Komünist Hareketin Birliği İçin
KP’LERİN VE DEVRİMCİ ÖRGÜTLERİN ŞUBAT 1992’DE BRASİLİA’DA YAPTIKLARI TOPLANTIDAKİ KONUŞMASI
10 – 11 ŞUBAT 1992
Farklı kıtaların devrimci örgütlerinin ve partilerinin yoldaş temsilcileri,
Tartışmamız açık ve serbesttir. Bu uluslararası toplantının temel amacı birbirimizi daha yakından tanıma şansım yakalamak ve bugünkü dünyada sosyalist hareketin daha gerçekçi bir görünümünü ortaya koyabilmektir. Tabii ki burada bütün proleter devrimcilerin hepsi bizimle birlikte bulunmuyor, ama yine de burada iyi bir temsiliyet oranına sahibiz.
İki konuda konuşmak üzere yoldaşların vaktinin bir kısmını almak istiyorum.
Bunlardan birincisi, işçilerin ve komünist hareketlerin birliği ile ilgili temel sorun olan proleter enternasyonalizmidir. Bu bayrak geçen yüzyılda Marx ve Engels tarafından Komünist Parti Manifestosu’nda “Bütün dünyanın proleterleri birleşin!” biçiminde yükseltilmişti. Bu, üzerine büyük bir dikkat harcamamız gereken ve stratejik öneme sahip bir konudur.
Birlik oportünizme karşı mücadelede belirli bir konuma oturur. Marx ve Engels’ten günümüze de üzerine oturduğu kapsam bu olmuştur. Ama yine de bu sorunu diyalektik bir tarzda ele almalıyız. İşçi sınıfının birliği için mücadelenin kapsamı değişmemiştir. Ama soruna yaklaşım farklı biçimler alır. Birinci Enternasyonel zamanındaki birlik için mücadele, dönemin koşullarına bağlı özgül görünümler almıştır. Ama Alman Devrimci Partisi’nin temelim oluşturan İkinci Enternasyonal zamanında farklı biçimler gündeme getirildi. İkinci ve Üçüncü Enternasyoneller arasında geçen dönemde, birliği sağlama yolunda başka araçlar arayan girişimler Zimmerwald ve Kienthal’da gerçekleştirildi. Büyük Sosyalist Ekim Devrimi sonrasında oportünizme karşı mücadele ve birlik mücadelesi yeni bir nitelik kazandı. Üçüncü Enternasyonal her yerde çoğalan yeni tipte devrimci partilerin üzerinde yükseldi. Üçüncü Enternasyonal’in 1935 tarihli son kongresinde dünyanın konumundaki değişikliklere paralel olarak, birlik sorunu üzerinde taktik bir değişiklik gündeme geldi. İşçi sınıfının birliğini güçlendirmeye çalışan bu kongre, devrimci partilerin, sosyalist partilerin solu ile ve hatta radikal sosyalist parti(ler) ile yakınlaşmasını önerdi. Bu, nihai hedefine ulaşmadan önce bir dizi dönüşüm aracılığıyla işçi sınıfının dünya çapında birliği için verilen mücadele sürecini anlamayan dışa kapalı ve sekter kesimlere karşı mücadeleyi hedef alan ve Dimitrov’un müdahalesine dayanan önemli bir değişiklikti.
Yoldaşlar,
Sovyetler Birliği’nde 1956-57’de sosyalizmin yıkılışı ile başlangıcından farklı ve devrimci hareket için oldukça güç bir durum ortaya çıktı. Komünist Partilerin büyük bir kısmı SBKP’yi ve onun revizyonist yönelimini izledi. Bu büyük bir olasılıkla başlangıçta devrimci ideallere ihanetin açıkça ortaya konmaması sayesinde oldu. Komünist hareketin geriye kalan diğer kısmı bu revizyonist eğilime karşı isyan etti. Dünya komünist hareketi derinden çatladı. Bu kaçınılmaz bölünme devrimci harekete büyük zararlar verdi. Daha önceden ulaşılan birliğin yıkılması daha sonra da ciddi problemleri beraberinde getirdi.
Bugün 1956-57’den farkı bir periyotla karşı karşıyayız. İşçilerin birliği hareketine kıyasla çok önemli farklılıklar var. Sovyetler Birliği’ndeki ve Doğu Avrupa’daki revizyonist partilerin sonunu getiren olaylar yeni bir durum yaratmıştır. Eğer bunu anlamazsak, birliğin kurulması için doğru mücadeleyi yürütemeyiz. Ben bugün işçi sınıfının birliğinin sağlanması için yürütülecek mücadele yönteminde değişiklikler olduğuna inanıyorum.
