Haziran’Dan Sonra Gençliği Kim Kazanacak?

Haziran direnişi, gençliğin Türkiye’de kitlesel bir kalkışmanın ve iktidara karşı mücadelenin en önemli ve en üretken unsurlarından biri olduğunu kanıtlamış ve üniversitelerin ve liselerin yeniden açıldığı bu günlerde hemen hemen herkes gözlerini gençlere dikmiş durumdayken, Türkiye Komünist Partisi Öğrenci Bürosu üyeleri Gelenek için bu konuyu gündemlerine alıp bir yuvarlak masa toplantısı gerçekleştirdi.

Barış: Haziran direnişi ile birlikte gençlik tartışmaları yeniden gündeme geldi. 90 kuşağının politizasyonu, gençliğin isyanı artık oldukça popüler başlıklar. Yeni keşfedilmiş gibi üzerine makaleler yazıldı, televizyon programları yapıldı. Anlamanın ötesinde şekil verme, törpüleme işlemlerine geçildi. Liberallerin bu alanı fazlaca önemsediğini söyleyebiliriz. Aslında gençlik hareketi bizim açımızdan yeni bir tartışma değil. Özellikle AKP’li yılların gençlik açısından ilginç bir deneyim olduğunu ve biriken öfkenin toplumun diğer kesimleri ile karşılaştırılamayacak kadar fazla olduğunu uzunca bir zamandır görüyoruz. Ama Haziran’ın bu alanda değiştirdiklerini de tartışmak zorundayız. Açıkça önümüzde duran soru gençliğin tepki göstermenin ötesinde bir iddia taşıyıp taşıyamayacağıdır. Başka bir deyişle Haziran bize yeni bir gençlik hareketi mi armağan etti?

Erkin: Barış’ın sorduğu soruya biraz kolaycılığa da kaçarak şöyle yanıt vermeye çalışayım.  “Bugün bir gençlik hareketinden bahsedebilir miyiz?” sorusuna evet ya da hayır diye kesin bir cevap vermenin çok önemli olduğunu düşünmüyorum. Bence bugün bir gençlik hareketinden bahsetmeye başlayabiliriz ve başlamalıyız. Önemli olan da bu. Geçen sene ODTÜ öğrencilerinin ayağa kalkışıyla ve ODTÜ’ye destek amaçlı diğer üniversitelerde gerçekleşen eylemlerden bugün Haziran olaylarına bağlanan süreçte gençlikte gerçekten bir uyanış ve hareketlenme tespit edebiliyoruz. Buna belki bazı bilimsel gerekçelerle “hareket” diyemiyor oluşumuzun bu vakitten sonra artık bir önemi yok diye düşünüyorum. Eğer bu hareketlilik geleceği belirleyecek ve sarsacak güçlü bir harekete dönüşecekse (ki bence kesinlikle öyle olacak) geride bıraktığımız ve yaşadığımız şu günler bu hareketin başlangıcı olarak anılacaktır.

Ortaya çıkan bu geniş ve yıkıcı tepkinin sebepleri üzerine biraz düşünmek gerek. Bu isyana katılan ve belki de en ön saflarında harekete umut ve enerji veren gençlerin ana motivasyonunu, geniş kesimlerce baskıcı ve meşruiyetini yitirmiş olarak görülen AKP Hükümeti’ne karşıtlık oluşturuyor denebilir. AKP Hükümeti’nin hatalarından beslenen bu motivasyon, hareketin siyaseten savrulmasının önündeki en ciddi engel de aynı zamanda. Haziran eylemleri boyunca hükümet cenahı eylemlerin amacından saptığını ve çevrecilik gibi masum taleplerle başlayan eylemlerin “siyasileştiğini” iddia ederken bizim cenahtan bir kesim ise eylemlerin siyasileşmesine kendilerinin de karşı çıktığını, aslında eylemlerin çevreci masum taleplerle sürmesi gerektiğini savundular. Ancak yukarıda bahsettiğim motivasyon hem hükümetin manipülasyonlarının hem de bizim cenahtaki bu tarz zaafların etkili olmasını engelledi.

