İnsanın yazgısı

“Bence saygınlığı ya da yaşı ne olursa olsun hiçbir yazar kendisi için bir ayrıcalık isteğinde bulunamaz. ‘Yanlış yapma özgürlüğü’ne gelince; eğer bir kolektif çiftlikte grup önderi yanlış yaparsa, çiftlik başkanı onun yanlışını düzeltecektir. Bu, yerel nitelikte bir yanlıştır ve diğer insanlara zarar vermeyecektir. Yazar, yayımlanan bir çalışmasında yanlış yaparsa binlerce okuru yanlışa sürükleyecektir: İşte mesleğimizin tehlikesi burada yatar…”

Mihail Şolohov 1

 Mihail Şolohov

Don Irmağı havzasının kıyısında küçük bir Kazak köyünde doğan, on beş yaşında Kızıl Ordu’ya katılmak amacıyla okulu bırakarak Moskova’ya giden, on yedi yaşında yazmaya başlayan, İkinci Dünya Savaşı esnasında Pravda adına cephede savaş muhabirliği yapan, dört ciltlik başyapıtı olan ve Yaşar Kemal’in dünyanın en iyi üç romanı arasına soktuğu Ve Durgun Akardı Don adlı kitabı yirmi yaşında yazmaya başlayan, 1941’de Stalin Ödülü’ne layık görülen, 1949’da SSCB Bilimler Akademisi üyeliğine, 1954’te Sovyet Yazarlar Birliği Prezidyumu’na, 1961’de Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komite üyeliğine seçilen, 1965 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan büyük Sovyet Yazarı Mihail Şolohov 1905 yılında, Ekim Devrimi’nin habercisi sayılan 1905 Devrimi’nin gerçekleştiği yılda doğmuştur.

On dört yılda tamamladığı, Sovyetler Birliği’nde en çok okunan kitap olan Ve Durgun Akardı Don, yazarı intihal suçlamalarıyla karşı karşıya getirdi. Suçlamaların gerekçesi ise eseri yirmi yaşında yazmaya başlaması; yirmi yaşındaki bir insanın böylesi bir eseri üretecek birikime sahip olamayacağı ve diğer eserleriyle arasındaki kalite farkıdır. Elbette Şolohov kitabın taslaklarını göstererek kendisini aklayabilirdi, ne var ki elindeki tüm dokümanların İkinci Dünya Savaşı esnasında Nazi’ler tarafından yakıldığını söyledi. 1977 yılında İskandinav bilim insanlarından oluşan bir heyet kuruldu. Araştırmalarını elektronik ortamda yürüten heyet, eserin “Şolohov’a ait gibi göründüğü”  şeklinde belirsiz bir ifadeyle araştırmayı sonlandırdı.

Ancak esasen yazar, 1987 yılında, ölümünden altı yıl sonra aklanır: Şolohov’un taslaklarının hepsi yanmamıştır, bundan yazarın kendisinin de haberi yoktur. Şolohov romanı yazdığı dönemde arkadaşı Vasiliy Kudaşyov’u sık sık Moskova’da ziyaret eder.  Bu ziyaretlerden birinde eserin ilk iki cildine ait notları arkadaşında unutur, bu notlar yıllar sonra arkadaşının kızı tarafından ortaya çıkartılır. Orijinal nüshaların bulunmasıyla birlikte Şolohov kesin olarak aklanır.

Bir yazar için ne büyük bir onurlandırma ama: “yirmi yaşında bir insan böylesi bir roman yazamaz” denilerek intihal suçlamasına maruz kalmak! Türlü ithamlarla karşılaşan ve kısaca  “Durgun Don” olarak da adlandırılan bu roman, genellikle Tolstoy’un Savaş ve Barış’ı ile karşılaştırılır.

Doğrudur, gerek Tolstoy’un, gerekse de Rus gerçekçi geleneğinin bir devamcısıdır Şolohov. Yalnız bir farkla: o, gerçekliğin çubuğunu sosyalizme doğru büken bir yazardır. Sözgelimi Tolstoy’daki gibi bireyin psikolojisi toplumsal olanın önüne geçmez. Tersine o, bireyin var oluşundaki toplumsal gerilimlerin diyalektik ilişkisini inceler. Boris Suçkov şöyle diyor:

“Şolohov’un romanındaki Tolstoycu gelenek, bir öykünme değil, geçmişten alınmış bir mirastır; yeni bir toplumsal ve kişisel görüş açısından, yazarın kendi bağımsız düşüncesinden hareketle, tarihsel olaylar ile bunların bireylerin ve kitlelerin düşünce tarzı üstündeki etkisini araştırmaya başladığı çıkış noktasıdır”.2

