“İşçiler ve Toplum”: Popülizmden Uvriyerizme

İşçiler ve Toplum ile ilgili bir eleştiri yazısı yazmaya karar verdiğimde bunun, bir yazının eleştirisi ile sınırlı olmasını istemedim. Zorluk İşçiler ve Toplum‘un yer yer Leninist terminoloji kullanması olarak belirdi. Aslında devrimci demokratların Marksizm ve sonra da Leninizmden etkilenmeleri, yeni karşılaşılan bir olgu değil. İşçiler ve Toplum’un diğerlerinden ayrılan yönü ,daha “teorik bir görünüm” sunmasıdır. Bu anlamda İşçiler ve Toplum‘un hem kendisi hem de çeşitli yazıları ile hesaplaşmak, Leninist terminolojinin yer yer kullanılmasından kaynaklanan bulanıklıkların üstüne netleştirme amacı ile yürümek bu çalışmanın amacı.

Bir analoji ile başlamak istiyorum. Plehanov, bilimsel sosyalizmin “devrimci demokrat” olarak nitelediği Narodnik, popülist harekeTten koptu. Kopmakla da kalmadı; çok sert eleştirdi. Eleştirisinin odak noktası popülizmin sınıfsızlığıydı. Plehanov hep sınıfı vurguluyordu. Çabasının odak noktası ise içinden çıktığı oluşumu islah etmek değil, kopuşunun gerekçelerini oluşturan argümanlar demetini zenginleştirmek ve ona bütünlük kazandırmak oldu. Mantıksal sonuçlarına vardırmak kaydıyla, her kopuş için yöntem bu olmalıdır. Popülist bir hareketten Bilimsel Sosyalizme geçiş idare-i maslahatçılıkla değil, derinlikli hesaplaşmalarla yaşanmalıdır. Burada hatırlanması gereken söz “çıkmadık candan umut kesilmez” değil, “can çıkmadan huy çıkmaz” olmalıdır. Bu yazı boyunca da can çıkmadan huyun çıkmadığını birlikte göreceğiz.

Devrimci demokrasi- popülizm akrabalığı ve etkileşimi, sınıf keşfedildiğinde, devrimci demokraside uvriyerizm olarak şekillenebiliyor. Buna devrimci demokratların taban retorikleri ile, bilimsel sosyalist anlamda parti fikrine ısınamamaları eklendiğinde ortaya çıkan şu oluyor: “İşçi hareketi üzerine yapılan tartışmalarda çoğunlukla unutulan bir nokta vardır. Bunu sınıfın kendi örgütlülüğü olarak tanımlayabiliriz.”1 Sınıfın kendi örgütlülüğü kavramına yüklenmesi gerektiğini düşündüğüm anlamı açıklamadan önce İşçiler ve Toplum’un nasıl baktığını belirteyim: Bu terim, fabrika komiteleri, grev komiteleri, fabrika konseyleri türü örgütlenmeleri nitelemekte kullanılıyor. Kibarca her yol Roma’ya çıkar, biraz daha az kibarca, kör değneğini beller hesabı, bütün yazılar ve tezler sözünü ettiğim komiteler ve konseyler ile noktalanıyor. Örgüte,partiye, kurum olarak Sovyete ve devlete bakış buraya kadar anlatılanlarla son derece uyum içinde. Ve bütün bunlarla yeni solda olduğu gibi, siyasete bakış da uyum içinde. Tümünü birden aynı anda gösterebilme olanağım yok, sırayla gitmek gerekiyor. Küçük bir göz gezdirme ile epeyce benzeri bulunabilecek olan şu pasaja bakalım2 “Sosyalistler sınıfın kendi örgütlülüğünü ve bağımsız eylemini öne çıkartırlar.”3 Sınıfın kendi örgütlülüğünü öne çıkartmak partiyi gereksizleştirir; anarko-sendikalizm türevi bir eğilimdir. Gelenek‘in önceki kitaplarında söylendiği gibi, İşçiler ve Toplum da “hiç partisiz olur mu?”dan öteye gidemiyor parti konusunda. 4 Sınıfın kendi örgütgütlülüğünü öne çıkartmak, ikamecilik suçlamaları ve eleştirileri ile birlikte yürüyor. Bu netlikte dile getirilmeyen formül şu olsa gerek: Ikamecilik= Biçimcilik= Örgütü= abartmak = Yığınların eylemini küçümsemek. Bunları sabah akşam tekrar ederek İşçiler ve Toplum’un geldiği nokta ise kendiliğindenliğe tapınmak, onu fetişleştirmek olarak beliriyor. Marks bile söylemiş olsa “İşçi sınıfının kurtuluşu onun kendi eseri olacaktır” sözlerinin bu kadar sık tekrar edilmesini başka türlü yorumlamak mümkün değil. Sınıfın kendi örgütlülüğünün somut biçimle rinden birisi olan fabrika komitelerini, “partinin temeli” ilan edecek kadar işi ileri götürüyorlar. 5 Şimdi, sınıfın kendi örgütlülüğüne nasıl bakılması gerektiği konusunda düşündüklerime geliyorum.

