Kendi Sözleriyle Mustafa Suphi

Türkiye komünist hareketinin tarihinde önemli eksikliklerden biri teorisyene sahip olmayışıdır denebilir. Komünist hareket önemli stratejistlere ya da siyaset adamlarına sahip olmuştur ancak teoriyi yeniden üretmek ve ideolojik girdiler yapmak konusunda fazla yaratıcı olamamıştır. Bu nedenle 1990’lara gelinceye kadar komünist hareketin liderlerinin geride bıraktığı önemli bir yazılı külliyat olduğu söylenemez.

Mustafa Suphi bu açıdan bir istisna değildir. Ancak pek çok açıdan, “kısa” komünist hayatına çok şey sığdırdığını söyleyebiliriz. En başta da Türkiye’de ezilenlerin yani işçi ve köylülerin kurtuluşu doğrultusunda büyük bir mücadele sığdırmıştır. Rusya’da komünist olduğu 1915’ten Karadeniz’de boğularak öldürüldüğü 1921 Ocak’ına kadar geçen yıllarda Mustafa Suphi Türkiye Komünist Partisi’nin (ya da o zamanki adıyla Fırkası’nın) kuruluşuna öncülük etmiş, Rusya ve Kafkaslardaki Türkler arasında sosyalist düşüncenin örgütlenmesi için çalışmış, Rusya’daki Türk savaş esirlerini örgütleyerek bir Kızıl Ordu birliği kurulmasını sağlamış, Yeni Dünya adlı sosyalizm propagandası yapan gazetenin Bakü ve Kırım gibi Sovyet şehirlerinde çıkartılması ve Türkiye’de dağıtılması için çalışmıştır. Mustafa Suphi’nin belki de en önemli eylemi, 1920 sonunda, yeni kurulan TKP’yi Türkiye’de sürmekte olan ulusal kurtuluş mücadelesinde etkin bir özne yapmak ve Türkiye’de komünist hareketi kitlelerle buluşturmak üzere, Rusya’daki parti kadrolarının Türkiye’ye dönüşüne öncülük etmesidir. Iyi bilindiği gibi bu girişim ulusal kurtuluş mücadelesinin burjuva aktörlerince bir katliamla engellenecektir.

Mustafa Suphi’nin komünist oluşu ve komünist kimliği Ekim Devrimi ve Sovyet deneyimi ile yakından ilişkilidir. Mustafa Suphi 1915 yılında Rusya’da bizzat Bolşevikler tarafından mücadeleye örgütlenmiştir.1 Aşağıda tam metni yer alan, Bakü Kongresi’nde Türkiye Komünist Teşkilatı Merkezî Heyeti’nin faaaliyeti hakkında yaptığı konuşmada Mustafa Suphi, “Vaktiyle memlekette halkçılık ve sosyalistlik hayaline hizmet edip belâdan belâya uğrayan ve nihayet muhaceret ve esaret yoluyla bu işçiler kafilesi arasında çalışmaya mecbur olan muallim, muharrir inkılâpçı” Türklerin 1915’te Ural’daki fabrika ve demiryollarında çalışırken Bolşevikler tarafından nasıl örgütlendiğini anlatırken, aslında bir yandan da kendi hikayesini anlatmaktadır.

1914 yılında Rusya’ya gelmeden önce2 Mustafa Suphi tam anlamıyla bir Osmanlı aydınıdır. 20. yüzyılın başında, Osmanlı aydınının tipik özellikleri, yarı-sömürge haline gelmiş Osmanlı İmparatorluğu’nun kurtuluşu çarelerine kafa yorması, bu çareler arasında en çok milliyetçilik seçeneğine meyletmesi ve sosyalizm gibi sınıf karşıtlığı içeren (diğer bir deyişle burjuvaziyi ve zenginleri karşısına alan) ideolojilerden uzak durmasıdır. Zaman zaman Mustafa Suphi’nin komünist kimliğinin karşısına önceki dönemdeki bu fikirleri çıkartılarak komünizme olan inancı sorgulanmak istenmiştir. Oysaki Mustafa Suphi’nin Ekim Devrimi sonrasında yaptığı konuşmalarda ve yazdığı yazılarda komünist olurken yapmış olduğu tercih çok açık bir şekilde görülür: Osmanlı topraklarında ya da yeni adıyla Türkiye’de kurtuluş, işçilerin ve fakir köylülerin öncülük edecekleri bir sosyalist devrimle mümkündür. Onu, ulusal kurtuluş mücadelesi sırasında Bolşeviklerin desteğini sağlamak için Sovyetler’deki yeni düzene sempati besliyormuş gibi görünen İttihatçı ve Kemalist kadro ve aydınlardan ayıran da budur: Mustafa Suphi ideolojik ve teorik olarak sosyalizmi benimsemiş ve bunun için mücadele etmeye karar vermiştir. Onun için memleketin yabancı işgalinden kurtulması nihai bir amaç değil, işçi sınıfının iktidarı için bir zorunluluktur. Her türlü tehlikeyi göze alarak 1920 yılında memlekete dönme kararı da bundan kaynaklanmaktadır.

Yukarıda da değindiğimiz gibi, çok sayıda olmasalar da Mustafa Suphi’nin yazı ve konuşmalarında bunları görmek mümkündür. Dolayısıyla, Mustafa Suphi üzerine yazılan efsanelerin3 önemli bir bölümünü yalnızca kendi sözlerini birinci elden okuyarak bertaraf etmek de. Bu yazılarda önemli teorik değerlendirmeler ya da Türkiye’de sosyalist devrim stratejisine dair derli toplu düşünceler aramak boşuna olur. Bunlar yakıcı bir mücadelenin hızlı akan günlerinde yazılmış ya da söylenmiş sözlerdir. Ancak aşağıda bir kaç örneğini sunacağımız bu yazı ve konuşmalarda çok net olarak ifade edilen öğeler şunlardır: sosyalist devrim arayışı, doğunun ezilen halklarının ve anti-emperyalist mücadelenin önemi, burjuvazi karşıtlığı ve onların siyasi temsilcilerine duyulan öfke, iktidar perspektifi, sosyalizm deneyiminin ya da Sovyetlerin korunmasının önemi, örgütün ve örgütlenmenin önemi.

Osmanlı aydını, İttihatçı ya da daha sonra Kemalist, sosyalizme özel bir sempati duymamış, pragmatik sebeplerle Boşeviklere ya da Sovyetlere sempati beslediği durumlarda da hiçbir zaman sınıf karşıtı, patron ve zengin düşmanı bir tutum sergilememiştir. Mustafa Suphi ise aşağıda tam metni verilen, 1918’de Türk Sol Sosyalistleri Kongresi’nde Türkiye’deki işçi ve köylülere mücadele çağrısı yaparken şöyle seslenir: “Türk, Müslüman, ecnebi, her ne olursa olsun büyük veya küçük sermayedar ve zenginlerle birlik ve ittifak yapma!”