İsyanın kalkış noktalarından bir diğerinin de en geniş anlamıyla laiklik olduğunu düşünüyorum. 1923 Cumhuriyeti’nin en sağlam ayakta duran kazanımının, üzerinde en fazla oynanan ve saldırılan laiklik olması bence hiç şaşırtıcı değil. Sadece, 1930’larda ortaya koyulan laikleşme adımlarının günümüze kadar gelen çok önemli etkileri sebebiyle değil. Siyasal İslamın kendisinin yaşadığı krizlerle de ilgili. Kapitalizmi dönüştürme, bir çeşit “faizsiz, adil düzen” yaratma ideali iflas eden siyasal İslam’ın, bırakın bir toplumsal düzeni, ayrı bir gündelik yaşam bile öneremeyeceği çok net ortaya çıkmıştır. Dincilik, kapitalizmde çok yavaş ilerleyen toplumsal gelişmenin bile gerisinde kalmaktadır. Ülkemizdeki seküler gündelik yaşam, bazı yerlerde mahalle baskısı ya da doğrudan yasaklarla engellenmeye çalışılmış olsa da, AKP döneminde de gelişerek sürmüştür. Bu durum en çok da genç kuşaklarda ortaya çıkmıştır. Örneğin; AKP’den başka hükümet partisi görmeyen hatta AKP’nin deforme ettiği eğitim sisteminin müfredatlarıyla okuyan gençler dahi seküler gündelik yaşamı terk etmemişlerdir. Bugünün gençliğine tarikat dergâhlarına gitme çağrısı yapıp, bu çağrıyı “çağa uydurmak” için gidenlere tablet dağıtmak durumu kurtarmaya yetmemiştir.

Etkili olan bir diğer sebebin ise eski-yeni gerilimi olduğunu düşünüyorum. Ancak bunun daha geniş bir başlık olarak düşünülmesi gerekiyor. Zamanın ruhu denilen şeyin ben genel olarak yaşlı olduğunu düşünmüşümdür. Bu sadece karşı tarafa ilişkin değil bize ilişkin de böyledir. Zamanın ruhunun ağırlık merkezi genç olana değil genellikle oturmuşluğu ve “sağlamlığı” temsil eden yaşlı tarafa doğrudur. Yani yaşlı ile genç, eski ile yeni sürekli olarak bu ruhun ağırlık merkezini hareket ettirmek ya da sabit tutmak için mücadele ederler. “Yeni” her durumda iyi olan, ileri olan olmayabilir, “eski”nin her durumda kötüyü ve geriyi temsil etmeyebileceği gibi. Ancak meşruiyet ve dengenin kaybedilmemesi için insanlık hep “yeni”ye ihtiyaç duyar. Çünkü “yeni”, umut demektir, geleceğe dair (gerçek dışı olsa dahi) inancı besler. Ben günümüz dünyasında bu dengenin egemenler aleyhine kırıldığını düşünüyorum. Egemenler insanlığa “yeni” hedefler, umutlar göstermekte ciddi zorluklar yaşıyorlar. Bunun en gözle görülür kırılmalarının ortaya çıkacağı toplumsal kesimin ise gençlik olduğunu düşünüyorum.

Türkiye özelinde bu meseleyi biraz açarsam, AKP tam da böyle bir “yeni” beklentisinin olduğu bir dönemde gelmiş, bu beklentiyi büyüterek politik düşmanlarına karşı kullanmıştır. Beklentiyi büyütmekle birlikte buna net ve kapsayıcı yanıtlar üretememiş, üretemediği ölçüde de hızla eskimiştir. Bir başka deyişle, AKP iktidarı Türkiye için fazla uzun sürmüştür. Artık sıkmaya başlamıştır. Gençlik, sıkıldığını en rahat gösteren kesim diyebiliriz herhalde.

Son olarak bahsetmem gereken bir de olumsuzluk var. Gençlik açısından daha önceden beri devam eden, çözümüne dair direnişin bir ışık yaktığı ancak direniş süreci boyunca da yokluğunu hissedebildiğim “sorumluluk” duygusu. Mesele barikat malzemelerini aldığımız yere geri koymamamız, çok gürültü etmiş olmamız ya da sokakları biraz dağınık bırakmış olmamız değil. Bu ülkeye, halkımıza, topluma dair sorumluluk.

Sovyetler Birliği’nin çözülüşünün ardından ortaya çıkan post-modern sızıntının toplumda bazı dönüşümler yarattığını görüyoruz. Ben en gerçek ve sorunlu dönüşümün temsiliyet meselesinde olduğunu düşünüyorum. Temsil nosyonunu kaldırmaya dönük müdahalenin, temsilin tam anlamıyla kaldırılması mümkün olmasa da, toplumsal-tarihsel bazı kimlikleri kaldırmaya ya da ciddi biçimde deforme etmeye gücünün yettiği söylenebilir. Modernizmin ona biçtiği anlamıyla “ilerlemenin öncüsü olacak gençlik” ya da gençliğin kendisine ait toplumsal sorumluluğu “görev” ile tanımladığı dönemler bir anlamda geride kalmıştır. Bu kimlik, mazur görülebilecek kimi değişikliklerle yeniden inşa edilmek zorundadır.