Bu tespit Şolohov’un roman/öykü kişilerinin dural, derinlikten yoksun ve yalnızca toplumsal konumlarıyla belirlenebilir “tip”ler olduğu anlamına gelmez. Bilakis, yine Suçkov’un belirttiği üzere Şolohov, kişilerinde ruhun diyalektiğine büyük ilgi gösteren, kanlı canlı karakterler yaratan bir yazardır. Çünkü onun gerçekliğe, o parıltılı ışığa yönelttiği bakışları, Konstantin Fedin’in deyişiyle, hangi dönemi anlatırsa anlatsın hayatın çelişkilerini görmezden gelmez ve eserleri her yönüyle geçmişle geleceğin mücadelesini anlatır. Geleceğin kurgulanması, geleceğe yönelik duyulan iyimserlik Lukacs’ın devrimci romantizm olarak nitelendirdiği bir eğilimle “şimdi”nin, gerçekliğin çarpıtılmasının da önüne geçer:

“Tarihsel iyimserlik burada basit bir şematik iyimserliğe indirgenmektedir. Bu da okurun üzerinde, tıpkı ‘mutlu son’un bıraktığı gibi tatsız bir izlenim bırakıyordu; fakat, daha önce de belirttiğimiz gibi, bu şematizm eğilimi ile burjuva ‘mutlu son’u, aslında birbirinden ayrı şeylerdi”3

Lukacs’ın, özelde Uyandırılmış Toprak romanına, genel olarak ise toplumcu gerçekçiliğin iyimserliğine gelen eleştirilere verdiği bu yanıt bizleri iyimserliğin, gerçekliğin diyalektik kavranışını da beraberinde getirdiği yanılsamasına götürmemeli. Çünkü iyimserlik, tarih bilinciyle, yerinde bir tarihsellikle bütünleşmediği takdirde ister istemez şematik bir anlayışın kapısını aralar. Mesele bu noktada burjuva edebiyatı ve işçi sınıfı edebiyatı meselesi değildir: sorun, gerçekliğe yaklaşım sorunudur. Başka bir deyişle, ideolojik ilkeyle tek tek olgular arasındaki bağın zayıflaması4 sorunudur. İdeoloji ile olgular, öznellikle nesnellik arasındaki kurulan ilişkide gerçekliğin dural algılanması -bugünü kavramadan geleceğe işaret etmek de en nihayetinde gerçekliğin dural algılanmasıdır- bir yazar için şematizmin kapısını aralar. Burada kolaylıkla ideolojik ilkelerle, bu ilkeler ne denli doğru olursa olsun, şematizme, şematik kahramanlar yaratma eğilimine sapılabileceğini belirtelim: çünkü sanat, tipik olanı yansıtmalıysa ve hikaye kahramanının tipik olması demek, en derin yanının toplumda mevcut nesnel güçler tarafından belirlenmesi demekse5 , karşımızda çok boyutlu, çevrelerindeki dünya ile boğuşan canlı insanların, karakterlerin olması gerekir.

György Lukacs’ın, gerçekliği kavrayışındaki diyalektik ustalıkta, Gorki ile beraber Sovyet Edebiyatı’nın doruk noktası saydığı Şolohov’da bu şematizm görülmez. Boris Suçkov, Toplumcu gerçekçilikte toplumsal ve bireysel, bireyin iç dünyasındaki gerçek çelişkiler araştırılır; eleştiri ile toplumsal ilişkilerin kurulması görevi olumlanır, der. Şolohov’un, İnsanın Yazgısı adlı uzun hikayesinde, ölüm olgusu üzerinden yola çıkarak yaptığı da bundan başka bir şey değildir zaten.

***

“Ölüm insan yaşamının tek trajik olgusudur” diyor Afşar Timuçin. Zira insan akıl sahibi, seçimler yapma özgürlüğüne sahip bir varlıktır. Onun sözünü geçiremediği tek olgu, ölüm olgusudur. İnsan seçimler yapan ve bu seçimler doğrultusunda kişiliğini, benliğini oluşturan bir varlıktır. Sürekli bir devinim içerisinde kendini duraksız bir biçimde yeniden ve yeniden yaratır.

Öleceğini bilen ve dünyaya ölümlü bir varlık getirdiğini bilen tek canlının insan olduğunu söyleyen Afşar Timuçin şöyle devam eder:

“Kendini uzun çabalarla var etmiş bir bilincin yok oluşu ne olursa olsun trajiktir”6

Acılı ölümler, mutlu ölümler, ani ölümler, açlık sonucu gerçekleşen ölümler, yalnızlık içinde ölümler, hatta apaçık bir seçimin sonucu gibi görünen intiharlar bile. Trajiktir, zira insanı bir anda insan-olmayan durumuna, bir “hiç” durumuna getirir. Ölüm ilk bakışta yaşamın karşısında, yaşama ket vuran bir şeymiş gibi görünür. Oysa Montaigne, “İnsanlara ölümü öğretecek olan onlara yaşamayı öğretecektir” diyordu.