Mustafa Suphi’nin teorik ve programatik anlayışı tartışmalı yönler de barındırır. Örneğin, program tartışmasında, aşağıda görüleceği üzere Mustafa Suphi özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasından bahsederken küçük esnaf ve çiftçinin mülkiyetine dokunulmayacağı güvencesini verir. Bu açıdan bakıldığında, kendisinin tam anlamıyla bir marksist olmaktan daha çok4 yanıbaşındaki Lenin’den ve özellikle de emperyalizm çözümlemelerinden daha fazla etkilendiğini söyleyebiliriz. Yüzyılın başında Türkiye’de sosyalist devrimi düşleyenler büyük bir açmazla karşı karşıyadır. Marksist anlamda bakıldığında Türkiye’de işçi sınıfı son derece az sayıdaydır ve varlığı neredeyse İstanbul ile sınırlıdır. Bu koşullarda, işçi sınıfını merkeze koyan bir örgütün memlekete baktığında devrimi çok uzaklarda görmesi beklenir. Ancak emperyalist müdahaleler ve sosyalist bir ülkenin varlığı bu tabloya çok farklı bir gözle bakmayı mümkün kılmaktadır. Lenin’in Komintern’in İkinci Kongresi’nde ifade ettiği gibi emperyalist savaş emperyalizme bağımlı ülkelerin halklarını tarih sahnesinde öne itmiştir ve işçiler olmasa da bu ülkeler yoksul köylüleriyle Sovyetlerin açtığı yoldan ilerleyebilir. Bu ülkeler devrimin ekonomik koşullarının yani kapitalizmin gelişmesini beklemek yerine emperyalizme karşı verdikleri mücadele üzerinden dünya devriminin bir parçası haline gelebilirler.5 Mustafa Suphi de İngiliz ve Fransız emperyalizminin işgali altındaki Türkiye’ye ve ülkede verilen ulusal kurtuluş mücadelesine böyle bakmakta ve burada Lenin ile aynı olanakları görmektedir. Dolayısıyla 1920 yılında komünistlerin görevini şöyle tanımlar:

Komünist Fırkası, içtimai inkılâbı anlayan ve ona bütün varlığı ile bel bağlayan işçi ve rençperlerin bir siyasi teşkilâtıdır. Memlekette mazlum ve işçi, fakir ve işsizler çokluk teşkil etseler de, sanayiin iptidai bir halde olması itibariyle, amelenin proleter teşkilâtına malik ve toplanmış olmamaları, komünistlerin ekaliyette [azınlık] kalmalarını icabetmektedir. Ve yine bu itibarladır ki, Komünist Fırkası, halühazırda inkılâbı yapacak ve idareyi ele alacak büyük bir hükümet fırkası şekil ve mahiyetinde ortaya atılamaz.


Komünist Fırkası memleketin içinde ekalliyeti temsil eden bir fırka halinde teşekkül ile beraber, Üçüncü Enternasyonal’in bir uzvu olarak yeryüzündeki içtimai inkılâbın bir rüknü ve bir amilidir. Ve bu cihetle üstüne düşen vazife büyük olduğu kadar cihanşümuldür. Üçüncü Enternasyonal’in, proletarya teşkilatı zayıf olan Türkiye’de ve Türkiye halindeki bütün şark memleketlerinde takip ettiği noktainazar bilinirse, bu vazifenin derece-i nezaket ve ehemmiyeti bir kat daha takdir olunur. İçtimai inkılâbın mazlum şark memleketlerinden beklediği hareket, zalimlere karşı kıyam ve isyandır. Şarkta uhdesine düşen vazifei celadeti idrak etmiş bir memleket ve bir millet olarak bugün karşımıza çıkan zavallı Türkiye ve fakir Türk Milleti’dir. Demek ki, içtimai inkılâp karşısında Türkiye Komünist Fırkası’na düşen vazifeyi, yağmacı emperyalizmin bütün tazyikatına rağmen ayaklanıp varlıklarını ispat eden Anadolu kıyamcılarına ve kıyamcıları temsil eden Büyük Millet Meclisi Hükümeti’ne samimiyetle müzaheret etmek ve Anadolu’daki bu hareketi şarkın diğer mazlum ve medeni millet ve hükümetlerine bir nümunei imtisal olarak göstermekle hulâsa edebiliriz.”

[Aşağıda tam metni verilen “Büyük Milllet Meclisi Hükümeti ve Komünist Fırkası” başlıklı yazıdan]

Her halükarda Mustafa Suphi’ye göre Türkiye Komünist Partisi bir sınıf partisidir. Ulusal kurtuluş mücadelesi verilmektedir, ancak komünistler bu mücadeleye anti-emperyalizmin ötesinde “milliyetçi” duygularla yaklaşmaz. Ülkedeki tüm emekçileri ulusal değil, sınıfsal çıkarları etrafında birleştirmeyi önüne koyar. Mustafa Suphi bunu parti programı hakkında yaptığı konuşmada net bir şekilde ifade eder:

Fırkamız azatlığı yolunda beynelmilel içtimâî inkılâp hareketine istinad zaruretinin tenevvür ettiği işçi halkımız arasındaki teşkilâtını da beynelmilel esasta yapmağa mecburdur. Fırkamız Türk amele ve rençberlerini mutaassıp Ittihad ve İtilâfçılar veya hain sosyalistler tesiri altından kurtarmağa ne derecede mecbur ise, Türkiye’de yaşayan Rum, Ermeni, Kürt milletlerinin mağdur sınflarmı da Etniki Eterya, Taşnak veya Bedirhan teşkilâtlarından ayırarak menfaat ve maksadı müttehid bir sınıf halinde hem dahilî tufeylilere, hem de istilâcı haricî kuvvetlere karşı birleştirip ayaklandırmak vazifesiyle mahmuldür.”

Şimdi sözü Mustafa Suphi’nin kendisine bırakalım.


Mustafa Suphi’nin 1918 Senesinde Moskova’da Türk Sol Sosyalistleri Kongresi’nde Yaptığı Konuşma

Aziz yoldaşlar,

Beni şu konferansa reis intihabınızdan dolayı büyük teşekkürler ederim. İtimadınıza teşekkürüm resmî değil, pek samimi mahiyettedir. Ben bu içtimaınızı büyük bir kıymeti tarihiye telâkki ediyorum. Çünkü fikimce bu teşkil ettiğiniz heyet tarihte Türk halkının tesiratını hakikaten arz ve temsil eden ilk teşkilattır.

Bugünkü heyetimiz içinde öteden beri tüm inkılap teşkilatlarında olduğu gibi, yalnız münevver ve mütefekkir kimselerin değil, belki doğrudan doğruya zulme ve istisafa düçar olan halk efradından Türk askeri, Türk köylüsü ve Türk işçisi olarak birçok arkadaşların da bulunuşu inkılâp ruhunun Türkiye’de aşağı tabakalara nüfuz ettiğini ve Türkiye’de sosyalistliğin ütopizm, yani hayalperestlik devrini atlatıp bir devri hakikiye girme istidadında bulunduğunu gösterir. Biz bugün Rusya’da, bütün insaniyeti esaretten kurtarmaya çalışan Rusya İnkılâbı Azimi’ne yalnız hayat ve edebiyatla değil, belki fiiliyat ve teşkilâtla koşulmak üzere bulunmuş oluyoruz.

