Lenin ve felsefe: Bir yöntem tartışması

Georg Wilhelm Friedrich Hegel

1914 yılında Avrupa’da büyük savaş başladığında çok az kişi olayların böyle gelişmesine şaşırmıştı. Savaşın eli kulağında olduğu yıllardır söyleniyordu. Özellikle siyasetin solunda yer alanlar için tartışma konusu savaşın çıkıp çıkmayacağı değildi. Savaş zaten çıkacaktı. Tartışma bu esnada sosyalistlerin ne yapması gerektiği konusunda kilitleniyordu.

Beklenildiği gibi savaş çıktı çıkmasına ama herkes beklenildiği gibi davranmadı. Belki daha doğru bir ifadeyle, herkes beklenildiği gibi davrandı aslında. Savaş öncesinde yazılan yazılar, söylenilen sözler ve hatta bildirilerin altına atılan imzalar hızla reddedildi ve solun içinde gerçek bir tasnif ortaya çıktı. Savaşın öncesindeki değil sonrasındaki siyasi pozisyonlar gerçekti.

Sosyalist hareket, 1912 yılında, Basel kentinde Avrupa’da yaklaşmakta olan savaşı, hükümetlerin canice ve gerici bir girişimi olarak gördüğünü ilan etmişti. Dahası, II. Enternasyonal partileri aynı manifestoda savaşın devrimci bir süreci tetikleyeceğini, kapitalizmin kendi sonunu hazırladığını da söylüyorlardı.

Basel Manifestosu’ndaki hat ile 1909 yılında Kautksy’nin “İktidara Giden Yol”unda teorize ettiği çizgi tutarlıydı. Kautsky daha o yıllarda yaklaşan savaşla açılan devrimler çağı arasında bir ilişki kuruyordu.

Sonrası hepimizin malumu… II. Enternasyonal partileri savaşta kendi burjuva hükümetlerinin yanında yer alarak büyük bir ihanete imza atarken, Kautsky ve benzerleri mesela savaş harcamaları için çekimser oy kullanıp sözde muhalif bir tutum takınarak bu ihanete ortak oldular.

Bu şekilde işçi sınıfı hareketi geri dönüşü mümkün olmayacak şekilde bölündü ve tam bu esnada sürgündeki Lenin, Bern’deki bir kütüphanede Hegel okumaya başladı.

1914’te savaşın patlak vermesinin ardından, polisle yaşanan bir kovalamacadan sonra, İsviçre’ye yerleşmişti. Bugüne ulaşan notlarından anlaşıldığı kadarıyla aralıklarla da olsa Lenin, sekiz ay boyunca Hegel’in eserlerini odaklandı. Bu eserlerin özetini çıkardı ve kendi fikirlerini toparlamak için notlar aldı. Bu notlar ilk kez 1929-30 yıllarında Rus liderin eserlerinin derlendiği çalışmanın bir parçası şeklinde yayınlandı. Sonra, 1933 yılında aslında Lenin’in kendisinin uygun gördüğü adlandırmayla “Felsefe Defterleri” başlığını taşıyan ayrı bir ciltte toparlandı ve günümüze kadar bu şekliyle ulaştı.

Böylesi koşullar içinde yapılan bu tercihin önemsiz olduğu iddia edilemezdi. Dolayısıyla, Avrupa bir kan gölüne dönmüş, işçi sınıfı hareketi bölünmüşken Lenin’in yaptığı bu okuma tercihinin tartışmaya konu olması doğaldı.

Lenin neden Hegel okudu sorusuna çeşitli yanıtlar verildi ve bu yanıtlardan hareketle birtakım yaklaşımlar geliştirildi.

Akıllara mutlaka gelmiştir, ama kimse örgütünden uzak kalan komünist liderin bu nedenle kendisini felsefeye verdiğini iddia etmedi. Çünkü söz konusu olan Lenin’di ve bu tür konularda kendisi haklı bir dokunulmazlığa sahipti.

Ancak o yıllarda bolşevik örgütün parlak zamanlar geçirmediği de bir veriydi. Rusya’daki koşullar da henüz devrimci bir krizden oldukça uzaktı.

