İlyenkov Kendini Niçin Öldürdü?

Diyalektik Mantık. Diyalektik Mantığın Tarihi ve Diyalektik Mantık Teorisi Üzerine Denemeler

Evald Vasilyeviç İlyenkov

Çeviren: Alper Birdal

Yazılama Yayınevi, İstanbul, Mayıs 2009

262 sayfa

 

 

 

 

Evald Vasilyeviç İlyenkov hakkında biyografik bilgiye ulaşmak bir hayli zor. Nedeni, bu önemli Sovyet felsefecisinin Batı’da pek fazla tanınmaması ve ne yazık ki bizim entelektüel evrenimizin büyük ölçüde Batı tarafından belirlenmesi. Kuşkusuz Rusça kaynaklara erişim olnağımız olsa, bu önemli kuramcı hakkında daha fazla bilgi edinebilirdik.

Ancak öyle olsaydı bile şu sorun var: İlyenkov ve genellikle ilişkilendirildiği Lev Semyonoviç Vıgotskiy önderliğindeki sosyo-tarihsel psikoloji ekolü Sovyetler Birliği’nde uzunca bir süre kabul görmedi. Dolayısıyla bu ekole bağlı kuramcıların çalışmalarının bir bölümü de uzunca bir süre gün yüzüne çıkmadı. Bu durumda İlyenkov’a dair Sovyet döneminde yazılmış ne kadar kaynak vardır, bu belirsiz. Ama gerçekten “belirsiz”; peşinen yoktur denilemez… Çözülüş sonrası Rusyası’ndaysa fazla bir şey yazıldığını hiç sanmam.

İlyenkov’un yaşamına ilişkin en sansasyonel ve belki de çok bilinen mesele, yazarın hayatına kendi elleriyle son vermiş olması. İlyenkov yazdığı her şeyde ısrarla Marksizm-Leninizme bağlılığının altını çizmiş olmasa ve Marksizm-Leninizmi geliştirmek, önemli teorik sorunlara ilişkin bu mecrada kalarak açılımlar getirmek gibi sürekli bir çaba içinde olmasaydı, belki de Batı’da çok daha fazla tanınan bir isim olurdu. Düşünsenize, zaman zaman kitapları yayımlanmamış, çalıştığı üniversiteden uzaklaştırılmış, üstelik de intihar etmiş… Bir de bu kadar doğrudan Marksizm-Leninizme angajmanını belirtmemiş olsa Batı’da şöhret kapılarının ona açılmaması için hiçbir neden kalmazdı. Ama örneğin şu satırları yazan felsefeci, bu kapıyı bizzat kendisi kapatmıştır: “Düşünceyi (düşünmeyi), emeğiyle hem dış doğayı hem de kendisini dönüştüren toplumsal insanın gerçek etkinliğinin düşünsel bileşeni olarak anlıyoruz. Öyleyse diyalektik Mantık, sadece yaratıcı biçimde doğayı dönüştüren öznel etkinliğin evrensel bir şeması değil, aynı zamanda bu etkinliğin içerisinde gerçekleştirildiği herhangi bir doğal veya toplumsal-tarihsel maddenin ve onun daima bağlı bulunduğu nesnel zorunlulukların değişiminin evrensel bir şemasıdır. Bizce Lenin’in, diyalektiğin mantıkla ve modern, bilimsel, yani materyalist bilgi teorisiyle özdeşliği (yalnızca “birliği” değil, kesin olarak özdeşliği, tam uyumluluğu) üzerine tezinin asıl anlamı budur.”1

Spinoza’yı, Kant’ı, Hegel’i ve diyalektik mantığın gelişmesinde kilit rol oynamış bütün filozofları Marksizmin imbiğinden süzerek okumak, üstelik Leninizmi Marksizmin ayrılmaz bir iç momenti, sıçraması olarak görmek… Bu kabulleri asla tartışmayan bir yazara Batı’da şan ve şöhret yolu kapalıdır.