Biz bugün, insaniyetin şu kan ve ateşle kaynayan muhitinde vaziyet almakla, Türklerin heyeti medeniyeyi içtimaiyedeki hak hayatlarından bir ilim, bir işaret yükseltmiş oluyoruz. Biz bugün Rusya İnkılâbının birer mühim amili olan müslüman kuvvelerinin Moskova’daki merkezinde toplanmakla, İslâm âleminin Enternasyonal vakasına olan nazarını da aşikâr meydana koymuş oluyoruz. Bizim bugün tuttuğumuz yoldan daha dün Tatarlar yürümeye başlamışlardı. Yarın da Araplar, Acemler o selâmet şahranını tutacak ve bütün âlemi islâmiyet böylece hakiki kardeşlik, hakiki birlik, hakiki azatlık yoluna girmiş olacaktır.

Yaşasın bütün dünyanın müslüman işçi ve köylü halklarını birbirine bağlayan Rusya inkılâbı!

Yaşasın kızıl ışıkları insaniyet ufkunda görünmeye başlayan Üçüncü Enternasyonal!

Mustafa Suphi ve Yoldaşları: 28-29 Ocak 1921’i Unutma.
3. basım. İstanbul: Güncel Yayınlar, 1977. (59-60)


Sosyalizm İçin Cidal [Mücadele]

Türkiye’nin mazlum işçi ve köylülerine,

1. Ancak sermaye, para tahakkümünün devrilmesi ve yalnız sosyalizm inkılâbının bütün cihana yayılması, sana tam ve sağlam bir hürriyet verecektir Sen ancak, sermayedarların, toprak sahiplerinin, paşa ve ağaların nüfuz ve tahakkümünü yıktığın ve bütün kuvvetinle sosyalizm inkılâbını kendi memleketinde müdafaa ve neşrettiğin takdirde, beynelmilel inkılâbın ilerlemesine yardım etmiş olursun.

2. Türk, Müslüman, ecnebi, her ne olursa olsun büyük veya küçük sermayedar ve zenginlerle birlik ve ittifak yapma!

3. Beynelmilel cihangirlik ve emperyalizme elinden geldiği kadar karşı dur. Memleketin içinde hiç bir bölük ecnebi askeri kalmasın.

İngiliz ve fransız emperyalistlerine ve onların yardımcısı, yardağı olan Yunan Ordusu›na bir karış verme. Onlara hiç bir demiryolu, hiç bir fabrika, hiç bir liman, iskele terketme. Ecnebi madrabazlarının, senin kanını emen bölüklerin memlekette dolaşmasına karşı dur.

4. Fransa, İngiltere, Amerika emperyalistlerinin yapacağı sulhtan sakın ve bil ki, onların isteyecekleri tazminat ve eski borçlara dair ortaya koyacakları hesaplar, senin belini bükecek ve elinde, avucunda ne varsa, hepsini kaybedecektir.

5. İnkılâp düşmanlarıyla uzlaşmaya razı olan ikiyüzlü ihanetlere ve Fransızlar tarafına geçmeyi yahut onlarla beraber diğer devletlere karşı «millî muharebe» açmayı kabul ve müdafaa eden riyakâr dolandırıcılara el verme. Memleketini yeniden emperyalist muharebesine sokmaktan ve ana toprağını yeniden siperlerle, tranşelerle sardırarak bağrını yırtmaktan hazer et. Kendi galibiyetleriyle İngiltere ve Fransa’da inkılâbı durdurmağa ve Alman, Macar inkılâbını da semeresiz bırakmaya kasteden Lloyd George’lara ve Clemenceau’lara yardım etme.

6. Sermayedarlar, generaller, papazlar ve mutaassıp mollalarla birlikte işçi halka karşı giden ve Rusya İşçi Halk Cumhuriyeti’ni yıkarak onun yerine zenginler, sermayedarlar cumhuriyetini veya daha doğrusu Çarlar devletini kurmak isteyenlerden kaç! Bunlar bütün dünya işçi halkını kesip doğradıktan sonra şimdilik kendilerine meyil gösteren ikiyüzlü sosyalistleri dahi çiğneyip geçecek ve sermayedarların, çiftlik ağalarının tapındıkları müstebit padişahın, kralın, çarın tahtını ensene bindireceklerdir.

7. Emperyalist hükümetlerin bugün milletimiz ve hukukumuz üzerine taarruz eden ordularına karşı muharebeye kalk! Fransızların parayla satın alarak üzerimize yolladıkları bütün alçak kuvvetlere silah çek!

Fakir işçi halk,
Silahını eline al! Tüfek atmasını biliyorsan, silahını temiz tut. Atmasını bilmiyorsan, gizli talim bölüklerine git, yazıl.

8. Fakir işçi halk!
Elindeki tüfeği yalnız üstümüze yürüyen düşmana değil, cihad ve inkılâp meydanından kaçarak halka ihanet edenlere ve sermayedarların, zenginlerin işine faide getirenlere atmaktan çekinme!

9. İnkılâp cephesini ve arkadaşlarımızın kendi aralarında verdikleri kardeş sözünü tutmalarını teşvik et ve onlara bu yolda örnek için kendi emniyetli, imanlı arkadaşlarını zalimlere karşı duran müdafaa çetelerine gönder. İnkılâpçıların bugün yapacakları iş, gelecekteki Türkiye Kızılordusu’nun kuvvetli temelini kuracaktır.

10. Fakir ve zahmetkâr yoldaş!
İyi bil ki, büyük zenginler, müstebit paşalar ve ağaların keselerinde Fransız ve İngilizlerden aldıkları pek çok altınlar vardır. Onlar bu altınla, sana karşı kuvvet hazırlamaya, seni ezmeye çalışıyorlar. Fukara halkın işine, onun kurduğu ve kuracağı hükümete karşı duranları kurşuna diz. İşçi ve köylü meclislerine karşı her el kaldırana on kurşunla cevap ver.

11. Fakir ve mazlum Türk rençperi! Sabrettiğin yetişir! Umum dünya inkılâbının arifesindesin. Kendi hakkını alacağın zaman da kalk. Kendini göster. Türkiye’nin zulüm ve kahır içinde yaşayan diğer halklarına elini uzat. İşçi ve köylü meclislerini, kendi hükümranlık ve saltanatını kur.

Rusya’da işçi kardeşlerin hükümeti ele aldı. Fakat şunu da bil ki, sen daha galip değilsin. Türkiye’de burjuvazinin, zenginlerin gözleri, Fransız, İngiliz kasasından ümidini kesmedi. Düşman son derece şeytan ve kuvvetli.

12. Ey Türkiye’nin mazlum işçi ve köylüleri!
Evvelahir bir şeyi hatırından çıkarma:
Avrupa ve Türkiye’deki bütün sermayedarlar, zenginler, paşalar, ağalar, papaz ve mutaassıp mollalar, büyük zabitler Türkiye’de hükmettikçe sermaye ve para esirliği ortadan kalkmaz ve işçi köylü halkı kendi devlet ve hâkimiyetine nail olamaz.

