İP ile BSP ve İki Kuyu: Darbe ile Sivil Toplum

Geçtiğimiz günlerde şeriatçı faşistlerin katlettiği Onat Kutlar’ ın cenazesi dolayısıyla İstanbul gericilik karşıtı gösterilere tanık oldu. Türkiye solunun iki legalist legal partisi, İP ile BSP de bu gösterilerde yerlerini almışlardı. Bu partiler nasıl misyonlara oturduklarına dair izleyenlere veri sunmaya devam ettiler. Türkiye soluna bu iki parti birer ip ve iplerin sarktığı birer kuyu gösteriyorlar. Bunları biraz daha deşifre etmek gerekiyor.

İP ve BSP’nin faaliyetlerinin geldiği nokta solun iç haritası açısından bugün artık bazı değişiklikler yaratmıştır. Değişiklik, bu kesimlerle devrimciler arasındaki ideolojik mücadeleye ilişkin önemli sonuçlar yaratacak niteliktedir.

Sol içi mücadelenin zemini, olağan koşullarda ideolojik mücadele olarak bilinir ve bugün de böyledir. Ancak bu zemin genellikle solcular tarafından yanlış anlaşılmaktadır. İdeolojik mücadelenin siyasal mücadeleden özerk, bütünüyle ayrı, bir tür uygar tartışma düzlemi olarak algılandığını düşünüyorum. Sanki sol, içinde yaşadığı sınıflı toplumda sömürücü sınıfların temsilcileri ile temasında kavuşamadığı demokratik iletişim ve tartışmayı kendi içinde yaşamayı tasarlamakta, bunun da adı ideolojik mücadele olarak konulmaktadır. Kapitalist toplum “sivil” olamıyorsa, ne yapalım, sol içi bir sivil toplum ortamı yaratılır!..

İdeolojik mücadele böyle kavranınca, belirli patikalar çıkar karşımıza: Bir olasılık, ilişkilerin salt teorik tartışmaya indirgenmesidir. Bunun bir varyantı, solun teorik düzeyi veri alındığında kaçınılmaz olarak küfürleşmedir. Üçüncüsü; teorik tartışmanın kâfi gelmediği noktada gruplar birbirlerini hain ilan etmekte aceleci davranmak zorunda kalırlar. Sol içi şiddet bir gerçekliktir; ama bugüne kadar bu yönteme başvurulduğunda çoğunlukla hasımlar birbirlerini sol dışı ya da hain ilan etmek durumunda kalmışlardır. Ama, bakarsınız pek de rasyonalize edilemeden barış çubukları yakılır, iş ve güç birlikleri gündeme geliverir… Sol içi ilişkilerin mantıksız ve tutarsız görünen bu niteliği, geçmişten bu yana bir kafa karışıklığını sürekli olarak besledi.

Oysa karışıklıkları bertaraf etmek o kadar zor değil. Siyasetin zemini sınıflar mücadelesidir; ama somut siyaset o sınıflarla oldukça dolayımlı bağlara sahip olan örgütlü özneler arasında vuku bulur. Toplumsal sınıflar ise dolayımlı-dolayımsız temsil edildikleri ölçüde siyaset alanında var olurlar.

Sol hareketlerin arasındaki mücadeleler de bu genel belirlemenin kapsamına girer. Dolayısıyla solun kendi alanını uygar tartışmaların yapıldığı bir tür sivil toplum olarak tasarlaması, uygar tartışmanın olamadığı yerde hainlerin aranması bir yanılsamadan ibarettir. İdeolojik mücadele ise siyasal mücadelenin bir boyutunu oluşturur.

Peki ya hainler?

Hainler elbette vardır. Ve bunlarla yapılacak olan ideolojik mücadele dostlarla yapılandan elbette farklılaşır. Ama hainlerle de ideolojik mücadele yapılır. Siyasal mücadelenin bir boyutu olarak…

İP ve BSP ile solun diğer kesimleri arasındaki mücadele siyasaldır. Üsluba gelince; bunu belirleyen ilkelerden çok sınıf mücadeleleri toplam çerçevesi ve bunun bir bileşeni olarak üzerinde hareket edilen kültürel ortamdır.

Dönelim ve bu iki parti ile ilişkimizde nelerin değişmekte olduğuna daha yakından bakalım.