Lenin’i delirten husus da tam olarak bu iki olguyla bağlantılıydı. Evet, nesnellik bazı ülkelerde, mesela Çarlık Rusyası’nda devrimciler için pek uygun görünmeyebilirdi. Ama Lenin’in ısrarla vurguladığı nokta, sistemin bir krizi nedeniyle başlayan savaşın aynı krizi daha da derinleştirmesinin kaçınılmaz olduğuydu.

Her bir ülkenin kendi özgün koşullarında bu krizi yaşayacağı açıktı. Ama bu derin krizin tetiklediği savaşın dünya üzerinde bir değişime yol açacağı tartışılmaz nesnel bir doğruydu artık. Tüm bunları öncesinde görmeyi başaran marksistlerin, şimdi bu değişim zamanını, devrimci bir atak için kullanmaktan kaçınmaları Lenin’i sözcüğün gerçek anlamıyla delirtiyordu.

Bolşevik lider hem kendi ülkesinde, hem de Avrupa’nın diğer ülkelerinde devrimi arıyordu ve Hegel’i de tam olarak bu nedenle okudu.

Hegel ve devrimcilik… Bu ikisinin yan yana koyulmasından ilginç sonuçlar çıkacağı zaten beklenirdi. Öyle de oldu.

Kimisi işi Lenin’in devrimciliği Hegel’den öğrendiğini düşünecek kadar ileri gitti. Bu kadar ileri gitmeyenler ise leninizmle hegelcilik arasındaki yöntemsel bir bağ olduğunu söylediler. İddiaya göre, Lenin’in düşüncesinde Hegel okumak bir sıçrama yaratmış, bu okumayla diyalektiğin sırları ve inceliklerine vakıf olan Rus lider, hem teorik hem siyasi olarak başka kapılar açmıştı. Bu mantıkla Büyük Ekim Devrimi’ne giden yolu Hegel’in döşediği de rahatlıkla öne sürülebilirdi…

Abartılı mı oldu? Pek öyle değil. Çünkü marksist teori bağlamında abartılan, daha doğru bir deyişle bir türlü makul bir yere oturtulamayan Hegel’le ilgili saptamaların siyasi ve tarihsel sonuçlarını kimse düşünmek istemiyor. Oysa Hegel okumanın Lenin’in düşüncesinde köklü bir sıçramaya neden olduğunu iddia etmek, önünde sonunda Lenin’in en büyük siyasi eseri olarak görülebilecek Ekim Devrimi ile Hegel arasındaki bir bağlantıyı da kurmak anlamına geliyor. İkincisi bu şekilde ifade edildiğinde rahatsız olanların ilki üzerine daha çok düşünmelerinde fayda var demek ki… Rahatsız olmayanları bir kenara bırakarak elbette.

Evet, Lenin devrimi arıyordu ve aramayanlara karşı da çok öfkeliydi. Doğru, Lenin bu arayışının bir uzantısı olarak Hegel okumaya başladı ve başka türlüsü düşünülemezdi.

Peki ama Lenin, Hegel’i o metinlerde devrimi bulmak için mi okudu? İşte asıl kritik soru buydu ve bu sorunun yanıtı kesin olarak hayırdı.

Lenin Alman düşünürde ne bulacağını biliyordu ve elbette ne bulamayacağını da… Üstelik, Lenin’in bu yargısı aldığı notlarda görüldüğü gibi zaman zaman metinler onu biraz şaşırtsa ve heyecanlandırsa da, Hegel okuduktan sonra değişmedi.

“Felsefe Defterleri”nin hiçbir zaman bir kitaba dönüştürülmemesi, ama 1909 yılında ilk baskısı yapılan “Materyalizm ve Ampiryokritisizm”in devrimden sonra da bizzat Lenin’in onayıyla, üstelik parti içinde tartışma yeniden alevlenmişken, 1920 yılında tekrar basılıp gündeme girmesi bu yaklaşımın bir ispatıydı. Kimisi Hegel’i okurken doldurulan defterleri inceltilmiş bir bakışın ürünü olarak değerlendirirken, materyalizm üzerine giriştiği polemiği pek kaba buluyor olabilir. Ancak Lenin böyle düşünmüyordu ve yine sürgündeyken yazdığı kitabını bu konudaki temel eseri olarak görmeye devam etti.