Haydi eline silahı al. Bütün dünya fakir ve mazlum işçilerinin başladıkları sosyalizm cihadında ileri saflara yollan!

Mustafa Suphi ve Yoldaşları: 28-29 Ocak 1921’i Unutma.
3. basım. İstanbul: Güncel Yayınlar, 1977. (60-63)


10 Eylül 1920’de Başlayan Bakü Kongresi’nde Mustafa Suphi’nin Türkiye Komünist Teşkilatı Merkezî Heyeti’nin Faaaliyeti Hakkında Konuşması

Türkiye Komünist Teşkilâtı’nın faaliyeti hakkındaki layihayı esas itibarıyla ikiye ayırmak lâzım gelir: Biri «tenevvür» [aydınlanma], diğeri de «teşekkül» [şekillenme] devri.

Tenevvür devri: Bu devrin mahiyetini, manasını anlamak için Rusya’da inkılâbın henüz başlamadığı zamanlara kadar geri gitmelidir.

Cihan Harbi’nin zuhuru ile memleketimizin mağdur sınıflarından yüzbinlerce amele ve rençperlerin asker sıfatıyla Rusya’ya esir düşerek Sibirya, Türkistan, Kafkasya ve nihayet İdil-Ural boylarındaki demiryol, fabrika ve köy işlerinde havahe zahvahe çalıştırılmaları, esasen hayatta zahmetle yoğrulmuş Türkiye işçileriyle Rusya proletaryası arasında dostluk ve yakınlık husulüne vesile oluyor.

«15 Temmuz» İnkılâbı›ndan beri açılan harp sahnelerinde facialı roller oynamaya mahkûm edilen Türk rençperi ve askeri, bu temastan büyük feyizler alarak sınıfî mübarezede Rusyalı amele yoldaşlarla beraber harekete başlıyorlar.

Ücret ve iş müddeti hakkındaki hareketlere, tatili eşgallere iştirak ederek arkadaşlarının itimad ve muhabbetlerini celbediyorlar. Vaktiyle memlekette halkçılık ve sosyalistlik hayaline hizmet edip belâdan belâya uğrayan ve nihayet muhaceret ve esaret yoluyla bu işçiler kafilesi arasında çalışmaya mecbur olan muallim, muharrir inkılâpçılarımızdan bazı gençler ise, hem amele ile beraber taş taşıyıp çalışarak kapitalizmin ve harpten doğan gaddarlığın ağırlıklarını bizzat kendi hayatlarında hissediyorlar. Tufeyli unsurlara, umumiyetle işleticilere karşı kaynamakta olan düşmanlık duygularının sınıfî inkılâba esas olabilecek derecede tebarüzüne şahit oluyorlar. İşte bu gibi tesirat iledir ki, Rusya›daki Türk amele ve rençperleriyle Bolşeviklerin münasebeti, 1915 senesinden itibaren başlamış ve umumiyetle sermayedarlığa, Çar saltanatına ve nihayet Avrupa Harbi›ne karşı teşvikatta bulunan Bolşevik edebiyatı Türkler arasında büyük bir revaç kazanmıştır. Bu edebiyatın iki sene zarfında amele gruplarında dağıtılarak gizli köşelerde tercüme ve tebliğ edilmesi sayesinde mağdur ve mutaassıp rençper ve askerlerimizin kendi gaddar ve vahşi kuvvetlerimize, zalim hükümet ve hükümdarlarımıza, şan ve şöhret düşkünü müfteri paşalarımıza karşı söz söylemek imkânı hasıl olmuştur.

1917 senesi şubatında Rusya’da başlayan inkılâbın Kerenski zamanına ait ilk kısmında bu gizli faaliyet daha açık bir şekle girerek, bolşeviklerin şehir ve köy işçi ocaklarında inkılâbı içtimainin yaklaştığına dair açıktan açığa tebligat devri başlamış ve Türk bolşevikleri de gerek kendi hemşehrileri ve gerekse müslüman ahali arasında marksizm ve komünizm hakkında konferanslar tertip etmiştir.

Teşrinievvel vekayiinin başlamasıyla fabrikalarda ve diğer iş ocaklarında çalışan Türk işçilerinin topluluklarına halel gelerek herkes ele geçen fırsat ve hürriyetten faydalanıp memleketlerine gitmek üzere türlü yerlere dağılıyor, evvelce bolşeviklerle münasebet peyda edenler, içtimai inkılâbın payitahtı kırmızı Moskova’ya geliyorlar ve buradaki Tatar inkılâpçılarıyla kolkola vererek 1918 senesinin ilk aylarında Osmanlı şivesinde olarak «Yeni Dünya» Gazetesi’ni çıkarmağa başlıyorlar. Yeni Dünya’nın intişara başladığı tarih, bolşevizmin Rusya’da tevessü ve taammümü ile Rus askerlerinin Kafkasya’dan ric’ate ve bu fırsattan istifade eden Osmanlı ordularının Kafkasya’yı istilâya başladıkları devre tesadüf eder. Osmanlı Ordusu, Bakû gaz madenlerini ele geçirerek diğer taraftan Almanlarla beraber Dağıstan, Kuban ve Ukrayna üzerine tesirler yaparak inkılâpçı Rusya’yı ışık ve ekmekten mahrum etmek tehdidini ika ediyorlar.

Osmanlı Hükümet ve ordusu başında bulunan İttihat ve Terakki Fırkası’nı Türk ve Müslüman memleketlerine ait istilâ ve ittihat hırsları da bütün şark memleketlerine sirayet ederek, müslüman kuvvetlerinin azadlığını Osmanlı istilâsında gördükleri bu devir, Türkiye Bolşevikleri için muhit faaliyetlerinde en ziyade sıkıldıkları bir zamanı hatırlatır. Mamafih Yeni Dünya Gazetesi, bir taraftan Alman kılıncına dayanan bu istilâ hareketinin memleketi ve mazlum halkı pek tehlikeli uçurumlara götürmekte ve azadlığın ancak Rusya gibi Avrupa proletaryası arasında da içtimai inkılabın kıyamına bağlı olduğunu söylemekten, diğer taraftan ise, bu tehlikeyi bir türlü görmek istemeyen paşalar hükümetinin memleket ve halka reva gördükleri zulümleri tebliğden hali kalmamaktadır.

Brest-Litovski Muahedesi’ni imza eden o zamanki muzaffer Türkiye’nin Moskova’daki Sefiri Galip Kemali Bey’in Yeni Dünya ve muharriri aleyhinde verdiği üç muhtıra ile protesto, tutulan bu irşad ve muhalefet yolunun tarihî vesikalarını teşkil eder.