Eğer durumu değerlendirecek olursak, revizyonizme karşı örgütlü olarak ortaya çıkan güçlerin çok az arttığını görürüz. Önemli bir rol oynadılar ama az arttılar. Bunun yanı sıra belli hatalar işlediler. Bugün işçilerin birliği için mücadele hareketini farklı bir açıdan ele almalıyız. Bu geçiş periyodu içerisinde olduğumuzu hesaba katmalıyız. Bu yüzden, yoldaşlar, bu geçiş aşamasında dünya işçi sınıfının birliği lehinde yollar aramak durumundayız. Meydana gelen değişiklikleri hesaba katmaksızın eski konumumuza sıkı sıkıya bağlı kalmak doğru olmayacaktır.
Tarihsel önermeler konusunda ciddi bir yenilgi yaşadık. Bunun bilincinde olmalıyız. Misyonumuzu yerine getirebilmek için belirli bir tarzda uygun nesnel koşullar mücadele için soyut formüllerimiz var. Proletaryanın birliğini geliştirebilmek için daha somut yollar aramalıyız.
Bu konuda Brezilya Komünist Partisi (PCdoB)’nin görüşünü sunmama izin verin. İlk olarak biz, herkesin problemi bizim anladığımız tarzda ele almasını istemiyoruz. Hatta, yanlış değerlendirme yapıyor bile olabiliriz. Biz dünya komünist hareketindeki değişiklikleri anlamak için yaşanan nesnel ve öznel süreci açıklıkla ortaya koyabilmek amacıyla ufkumuzu genişletme gereğini duyuyoruz. Sovyetler Birliği’nde sosyalizmin çöküşü kendini sadece marksist-leninist olarak tanımlayan bizleri uyandırmadı şüphesiz. Çöküş ayrıca varolan örgütlü hareketi de etkiledi. Çöküş, aynı zamanda SBKP’yi izleyen partileri de yeni koşullar altında teorik alanda bir yeniden düzenleme sürecine soktu. Hepsi olmasa bile pek çoğu, konumlarına göreli bir bağlılık ile bunu gerçekleştiriyorlar. Bu soruna nasıl yaklaşmalıyız? Bu gerçeği ihmal ederek mi? SBKP ile birlikte olan bu partileri ve tamamı oportünist olarak niteleyemeyecek olan yığınları aklımızın bir köşesinde tutmadan işçi sınıfının birliği hakkında söz söyleyecek miyiz? Burada da Sovyetler Birliği’nde meydana gelenlerden sonra uyanan devrimci hareketler bulunmakta. Arjantin’den gelen yoldaşın “hâlâ henüz burada bütün devrimci kardeşlerimiz bulunmuyor” saptamasına katılıyorum.
Bu konuda kesin bir tavır almaksızın, bu partilerle ilişki yolları aramamız gerektiğine inanıyoruz. Örneğin, Portekiz Komünist Partisi’nde Alvaro Cunhal, sola doğru bir ideolojik yönelim içerisine girmiştir. Desteklediğimiz, yeniden kurulmuş parti (marksist-leninist) ile Cunhal’ın partisi arasında büyük bir farklılık vardır. Portekiz’de emekçi kitlelerin üzerinde belirleyici bir etkide bulunan Cunhal’ın Partisidir.
Dünya proletaryasının birliğini kurma mücadelesine yaklaşımımızla ideolojik alandaki sınırlarımızı netleştirme gerekliliği vardır. İtalya’daki Demokratik Sol Parti ile ilişki kurmamalıyız, çünkü bu parti işçi sınıfına ihanet eden bir partidir. Brezilya’da Brezilya Komünist Partisi (PCB)’nin mirasçısı olan, marksizm-leninizmi, sembollerini inkâr etmiş ve komünizme açıkça ihanet etmiş Halkın Sosyalist Partisi (PPS) ile ilişki kurmamalıyız. Bu karaktere sahip partilerle yakınlaşmak için açık kapı olmamalıdır. Eğer, Brezilya Komünist Partisi yeniden kurulacak olursa, bence bu parti ile de ilişki kurmanın anlamı yoktur. Çünkü sosyalizme ihanet eden bir parti olacaktır. Fakat herkes için durum aynı değildir. Hindistan Komünist Partisi (Marksist)’nin durumuna baktığımızda dört beş yıldan beri Perestroyka’ya karşı mücadele veren ve Sovyet Revizyonizminin karşısında bulunan bir parti görürüz. Bu parti büyük kitleler tarafından desteklenen güçlü bir partidir. Bu realiteyi ihmal etmek hatalı olur.