İnsanın Yazgısı isimli bu kısa öykü kitabı, aslında insanın yazgısını kırışının, yazgısının üstüne çıkmasının öyküsüdür. İnsanın yazgısı Şolohov’da, olanca ağırlığına rağmen, Yarın’ı hedefleyen irade gücüyle ve Yarın’a duyulan umutla dengelenir ve aşılır. İkinci Dünya Savaşı’yla beraber bütün yakınlarını yitiren, işgali, zulmü, savaşın tüm insanlara getirdiği acıyı tadan Andrey Sokolov isimli öykü kişisi, tıpkı kendisi gibi tüm yakınlarını savaşta yitiren bir çocukla karşılaştığında yeniden insancıllaşır, insani niteliklerini hatırlar ve çocukla beraber dolu dolu, sıcak bir ilişkiyi üstlenir.

Savaşın ve ölümlerin etkisiyle yalnızlaşan iki insan… Büyük Sovyet yazarı M. Şolohov, Andrey Sokolov ve çocuğun birbirlerini bulmaları üzerinden yeni bir yaşam kurgular. Belki de umutsuzluk hissinin doruk noktasında Sokolov, kendini çocukla özdeşleştirir ve önünde uzanan geleceği görür: çocuğun geleceğini, kendi geleceğini, ‘Yeni İnsan’ın geleceğini…

İnsan yazgısını aşan ve yazgısını aştığı ölçüde insan olan bir varlıktır. İşte pek de çarpıcı özelliklere sahip olmayan Andrey Sokolov vasıtasıyla yazar, insanın savaşa, faşizme, işgale karşı direnirken insani değerlerini yitirmeyişini ve aşılası yazgısının körlüğünü anlatır.

Bazen gece uyku tutmadığında, boş gözlerle bakıp düşünür insan! ‘Yaşam beni niye böyle yıktı? Niye bu kadar perişan etti?’ Bu soruya ne karanlık yanıt verir, ne de açık, pırıl pırıl bir güneş… Yanıt beklemek de boşuna!”7

İşte sosyalizm bu soruya yanıt üretmeye, insanı perişan eden, insanlıktan çıkartan nedenleri bulmaya ve kökünden kazımaya çalışıyordu. Sosyalist gerçekçiliğin usta edebiyatçısı Mihail Şolohov bir yanıt üretiyor bu “karanlık yahut açık açık, pırıl pırıl bir güneşin” yanıtlayamadığı soruya…

Büyük Anayurt Savunması’nda yirmi yedi milyon yurttaşını yitiren Sovyetler Birliği’nde, Şolohov’un iyimserliği, yaşam gerçekliğine umut ve arzu dolu bir bakış ve bütünlüklü bir anlatıyla anlam kazanıyor. Tabii Marksizm’in insanı tarihe müdahale edebilen, tarihi değiştirebilen bir varlık olarak yorumlaması, bu iyimserliğin temelini oluşturuyor

Şolohov, bir yanıyla insani olanı hatırlayabilmek, bir toplumu anlayabilmek, insanın gizlerini kavrayabilmek, muazzam bir edebi yalınlık ve destansı bir anlatımı duyumsamak için önerilebilirse, bir yanıyla da günümüzün karamsarlık, umutsuzluk yayan edebiyat ve sanat anlayışına bir cevap mahiyetinde de okunabilecek bir yazar. İnsanın Yazgısı da tüm bu niteliklere sahip bir hikaye.

Basit, yalın, sade, acımasız ve umut dolu:

Tıpkı insanın yazgısı gibi.

Tıpkı, yaşam gibi.

Mihail Şolohov

Dipnotlar

  1. Mihail Şolohov, Yazarın Sorumluluğu, De Yayınları, 1983, s.13
  2. Boris Suçkov, Gerçekçiliğin Tarihi, Adam Yayınları, 1982, s.211
  3. György Lukacs, Çağdaş Gerçekçiliğin Anlamı, Payel Yayınları, 1979, s.140
  4. A.g.e, s.137
  5. Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İletişim Yayınları, s.55
  6. Yağcı Öner, Cumhuriyet Dönemi Deneme Seçkisi, T.C Kültür Bakanlığı Yayınları, Afşar Timuçin, “Ölüm Duygusu ve Montaigne”, s.304-310
  7. Mihail Şolohov, İnsanın Yazgısı, Alan Yayıncılık, 1987, s.14
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×