Bugün, bahsettiğim kimliğin yeniden inşa edilmesi için ciddi olanaklar doğduğunu görüyoruz. Hafife alınacak düzeyi çoktan geçmiş bir arayışa sahip, toplumun mücadele eden kesimlerinin tümünü takip edip onların mücadeleleriyle ilişkilenmeye hevesli, siyaseti öğrenmeye ve mücadele etmeye dair istekli ve pratik aklı çok gelişkin bir gençlik var karşımızda. Ben umutluyum diyebilirim.

Barış: Gençlik dinamik bir yaş kuşağı anlamına geldiğinden önemli her dönüşümde kendisine bir yer bulmuş. Devrimleri hep genç insanlar yapmış. Önemli toplumsal değişimlerde, tarihe malolan kırılmalarda hep gençlerin imzası var. Tarihten fazlaca örnek bulunabilir. Bu başlı başına önemli. Ancak tartışmamız gençlik hareketleri olduğundan meseleye bir başka düzlemden bakmak gerektiğini düşünüyorum.

Gençliğe özel misyonlar yükleyen rejimlerin ortaya çıkışı iyi bir başlangıç noktası. Modern dünyada yer alan ve çoğu devrimlerle kurulan birçok ilerici rejim gençliklerine özel bir değer veriyor. Bu sanırım daha fazla 20. yüzyıla tekabül ediyor ve büyük oranda geç kapitalistleşen ülkelerde anlam kazanıyor. Rusya bu ülkelerden biri. Ekim devrimi ise bu döneme damga vuran en radikal değişim. Sovyet gençliği devrimin korunmasında ve sınıfsız topluma doğru ilerleyen yolda en fazla önem verilen toplumsal kesimlerden. Gençlik kazanıldığında sosyalizmin ürünü olan toplumsal dönüşümler de garanti altına alınıyor.

Ulusal kurtuluş mücadeleleri sonrası kurulan ulus devletler de bu kapsama giriyor. Radikal değişikliklere imza atarak tarihin ilerlemesine hizmet eden ve yeni rejimler kuran kadrolar nedense hep yaptıklarının geri dönüşsüz olmadığını düşünüyorlar. Bu sebeple gençlik önem kazanıyor ve geleceğe uzanan halka oluyor. Bizim ülkemizin kurucu kadrolarında da bu korku fazlası ile var. Sanırım coğrafyamızla alakalı bir sorun bu. İleri atılan her adım özgün konjonktürlerde başarılı öznel müdahalelerin ürünü olmuş. Genç Cumhuriyet de kazanımların korunması ve geleceğe devretmesi açısından “Türk gençliği” diye bir kategori yaratıyor ve buna kimi görevler yüklüyor. Bunlardan biri aydınlatma. En ücra köylere kadar giderek halkı eğitme, cehaleti yenme. Mesela kuruluş sürecinde öğretmenliğin en saygın mesleklerden olması. Açık ki iyi para kazanıldığından seçilmiyor bu meslek. Gençlerin bu tercihinin toplumsal sorumluluk duygusunun bir yansıması olduğunu biliyoruz. Genç insanlar ülkelerine bu şekilde yararlı olacaklarını düşünüyorlar. Yurtseverlik bu noktada devreye giriyor.

Bu değerler bütünü çoğu zaman kemalizm çerçevesinde bazen daha ileri bir aşı ile gençliğe aktarılıyor. Cumhuriyet tarihinin birçok evresinde bu kodlar kendisini hatırlatıyor. Menderes’e karşı açılan özgürlük bayrağı, 60’ların anti-emperyalist gençlik çıkışı ve çözülüş döneminin cumhuriyet mitingleri bunların en kitlesel dışa vurumları. Belki 60’ları ayırmak daha doğru olur. Kemalizmden yola çıkıp bunun ötesine geçen aranışları görebildiğimiz bir dönem çünkü 60’lı yıllar. Bu aranış bağımsızlık, kalkınma, ilerleme gibi kavramlar üzerinden sosyalizm ile buluşuyor. Açık ki bugün bu bütünden geriye sadece izler kalmış durumda. Kaybedilenler var ve kesinlikle önemsiz değiller. Görev bilinci, toplumsal sorumluluk duygusu, ideolojik referanslar. Eğer amacımız iz sürücülük değil yeni bir atılım ise meseleye bambaşka bir noktadan yaklaşmalıyız. O da kemalizmin de geride kaldığıdır. Gençliği kendi devamlılığı üzerinden donatan, eğiten bir rejim artık yok. Bu aynı zamanda gelecek tasavvurunu düzenden alan bir gençlik anlamına da geliyordu. Fazla uçlarda dolandığımın farkındayım. Sonuçta kapitalizm gençliği farklı alanladan kapsıyor. Bireycilik, kariyerizm elbette belirli bir gelecek sunuyor. Ama sınırlı bir toplama. Aynı zamanda AKP de boş durmuyor, cemaatler eliyle kendi gençliğini yaratıyor. Eğitim sistemindeki düzenlemeler, dindar gençlik projeleri belirli bir iddianın ürünü.