Sınıfın kendi örgütlülüğüne bakış, yığınsallaşma konusuna bakış ile uyumlu olmalıdır. Gelenek‘in “kitleler”e bakışı biliniyor, “kitlelere” her dönemin değil bir. dönemin sloganıdır ve suların durgun olduğu bir dönemde kitleselleşmek mümkün değildir, böyle bir dönemde kitleleri tutmak mümkün değildir.

“Kitlelere” denen dönemde ise kitlelerin dağınık değil de toplu halde olmaları, sosyalist hareketin gelişmesi ile şekillenmiş olan siyasal çekim merkezinin etki ala-nının genişlemesini ve kitleselleşmenin kolaylaşmasını sağlar.

Bu anlamda yığınsallaşma perspektifinin olduğu dönemde kendiliğinden örgütlenen yığınların öncü parti ve programı ile tanışmaları, çekim merkezinden etkilenmeleri. Ekim Devrimi’nin onayladığı bir gelişim yoludur.

Burada ayrıca saf haliyle bir devrimci demokratın ne bilmesi ne de kavraması mümkün olmayan, siyasetin bir yasasından söz etmek gerekiyor. Sınıfın kendi örgütlü-lüğünün oluşmasının da bir nesnelliği vardır. Sovyetler, fabrika komite ve konseyleri otorite boş-luğunda ortaya çıkarlar. Paris Komünü’nü ve Fatsa’yı göreli olarak daha saf olan yukardaki örneklere eklemekte hiçbir sakınca yok; özü aynıdır. Neden böyle olduğunu anlamak için bir parça düşünmenin yettiği bu doğrunun, pratikte onaylandığı örneklere İspanya, Rusya, Almanya ve İtalya’da devrimci durumlarda yeşeren fabrika komite ve konseylerini de ekleyebiliriz.

Şimdi bu yazılanlarla uyumlu olarak, Lenin’in ne düşündüğüne bakalım: ” (Sosyalistler) Partinin ilkelerini sımsıkı korumak koşuluyla ve Sosyal Demokrat Partiyi geliştirmek ve sağlamlaştırmak üzere bu tür kuruluşların kurulmasına yardımcı olmanın yerinde ve doğru ol duğunu düşünürler.” Bu sözlerde İşçiler ve Toplum‘un sınıfın kendi örgütlülüğünü öne çıkarma konusun da gösterdiği, daha yüce amaçlara layık olan gayretkeşliğin eseri yok. Dahası, bu tür kuruluşlardan söz ettiği yerde öne çıkardığı gene Parti’dir. Hele “bu tür kuruluşlar”ın partinin temeli sayılması gibi bir saçmalığın izi yok. “RSDİP’in az çok belirgin devrimci atılış anlarında sosyal demokrasinin işçi sınıfı içinde daha güçlendirilmesi için ve sosyal demokrat işçi hareketinin sağlamlaştırılması için işçi temsilcileri sovyeti gibi partisiz bazı örgütlerden yararlanmaktan hiçbir zaman geri durmadığı…” 6 Burada da sınıfın kendi örgütlülüğünün ortaya çıktığı ne nelliğin yığınların hareketlendiği dönemler olduğu ve öncü partinin gündemine böyle dönemlerde girdiği yazıyor. Son olarak “partisiz örgütler” sloganının anarko sendikalist nitelikte olduğunu aynı yerde yazdığını ekleyeyim. Lenin anarşistlerin taban retorikleri ile yaptığı mücadelede Engels’den de yararlanıyor. Bakuninciler İş Başında adlı makaleden aktardığı pasajı aktarıyorum: “Bakuninciler, diye yazıyor Engels, uzun yıllar boyunca yukardan gelen her türlü eylemin kötü olduğu ve her şeyin aşağıdan yukarı doğru yapılması gerektiğini vaazetmişlerdi.” 7 Lenin bu satırları aktardıktan sonra Engels’i “sosyal demokrasinin gerçek Jakoben’i” olarak niteliyor.

Partiye Nasıl Bakıyorlar?

