahit olduğumuz ve kesin bir şekilde reddettiğimiz “baron ve baroniçeler arası horoz dövüşlerini” kışkırtan medyadır.

Diğer partilerden PKP’nin iç yaşamına dair ikiyüzlü ve küstahça yorumlar yapanlar, kendi edimlerine bakmalıdırlar. Önce kendi partilerinin tüzüklerine, katı merkeziyetçi yapılarına, kısıtlı ve azgelişmiş demokrasi pratiklerine, “patronların” ve “baronların” kendi iradelerini dayatmalarına bakar ve bunu dürüstçe yaparlarsa, kimin gerçekten daha geniş bir parti içi demokrasiyi işletebildiğini keşfetmekte güçlük çekmeyeceklerdir.

Ayrıca, Parti içinde ve dışında, aydınlar ve işçi sınıfı, aydınlar ve parti arasında bölünme ve çatlaklar yaratma eğilimindeki çizgileri teşhir etmek ve yenmek konusunda elimizden geleni yapmalıyız.

İlerici aydınlar, yani Portekiz aydınının, özgürlük, demokrasi, halkın refahı ve toplumsal değişim için ortak mücadelede işçi sınıfı ve işçilerin yanında yer alan seçkin bölümü, daima Parti’nin bağrında yer almıştır.

PKP, programında, toplumsal ittifaklar arasında en temel olanlarından birinin işçi sınıfının aydınlar ve diğer orta katmanlarla kurduğu ittifak olduğunu kabul eder. PKP’nin hattı ve hedefi budur ve bu yeni değildir. Bu nedenle, komünist aydınların partinin tüm faaliyetleri dahilindeki katılımlarına ve çalışmalarına desteğimiz ve teşviğimizin devamı için, bu ittifakın genişlemesi ve derinleşmesini sağlamaya yönelik çabalarımızı sürdüreceğiz.

Pek çok güçlükle karşı karşıyayız. Ancak parti kolektifimizin barındırdığı potansiyelin hiçbir kısıtı yoktur.

Yeni güçlüklerle başa çıkabilmek üzere, daha fazla örgütsel güç ve etki kazanmak için, işçilerin ve halkın duyarlılıklarına daha hassas ve müdahil olarak, işletmelerd,e atölyelerde Parti’nin örgütlülüğünü kuvvetlendirmek, örgütsel zayıflıklarımızı yenmek, Parti’nin gençleştirilmesi ve yenilenmesini sağlamak, taban örgütlülüğünü geliştirmek ve kadrolara daha geniş sorumluluklar verebilmek için çalışacağız.

Parti hareketini gençleştirme çalışma-larımızı bu konuda ciddi katkılarda bulunan JCP’yle yakın ilişkide ve eşgüdümlü olarak geliştirmemiz son derece önemlidir. JCP’yi, komünist gençliği selamlarken, etkinliklerini, kavgalarını selamlıyoruz ve onlar aracılığıyla partinin gençliğin daha geniş kesimleriyle buluşma olanaklarını artıran tüm genç partilileri selamlıyoruz. Parti’nin sol çizgide siyaseti kadar, gençliğe yönelik siyaseti de tanım ve gerçeklenme bakımından Parti’nin değişik alanlarda gençlere yönelik yürüttüğü faaliyetin daha kapsamlı bir analizini ve eşgüdümünü gerektirmektedir.

Kongre öncesi tartışmalarde pek çok üyenin önemsediği gündemlerden biri olan, Parti’ye dair bilgilendirmeyi de geliştirmemiz gerekiyor. Partililer arasında sağlıklı bir ilişki ve teması gözeterek militanlık düzeyini yükseltmek durumundayız.

Analiz gerektiren diğer bir mesele de geçmiş tecrübelerin birikimini ve tespit edilen olumlu-olumsuz noktalarını değerlendirerek Merkez Komite ve yürütme organlarının çalışmalarındaki işleyiş ve bunun iyileştirilmesidir.

Ancak bu kapsamlı hedeflere ulaşabilmek için, güçlerimizi birleştirmek, birliğimizi sağlamlaştırmak, tartışmalarımızı genişletmek ve faaliyetlerimize ve mücadelemize dinamizm kazandırmak zorundayız. Ve partinin yüzünü dışa, etkinlik ve katılımcılığa çevirmeye devam etmek zorundayız. Halkımıza, onun haklı taleplerine, mücadelesine ve geleceğinin inşasına daha yararlı olabilmek için, güçlü ve etkin bir parti istiyoruz.

Son olarak oylama yöntemine dair bir çift söz. Özetle açık veya kapalı oy uygulamasını parti tüzüğü belirler. Ancak partimizde olduğu gibi, her bir seçim kurulundaki üyelerin hangi oylamanın uygulanacağı konusunda karar vermesinin daha az demokratik sayılabileceğini zannetmiyoruz. Bilindiği gibi, seçim kurullarındaki çoğunluğun tercihine bağlı olarak bu Kongre’de, el kaldırma oylamasıyla seçilen delegeler de vardı, kapalı oyla seçilen delegeler de.

Geçen dört yılda, PKP, halka ve ülkeye karşı sorumluluklarını yerine getirmiştir. Sözü fazla uzatmandan şunu söyleyebiliriz ki, partimiz halkın ve işçilerin yaşam koşullarının düzelmesi, ülkenin ilerlemesi ve demokrasinin kökleşmesi için verilen mücadelenin baş aktörüydü. Umudun yeni ufuklarına ulaşabilmek ve ülke siyasetinde gerçek bir sola dönüş gerçekleştirebilmek için savaşmış ve savaşmayı sürdüren bir irade olarak PKP, yenilenmiş bir güven ve kararlılıkla, özgürlük, demokrasi ve sosyalizm kavgasında yeni binyılın en önemli partisi olacaktır.


Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×