Ancak aradaki ciddi farkı görmemiz gerekiyor. O da AKP düzeninin gençliğe gelecek sunamaması. AKP sadece kendisine iltica eden gençlere kimi kapılar açıyor. Türkiye gençliğine yön gösteremiyor, iş bulamıyor, ülkesine yararlı olacağı ama aynı zamanda düzene eklemleneceği alanlar yaratamıyor. Toplumsal yozlaşmaya ve çürümeye bel bağlamışlar. Piyasa değerlerinin genç insanları yeterince iğdiş ettiğini düşünüyorlar. Bir de üzerine dinselleşme eklenince harekete geçme ihtimali verilmeyen bir toplam oluşuyor. Belirli bir oranda başarılılar. Ancak bu kalıba sığmayan geniş ve dinamik bir kitlenin arayışını da inatla düzen dışına itiyorlar. Kamuculuk sadece piyasa karşıtlığı olarak görülmemeli. Örnek olsun bir zaman kamu kurumlarında çalışanlar farklı arayışlarını, birikim ve ihtiyaçlarını düzen ile buluşturabiliyorlardı. Bugün olmayan bu. Mesele bütüne ne sunduğunuz kadar marjları nasıl değerlendireceğiniz. Kemalizmin bu konudaki denemelerini görmezden gelemeyiz. Bir yerden sonra burjuva gericiliğinden kaynaklı nefesleri tükeniyor. 60 hareketi kemalizmin yetmediği yerde onu aşarak sosyalizme ulaşıyor. Bugün bambaşka bir durum sözkonusu. Değerlendirebilirsek daha doğrudan bir devrimci olanak. Bir akımın içerisinden çıkıp onu pozitif bir söylemle aşarak değil karşısındakine duyduğu tepki üzerinden yeniye ulaşma. Metin Çulhaoğlu’nun bir dönem yazdığı “tersinden motivasyon”dan sözediyorum. İyiye gidişe tutunma değil kötüye gidişi durdurma iradesi. Geçmiş deneyimlere göre özneye olan ihtiyacın artması buradan kaynaklanıyor kanımca. İdeolojik referansları yeniden üretmek görevi özneye kalıyor.

AKP bütünü bir şekilde tutuyor ama marjlarla kavga ediyor. Gençliğin nitelikli ve önemli bir bölümü ise bu marjlarda yer alıyor. Burada kastettiğim yaşam tarzı olarak uçta yaşayan, halktan kopuk tipler değil. Aklı ve yüreği ile düzenin sınırlarını zorlayanlardan bahsediyorum. Bu toplamın kendine müslüman olmadığını, uygun koşullar altında halk ile birlikte ona akıl ve enerji katar bir pozisyon alabileceğini gördük. Olanak buradadır. Bugünün sorusu sahipsiz bırakılan gençliğin AKP karşıtlığı üzerinden daha radikal arayışlarla buluşup buluşamayacağıdır. Bence gençlik hareketi bu soruya verilecek olumlu cevaptır. Haziran direnişi bu konuda fazlaca ipuçu verdi. İsterseniz biraz “Haziran’da gençlik” üzerine konuşalım. Utku sen direniş boyunca İstanbul’daydın. Gezi Parkı’nı da yakından gözlemledin.

Utku: Haziran ayaklanmasının figürlerini genel olarak ele aldığımızda bu harekete bir gençlik hareketi demek oldukça zor. Fakat gençliğin Haziran ayaklanmasının dinamosu, neşesi, umudu olduğunu söylemek gayet yerinde olur. Bu, oldukça güçlü bir pozisyon. Haziran direnişinin sürekliliğini de belirli ölçülerde buraya bağlayabiliriz. Haziran ayaklanması belki bir gençlik hareketi değildi ama gençleri çıkarırsak elde fazla bir şey kalmıyor. Gençler olmadan Haziran ayaklanması olmazdı diyebiliriz. AKP’nin işi işte burada çıkmaza giriyor. İktidarı boyunca kapsayamadığı, dönüştüremediği bir kesim sokağa inip halkın gözünün içine baktığında, umut olmaya başladığında, Tayyip Erdoğan Eylül sendromu da yaşar, hazırlık da yapar. Eldeki tabloda  AKP cephesinden gelen hesap hatalarının hep gençlik cephesine denk geldiğini görüyoruz burası es geçilmemesi gereken bir nokta. Kaybettiğimiz yedi can 20’li yaşlarında genç insanlar. Bu durum üzerinden uzun uzadıya tespit yapmak çok anlamlı değil ama gencecik halk evlatlarının katledilmesini kimsenin kabullenmediğini de görmeliyiz.