Mamafih şunu da derhal söylemelidir ki, hakikatin karanlıklar içinde kaybolduğu bu dar ve müziç devir, bize, en iyi ve maksada en sadık arkadaşları vermiştir. Muhtelif usera (esirler) karargâhlarından çıkıp Kazana gelen felâketzede arkadaşların ilk müşaveresi, 25 Temmuz 1918 Moskova’da Türk Sol Sosyalistleri Kongresi’ni davet etmiş ve bu konferans «Türkiye Komünist Teşkilâtı»nı doğurmuştur.

İkinci devir: Tenevvür devri burada biterek konferansın seçip ayırdığı merkezî heyet doğrudan doğruya teşkilât işlerine girişiyor. Konferansın verdiği istikametler:

1. Rusya ve Türkiye’deki amele ve rençper ve askerlerimiz arasında tebligat ve teşkilât, içtimai inkılap cephesinin fikren ve fiilen müdafaası,

2. İlk müsait fırsatta Türkiye’nin de celbolunacak vekillerinden mürekkep ilk Türkiye Komünist Kongresi’nin davet ve celbi, «teşkilâtın fırka haline getirilmesi» suretinde konferanstan sonra, teşkilâtımız Rusya Komünist (Bolşevik) Fırkası’yla daha yakın münasebete girişmekle beraber; benim bütün Rusya Müslüman İşleri Merkezi Heyet idaresinde aza ve beynelmilel şark tebligat ve neşriyat şubesinde reis olmaklığım, bütün faaliyetimizin Rusya’daki Müslüman işleriyle beraber ilerlemesine sebep olarak merkezî heyet ilk teşkilât devrinde bütün maddi ve manevi vesaitini müslüman işleri komiserliğinden alıyor, kuvvetinin mühim bir kısmını müslümanlar arasında küflenmiş fikirlerin yıkılarak inkılâp ruhunun yükselmesine sarfediyor; bu meyanda Türk komünistleri, Tatar sosyalistlerinin Kazan’da davet edilen ilk konferansına iştirak ile ilk programının tertibine fiilen iştirak ettiği gibi bütün Rusya komünist teşkilâtlarının Moskova’da açılan birinci kongresine de altı vekil vermeğe muvaffak olmuştur.

Mustafa Suphi ve Yoldaşları: 28-29 Ocak 1921’i Unutma.
3. basım. İstanbul: Güncel Yayınlar, 1977. (94-98)


Kongre’de Mustafa Suphi’nin Türkiye Komünist Fırkası’nın Programı Hakkında Yaptığı Konuşma

Kapitalizm idare-i zulmânesine karşı şimdiye kadar hudut ve millet tanımaksızın Rusya’da, Almanya ve Macaristan’da, muhtelif şark ülkelerinde ve nihayet Türkiye’de icra-i faaliyet eden arkadaşlarımızı, memleketimizi iş görmeye davet ve bir merkez etrafında toplamağa sevk edecek âmil şüphesiz ki muayyen esaslarda takip olunacak bir programdır. Bugün biz böyle bir program lâyihasını muhterem kongreye arz ile mühim ve tarihî bir vazifenin ifasına girişiyoruz.

Türkiye Komünist Fırkası’nın programını tetkik ederken bunu iki kısma ayırmak lâzım gelir. Biri: Programa mukaddime ve esas olacak bazı tezler, diğeri asıl program.

Mukaddime ve esaslardan bahs ederken, bir kere Türkiye Komünist Fırkasının beynelmilel içtimâi [toplumsal] hareketine istinad ve aynı zamanda müzaheret eden inkılâpçı bir fırka olduğunu hiçbir dakika hatırdan çıkarmamak lâzım gelir.

Yalnız, Türkiye’deki amele ve rençbere istinad edecek her hangi bir hareket ile Avrupa ve Amerika burjuvazisine mukavemet etmek, işçi halkı esaret zincirlerinden kurtarmak mümkün değildir. İçtimaî inkılâp esasları bilhassa kapitalizmin büyük roller oynadığı Avrupa ve Amerika sınaiyat muhitinde tekemmül etmiş, her türlü kuva-yı istihsaliyeyi ihsan altına alan bu memleketler sermayedarlarına karşı koyacak kuvvetli işçi sınıfları da oralarda vücuda gelmiştir. Rusya ve Avrupa proletaryasının sermayedarlığa karşı kıyam ederek kısmen hâkimiyeti eline aldığı bu devirde, herhangi bir amele ve köylü fırkasının bu beynelmilel hareketten tecerrüdleri, müdafaasını üzerine aldığı mazlum sınıfı devletliler hesabına satıp işletmekten başka bir mânâ ifade etmez. Biz karşımızda duran tarihî devrin içtimaî inkılâp devri olduğuna kailiz. (Alkış.)

Türkiye sınaiyat itibariyle zengin ve proletarya memleketi sayılmasa da, bütün mâ-hasıl-ı mesaîsini Avrupa ve Amerika kapitalizmine rehin etmiş, son asır içinde emperyalizm ve istilâ hareketine hedef olarak, Harb-i Umumîyi müteakip nihayet her türlü hükümet teşkilâtı ihlâle uğrayarak, zulme, inkâra karşı ayaklanmış bir halkı temsil etmiş olmaklığı itibariyle, içtimaî inkılâpta muayyen bir role, bir hisseye mâliktir. Türkiye gibi bütün şarkta da bugün millî şekilde görünen kıyam [ayaklanma] hareketleri, proletarya hareketi saha-i faaliyetini genişlettikçe içtimâî bir mahiyet almak zaruretindedir. İstanbul ve Anadolu’da daha pek mükemmel olmayan işçi sınıflarının iz’ânında bolşevizme müzaheret şeklinde beliren hareket ve tenevvür, bunun maddî ve haricî mukaddemesini teşkil eder.

Fırkamız azatlığı yolunda beynelmilel içtimâî inkılâp hareketine istinad zaruretinin tenevvür ettiği işçi halkımız arasındaki teşkilâtını da beynelmilel esasta yapmağa mecburdur. Fırkamız Türk amele ve rençberlerini mutaassıp İttihad ve İtilâfçılar veya hain sosyalistler tesiri altından kurtarmağa ne derecede mecbur ise, Türkiye’de yaşayan Rum, Ermeni, Kürt milletlerinin mağdur sınflarını da Etniki Eterya, Taşnak veya Bedirhan teşkilâtlarından ayırarak menfaat ve maksadı müttehid bir sınıf halinde hem dahilî tufeylilere, hem de istilâcı haricî kuvvetlere karşı birleştirip ayaklandırmak vazifesiyle mahmuldür. (Alkışlar.)

Fırkamız her ne nâm altında yaşarsa yaşasın, bu idrake mazhar olmadıkça beynelmilel mübareze cephesinde iş görmeğe ve “Enternasyonal” muhitinde kuvvetli müteneffiz bir mevki tutmağa liyâkat kazanamaz.