14 Ocak 1995 İstanbul, Onat Kutlar’ın cenazesi…

YENİ SİVİL TOPLUMCULUK

BSP kortejinin seçtiği tanımlayıcı slogan: “Sustukça Sıra Sana Gelecek”

BSP’nin kendisine seçtiği misyonun en açık ifadesiydi bu slogan. Bu “parti” kendisinin aktör olmadığı bir toplumsal akış içerisinde sağa sola uyarılarda bulunan bir toplumsal duyarlılık timsalini oynuyor.

BSP mücadeleye çağırmıyor; niyetinin ne olduğunu söylemiyor; bir siyasal taraf olarak kendi projesini deklare etmiyor… Yaptığı toplumun “dikkatini çekmek”. Gerçekten dikkatimiz çekiliyor: Bu partinin tüm afişleme çalışmalarında yaşanan “olumsuzluklar” gösterilip, bir soru işareti ile cümlenin son bulması dikkat çekmeyecek gibi değil. Kitaplar, insanlar, köyler yakılıyor ve bu parti bunları sıralayıp soruyor: “Ya sonra” Nasıl yaktırmayacağına ilişkin herhangi bir tasarımı yok!

Kamu emekçileri greve çıkıyor. BSP kendisini bir özne olarak görmediği için en fazla “destekliyor.” Ve sokaktaki adama soruyor: “Sen de destekleyecek misin” Kim bilir!..

Kürt sorunu mu? BSP diyor ki, herkes dursun, siyasal çözüm işlesin… İyi de, sizin yaklaşımlarınız ve kimliğiniz çerçevesinde Kürt sorunu nasıl çözülsün? BSP’nin ne dediğini bilen var mı?

Sadun Aren’in bir kaç ay önce MHP hakkında “değiştiler, hâlâ faşistler mi, bilemiyorum” sözleri gürültü kopartmıştı. Nokta dergisindeki röportajda bundan daha dramatik bir ifade daha bulunuyordu. Aren, MHP’nin faşist olup olmadığının belirlenebilmesinin “siyasal partilerin işi olduğunu”, kendisinin “bilemeyeceğini” söylüyordu. Ne kadar solcu olduğunu bilemediğim, ama politikayı en az Aren’den daha fazla bilen Nokta muhabiri, Aren’in MHP’nin faşist olup olmadığını belirleyecekler arasında kendi partisini koymadığının altını çiziyordu, satır arasında.

Aren’in sözlerine kızan BSP’liler, faaliyetlerinin bütününde Aren’in kendi partisini siyasal özne olarak görmeyen apolitizminin egemen olduğunu göremiyorlar.

BSP hayali bir sivil topluma sesleniyor: Sustukça sıra sana gelecek.

Bir siyasal özne ise susanları yerlerinden kaldıracak politikalar üretir. Susanları sarsacak talepler formüle eder. Tepkiyi ürettirir, açığa çıkartır ve örgütler. BSP ise siyasal özne değil, olsa olsa bir lobiye benziyor. Belirli sorunlara karşı duyarlılık çağrısı yapan bir lobi!

Bu sivil toplum lobisine elbette mücadele eden kadroların oluşturduğu bir yapılanma denk düşmez. Nerede solculuğunu pasif duyarlılık çağrılarını indirgemiş, yaşamını mücadele eksenine değil “dostlar alışverişte görsün”e endekslemiş solcu varsa BSP’nin has kadrosu olabilir! Hiçbir engel yok. BSP’nin genel başkanı da başkaca bir kimlik taşımıyor ki!

Geçmişte dillere dolanmış ünlü bir “demokrasi güçleri” efsanesi vardı. Başka toplumsal kesimlere, örneğin burjuva demokrasisi dilendikleri sosyal-demokrat ve liberallere demokrasi gücü madalyası dağıtan ve kendilerini sosyalist olarak tanımlayanlar, basit bir rüya görüyorlardı. Ortada aslında bir demokrasi gücü falan yoktu, kendileri de sosyalist falan değildi. Bu sosyalistler aslında sade burjuva demokratlarından ibarettiler ama itiraf edemiyorlardı. O zaman yine basit bir psikoloji yasası işlemişti: Kendi niteliklerini başkalarına atfetmiş, “yansıtmışlardı”.

Ama o zamanlar bu bir siyasal aktivite idi. Birileri Türkiye’de burjuva demokrasisini “savunuyorlardı”. Şimdi BSP bunu yapmıyor. BSP duyarlılığa davet ediyor!

Siyaset boşluk tanımıyor. Ve bir başka parti İP demokrasi mücadelesi boşluğunu dolduruyor.