Alican: Bir süredir AKP’nin gençliği kapsayamadığından ya da AKP’nin gençliğe biçtiğiyle, gençlik arasında büyük bir açı olduğundan bahsediyorduk. Bu, üniversitelerde irili ufaklı kimi gündemlerle kendini hissettiriyor, aslında toplumun bütününe giydirilmek istenen gömleği gençliğin kabullenmediğinin sinyallerini bize veriyordu. Bugünden baktığımızda Haziran’ı önceleyen kürtaj, içki yasakları, Suriye gibi başlıklarda ortaya çıkan toplumsal tepkiler,  toplumun önemli bir bölümünün AKP’nin İkinci Cumhuriyet projesine ikna olmadığının göstergeleriyken gençlik de ODTÜ’de başlayıp diğer üniversitelere yayılan önemli eylemlerle, bu başlıklarda öne çıkan toplumsal kesimlerin (kadınlar, Aleviler gibi) yanında yerini aldı. Haziran, bütün bu kesimleri kapsayan hatta kadınlar ve gençlik gibi kimilerinin öne çıktığı büyük bir toplumsal patlama olarak ortaya çıktı. Gençlik hem öncesinde biriktirdikleriyle hem de dinamizmiyle direnişin önemli figürlerinden biri haline geldi. Her ne kadar bundan sonrası için gençlik hareketinin ortaya çıkışının kimi olanakları olduğundan söz edebiliyorsak da şu anda halk hareketinden bağımsız bir gençlik hareketinin varlığından söz edemeyiz. Buradan hareketle Haziran direnişi için yaptığımız kimi tespitler ufak tefek farklılıklar barındırsa da gençliğin kendisini de kapsamaktadır. Direnişin karakteri için yapacağımız yurtsever, aydınlanmacı, özgürlükçü gibi tanımlamalar direnişin önemli bir parçası olan gençlik için de geçerlidir. Burada önemli olan nokta ise, direnişe katılan her toplumsal kesim için bu tanımlamaların aynı ağırlığı taşımamasıdır. Gençlik söz konusu olduğunda; mesela yurtseverlik daha silik ya da kimi başlıklara sıkışmışken özgürlükçülük daha belirgin olarak ağırlığını hissettirmektedir. Fakat silik ya da belirgin direnişe katılanları bir arada tutan, direnişi daha ileri götüren, ulusalcılığın ve liberalizmin alanını daraltan bir mayadan rahatlıkla söz edilebilir. Önümüzdeki dönem için bu mayaya güvenmek yeterli mi sorusu aslında başka birçok soruyla aynı anlama gelmekte. Bunlardan bir tanesi, AKP’siz bir İkinci Cumhuriyet’in gençliği kapsayıp kapsayamayacağı sorusudur. AKP karşıtlığı, Haziran’da ortaya çıkan patlamanın temel belirleyenidir. Peki, AKP’siz bir Türkiye hem toplumun tamamı hem de gençlik için dikensiz bir gül bahçesi midir? Bu soru AKP’nin tarihsel olarak yenildiği ya da kabaca gidici olduğu tezi başa yazılmadan güncel bir soru olmaktan çıkar. İç ve dış siyasette bu tezi geçerli kılan birçok veri var elimizde, bunları bir süredir tartışıp konuşmaya başladık. Niyetim bunu tartışmaktan çok veri olarak bir kenara yazmak. AKP’siz bir İkinci Cumhuriyet sorusu ancak o zaman güncel bir soru haline gelir. Buradan devam edersek önce önemli iki noktayı vurgulamak gerekir: ilki, Birinci Cumhuriyet’in tasfiye edilip İkinci Cumhuriyet’in kuruluşu ancak AKP gibi güçlü bir siyasi figürle sağlanabilirdi; bir diğeri, İkinci Cumhuriyet bu dönüşüme destek veren güçleri güvenli sulara taşımak bir yana Türkiye’yi daha kırılgan hale getirmiştir. Bence sadece bu iki olgu düşünüldüğünde dahi, AKP’siz bir Türkiye hem İkinci Cumhuriyet’in sakat doğmuş olmasından hem de bugün düzenin içinden bu yükü sırtlayabilecek (devam ettirecek ya da yönünü değiştirecek) güçlü bir özne çıkmayışından dolayı daha büyük krizlere gebedir. Türkiye’nin gireceği böyle bir süreç, bugün olduğu gibi gençliğe bir gelecek vaat etmeyecek, ona bir misyon biçmekten, yön göstermekten uzak kalacaktır. Fakat bu, başta sorduğum soruyu yanıtlamak için elbette ki yeterli değildir. Cevabın büyük kısmını oluşturan aslında, AKP’nin gideceği güne kadar neler yapılacağıdır. AKP’nin gidici olduğu tezi bizim için bir rahatlama nedeni olamaz. AKP’siz bir Türkiye kurgusu, AKP’nin giderken bırakacağı boşlukların kim veya kimler tarafından doldurulacağı ile ilgilidir. Bu alanlar başkalarına bırakılamaz. Haziran direnişine dair bir mayanın varlığından bahsettik. Bu alanlara yapılacak müdahalelerle bu mayanın içinde silik ya da belirgin bir şekilde bulunan kimi ideolojik referanslar bir karakter olarak gençliğin hanesine yazılabilir. Fazla uzatmadan bir örnekle açarsak, önümüzde duran Suriye’ye müdahale başlığında AKP’nin üzerine gidilmesi gerekir ve bir mücadele başlığı olarak buraya yapılacak müdahaleler yurtseverlikle, anti-emperyalizmle doğrudan bağlantılıdır. AKP’siz bir İkinci Cumhuriyet’in gençliği kapsayamayacağı açık olmakla birlikte biraz önce bahsetmiş olduğum sorunun cevabı esas olarak bu dönem verilecek mücadelenin sonucu olacaktır. Bu aynı zamanda, bugün varlığından bahsedemeyeceğimiz öğrenci hareketinin nasıl inşa edilebileceğinin de ipuçlarını vermektedir.