Nasıl baktıklarını, buraya kadar yazılanlardan çıkartmak mümkün; devrimci demokratça bakıyorlar. “Parti Tartışmalarında Yönelim” başlıklı yazıda Lenin’den 18 tane alıntı yapılıyor. Ama yazı içinde geçen küçücük bir parentez, kütüğe saplanan kama etkisi yapıyor. 8 Küçücük parentezi aktarıyorum: “(burada tartışmayı başka bir noktaya kaydırmak istemiyorum, zaten Troçki de onu tartışmıyor, ancak kısaca işçilere bilincin dışardan taşınabileceğine inanmıyorum; sınıf bilincinin işçilerin dünyayı algılamalarına ilişkin ve taşınamıyacak bir durum olduğu kanaatindeyim.)” Ne Yapmalı‘dan övgü ile söz eden pasajlardan sonra “İşçilere bilincin dışardan taşınabi-leceğine inanmıyorum” diyebilmek için devrimci demokrattan da öte birşeyler olmak gerekiyor.

Profesyonel devrimci ile ilgili olarak yazar şunları yazıyor: “… eğer partiyi sınıfı temsil eden- burada temsil kavramını birebir fiili temsil anlamında kullanıyorum. sınıf bilinçli, siyasal mücadeleyi hayatının önemli bir parçası haline getirmiş, yığınların içinden çıkar ve onlar arasında ‘en iyi üne sahip’ öncü işçilerin partisi olarak görüyorsak yukarda tarif ettiğim profesyonel devrimciye kimsenin itirazı olmamalıdır.” 9 Bir iç tartışma üzerine kaleme alındığı izlenimi veren bu satırlarda, parti ve profesyonel devrimci de devrimci demokrasinin kabul edilebilirlik sınırına çekilmek üzere deforme edilmiş. Yazar profesyonel devrimcinin bellibaşlı iki tipi olduğunu söyleyerek bu tipleri şöyle tanımlıyor: “Fabrikalardaki mücadeleyi yönlendiren parti örgütlerinin üyesi olan devrimci işçiler” ve “… (fabrika dışı) semt ve şehir örgütlerinin üyesi olan devrimciler.” 10 Bu gülünç tanımı yamayarak ya da budayarak düzeltmenin olanağı yok; yeni bir tanım yapmak gerekiyor. Lenin’in parti modeli iki kısımdan oluşur. Profesyonel devrimciler ve parti üyeleri kitlesi. Başka bir deyişle, yazarın yazdığı veya zannettiği gibi Lenin’in partisinin üyelerinin tümü profesyonel devrimci değildir. Bu iki kısımdan ilki partinin bel kemiğini oluşturur. Lenin’in sözleri ile “sürekliliği sağlayan budur.” 11

Bu model başkalarına fazla tepeden gelebilir, “bir düzine akıllının abartıldığını ve tabanın önemsenmediğini” düşünenler çıkabilir. Netlik burada gerekiyor; o zaman Lenin’den yapılan alıntılarla somutlanan terminoloji sorunu çözülmüş olur. Tabana hayranlığın popülizmi eleştiren bir yazıda görülmesi sık karşılaşılan bir olgu olmasa gerek: “Popülizm … halk gibi şekilsiz ve bir çok sınıftan oluşan bir soyutlamanın üzerine basarak, liderin liderliğini, kitlelerin sürülüğünü tespit ederek, azınlığın yönetimini meşrulaştırır.”12 Lider-Kitle ilişkisine de değinmek gerekiyor. Şu satırların altına İşçiler ve Toplum‘un imza atmaması için ben bir neden görmüyorum: “İşçi hareketinin gücü işçilerin kendi kaderlerini nihayet liderlerin elinden kopartıp kendi eline almış olmasından gelir.”13 Eğer imza atılamıyorsa, bunun nedeni bu satırların Ne Yapmalı’da eleştirilmesidir. “Hareketin tabandan gelmeyişi kötü bir şeydir” haykırışının “aptallara yaraşır bir derinlik” olduğu gerçeği 1902’den beri değişmedi…

Had safhadaki uvriyerizm 1917, Nisan’ı’nda parti yöneticileri ile günlük mücadele yürütenler arasında (günlük mücadele yürütenlerin daha sağlıklı bakması anlamında) bir çelişki buluyor, partinin sokaktaki işçi ile aynı dili konuştuğunu iddia ediyor, Marksist işçilerle aydınların örgütünde aydınların işçilerden çok şey öğreneceğini 14 ileri sürüyor…15 Artık, Lenin’in yakasını bırakmaları gerekiyor: “yığınsal zehirlenme” anlarında yığınlardan uzak kalınmasını tercih eden, işçilerin büyük gücünün sosyalistlerin “emrinde” olduğunu söyleyen Lenin’dir.16 Aktarmaları Lenin’den yapmamın tek nedeni var: terminoloji sorununu halletmek.