İçtimâî inkılâp gibi; inkılâbın bütün dünya burjuvazyasına galibiyetten çıkan komünizm tatbikatı da beynelmilel mahiyeti haizdir. Bu istihsalin geçirdiği son inhisar devrinin bir netice-i zaruriyesidir. Sendika, tröst ve karteller elinde büyük sanatların toplanması, hudut ve memleketleri birbirine bağlayan böyle ahenin istihsal ve inhisar birlikleri vücuda getirmiştir. Şarkın ham eşyası ile Garbın mahsulâtı da yine öyle bir kül teşkil ediyor, onun için Komünizm tatbikatında da âlemşümul bir mahiyet ve zaruret vardır. Ve onun için medeniyet ve refahın fen ve sanatla mütevaziyen, yeryüzündeki insanlar arasında tevzî ve tamimi işini yine Komünizm yapabilecektir. Bu sebepledir ki, devr-i intikali temsil eden içtimâî inkılâp devrindeki buhranlarla Komünizm tatbikatının hedeflerini biribirine karıştırmayarak, bu farkların halka tebliğ ve tenviri, fırkamızın en mühim vazifesini teşkil ediyor.

Bizim programımıza mukaddeme olarak tavzih ve tetebbuuna muhtaç olduğumuz maddelerden biri de, Türkiye gibi Avrupa kapitalizminin pençesinde ezilen memleketlerin burjuvazya demokratlığı ile kurtulmaya muvaffak olamayacağı meselesidir.

Kapitalizm, istihsali büyük şirketler vasıtasıyla inhisar haline getirmekle maddeten ikbâli devrinin en yüksek mertebesine çıkıyor. Filvaki, kapitalizmin bidayet-i inkişafında Garbi Avrupa millet ve memleketleri arasındaki hudutları birleştirerek, siyasî ve iktisadî büyük vâhid-i kıyaslar vücuda getirmiş ve sonra garp medeniyeti nâmı altında malûm olan manzume-i muaşereti doğurmakla, tarihinde mühim bir rol oynamış oluyor. Ancak, kapitalizm her ne şekil ve surette olursa olsun, bu medeniyeti daha ilerilere doğru neşr ve tamim etmek kuvvetini şimdi tamamiyle kaybetmiş, harb ve istilâ ile me’lûf tahripkâr bir devreye ayak basmıştır. Avrupa ve Amerika’nın Uzak ve Yakın Şarkta takip ettiği faciakâr siyaseti burada sayıp dökmeye lüzum yok.

Ancak, silâh tehdidi altında ispirto, esrar, afyon satan, kendi memleketlerinden kovduğu heyet-i içtimâiyenin muzir efradına, müteferris ve katillere, hilekâr rahiplere müstemlekelerde yer veren, bu memleketler ahalisini her vasıta ile ırken, medeniyeten ve iktisaden sukut ve zevaline doğru muntazam bir usul ile çalışan bir medeniyetin en iptidaî ve basit tezahüratını hatırlamak, asıl ve mahiyeti hakkında bir fikir vermeye kâfidir. Hülâsa, denilebilir ki, sermayedarlık medeniyetinin son devirde vücuda getirdiği iktisadî mutlakiyet, Şark için ucuz fiyatla ham malı memleket ve halkımızdan zabt etmek ve pahalıya satmak şartıyla çürük mahsulâtı yine bizlere zorla kabul ettirmekten başka takip ettiği bir maksat yoktur. Son kırk yıllık müstemlekâtçılık faaliyeti neticesinde ve bilhassa Avrupa Harb-i Umumîsinden sonra, hudud-u siyasiyesi bir kat daha belirmiş olan bu şartlar içinde, burjuvazyaya müstenid herhangi bir hareket Şarkın zavallı millet ve memleketlerini kurtarmak kabiliyetini kaybetmiştir, ve onun için bütün ümit ve istihsâl dünyanın bütün mazlum sınıf ve milletleri ile birleşerek zulüm dünyasını yıkmaya çalışan hakiki hars ve medeniyete doğru ilerleyen inkılâpçıların ve bu inkılâpçıları ağuşunda toplayan Komünist Fırkasınındır. (Sürekli alkışlar.)

Mukaddemeye girecek ve program için fikri hazırlayacak maddelerden biri de mülkiyet meselisidir. Esasen, mülkiyet, devr-i hâzırdaki şekliyle bir hak olmaktan ziyade, bir hurafe mahiyetini arz ediyor. Sây ve teşebbüsten ziyade hilekârlıkta, hırsızlıkta usta olanlar az zamanda büyük mülkdâr oluyor ve bundan sonra bir sürü mirasyediler işçi milletin sırtında -hiçbir iş görmeksizin- yaşamak hakkını kazanıyorlar. Bugün proletaryanın esaret ve mahkûmiyetine, Şark ve umumiyetle müstemleke milletlerinin sefalet ve mazlumiyetine temel taşı işini gören müessese bu “mülkiyet” hakkıdır. Yeryüzündeki bütün fesat ve davalar hep bu mülkdârlık etrafında dönüp dolaşmaktadır. İnsanlar arasında lâhûti ve tam mânâda müsavat ve adaletin hükmetmesine taraftar olan komünistler, umumiyetle vesait-i istihsaliyeyi devlete bağlamakla zengin ve fakirler arasında bir tesviye muamelesi yapmak istiyorlar. Öyle bir tesviye ki, artık zengin başını kaldırıp kendi emeğiyle geçinen işçinin elinden malını gasbetmeye, ve onun sırtında yaşamaya imkân bulmasın, kendisi de yaşamak için küreği, sabanı alıp çalışmaya başlasın. Ancak, şu eski şekildeki mülkdârlığın lâğvı ve Komünizmin tesisiyledir ki cemiyet-i beşeriyede işletici tufeylî fertler gibi, gaddar müstevlî devlet ve hükümetler de mahvedilmiş ve yeryüzünde beynelbeşer ve beynelmilel bir kardeşlik kurulmuş olacaktır. (Sürekli alkışlar.)

Mülkiyetin ilgasından çıkan tatbikî neticeleri program tafsilâtında göreceğimiz veçhile, bilhassa işletici, büyük mülkdârlara tesir etmektedir. Yoksa, kolunun gücüyle geçinen rençber bundan bir şey kaybetmeyecek, belki birçok kazanacaktır. Meselâ, toprak, bu toprağı işleyen köylünün elinde mülk olarak kalacağı gibi köylünün büyüyen evlâtlarına da bizzat işlemek şartıyla yeni toprak hisseleri verilecektir. Küçük sanatkârlar da başkalarının emek mahsulünü gasb etmemek şartıyla devletinin yardımını görecek ve evvelemirde kooperatifler içinde birleşerek fen itibariyle sanatı ilerletebilecektir. Demek ki, mülkiyetin ilgasında Komünistler karşılarında yalnız işletici ve faizci mülkdârlar sınıflarını görecekler, küçük mülkiyet sahibi işleticilerle küçük sanatkârlar kendilerine zahîr olacaklardır.

Miras meselesi de mülkiyet ile beraber halledilmiş oluyor. Tatbikatta işçi halkın ev eşyası evlâd- ı âyâline geçtiği gibi, imar edilen tarla ve sabanı işçinin ölmesiyle tercihen bu işçinin evlâdına veriliyor. Küçük tezgâhlarda da aynı muamele yapılıyor.