Barış: Türkiye siyasetinde yaz aylarında Eylül sendromu diye bir olgu ortaya çıktı. Eylül’de üniversitelerin açılması ve maçların başlayacak olmasının hareketi yeni bir evreye sokacağı düşünülüyordu. Birçok özne buraya yatırım yaptı. Geçen ay gördüğümüz ise AKP’nin birçok özneden daha hazırlıklı olduğuydu. Düzlüğe çıkarmaya yetmese de günü kurtarmalarını sağlayan bir stratejiye sahip gözüküyorlar. Bu da hareketi direngen öznelere doğru daraltmak olarak okunabilir. Bu tuzağa düşmemek için meşruiyet ve kitle çizgisinden ayrılmamak önemli gözüküyor. Sanırım üniversitelerde Haziran tipi bir patlama mümkün gözükmüyor.

Erkin: Ben de öyle düşünüyorum. Haziran direnişinin ülkemizde bir örneği daha sanırım yok. Bu anlamıyla zaten sık sık tekrarlanabilir olduğunu düşünmemek gerekiyor. Ancak Haziran direnişinin bitmediğini, farklı biçimler alarak süreceğini de söylüyoruz. Peki direniş nasıl devam edecek? Buraya ilişkin bazı tespitler yaparak ilerlemek gerekiyor. Haziran ayıyla beraber ortaya çıkan direniş, öncesinde hali hazırda var olan birçok mücadele başlığının kitleselliğinin artmasını sağladı. Özel dönemeçler haricinde de böyle gideceğini beklemek yanlış olmayacaktır. Tekil tekil mücadele cephelerinin daha güçlü muhalefet üretmeleri ve yalnız kalmamaları anlamında yeni bir döneme girdik. Yani bundan sonra her mücadele Haziran’dan referans aldığı ve kendini hazirana göre yeniden kurduğu ölçüde güçlenecek ve büyüyecektir.