Parti konusunu, daha “teorik” bir tezin eleştirisi ile şimdilik bitirelim. Bu tezin birazı Althusser’den, çoğu Tony Cliff’den ödünç alınmış. Tez özetle şöyle: Lenin Ne Yapmalı adlı kitabında ekonomistlerin nesnelciliklerine karşı çubuğu öz-neden yana bükmüştür, profesyonel devrimcinin rolünü abartmıştır. Ne Yapmalı’dan üç yıl sonra 1905’te partideki işçilerin sayısının olabildiğince artmasını isteyerek çubuğu normal ve olması gereken şekline getirmiştir. Sahip çıkılması gereken 1902 tezleri değil, çubuğun “normal” halde olduğu 1905 tezleridir.

Özetle ileri sürülen bu. Leninist örgüt her zaman bir kitle partisi görünümünde değildir. Önceki sayfalarda sınıfın kendi örgütlülüğünden söz ederken kitleselleşme perspektifinin, devrimci atılış anlarında iktidara yönelik bir anlamı olduğunu söylemiştim. 1905’te Lenin’in deyimi ile parti “yığın” partisi haline geliyor, yenilgi sonrası “düzenli geri çekilme” deneyimi ile birlikte parti yığın partisi görünümünü terk ediyor. Burjuva partileri de dahil olmak üzere bütün partiler olabildiğince çok üye ve kitleye sahip olmak,  kitle partisi olmak istediği halde,  Leninist parti neden devrimci atılış anları dışında kitle partisi olmayı hedeflemiyor? Böyle bir “parti” kitle partisi olmadığı dönemlerde ne yapar? Bu soruları devrimci demokratların dışındaki bazı kesimlerin de samimiyetle sorabileceklerini düşünüyorum; ama cevabı siyaset ile ilgili olduğundan devrimci demokratların anlayabileceklerini sanmıyorum.

Cevaba İşçiler ve Toplum‘un Trotskiy’den olumlayarak yaptıkları alıntıyı aktararak başlıyorum: “(Iskra) Otokrasiye karşı savaşmaktan daha çok devrimci hareketin diğer hiziplerine karşı savaşıyordu.” 17 Olumlanarak yapılan bu aktarma üzerinde daha fazla düşünmeleri gerekiyor.

Sosyalist hareket, işçi hareketinden farklıdır. Bugün ihtiyaç duyulan, sosyalist hareketin iktidar için işçi hareketi ile birleşeceği güne kadar, bu birleşmenin gereklerini yerine getirecek gelişkinliğe ulaşmasını sağlamaktır. Bugün hiç kimse “anti eodal mücadele” diyemiyor. Bunu sağlayanın sosyalist hareketin gelişkinliği olması elbette istenen bir şeydir, ama ne yazık ki öyle değil. Gene de bunu yeterli bulmak değil, ama bir gelişkinlik işareti saymak mümkün. Teorik netlik ve ayrışma, olgunlaşma dönemindeki her sosyalist hareketin temel motifidir, burada da öyle olması gerekiyor. Bu nedenle bugünün acil görevi, İşçiler ve Toplum‘un dediği gibi “işçi hareketini hızlandırmak” değil, Sosyalist hareketin gelişimine katkıda bulunmaktır.

İşçiler ve Toplum‘un “işçi hareke tini hızlandırmak” konusundaki telaşının nereden geldiği konusunda verilebilecek bir yanıt da hareketliliğin devrimci demokrat tipolojinin asli özelliği olmasıdır. Siyasete ve yasalarına duyarsız tipoloji budur,  ve bu haliyle de duyarlı olması beklenmemelidir. Sosyal demokrasi ile mücadelenin “fiili olarak işçi hareketi içinde” verilebileceğinin iddia edilmesini başka türlü yorumlamak mümkün değil. Burjuva ideolojisinden kopuşa ilişkin bir pasajı aktarmakta yarar görüyorum: “İşçi sınıfının burjuva ideolojisinden kopması kurtulması uzun bir mücadele sürecidir. Bu süreç siyasal mücadele alanında gelişse de birikimini günlük mücadelede kazanmaktadır.”18 ) İki “seçenek”ten tercih edilen günlük mücadele oluyor. Belki de şöyle düşünülüyordur: Kökün görevi toprak altında olmaktır,  meyvalar kökten değil,  dalların ucundan toplanır. 19 Mayasında hareketlilik olan devrimci demokrat tipolojisi bu basit doğrudan,  önce hemen meyva toplamayı düşünür,  sonra da kökün çok da fazla önemli olmadığı sonucuna varır.