Böylece olunca arkadaşlar, bizim takip ettiğimiz maksatların tatbik olunamaz bir hayal değil, belki mağdur amele ve rençberleri açlık ve kulluktan kurtaran, refah ve medeniyete, hayata çıkarabilecek yegâne bir yol, hem hak ve adalet yolu olduğunda bir an bile tereddüt etmek büyük bir günahtır. Ancak, bu yola gidebilecek insanların ruhlarında mukaddes bir ateşin de yanmağa başlaması şarttır. İnkılâp ateşiyle müteharrik olmayan insanlar, bizim yolumuzda bir adım bile ilerleyemezler, sağa sola sarsılıp sendeleyerek sukut ederler.

Tunçay, Mete. Türkiye’de Sol Akımlar, 1908-1925.
İstanbul: B.D.S. yayınları, 2000. (296-297)


Bakü Kongresi’nin Kapanış Konuşması

Teşkilât devirlerini geçiren ve şimdiye kadar birer grup halinde yaşayan Türkiye komünistleri, bu kongreden müteşekkil ve müttehit bir fırka olarak çıkmakla, yeni bir devre-i hayata ayak basıyorlar. Fırkanın önünde duran birinci vazife: Bundan sonra memleketimiz amele ve fukara rençperleri arasında fikrimizi kuvvet ve süratle neşrederek halkın mukadderatını kendi eli ne verecek sebep ve kabiliyetleri hazırlamaktır. Türk komünistleri üç seneden beri Rusya içtimai inkılâbı içinde birçok safhalardan geçtiler.

Zaman oldu ki, karşımıza çıkan kara fikirli mürteciler, Türkiye’de amele ve rençper sınıfının mevcut olmadığını, olsa bile, hammalların memurlardan iyi yasadıklarını söylemekten utanmadılar. Son zamanlarda ise, bilhassa İstanbul, İzmir, Konya, Erzurum, Ankara ve Eskişehir’de vücuda gelen amele ve rençper namı altında inkılâpçı mühim bir sınıf yaşıyor. Ümitvarız ki, İstanbul ve Anadolu rençperleri yakında müstevli ve zalım bütün kuvvetleri toplayarak hayat ve mübareze faaliyetini kendi kollarına almak iktidarını göstereceklerdir.

Zaman oldu ki, Türkiye amele ve rençperleri, müstebit vali, hakim ve paşalar karşısında söz söylemek cesaretini bile gösteremezdiler; fakat son vekayi gösteriyor ki, İstanbul Hükümeti›nin ve padişahın İngilizlerle birleşerek memleketi sattıklarını halk pek iyi anlıyor; Türkiye›nin mazlum amele ve rençperler ve askerler, bu alçaklığa, bu hıyanete karşı, süngüsünü oradaki ağa ve paşaların göğsüne çevirmiş, muharebe ediyorlar. (Alkışlar)

Ve nihayet zaman oldu ki, arkadaşlar, Türkiye’de komünist teşkilâtı olamaz, dediler; fakat, Türkiye’nin muhtelif şehirlerinden gelen komünist vekiller, bunun aksini ispat ettiler; Türkiye’de amele ve rençper komünist teşkilâtı gittikçe genişliyor ve kuvvet kespediyor. Şimdi Komünist Fırkası’nın müstemlekeci kuvvetleri ezmeye azim işçi halka rehber olacağına hiç şüphe edilemez. (Alkışlar)

Komünizm mübeşşirlerinden Engels, bir eserinde diyor ki: «Yeryüzündeki teknika zulme alettir. Zaman gelecek ki, teknikanın terakkisi eseri olarak yeryüzünü kan deryaları alacak ve zalim imparatorların taçları bu kan deryasına yuvarlanacak, bu tacı yerden kaldırıp başına koymaya cesaret edecek bir adam bulunamayacaktır.» İşte, bu devir hulul etmiştir: Rusya’da Almanya’da, Avusturya’da, Türkiye’de, çarlık, imparatorluk, padişahlık artık bir daha necat bulunmayacak tarzda yıkıldığı halde, hiç kimse cesaret edip de, o taçları başına geçiremiyor.

Vaktiyle halka zulmedenler, bugünkü amele ve rençper inkılâbı huzurunda diz çökerek mazlum halka taraftar ve hizmete amade gözüküyorlar. (Alkışlar)

Memleketimizde her türlü derece ve sınıf ahit ve yalanlarının yerinden oynadığı böyle bir devirde, böyle bir devr-i buhranda, işçi halkın mukadderatını kendi eline alarak iş görmesi bir zaruret haline giriyor. Bu işte doğru yolu göstermek vazifesi Komünist Fırkası’nın uhdesine düşmektedir.

Komünist Fırkası için memlekete musallat olan harici düşmanları kovmak nasıl bir vazife ise, dahilde halkın sırtından geçinen yağmacı tufeyli sınıflarını da hazıryiyicilik halinden çıkarıp yumruk altında işletmek de o derece esaslı bir vazifedir. Bu iki cihetin temini iledir ki, Komünist Fırkası mazlum amele ve rençper halka karşı hizmetini ifa etmiş ve ortadan sınıflar farkı kalkarak heyet-i içtimaiye, adalet-i hakikiyeye nail olmuş olacaktır. Onun için son söz olarak diyelim ki: Yaşasın Türkiye Komünist Fırkası!

Mustafa Suphi ve Yoldaşları: 28-29 Ocak 1921’i Unutma.
3. basım. İstanbul: Güncel Yayınlar, 1977. (113-115)


“Büyük Milllet Meclisi Hükümeti ve Komünist Fırkası” Başlıklı Yazı

Türkiye Komünist Fırkası Merkezi Heyeti, memleketimizi yeni bir devr-i faaliyet ve harekete sokan Anadolu Hükümetine karşı takip edeceği siyaseti, bugünkü nüshamızda altı maddelik bir layiha ile ortaya koyarak, fikirleri tamamen ışıklandırmış ve her türlü yanlış anlamalara nihayet vermiş oluyor.