İşte bu yüzden içinden geçtiğimiz dönemi bir geçiş süreci olarak tanımlıyoruz. Her ne kadar politikamız işçi hareketinin birliği düzeyini yükseltmek de olsa varolan durumun neye yol açacağını bilmiyoruz. Ortada bir geçiş konumu olduğunda, bunu zorlamamalıyız. İşte bu yüzden yoldaşlar, partimizin sekizinci kongresine birçok partiyi önyargısız olarak çağırdık. Ve inanıyorum hepimiz, bunun PCdoB’nin olumlu bir inisiyatifi olduğunu düşünüyoruz. Brezilya Komünist Partisi (PC-doB) dünya proleter hareketinin birliğine yol açabilmek ve çağdaş revizyonizme karşı mücadele edebilmek için önyargısız olarak bütün güçlerle ilişkiye geçmektedir. Birlik bir günden diğerine ortaya çıkmaz. Bu sabırlı ve uzun bir mücadele süreci sonrasında erişilebilecek bir amaçtır. Yapay yollarla bu süreci hızlandırmaya çalışmak yanlış olacaktır. Yapılması gereken sınırları belli sonuçlara ulaşmak değil, en iyi çözümleri bulabilmek üzere sorunları derinliğine değerlendirebilmektir. Bu halen yönetimde bulunan Küba, Vietnam, Kore ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin kardeş partileri için de geçerlidir. Burada da diyalektik bir muhasebe gerekmektedir. Bu ülkelerde halkı yöneten partilerin yönetim tarzları yine belirli koşullar altında aynı doğrultuda olmayabilir. Fakat bu ülkelerde devrimi yürüten güçlerin yönetimde olduklarını ve düşman ateşi altında kendi ülkelerindeki değişimleri gerçekleştirme doğrultusunda sıkıntı içinde olduklarını inkar edemeyiz. Çin örneğini ele alalım. Uzun zamandan beri ÇKP’yi destekledik. Daha sonra belirli somut koşullar altında kendilerini bayağı eleştirdik. “Üç Dünya Teori”leri ile aynı tarafta olamazdık. İlkelerimizi savunmak durumundaydık, yine de, özeleştiri aracılığıyla bizim parti Çin’deki evrim yolunu izlemedi.
Çin, partiye büyük zararlar veren Kültür Devrimi örneğinde olduğu gibi ciddi fırtınalar yaşadı. Yakın tarihinde bunun yanı sıra pek çok zig zag çizdi. Yine de Çin devrimci yolda kalabilmek için çaba sarfetmektedir. Geçmiş yıllarda üretici güçlerin gelişme düzeyi dünyada gerçekleşen en yüksek düzeylerden biri olmuştur. Çin örgütlü ve gelişmiş bir ülke olarak kalmaktadır. Dünyada önemli bir rol oynamaktadır. Bu yüzden Brezilya Komünist Partisi, Çin’de neler olduğunu bu ülkedeki gerçek durumun ne olduğunu daha iyi anlama çabası içerisindedir. Bunu dostluğu amaçladığımız için yapıyoruz. Çin’deki gibi büyük bir deneyime sahip güçlü bir partiye ne bir politik hattı dikte etmeye ne de tavsiyede bulunmaya niyetimiz yok. Devrimden sonra Kore, emperyalizmin her zaman tehdidiyle karşılaştı. ABD’li emperyalistler tarafından bölünmüş ülkeyi birleştirmek, yeni bir toplum kurmak doğrultusunda sağlıklı bir çaba harcıyorlar. Eğer hesaba katılması gereken problem onların en iyiyi seçip seçmemeleri ise, biz onların pek çok savaşta ispatladıkları görüşlerine saygı duyuyoruz, güveniyoruz.
Kore bizim tarafımızda mı yoksa düşmanın tarafında mıdır? Bizce Kore bizim tarafımızda yani, anti-emperyalist ve devrimci taraftadır. Bu ABD’nin barbar saldırılarına karşı kahramanca mücadele eden Vietnam için de geçerli olan bir durumdur. O da güçlükler içerisindedir ve yeni bir yaşamı kurma ve bu güçlükleri yenmenin en iyi yollarını aramaktadır. Küba da aynı durumdadır. Bizim her zaman sempati ile yaklaştığımız ve Sovyetlerin yıkılışından sonra ciddi problemlerle yüz yüze kalan bir ülkedir Küba. Küba hiçbir zaman devrimden vazgeçmedi ve kazanılmış mevzilerini koruyabilmek için kahramanca savaşıyor. Küba ile dayanışmayı güçlendirmek her devrimcinin görevidir. Bütün bunlar bizim dünya devriminin stratejik sorunu olan birlik konusunu nasıl değerlendirdiğimizi ortaya koyuyor. Bu birliğin kurulması doğrultusunda daha fazla çaba sarfetmeliyiz. Ve bu da, önyargılarla ve sekter tutumlarla olmayacaktır. Hiç kimse kendi prensiplerinden vazgeçmeyi düşünmez ama prensipler dogmalar haline gelirlerse, yararsız olurlar.