İşçi sınıfının burjuva ideolojisinden kopması ile kastedilen sınıfın önemli bir kesiminin kopması ise bunun gerçekleşeceği an,  gene devrimci karmaşa anıdır. Milyonlar sözkonusu olduğunda,  kitlelerin kazanılması anlamında,  doğrusal gelişme mantığı kesinlikle iflas ediyor. Böyle bir çokluğu onbin onbin “biriktirme”ye çalışmak başka tür bir birikimcilik olsa gerek. 1905’e ve 1917’ye girerken Bolşeviklerin sepetinde çok az “meyva” vardı ama kökleri çok sağlamdı. Otuz yıldır mücadele eden RSDİP,  ilk on yılda Menşevikleri kustu,  son yirmi yılda Bolşevikleşti,  17’ye gelindiğinde Lenin’in deyimi ile “Bolşevizmin en iyi yandaşları”nı üretmişti Otuz yılın ürünü olan Bolşevizmin en iyi yandaşlar,  kelimenin tam anlamıyla kitleleri sekiz ayda kazandılar. 20 Siyasal mücadeleyi küçümseyenler,  rubleye köpek katmakta derin anlamlar bulmak durumundalar. Eksik kalmıyor, dahası küçümse-yenler eleştiriliyor. Ekonomizm suçlamalarının ise ikamecilikten kaynaklandığını ileri sürüyorlar. Türkiye solunu  hiç tanımayan birisi bu satırlardan, ekonomizm suçlamalarının çok yaygın olduğu sonucuna varabilir. Türkiye solunun,  yazarın sandığı ölçüde ekonomizmi aştığına kesinlikle inanmıyorum. Ekonomizm suçlamaları da yazarın sandığı kadar yaygın değil. Belki de, bir ekonomistin, çok suçlandığını düşünmesi ile somutlanan bir illüzyon ya da halüsinasyondur. Tıpkı Türkiye solunun “iradeci/müdahaleci” olarak nitelenmesi gibi.21 Türkiye solunda eksik olan tam da budur.

Ekim ve İşçiler ve Toplum

1917’ye ilişkin yazıların ve tezlerin tümü ile hesaplaşmak mümkün değil. Önemli gördüğüm birkaç noktayı seçeceğim.

17 Nisan’ında Lenin’in tezlerinin kabul edilmemesi ile ilgili olarak İşçiler ve Toplum bakın ne düşünüyor: Parti yöneticilerinin reddet tikleri tezler, “işçi yığınları arasında büyük bir sempati” toplamış. İşçi yığınları parti yöneticilerinden daha doğru davrandılar mı denmek isteniyor? “Parti yöneticileri ile günlük mücadele içinde olanlar arasında hızla gelişen farklılıklar” olduğunu iddia ediyorlar. Parti tabanının parti yönetiminden daha doğru davrandığı söyleniyor. Bu satırların geçtiği yerde,  aynı dönemde aydınların Bolşevikleri terk ettiklerinin,  el çırpılarak söy lenmesi hiç de şaşırtıcı olmuyor.22 “Güncel” olanın sağ olduğunun gösterilmesi gerekiyor.

17 Şubatı ile,  takip eden ilk bir iki ay,  siyasal gelişmelerin biçimi açısından ortaya çıkan durum tam bir burjuva devrimi görüntüsü veriyor. Nikola Romanov,  tıpkı Charles X ve Louis Philippe gibi tahtı bir çocuğun naipliğine bırakıp, sonra dönebilmek umudu ile kaçıyor. 1848 Fransası’nda olduğu gibi,  siyasi suçlar için ölüm cezası kaldırılıyor. Her burjuva devriminde olduğu gibi zindanlar boşaltılıyor,  genel af ilan ediliyor. Bu arada eklemek gerek; E.H. Carr 1789 ve 1848 devrimlerinin Rus devrimcileri üzerindeki etkisi konusunda çok emin konuşuyor. Bu etki ile birlikte, yurt içi Bolşevikler,  günlük mücadelenin harareti içinde bir süre,  yaşanmakta olanın bir burjuva devrimi olduğunu düşünüyorlar. Buna günlük bakışın miyoplaştırıcı etkisi demek de mümkün. Lenin’in Nisan ayında partideki yalnızlığını ve eski Bolşeviklerin muhalefetini anlamaya çalışırken,  bunları hesaba katmak gerekiyor. Parti tabanının parti yönetiminde sol olduğu iddiasını ise İşçiler ve Toplum’un taban sevdası ile açıklamak gerekiyor.