DEMOKRASİ MÜCADELESİNDEN DARBE DAVETİYESİNE

İP geleneği ilginç deneylerle doludur. Bu gelenek, başlangıçta devrimci demokrattır. Ama kendi içinden inançlı devrimci demokrat İbrahim Kaypakkaya ve yoldaşlarını çıkarttıktan sonra, zıvanadan çıkmıştır.

İP dünya çapında bir doğruyu Türkiye’de ilk ve eksiksiz biçimde kanıtlayan bir harekettir:

Genel doğru şu: Devrimci demokrasi Marksizmin doğumundan sonra bu akımın etkisi altına girdiği ölçüde sosyalizme, kendisini bu etkiye karşı tanımladığı ölçüde burjuva demokratizmine yakınlaşır.

20.yüzyılda bu doğru şöyle dönüştü: Devrimci demokrasi reel sosyalizmin etkisi altına girdiği ölçüde sosyalizme, kendisini bu etkiye karşı tanımladığı ölçüde burjuva demokratizmine yakınlaşır.

PDA hareketi anti-Sovyetizmin burjuva demokratizmine, oradan doğal olarak karşı-devrimcilerle ittifaklara götürdüğü gerçeğinin Çin liderliğinden sonra dünyadaki en berrak temsilcilerinden biri olmuştur.

PDA hareketi, 12 Mart ve 12 Eylül mahkemelerinde karşı-devrime tam anlamıyla teslim olarak bunu kanıtlamıştır. Bugün belgelerini arşivlerinden çıkartıp saklasalar, yok etseler de, bu hareket her iki darbede de yeni burjuva iktidarlara “içini dökmüştür” ve bunu ya burjuvaziden millilik beklediği için ya da “en tehlikeli düşman Sovyet sosyal-emperyalizmine karşı” makul bir ittifak tasarımıyla yapmıştır.

Bu hareket devrimcileri benzer “makul” gerekçelerle ihbar etmekte bir beis görmemiştir…

PDA bu yanlarıyla ve konjonktüre uyum gösterme yeteneği açısından ilginç bir harekettir. Aydınlıkçılar 1983 seçimlerinde ANAP’ın demokrasi getireceğinden söz etmişler, sonra Saçak dergisinde sivil toplumculuk SP’ de Botan- Zonguldak edebiyatı ile “devrimcilik” yapmışlardır. IP’de, döneme ve gündeme göre Maoist, Kemalist, sendika bürokrasisi yardakçısı, karma ekonomi yanlısı ve Kürt düşmanı yüzlerinin biri ya da birkaçı açığa vurularak yola devam edilmektedir.

İP “berraklığını” 14 Ocak’ta yeniden sergiledi. Ama önce şu son aylarda yaptıklarını hatırlayalım:

(1)PKK ısrarla Amerikan güdümlü bir hareket olarak lanetlendi.

(2)Kemalist harekete övgüler, Türkiye’nin 1919 koşullarını yaşadığı yolundaki tahlillerle birleştirildi.

(3)Ara seçim politikası olarak burjuva partilere işbirliği çağrısı yapıldı.

(4)Perinçek Cumhurbaşkanına Kürt sorunu ile ilgili bir çözüm paketi sundu.

(5)Yayınlarında devrimcilere belden aşağıya varan bir küfür üslubu ile hitap edilmeye başlandı.

14 Ocak’ta İP’in ayırt edici sloganı ise şu oldu: “Şeriata karşı Diktatörlük!”

Bu sloganı ilk kez Cumhuriyet gazetesinin bahçesinde duyanlar meseleyi anlamakta güçlük çektiler… Provokasyon mu… Hayır, slogan İP saflarından yinelendi.

Herhalde 1995 Ocak ayında Türkiye’de proletarya diktatörlüğünden söz edilmiyor. Marksist terminolojide yüklenen anlamıyla bir burjuva diktatörlüğü ise zaten mevcut . İP programında ise diktatörlük değil karma ekonomiye dayalı bir burjuva demokrasisi hedeflendiği açıkça görülüyor… Geriye tek bir olasılık kalıyor: Zinde güçler, Kemalistler darbe yapın!

Bazı şeyleri bir kenara bırakacağım.