Ekvator’dan gelen yoldaş anti-komünist saldırının şimdilerde düşme eğilimi içerisinde olduğunu söyledi. Ben tam aksini düşünüyorum. Anti-komünist saldırı son sürat sahnededir ve ilerici olan ne varsa yok etme niyeti ile hareket etmektedir. Kendisini özel olarak bize karşı yönlendiriyor. Bu yüzden kendimizi devrimcilerin, dünya halklarının birliği silahı ile donatmalıyız. Bu dünya komünist hareketi için büyük bir görevdir.
Yoldaşlar,
Şimdi de tartışmamızda oldukça az değinilmiş bulunan ikinci soruna geçeceğim. Marksizmin krizinden, sosyalizmin krizinden söz ediyorum.
Bu yüzyılın başında Lenin, marksizmde bir kriz bulunduğu varsayımına dayandı. marksizmin içinden geçtiği krizin derinliğinden sözettiği “Marksizmin Tarihsel Gelişimindeki Belirli Özellikler Üzerine” adlı ünlü makalesini okumak bu durumu saptamak için yeterli olacaktır. Bugün olduğu gibi o gün de “seyahat eden yol arkadaşları” devrimci sosyalizmin geleceği olmadığını vaazettiler. Marksizmin temel tezlerinde ve ilkelerinde belirli gözden geçirmelerin gerekli olduğunu söylediler. Şüphesiz, marksizm ortaya yeni çıkan olguyu açıklayabilmek için gelişmek zorundaydı. Yalnızca bunu yapmakla marksizmin krizini aşmak olanaksızdı. Materyalizm ve Ampriyokritisizm’de Lenin belirleyici bir sonuç çıkarttı. Kitlelerin devrim için somut mücadelesini ertelemeyi ima etmeksizin kriz teorik alanda aşıldı.
Gerçek şu ki, bizler 30 yıldan fazla bir süredir marksizm içinde bir kriz yaşamaktayız. Ve bugüne kadar pek çok insan, bu durumun temel bir sorun olduğunu anlamadı. Sovyetler Birliği’nde revizyonistler iktidarı aldıktan sonra sosyalizmin dejenerasyonu teori alanındaki dolaylı etkileri ile birlikte ortaya çıktı.
Kriz her yerdedir. Dünya çapında yayılmış binlerce gerçek ve binlerce saldırı doktrinimize karşı gelmektedir. Sosyalizmin krizi problemine ciddi olarak eğilmeliyiz, bu soruna göğüs germeliyiz, aksi taktirde kapitalizme karşı saldırıyı hayata geçiremeyiz.
Lenin “devrimci teori olmaksızın, devrimci hareket olmaz” dedi. Sosyal bilimin temel yol göstericisi budur. Hatalara karşı mücadele etmenin yeterli olduğunu savunan bazı yoldaşlar var. Fakat bu noktada durmalı ve varolan problemlerle ilgilenmeliyiz, vb… Kusura bakmayın ama bu görüş “nihai amaç hiç birşeydir, hareket her şeydir” diyen Bernstein’ın dediklerini tekrarlamaktan öte birşey değil. Yolu aydınlatan teori olmaksızın hareket hiçbir yere götürmez. Benim görüşüme göre bu sorun esas olarak teori alanında görülecektir.
Bütün dünyadaki devrimciler SSCB’deki ve diğer ülkelerdeki sosyalizme ne olduğunu açıklamaya çalışıyor. Bu çerçevede ortada yüzlerce görüş var. Bazıları Stalin sorununun bir neden olduğunu, bazıları sorunun Stalin sorunu olmayıp dogmatizm olduğunu, bazıları temel sorunun demokratik merkeziyetçiliğin yanlış uygulanması noktasında yattığını ya da kapitalizmde meydana gelen değişikliklerin takip edilmemiş olmasında gizlendiğini düşünüyorlar. Bazıları ise şeytanın SSCB’nin dış politikasında yattığını düşünüyorlar vb. Bizim görüşümüze göre ise, marksizmin krizinin özünde, Stalin’in ve SBKP’nin önderliğindeki SSCB’de sosyalizmin kuruluşunun ileri bir aşamasında sosyalist kuruluşun gelişme sürecinde ortaya çıkan yeni olgular ile teorik olarak başa çıkılamamış olması yatıyor. Teori, durgunluk aşamasına girdi. Sosyalist kuruluş sürecinin zengin ve oldukça bol deneyiminin üzerine dayanan teorik genellemeler ve sistemleştirmeler gerekliydi. Bu yapılmadı ve ortaya günümüzde devrimci teori içerisinde doldurulması gereken bir boşluk çıktı.