Daha önceki sayfalarda değinilen bir sava bakalım: Bolşevikler, başlangıçta azınlıkta oldukları sovyetler ve fabrika konseylerinde çoğunluğu doğrudan demokrasi sayesinde kazanmışlardır. “Başka hiçbir mekanizma günlük mücadele içinde yığınların desteğini ve güvenini kazanan bir siyasal partiye bu denli hızla temsil yeteneği vermez.”23 Düzeltilmesi gereken pek çok şey var. Başlangıçta sovyetlerdeki dele gelerin %  2.5’i Bolşeviklerin elindedir. Bu zamanla artıyor. İktidarın alınmasından bir ay sonra oyların %  25’i alınıyor, yani SR’ların aldıkları oyun (% 58) yarısından azı.24 SR’lar Sovyetler içinde “hızla kazandıkları temsil yeteneğini” Bolşeviklerin ham demokratlığı aşması ile kaybediyorlar. Yazarın sözünü ettiği “doğrudan demokrasi” ise ham demokratça bir temenni olsa gerek. Işçiler ve Toplum‘un da katıldığı,  yaygın olarak ileri sürülen bir teze de değinelim. Özetle şöyle deniyor: Lenin ve Bolşevikler dünya devrimine inanıyorlardı. (Buradan sonra iki ayrı devam yolu var) (a) Dünya devrimi olmadı,  planlar suya düştü, Sovyetler’de yozlaşma başladı. (b) Lenin’den sonra dünya devrimi perspektifi reddedildi. Uluslararası işçi hareketinin aldığı her yenilgide Sovyet bürokrasisi güçlendi.

Gerçekte “Dünya devrimi olmadı. Ne yapacaksınız?” diyen ilk “akıllı” Kautsky’dir bu eleştiriyi ilk yanıtlayan da Lenin. Proletarya Devrimi ve Dönek Kautsky’e bakılabilir. Çar’ın ordusunun artıkları ile kurulan Kızıl Ordu’nun devrim ateşini sıçratmaya yeteceğini düşünen,  Brest’de barışı ilk seferde imzalamayıp Lenin’den azar işiten,  devrimden sonra,  Napoleon’un gerici Avrupa’ya yapmak zorunda kaldığı şeyi Rus devriminin gerici Avrupa’ya yapmak zorunda kalacağını düşünen Trotskiy’dir. Lenin’in dünya devrimine ilişkin sözlerini ise 1916’nın sonlarına kadar ve 1917 ile sonrası olmak üzere iki döneme ayırabiliriz.

1914-15 ve hatta 1916 yıllarında Lenin dünya devrimi konusunda ne ajitasyon yapıyor, ne de yüreklendirici sözler söylüyor. Tam tersine,  devrim umudunun azaldığını,  kimsenin yalnızca savaş olduğu için devrimin geleceğini düşünmemesi gerektiğini,  devrim mayası kabardığında hazır olmak gerektiğini söylüyor. Bu sözler ile 17 Nisanı’ nda trenden iner inmez söylediği “Dünya devrimi başlamıştır” sözleri arasındaki fark çarpıcıdır. 17 Nisanı’nda,  ortamın burjuva devrimi yaşandığının düşünülmesine neden  olan atmosferini Lenin bu sözlerle kırıyor. Bu tarihten itibaren bu konu ile ilgili olarak söylenenlerin,  yurt içine yönelik olarak söylenmiş olabileceğini düşünmek için yeterince neden var.

Demokratizmin Sosyalist Demokrasisi

Bakın,  İşçiler ve Toplum‘a göre,  “Rus devriminin yenilmesi”nin “herşeyden önce gelen nedeni” neymiş: “Bolşevik partisinin tek sovyet partisi olarak kalması ile başlayan süreç…” Aktarmayı kesip özetliyorum. Bunu takiben,  Bolşevikler devleti yönetmek üzere “devlet kurumlarına girip” bürokratlaşıyorlar. Bunu tamamlayan olgu ise Çarlık bürokrasisinin sovyet kurumlarında olması. 25 Çoğulculuk ile ilgili olarak aynı yerde,  işçi sınıfının çıkarlarını en iyi temsil ettiğini iddia eden partilerin var olabilmesinden de söz ediliyor.

Çoğulculuğa gelmeden önce,  de mokratizm ile ilgili sinirlenmeden hatırlanmayacak bir olaydan söz etmek istiyorum. İspanya’da iç savaş sırasında,  Avrupa ve dünyanın en ternasyonalistleri Franco’nun askerleri ile kanlı bir mücadeleyi zor koşullarda yürütürlerken,  İspanya’nın ham demokrat anarşistleri inanılmaz bir şey istediler: 40 saatlik çalışma haftası ve ücretli izin!

Kronştadt’da olup bitenler,  ham demokratlık açısından yukardaki  örnek ile büyük paralellikler gösteriyor. Ham demokratlığın devrimci demokrasi familyasının ayırdedici özelliği olduğunu, yeni sol dejenerasyonla daha da yoğunlaştığını tekrar ediyorum.