Ben Haziran direnişinin, bir dönem cepheleşme tartışmalarında tarif ettiğimiz bazı gereklilikleri kendiliğinden karşıladığını düşünüyorum. Örneğin cepheleşme tartışmaları sırasında, farklı kanallardan akan birçok mücadelenin birbiriyle ilişkisinin olmadığını ya da besleyici ilişkiler kurulamadığını söylüyorduk. Hatta özellikle bunun için bir cepheleşmeye ihtiyaç duyulduğunu söylemiştik. Bugün bu ilişkilerin besleyici bir biçimde Haziran üst başlığı altında kurulduğunu söyleyebiliriz. Yani aslında Türkiye kendiliğinden bir cepheleşmeye gitti denilebilir. Diğer yandan Metin Çulhaoğlu’nun yakın dönemde yazdığı gibi, Türkiye’de özel alanlarda verilen mücadeleler, iktidarın tüm ipleri elinde tutmaya çalışması ve toplumdaki saflaşma göz önüne alındığında, özel alanda kalmaya devam edemez ve her şekilde iktidara dönük bir eylemliğe dönüşmek durumundadır. Yani özel alanlardan korkmamak gerekir diyordu Metin Ağabey, ihtiyatı bırakmadan. Başka bir deyişle artık her yol “hükümet istifa”ya çıkar. Bu objektivite liberallere ya da hareketin rotasını değiştirmeye kalkan başka öznelere karşı da en iyi avantajımız gibi görünüyor.

Utku: Haziran ayaklanmasının ulusalcılık ve liberalizm ekseninden gençliğe yansımasını da konuşmak gerek. Binlerce genç ellerinde Mustafa Kemal posterleri ve Türk bayraklarıyla sokaklara çıktı. Bu göz ardı edilemez bir durum fakat ben bu halin saydığım figürlerle derin bağları olduğunu  düşünmüyorum. Bunların yüzeysel ve simgesel dışavurum araçları olduğunu düşünüyorum. Haziran ayaklanması bu figürleri kendi atmosferinde anlamlandırdı ve içini bu yörüngede doldurdu. Bir genç elinde Türk bayrağıyla Medeni için slogan atıyorsa, yıllarca solcular üzerinde “basınç” olan bayrağın alerji durumundan çıkması gerekiyor. Biraz önce bu figürlerin gençlik içinde derin bağları olmadığını söylemiştim. İşte bu noktada, ulusalcıların işi çok zor. Birinci Cumhuriyet AKP tarafından alt edildi, İkinci Cumhuriyet Haziran direnişiyle sallantıya girdi. Bu saatten sonra Birinci Cumhuriyet’e dönüş diye bir şey olamaz. Bunun adı düpedüz gericiliktir. Gençliğin kurtuluşu ancak sosyalist cumhuriyetle anlam bulacak ve zafere ulaşacaktır. Liberalizme gelecek olursak, yaptıklarını alt alta yazmaya kalksak sayfalar yetmez. Sen yıllarca AKP’ye koltuk değnekliği yap, savaş politikalarını destekle, haddini bilmeyip solculuk adına “Deniz Gezmiş Ergenekoncuydu” de sonra da batan gemiden ilk önce kaçanlar gibi eteklerin tutuşsun. Yok öyle yağma, o gemiyle onlar da battı. Orhan Pamuk’un Ahmet Altan’ın “kaygılıyız” açıklamaları bu gençlik için sinek vızıltısından daha az anlam taşıyor.

Barış: Çokça konuşulan bir başlık da gençliğin siyasallaşmakla birlikte verili siyasi hareketlerin dışında kalmayı tercih etmesi. Düzenin gençliğin arayışını kapsayamadığının daha açık itirafı olabilir mi? Bugün Türkiye’de gençlik üzerinde hegemonya sahibi üç yapılanma gözümüze çarpıyor. Cemaat, ülkücüler ve Kürt siyasi hareketi. Bu üç örgüt de gençlik temsiliyetine sahip değil ancak geniş kitleler üzerinde ağırlıkları var. Hepsi sağ belirlenimli yapılar. Belki Kürt gençleri bunun dışında tutulabilir ancak onların da hitap alanı farklı. CHP’nin gençlik alanında hep bir ilgi merkezi olduğunu ancak bunu örgütlü bir yapıya dönüştüremediğini biliyoruz. Sola açık, muhalif karakterli gençleri arkasından sürükleyebilen bir yapı yok. Bugünün dört büyük siyasi partisi bu başlıkta sınıfta kalıyor. Bu durum sola açık gençlerin örgütsüzlük hevesinden kaynaklanmıyor. Liberallerin buraya özel ağırlık verdiğini biliyoruz. Gezi’de bu hava belirli düzeyde hissedildi. Bunun bir sebebi var. Düzenin yaşadığı krizin farkındalar. Açığa çıkan enerjiyi toplumsal olmayan kanallarda soğurmaya çalışıyorlar. 90 kuşağı güzellemeleri buradan besleniyor. Halktan kopuk tuzu kuru üniversitelilerin kültürel isyanı sanki yaşadıklarımız. Bu liberal havanın üniversitelerde, etkisini korumakla birlikte başat hale gelebileceğini ben de düşünmüyorum. Ancak AKP sonrasında ortaya çıkabileceklere dair temkinli olmakta fayda var. Liberal projeleri gençliğin boşa düşürmesi gerekiyor. Bunu bir yana koyduğumuzda sosyalist hareketin hiç olmadığı kadar olanak sahibi olduğunu söyleyebiliriz. Bu sadece örgütlenmek değil yeni bir gençlik hareketinin mimarlığı anlamında da okunabilir. Geçmiş gençlik hareketlerinin hem dış hem de iç nesnellikte önemli boşluklara oturduğunu biliyoruz. 68 hareketini dünyadaki sol ve anti-emperyalist rüzgardan nasıl ayırabiliriz? Bugün henüz devrimci bir döneme girmedi dünyamız. Ancak birçok noktada birikmiş önemli tepkiler var. Kapitalizmin insanlığa hiçbir çıkış yolu sunmadığı bir dönem belki de yaşanmadı. Ekonomik darboğaza siyasi ve ideolojik krizler ekleniyor. Böyle bir dönemde kitle hareketleri patlatmaya gebe olduğu kadar iradi girdilere de muhtaç. İsyan şeklinde kendini dışa vuran tepkilerin hareket niteliği kazanıp kazanmamalarında, eskisinden farklı olarak, nesnellik daha az etkili olacak kanımca.