Burjuva devletin yapısı, Türkiye ordusunun yapısı, Türkiye’de şeriata karşı diktatörlük kuracak güçlerin sınıfsal niteliği, Kemalizmin Kurtuluş Savaşı’nda bazı emperyalist güçlerle işbirliği yapıp yapmadığı, üzerine oturduğu sınıfsal ittifakta şeriat yanlısı gerici sınıfların yer alıp almadığı, bugün Kemalist mirasa en yakın unsurların siyasal yelpazede gerici bir milliyetçilikten başka ne anlam taşıdıkları… Bunları tartışmayalım.

İp’in güncel konjonktür analizinde son dönem ısrarla 1919 koşullarına vurgu yapmasının ardında nasıl bir çapanoğlu yattığı açığa çıkmıştır: İP, Kemalist diktatörlükten yanadır. Herhalde, sol seçim ittifakı gerçekleşmeyince Perinçek kontrgerillacı generallere yüzünü dönmeye niyetlenmektedir. Böyle bir diktatörlük nasıl “sosyal-emperyalizme karşı” Amerikancı faşistler ehven-i şer sayılmışlarsa, yükselen şeriata karşı rasyonalize edilebilir.

Demokrasi güçleri için geçerli olan psikolojik yer değiştirme oyunu burada da işlemektedir. Aslında Türkiye’de şeriat tehdidine karşı mücadele edecek herhangi bir burjuva odak bulunmamaktadır. Kemalist dikta özlemcisi “solcu” kendi kimliğini başkalarına “yansıtmaktadır”. Generaller mi, Mümtaz Soysal mı, Demirel mi, Cindoruk mu yoksa sol parti kapatma memuru Anayasa Mahkemesi yargıçları mı, bu Kemalist özneyi oluşturacaklar? Ne biri ne diğeri… Türkiye’de “ilerici Kemalist dikta” hevesi ve kimliğine yatkın tek siyasal odak İP’tir.

Türkiye 1995’e bir ideolojik krizle girmiştir. Ve bu ideolojik krizi Perinçek yanlış anlamaktadır. Kendisini düzeltmesi için değil, solda doğru tanınması için yazmak gerekiyor: Bu gelenek kriz deyince, emekçi sınıfların dinamiklerindeki değişimler, sosyalist hareketin önündeki imkânlar vb.nin yanı sıra, düzenin içindeki çatlaklara da bakılması gerektiğini bilir. Bu doğrudur da. Yanlış anlama ise Türkiye burjuvazisinin kriz koşullarında onarılmaz bir çatlamaya uğrayacağı beklentisidir. Bu beklentinin ilk versiyonu burjuvaziye işbirliği çağrısı, bunun yanında Demirel’e Kürt paketi sunumu, şimdiki doruk noktası ise ordudaki Kemalistlere darbe davetiyesi olmaktadır.

Solun bilmesi gereken sonuç şudur: Türkiye’de yarın öbür gün cunta olasılıkları, burjuva siyasetçilerin birbirlerini sıkıştırma kartı olmanın ötesinde reel olarak gündeme gelirse, Perinçek ve arkadaşları ülkeyi karanlığa götürecek şeriata karşı, vatanı bölünmeye götürecek Kürtlere karşı, hiç hafife almayın huzur ortamını bozan devrimcilere karşı (!) belirli bir safı tercih edeceklerdir.

İDEOLOJİK MÜCADELEDE DEĞİŞECEK OLAN

Bu tabloya uygar ölçütleri olan bir ideolojik mücadele oturabilir mi?

Devrimci kesimler böyle bir arayış içinde olmamalıdır. 1970’lerin haini PDA geleneği bugün yeni ve keskin ihanetlerin içindedir. İhanetin de azı çoğu olmuyor. Bugün küfredenler yarın ihbar edecektir. Kendileri açısından rasyoneldir: Küfürü hakkettiğine inanılan neden ihbar edilmesin ki!

İP’in darbe çığırtkanlığına ve küfürbazlığına fazla kızılmasın. BSP’nin kendisini özne olarak kabul etmemesine kimse üzülmesin. Bu iki hareket düzen partisi olmayı seçmişlerdir. Herkes net olarak bilsin: Bu hareketlere karşı ideolojik mücadele sürdürülecek. Yine kimse unutmasın ve sonuçlarına hazır olunsun: Sosyalistlerin ideolojik mücadelesi siyasal kavgaya endekslidir. Sosyalist hareket, bu kirli akımları emekçi sınıflardan uzak tutmayı, tuttukları mevziler varsa oralardan tasfiye etmeyi görevleri arasında bilmelidir.

 

Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×