Lenin “Ayni Vergi Üzerine” adlı çalışmasında,  iktidarın,  içinde güvenilmez yoldaşların da olmadığı tek bir parti elinde toplandığını yazıyor. Hiç gocunmadan “tek bir parti” diyor. Bu tek partinin ne yapacağını ise,  herkesin anlayabileceği şekilde şöyle dile getiriyor: “Proletaryanın öncü partisi parti dışı işçileri yönetir (…) Sendikalizm,  yönetimi partisiz işçi kitlelerine teslim eder ve partiyi gereksiz kılar.”26

Bu konuyu burada kapatıp “bürokrasi”ye geliyorum. Hatırla-nacağı gibi yazar,  Bolşeviklerin devleti yönetmek üzere “devlet kurumlarına girmeleri”nin sonucunun bürokratlaşmayı getirdiğini söylüyor. Ne demeli, bilmiyorum. Devleti yönetmeye niyetli olmayanların neyin mücadelesini yaptıklarını merak ediyorum. Bu gülünç savdan sonra yaygın olarak ileri sürülen diğer sava geliyorum. Çarlık bürokrasisinin,  yakalarına kızıl kurdeleler takarak dönmesi bürokratik yozlaşmanın nedeni olarak ileri sürülüyor. Sosyalizmin yeni insanlarla kurulacağını düşünmenin ütopya olduğunu ve elde başka malzeme olmadığı için kapitalizm altında yetişen insanlarla kurmak gerektiğini Lenin söylüyor.27 Bürokrasi ile ilgili olarak Trotskiy’in bir dönem söylediklerinin (çağdaş Troçkizm reddetse de) doğru olduğunu düşünüyorum: “Bürokrasi insanlığın gelişiminde koskoca bir çağı temsil eder.” 28 Sorun bürokrasinin varlığı değil,  verimsizliğidir. İşçiler ve Toplum‘un anti-bürokratizmi gene “tepe” antipatisi ve uvriyerizmi ile ilgili.

Anti-Sovyetizm’de Açık Arttırma

Sovyetler Birliği’yle dostluk ile ilgili olarak tanıdığımız açık arttırmanın “Anti-Sovyetik” kampta da tersinden sürdüğü görülüyor. İşçiler ve Toplum anti-sovyetizmde İl Manifesto‘yu aşmaya mı çalışıyor,  yoksa acentalığını mı yapıyor,  belli değil: “Stalin’in ikin ci katkısı (sic!) 29 tek ülkede sosyalizmin inşaa edilebileceğini iddia etmiş ve bunu kabul ettirebilmiş olmasıdır.” 30 Bu tartışmanın artık aşılarak kapatılması gerekiyor.31 Yazar,  popülizmi eleştirmeyi hedeflediği yazısında,  ham demokrat mantığın ürünü olan bunca anti- sovyetik satırların yanı sıra Gorbaçov’a da değinme fırsatı buluyor. Yanlış kullanılıyor da olsa,  Latince takviyeli nüktelerin ardından mahalle ağzına geçerek,  bu kez hata yapmadan soruyor: “Bugün yıllar sonra Gorbaçov işçileri yöne-time katmalıyız diyorsa sormak lazım: Peki bunca yıldır kim yönetiyordu … ve işçi sınıfı bunlara neden inansın?… (verimlilik artışı ve iş dis iplininin gelmekte olması) kabağın bugün dün de olduğu gibi kimin başında patlamakta olduğunu gösteriyor.” Görülen yalnızca İşçiler  ve Toplum’un anti-sovyetizm için hiç de uygun olmayan bir zaman seçtiğidir.

Gelenek‘in 8. kitabında, yenilgi dönemlerini devrimci demokratların teorik faaliyete ayırmalarının şaşırtıcı bir şey olmadığı yazılmıştı. Bu yenilgi döneminde sınıfı keşfederek,  popülizmi “aşanların” onun türevi olan uvriyerizmi aşmaları için, yeni bir, teorik faaliyete uygun yenilgi dönemi yaşamaları gerekecek ise,  eksik olsun aşmasınlar.

Herkesin ancak içinde olduğunda rahatça soluyabileceği bir asli ortamı vardır. Düğünlerde de öyle ol maz mı?  Onca ağırbaşlı şarkılardan,  danslardan sonra “Aman Adanalı” ile “dünya varmış!” nidaları da yükselmez mi?

Henüz teorik faaliyete “lafazanlık” eleştirilerinin getirilemiyeceği,  “acil görevler” edebiyatı ile terslenemeyeceği bir nesnellikteyiz. Nesnellik böyle, ama kimi devrimci de mokratların da sabrı kalmadı. Yapılan durum saptamaları “aman Adanalı” için maestro niteliği taşır gibi görünüyor…