Ancak şu soru ortada yine de ortada duruyor: İlyenkov kendini niçin öldürdü?

Vıgotskiy’in takipçisi bir felsefecinin intiharını “bireysel” sorunlarına bir olgu olarak ele almak hayli ironik olurdu. Hiçbir intihar salt bireysel olamaz, çünkü birey içinde yaşadığı koşulların bir ürünüdür. Vıgotskiy, davranışı şartlı reflekslere indirgeme eğilimi gösteren Pavlovcu ekole karşı bu noktayı öne çıkarıyordu. Birey ve psikolojisi, kültürel, toplumsal ve tarihsel koşulların belirlenimi altındadır, maddi nesnelerden ve pratik faaliyetlerden bağımsız düşünce diye bir şey yoktur. Tıpkı Marx’ın aforizmasında belirttiği gibi: “Göz, nesnesi toplumsal, insana ait bir nesne –insan tarafından insan için yapılmış bir nesne– haline geldiği anda insan gözüne dönüşmüştür. Öyleyse duyular kendi pratikleri içinde doğrudan kuramcılara dönüşür.”2

O halde Sovyet toplumunun, hayatı boyunca Marksizm-Leninizme bağlı kalmış olan bir felsefeciyi intihara sürükleyen özellikleri nelerdi diye sormak meşrudur.

Anti-sovyetik kafa için bu sorunun yanıtı gayet basit: Baskı, sansür, totaliterlik; kısacası Stalin ismiyle özdeşleştirilen bütün o pejoratif anlamlar silsilesi. Bu saçmalıklara yanıt üretmeye çalışacak değilim; eğer bu küfürler gerçeği yansıtıyor olsaydı bile kapitalist ülkelerde yaşayan yüzlerce ilerici aydının çoktan intihar etmiş olması gerekirdi.

Dahası İlyenkov 1979’da intihar etti; altmışlardan itibaren Sovyet aydınının bir bölümünün Batı ile fikri etkileşiminin bir hayli arttığını ve daha sonra Garbaçovcu ihanetin bu Sovyet gerçekliğinden kopmuş aydınlardan epeyce yararlandığını da biliyoruz. İlyenkov’un meselesi Sovyet rejiminin “baskı”sına dayanamamak olsaydı, gideceği bir yol vardı. İntihar etmesi bu yolu “yol” olarak görmemiş olmasındandır. Bunu geçelim…

Bir açıklama girişimi için kısaca iki mesele üzerinde durabiliriz. Birinci nokta, Sovyetler Birliği’ndeki sosyalist kuruluş deneyiminin siyaset-bilim, siyaset-sanat gerilimlerini muazzam ölçüde keskinleştirmiş olması. Büyük atılımların çok kısa bir tarihsel kesit içinde gerçekleştiği bu deneyim, bilimde ve sanatta sakin limanlara, varolanı sürdürmeye tahammül etmiyor, edemiyor. Siyaset ve kuruluşun ödevleri kendisini bazen kaba ve yanlış biçimlerde, ama çoğu zaman da meşru ve haklı olarak bilime ve sanata dayatıyor. Bu nedenle Sovyet tarihi boyunca, ama özellikle devrimci atılımların esas dönemi olan “uzun” otuzlu yıllarda3 aydınlar arasında başka coğrafyalarda görülmemiş keskinlikte ayrışmalar, tartışmalar yaşanıyor. Sosyalist kuruluşun kendisi bu ayrışmaları her alanda politikleştiriyor, politikleştirdiği ölçüde de keskin hale getiriyor, kamplaştırıyor. Bu kamplaşmaların resmi olanla gayrıresmi olan arasında gerçekleştiğini söylemek, Sovyet tarihinden hiçbir şey anlamamaktır. Zira Sovyetler Birliği’nde “resmi olan” bazen aylar içinde değişmiştir. Her şeye rağmen bu durumun “aydın”ın omuzlarına bazen taşıyabileceğinden ağır bir yük yükleyebildiğini anlamak durumundayız.