Peki ama devrimi arayan Lenin, Hegel’i neden okumuştu? Çünkü devrimi aramayanlar, kendisinin deyişiyle marksist teoriyi eşi görülmedik bir şekilde kabalaştırırken, Hegel’den faydalanıyorlardı.

Marksizmin içinde bir Hegel tartışması çoktan başlamıştı ve ne yazık ki bu tartışma marksizmin doğuşunu takip eden yüzyılda da bir türlü bitmek bilmeyecekti. Bernstein ve Kautsky ile başlayan tartışma, Lukacs ve Korsch’la devam edecek, oradan Althusser’e ve pek çok isme bağlanacaktı. Bunlar belki ilk akla gelen isimler ama tartışma elbette bunlarla sınırlı kalmadı. Türkçe’de iyi bilinen Ollman ve Zizek, o kadar bilinmeyen “sistematik diyalektik” taraftarları ve tabii ki “analitik marksistler”…

Bernstein ve Kautsky

Bu liste uzar gider ama ortak nokta tartışmada bir referans olarak Hegel’in görülmesiydi. Tartışmayı adlı adınca Alman idealizmi yönlendiriyordu aslında. Hepsi bu tartışmada Hegel’den yana veya Hegel’e karşı tavır aldı. Kimisi için asıl görev marksizmi hegelcilikten temizlemekti, kimisi içinse marksizmin içindeki hegelyen öğeleri öne çıkarmak teori için tek kurtuluştu.

Tartışılan Hegel miydi? Bir ölçüde evet.

Ama esas tartışma aslında hiçbir zaman Hegel’e dair olmadı. Teorinin tarihinde bu tartışmayı ilk açan Bernstein’la başlayarak, marksizmin bilimselliğine zarar verdiği iddiasıyla hegelciliğe karşı tavır alma iddiasıyla yola koyulanların asıl derdi her zaman marksizmin devrimciliğiydi. Hegel ise sadece bir araçtı.

Buradan bir reformizmin çıkması kaçınılmazdı ve çıktı da. Teorik köklerini böylece bulan II. Enternasyonal reformizmine karşı durmak için, o kesimin aslında bir araç olarak kullandığı hegelciliğe sarılmak ve reformizmin saldırdığı Hegel’i savunmak ise kaçınılmaz olarak başka bir savrulmanın yolunu açtı.

Reformizme karşı hegelcilik ya da Marx’ı anlamak için hegelcilik kimseyi otomatikman devrimci yapmadığı gibi daha iyi marksist de yapmıyordu. Marx’ın hegelci bir okumasının kendiliğinden devrimci olacağı yanılsaması, aslında basbayağı II. Enternasyonal reformizminin bir hediyesiydi. Reformizm kendisini batırdığı gibi tartışma yanlış konumlandığı sürece karşısındakini de aynı çamura çekebilecek bir illetti.

Oysa reformizme karşı mücadele etmek için esas olan her zaman devrimcilik ve marksizmin özüne sahip çıkmaktı. Tartışmanın ekseni yanlış kavranınca savrulma da kaçınılmaz oluyordu.

Bir düşünce sistematiğinin gelişimi açısından Hegel bir inceleme noktası olabilirdi ancak marksizm için hegelcilik hiçbir zaman başat ve asli bir tartışma olmadı. Bunu göremeyenler hep hata yaptı.

Peki Lenin… O işte bu hatayı yapmayanlardandı.

Evet, dönemin sosyal demokratları ve görünürde ortodoksiyi savunan Kautsky ve benzerleri marksist teoriyi açık bir şekilde kabalaştırıyorlardı. Ama bunu niye yaptıkları konusunda Lenin’in hiçbir şüphesi yoktu. Bu insanlar yaklaşan devrimden kaçıyor, onu görmezden geliyorlardı. Teorinin kabalaştırılması ile devrimden kaçış elele giden iki süreçti ve birbirinden koparılamazdı.

Lenin Hegel okudu ama Hegel tartışmadı. Doğrusunu yaptı… Hegel okudu ama devrimi tartıştı.

Tanıdık geldi değil mi? Çünkü Marx da tam olarak bunu yapmıştı.

Böylece Lenin, bir kez daha marksizmin en iyi öğrencisi olduğunu ispatlıyordu.