Dipnotlar

  1. İsçiler ve Toplum Kitap dizisi 2. Kitap s.7
  2. Bu arada okura bir notum var. Gelenek, başka dergiler ve şahıs-lardan görmediği, genel olarak siyasi ahlak özel olarak polemik ahlakı konusundaki titizliğe, başka dergiler ve şahıslarla ilgisi olmayan nedenlerle dikkat etmeyi sürdürecek. isçiler ve Toplum okur-yazarları bu yazıyı okurken alabildiğine kıza-bilirler. Ama kendi tezlerim aktarma konusunda herhangi bir çar-pıtma yapıldığını birinin bile ileri sürebileceğini sanmıyorum.
  3. A.g.e., 3. Kitap, s. 9
  4. Gelenek kitap dizisinin 9. sayısındaki “Parti ve Örgüt Teorisi” baslıklı çalışmaya bakılabilir.
  5. A.g.e., 3. Kitap, s. 58
  6. Lenin; Anarşizm ve Anarko Sendikalizm, Sol yay, s.257-59
  7. Lenin; a.g.e., s.239-40
  8. Yazıda böyle bir inci gelisiyor bile ol sa Lenin’den yapılan aktarmaların yoru mu ortaya çıkan uyumu zenginlestirmeye yetiyor.
  9. A.g.e., 3. Kitap, s.59
  10. A.g.e., 3. Kitap, s. 58
  11. Lenin, Ne Yapmalı, s. 153
  12. İşçiler ve Toplum Kitap dizisi 1. Kitap, s. 38
  13. Lenin; Ne Yapmalı, s. 62
  14. Bu yazı kaleme alındığında İşçiler ve Toplum’un 5. sayısı yayın-lanmamıştı. Her sayı bir öncekini geride bırakıyor. Bir örnek: “Sentez bilimini öğrenme-nin ve öğretmenin yolu isçileşmekten geçer. Aydınlar bu zor olan yolu seçerken ‘işçi sınıfının toplumsal öncülüğünü’daha net göreceklerdir.” (a.g.d., s.112)
  15. İşçiler ve Toplum … 3. Kitap, s.2l, s.24, s. 74
  16. Lenin; Ne Yapmalı, s. 62
  17. İşçiler ve… 3. Kitap, s.55
  18. A.g.e.,2. Kitap, s. 24
  19. Bu benzetme Descartes’in. Bu benzetmeyi buradaki kullanımına uygun bir amaçla veriyor Descartes. Kökün (Tanrının) varlığını kabul edip meyvaların dalların ucundan(Felsefeden) toplanacağını ileri sürerek “kök”e karşı utan gaç bir savaş açtığı biliniyor.
  20. Kitlerin iki tür destekleme biçimi vardır. Birincisi, devrimci atılış anlarında, bağlanma ve uğ-runda ölebilme motifleri olan destekleme. Diğeri suların durgun olduğu dönemlerde bu motiflerle uzaktan yakından alakası olmayan bir biçimde, popülist politikacıları seyretmek üzere esneye esneye alanları doldurarak gösterdikleri destek. işte Bismarck’a “en güçlü göründüğümüz an gerçekte en zayıf olduğumuz andır. Bize verilen aktif değil pasif, her an geri alınabilir bir destektir” sözlerini söyleten nesnellik budur. Epeyce örneği bulunabilecek olan deneyimlerden birisini, Portekiz’i seçiyorum: “Darbe gecesinin sonunda herkes solcu kesildi. Sanki hiç kimse bu rejimin celladı, gardiyanı, polisi, politikacısı, dalkavuğu ya da sıradan izleyicisi olmamıştı” Ve şu “Eline kızıl bayrak alıp sokağa çıkan herkes yandaş bulabiliyordu.” (G. Green Portekiz Devrimi Bilim ve Sosyalizm yay. s.2O ve s. 80) Öyle bir günde elinde kızıl bayraktan başka şeyler de olanlar yukarda sözü edilen çokluktaki kitleyi kucaklayabileceklerdir. Kimsenin kuskusu olmasın.
  21. İşçiler ve Toplum Kitap dizisi 2. Kitap s.21
  22. A.g.e., 3. Kitap, s.21,s.23,s.25
  23. A.g.e., 3. Kitap, s.28
  24. Azınlık-çoğunluk ve demokratizm ile ilgili olarak Gelenek Kitap dizisinin 14. Kitabından “Ekim İktidar ve Azınlık” ve 13. Kitabından “Ekim’den Ne Öğreniyorlar” başlıklı yazılara bakılabilir.
  25. A.g.e., 3. Kitap, s.33
  26. Lenin, Collected Works, cilt.32, s. 50 ve s. 21
  27. Lenin, A.g.e., cilt.29, s. 69-70
  28. I. Deutscher Troçki, Ağaoğlu yay. cilt. 1, s. 515
  29. Yazar “sic”leri yanlış kullanıyor. Aktarmanın, aynen ve değiştirme-den yapıldığını anlatmak üzere, aktarmadan sonra kullanılan “sic”leri “bakın şu ise” anlamında kulla-nıyor!
  30. İşçiler ve… 1. Kitap, s. 51
  31. Bak. Metin Çulhaoğlu, Tarih Türkiye Sosyalizm, Gelenek yay, s. 48-49
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×