İkinci nokta, sosyalizmin insanının yaratılması sorunu ile Sovyet aydını arasındaki ilişki. Birçok örnekte ve özellikle Stalin sonrası dönemde Sovyet aydınının “yeni”yi aramaktan vazgeçtiğini biliyoruz. Ancak ruhu yenilik olan bir nesnellikte, yani ortaya çıkan bir gerçeklik olarak sosyalizmde yaşayan aydının yeniyle bağlarını tamamen kopartması hiçbir zaman mümkün olmamıştır. Beğenilir veya eleştirilir; Tarkovskiy’in sineması, Şostakoviç’in müziği hep böyledir. Ancak burada da bir gerilim söz konusu. Bu gerilimi, yeni olana, yeninin ortaya çıkmasına tutkuyla bağlı olan aydının gerçeğin soğuk yüzü karşısında uğradığı hayal kırıklığında görebiliyoruz. Gerilimin düzeyi, aydının yeniye olan tutkusuyla orantılıdır öyleyse.

İlyenkov’un bu tutkuyla arayanlar kategorisine girdiğine şüphe yok. Yazar hakkında araştırma yaparken bir internet sitesinde rastladığım, bir Sovyet felsefecisinin onun hakkındaki sözleri bu kanaatimi daha da güçlendirdi. 1975 ile 1983 arasında Sovyetler Birliği Bilimler Akademisi üyeliği yapmış olan, yani Batılı kafaya göre İlyenkov’la “karşı kamplar”da olması beklenen, Mikhail Aleksandroviç Lifşitz onun hakkında şöyle diyor: “Bugün Evald İlyenkov’u okurken her satırda onun duyarlı ve aynı zamanda huzursuz doğasını görüyorum; ruhunun ateşini, bu dünyaya ait, dinsel olmayan bir hayatın yakınlığına duyduğu hasreti ve zamanın karmaşasıyla iç içe geçmiş, bazen umutsuzluğa götüren o büyük heyecanı hissediyorum.”4 Bu sözler, yeninin yaratılmasına tutkuyla bağlı, ama yeninin titrek ve gelgitli ortaya çıkışı karşısında sabırsız ve tedirgin bir aydının ruh halini anlatıyor.

Öyleyse İlyenkov bu gerilimler karşısında ihanete teslim olmamış, ama bu gerilimleri omuzlayacak gücü yitirmiş bir Sovyet aydınıdır. Ve o kesinlikle başka bir mekan ve zamanda ortaya çıkması mümkün olmayan, tam anlamıyla bir “Sovyet aydını”dır.

Diyalektik Mantık, bu Sovyet aydınının, bu önemli filozofun fikirlerine bir giriş kitabı olması nedeniyle değerlidir. Akla şu soru gelebilir: Bugünün Türkiye’sinde felsefe okumak mı? Bu kitapta, herşey bir yana, Descartes’ın, Spinoza’nın, Kant’ın, Hegel’in ve daha nicelerinin tozlanmış sayfalarını Marksizm-Leninizmin imbiğiyle süzüp, yeni bir sentez üretme çabasını görmek gerekiyor. Bugünün Türkiye’sinde yeniye olan tutkuyu yaşatmak, yeni bir Türkiye kurmak da aynı çabanın ürünü olmayacak mı?

Dipnotlar

  1.  İlyenkov, E.V., Diyalektik Mantık, s. 11.
  2.  Marx, K., “Private Property and Communism”, Marx-Engels Collected Works, cilt: 3, Londra, Lawrence and Wishart, s. 293.
  3.  Burada açmak için yerim yok, ancak Sovyetler Birliği’nin otuzlu yıllarını 1925-1926’dan başlatmak durumundayız.
  4.  http://www.caute.net.ru/ilyenkov/eng/index.htm
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×