Alican: Sosyalist hareket olarak bu dönemde gençlik alanında doğru noktalarda doğru çıkışlar yaparsak tarihsel bir fırsat yakalarlarız. Bir gençlik hareketi inşa etmek ve gençliğin temsiliyetini almak için AKP’nin bir bütün olarak gerici, işbirlikçi, piyasacı hattının karşısına yurtsever ve aydınlanmacı bir kimlikle çıkılması zorunluluktur. Gençlik bu ideolojik referanslarla hareket etmeli, yeni bir gençlik hareketi ya da kuşağı bu karakterle inşa edilmelidir. Bunu hayata geçirmenin olanakları bugün daha fazla mevcut. AKP’nin sıkışacağı ya da sıkıştırılabileceği başlıklar iyi değerlendirilmeli, buralara müdahale edilmeli. AKP’nin gidişi hızlandırılırken arkasında bıraktığı boşluklar doldurulmalı. Burada ulusalcılığın ya da liberalizmin bu boşlukları nasılsa dolduramayacağı rahatlığıyla hareket edemeyiz. AKP’siz Türkiye AKP’nin gidişinde rol alanlar tarafından şekillendirilecektir. Gençlik söz konusu olduğunda ise AKP’nin gideceği tarihe kadar bir gençlik hareketi inşa edilsin ya da edilmesin kritik olan AKP’ye son tekmeyi atanın gençliğin zihninde kimin olacağıdır. Bütün bunları alt alta yazdığımızda ortaya çıkan tablo, Haziran’da sokağa çıkan, kendine olan güveni artan ve halkın güvenini kazanan gençliğin bir siyasi akılla kapsanması, gençliğin bütününün temsiliyetinin alınması gibi iki temel görevi ortaya çıkarmıştır. Akılla birlikte cüret, bu dönemde gençlik için başa yazılmak zorundadır. Yeni bir kuşak ancak böyle ortaya çıkabilir. Fakat gençliğin dinamizmi tek başına yeterli değildir. Gençlik, bağımsız bir olgu olarak değil emekçi halkla birlikte anlamlıdır. Önümüzdeki dönem bu daha da önem kazanacak. Gençlik hareketi oradan ne aldığı ve oraya ne verdiği üzerinden değerlendirilmeli. Yeni bir ülke ancak böyle mümkün kılınabilir. Bizim açımızdan olanakların ve bununla beraber sorumluluklarımızın arttığı bir döneme giriyoruz, bu dönemde atılacak doğru adımlar yeni bir kuşak ve yeni bir ülke hedefini daha fazla yakınlaştıracaktır.

Barış: Alican önümüzdeki görevleri doğru bir şekilde tarifledi. Yeni bir gençlik hareketi kitlesel açılımlarla mümkün olabilir. Bugün bu yönde bir deneme, hatırı sayılır bir yol aldı ve önündeki büyük kavga başlıklarına hazırlanıyor. İnanıyorum ki bu mücadele gençliğin ufkunu açmakla kalmayacak bugün yaptığımız tartışmayı daha kolay bir zemine de oturtacak. Ucunu açık bıraktığımız birçok soru bu dönemde mücadele sürecinde cevaplanacak.

Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×