Vakıa, şimdiye kadar Anadolu’da arasıra meydana çıkarak komünizm’den bahseden bazı fertlerin yeryüzünü birdenbire her türlü pislikten, her türlü zulüm, tasallut ve ihtikardan temizlemek istemelerine alâkadar, şüphesiz ki, yüksek ve insaniyetkârane ve fakat aynı zamanda müfritane beyanatı bazı hükümet mehafilinde Türkiye Komünist Fırkası’nın Küçük Asya’da içtimaı inkılâbın meydana gelmesi için lâzım gelen şartların vücuduna tabi bulunması gibi yanlış bir zannın doğmasına sebebiyet vermişti. Diğer taraftan, Anadolu’da kıyam hareketi başladıktan sonra Büyük Millet Meclisi içinde, eski politikacılarımız tarafından vücuda getirilen yeni fırka ve zümrelerin şahsi mülkiyet meselesinde bile tevakkuf etmeksizin, sola doğru her adımda birkaç menzil atlayıvermeleri, komünistlerden bazı yoldaşların «yine mi suni ve yalancı hareketler karşısında bulunuyoruz?» kuşkularını uyandırmıştı. Biz ise, bu yanlış düşünce fena anlayışların yeri olmadığını, Küçük Asya’da başlayan hareketlerin ise tabiiliğini iddia ediyoruz. Rusya’da başlayarak, Avrupa ve Amerika içlerine doğru dalgalanıp ilerleyen içtimai hareketin, Rusya’ya bir cephe teşkil eden Küçük Asya’ya karşı tesirsiz kalması mümkün müdür? Büyük Millet Meclisi’nin esas teşkilâtı olan halkçı ve halk zümreleri fırkası da, amele ve rençper inkılâbının —bolşevızmin— rüzgârı içinde doğmuş birtakım hücrelerdir. Ancak Anadolu hareketinde gördüğümüz vasf-ı fark, işaret, umumi bir millet, bir halk hareketi halinde tecelli ediyor ki, bunun esasları da, Komünist Fırkası’nın beyannamesinde (Madde 4) izah olunduğu veçhile, pek tabiî olarak memleketin efkâr ve hayat şartlarından doğmadadır. Bu hale göre, Türkiye Komünist Fırkası’nın Anadolu hareketine karşı vaziyeti, kendi kendine meydana çıkar: Komünist Fırkası, içtimai inkılâbı anlayan ve ona bütün varlığı ile bel bağlayan işçi ve rençperlerin bir siyasi teşkilâtıdır. Memlekette mazlum ve işçi, fakir ve işsizler çokluk teşkil etseler de, sanayiin iptidai bir halde olması itibariyle, amelenin proleter teşkilâtına malik ve toplanmış olmamaları, komünistlerin ekaliyette [azınlık] kalmalarını icabetmektedir. Ve yine bu itibarladır ki, Komünist Fırkası, halühazırda inkılâbı yapacak ve idareyi ele alacak büyük bir hükümet fırkası şekil ve mahiyetinde ortaya atılamaz.

Komünist Fırkası memleketin içinde ekalliyeti temsil eden bir fırka halinde teşekkül ile beraber, Üçüncü Enternasyonal’in bir uzvu olarak yeryüzündeki içtimai inkılâbın bir rüknü ve bir amilidir. Ve bu cihetle üstüne düşen vazife büyük olduğu kadar cihanşümuldür. Üçüncü Enternasyonal’in, proletarya teşkilatı zayıf olan Türkiye’de ve Türkiye halindeki bütün şark memleketlerinde takip ettiği noktainazar bilinirse, bu vazifenin derece-i nezaket ve ehemmiyeti bir kat daha takdir olunur. İçtimai inkılâbın mazlum şark memleketlerinden beklediği hareket, zalimlere karşı kıyam ve isyandır. Şarkta uhdesine düşen vazifei celadeti idrak etmiş bir memleket ve bir millet olarak bugün karşımıza çıkan zavallı Türkiye ve fakir Türk Milleti’dir. Demek ki, içtimai inkılâp karşısında Türkiye Komünist Fırkası’na düşen vazifeyi, yağmacı emperyalizmin bütün tazyikatına rağmen ayaklanıp varlıklarını ispat eden Anadolu kıyamcılarına ve kıyamcıları temsil eden Büyük Millet Meclisi Hükümeti’ne samimiyetle müzaheret etmek ve Anadolu’daki bu hareketi şarkın diğer mazlum ve medeni millet ve hükümetlerine bir nümunei imtisal olarak göstermekle hulâsa edebiliriz.

Bundan başka, Türkiye Komünist Fırkası’nın halka karşı birçok borçları ve mecburiyetleri vardır. Türkiye Komünist Fırkası, kendi teşkilâtı içinde amele ve rençper halkın vicdanını terbiyeye, Küçük Asya’nın karanlık sokaklarında bile türlü mahrumiyet ve mahkûmiyetlerle dolaşan mazlum işçi ve köylülerimizi muntazam ve müteşekkil bir sınıf simasıyle dünyanın diğer memleket proleterleri meclisine takdim etmeye mecburdur.

Münevver ve inkılâpçı gençlerimiz, beyaz yakalı frenk gömleklerini ve parlak kılınçlarını omuzlarından atarak eli nasırlı mazlum halkımız arasına girerler ve Komünist Fırkası saflarında bütün hayat ve mevcudiyetlerini biçare, bahtsız işçi ve çiftçilerimizin açlık, karanlık ve kulluktan kurtulmaları yolunda feda ederlerse, halkımız hakiki ve içtimai inkılâba doğru yükselecek, memleket yağmacılar elinden tamamen kurtulma iktidarını gösterecek ve böylece komünistler şarkta büyük bir amele fırkasının mümessili sıfatıyla beynelmilel inkılâpçılar arasında hürmetli bir yer tutmaya hak kazanacaklardır. Burada izahımıza nihayet veriyoruz. Yukarıda gösterdiğimiz esaslara mugayir olarak büyük teşebbüsler peşinde, hegemonyal işler görmek ve hazıra konmak isteyen herhangi bir komünist, mensup olduğu fırkanın takip ettiği yoldan çıkan ve binaenaleyh fırkaya itaat etmeyen bir derbederdir.

Mustafa Suphi ve Yoldaşları: 28-29 Ocak 1921’i Unutma.
3. basım. İstanbul: Güncel Yayınlar, 1977. (87-90)

Dipnotlar

  1.  Bazı kaynaklara göre Suphi 1915’te Ural’da Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’ne üye olmuştur. Aslan, Yavuz. Türkiye Komünist Fırkası’nın Kuruluşu ve Mustafa Suphi: Türkiye Komünistlerinin Rusya’da Teşkilâtlanması, 1918-1921. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1997. (24)
  2.  Suphi İttihatçılar tarafından sürgün edildiği Sinop’tan 12 arkadaşıyla birlikte Rusya’ya kaçmıştır.
  3.  Türkiye solundan ya da diğer yazarlardan Mustafa Suphi’nin komünistliğini sorgulayanlar hakkında ve bu savların çürütüldüğü iyi bir çalışma için bkz. Güler, Aydemir. Türkiye Sol Tarihinde Yöntem ve Tartışmalar. İstanbul: Yazılama Yayınevi, 2010. (73-110) Örneğin Aydemir Güler, Yalçın Küçük’ün Sırlar kitabından şu satırları aktarıyor: “… Suphi’nin, Türkiye sol edebiyatında pek öyle ileri sürüldüğü kadar, “pek komünist” olmadığını düşündürürken ve diğer yandan da, her açıdan çok tedbirsiz saydığımız bu çocukça Anadolu seferinin de, zorlama sonucu olabileceği ihtimali belirmektedir.” (104)
  4.  Bu noktada, Mustafa Suphi’nin Bakü’de Manifesto’nun Türkçe çevirisine giriştiği, kitabı büyük ölçüde çevirdiğini ancak tamamlayamadığını not düşelim.
  5.  Lenin, Vladimir Ilyich Ulyanov. Speeches At The Congresses Of The Communist International. Moscow: Progress Publishers, 1979. (61-64)