Hepimiz, devrimci pratik ile bağlantılı olarak, teorik alanda marksizmin krizini yenmek üzere daha fazla teorik çabaya gereksinim duyuyoruz. Son derece bilinçli olarak, bu krizi aşmaksızın dünyanın hiçbir yerinde ne bir sosyalist devrimin, ne de bir devrimci proletaryanın olamayacağını vurguluyoruz. Kitle hareketleri ve hatta politik hareketler devam edecektir. Bugün sağcı güçler her yerde gelişmektedir. Arnavutluk burjuva tarzı demokratik seçimlerle Arnavut devriminin içine düştüğü güçlükleri çözebileceğini sandı. Sonuç karanlık güçlerin zaferi oldu. Sol kanat hareket bir düşüş ile karşı karşıyadır. Hiç şüphesiz elverişsiz koşullar vardır, fakat tekrar ediyoruz, devrimci teori olmaksızın devrimci hareket olmaz. Sovyet yoldaşlarımız, devrimin ve Lenin’in büyük ideallerinin doğum yeri olan eski Sovyetler Birliği’nde devrimci partinin yeniden kuruluşunda büyük güçlüklerle karşı karşıya geleceklerdir. Eğer, marksizmin krizini, krizin köklerini anlamazlarsa devrimci hareket yeteri kadar ülke içerisinde gelişemeyecek. Yalnızca krizin yenilmesinde kararlı adımlar atan, (burjuva anlamda değil ama marksizm içinde yeni anlamında revizyonist) bir biçimde bilimi formüle eden partiler önemli zaferler kazanacaklar. Marksizmin oportünistlerin bütün türleri tarafından inkar edilen ve saflığı bozulan teorik köklerini ve temel tezlerini savunmak gerekiyor. Fakat bu da yeterli olmayacaktır. Geçen yüzyılın sonunda, Lenin, marksist doktirinin bilimin ancak köşe taşlarını kurduğunu ve eğer zamanın gerisine düşülmek istenmiyorsa, sosyalistler tarafından her anlamda geliştirilmesi gerektiğini söyledi. Gelecekteki devrim söylediğimiz gibi iç ve dış çelişkilerle ilgili uygun koşulların bulunduğu yerde olacaktır, ancak her şeyden çok krizle doğru bir biçimde hesaplaşma yeteneğinde olunan yerde olacaktır.
Marksizmdeki kriz kitle hareketindeki kendiliğindenlik kültünün lehine sonuçlara yol açıyor. Cephe hattında çağdaşlaştırılmış bir teorinin yokluğu, kitle hareketlerini bilinçli öğeden mahrum bırakıyor. Bilinçli öğenin yokluğu durumunda, bir devrimin gerçekleştirilmesi nasıl mümkün olur? Emek dünyası, devrimci bir bilince sahip olmaksızın, devrimci bir perspektifi bulunmaksızın, oportünist karmaşa içerisinde (kim bilir?) bir yüzyıl boyu varolabilir. Çağdaşlaştırılmış teorinin yeni dilini kullanmaya muhtacız. Eski formüllerle ilerleyemeyiz. İşçiler, çağdışı kalmış sosyalizmden sözeden insanları duydukça, sosyalizmin Sovyetler Birliği’nde ve her yerde çöktüğünü söyleyerek cevap veriyorlar. Bize hiç ilgi göstermiyorlar.
Kararlıyız. Yerine getirilmesi gereken tarihi önemi olan bir görev ile karşı karşıyayız. Bizler, Brezilya Komünist Partisi olarak bu görevin büyüklüğü karşısında kendimizi küçük hissediyoruz. Çabaların dünya çapında birbirine bağlanması zorunluluğu var. Eğer bu sorunun hakkından gelmek için yeterli derecede sağlam bir temele hâlâ sahip değilsek bile, devrimci teori olmadan devrimci hareketin olmayacağının bilincinde olarak en azından bu doğrultuda çalışmayı başlatmalıyız. Şimdi olduğu gibi, durgunluk içerisindeki bir teori kendi misyonunu yerine getiremez. Söylemek zorunda olduğumuz budur.
Brasilia, Şubat 1992