İspatladı ama Hegel konusunda ustasıyla aynı kaderi paylaşmaktan da kaçamadı. Hegel, tıpkı Marx’ta olduğu gibi Lenin’i mistifiye etmenin bir yolu olarak kullanıldı. Elbette, Lenin’i eğip bükmek Marx kadar popüler bir konu hiçbir zaman olmadı. Çünkü, Hegel’le Marx arasındaki ilişkiye dair efsaneler uyduran Batılılar için Lenin’e mesafeli durmak çoğu zaman bir ön kabuldü. Yine de tüm bunlar “Felsefe Defterleri”ni hegelci bir tartışmanın içine çekilmekten kurtaramadı.

Peki bugün bu tartışmaların bir anlamı var mı? Var, çünkü Lenin’in yönteme ve aslında dolaylı olarak Hegel’e dair tartışmaya yaklaşımı marksizm için hâlâ ilham verici.

Üstelik Lenin’in yanıldığı anlarda bile bu böyle.

Neydi Lenin’in Hegel için tuttuğu defterlerden bugüne kalan en meşhur aforizması? Hegel’in Mantık adlı eserini okumayan Kapital’i de anlamıyordu… Lenin haksızdı ve Marx’ı anlamak için Hegel’i okumak mutlak bir şart değildi. Zaten kendisi de bunu bir daha bu şekliyle tekrar etmedi.

İlham verici kısım ise aforizmanın az bilinen devamındaydı. Lenin, şu ana kadar kimsenin Marx’ı anlamadığını iddia ederken, herhalde delirmemişti. Unutmayalım, sene 1914’tü ve marksizmi takip ettiğini iddia eden herkes, çıkan savaşta burjuva hükümetlerin tarafında konumlanmış, derinleşen krizin yarattığı devrimci olanaklara gözünü kapatmıştı.

Bir devrim çağı açılmış ama kendisini marksist diye niteleyenler bunu görmezden gelmeyi seçmişti. Bu eğilime neredeyse tek başına direnen bir marksistin hiçbiriniz Marx’ı anlamadı demesinden daha ilham verici ne olabilirdi?

Marx’ı anlamak için Hegel okuyalım kısmı bugün gerçekten önemsiz. Ama Marx’ı anlamak için bugün Lenin okuyalım demek önemli. Çünkü karşımızda devrimden kaçanın Marx’ı anlayamayacağını iddia eden birisi var.

Üstelik Lenin, aynı aforizmada adlı adınca “Kapital”i örnek gösterirken, “Kapital”i II. Enternasyonal’in elinden almaya çalışırken de ilham vericiydi. Bu taraflaşmanın yanlış olduğuna dair erken bir uyarıydı bu. II. Enternasyonal reformizmi kendisini “Kapital”e dayandırıyor olabilirdi ama bunun kitapta aslında hiçbir karşılığı yoktu.

Yıllar sonra, Ekim Devrimi’ni “Kapital”e karşı bir devrim olarak niteleyenler de aynı nedenle yanılıyordu. Ekim Devrimi, “Kapital”i yanlışlayan değil doğrulayan bir tarihsel adımdı. Bunu da, devrimden üç yıl önce, Hegel okurken aldığı notlarda, Lenin söylüyordu. “Kapital”e karşı hareket edenler devrimi hiçbir zaman gelmeyecek yarınlara erteleyen veya tamamen vazgeçen II. Enternasyonalcilerdi.

Aynı şekilde Lenin, yine materyalizmi II. Enternasyonal’in formüle ettiği şekliyle idealizme karşı bir akım olarak görmeyi de reddediyordu. Materyalizm elbette idealizme karşıydı. Ama asıl sorun II. Enternasyonal’in materyalizminin idealizme karşı olup olmaması değil, bu materyalizmin ne ölçüde devrimci olduğuydu.

Bu meseleyi çözecek olan da, koşulların ve nesnelliğin hiçbir şekilde değiştirilemeyeceği gibi bir yaklaşımın üzerine inşa edilen bu tür bir materyalizmden türeyen reformizme karşı Hegel’i işe koşmak değildi. Hegel bir materyalist olarak okunduğunda Hegel devrimci bir düşünüre dönüşmüyor, ya da Hegel’i böyle okuyan otomatikman devrimci olmuyordu.

Lenin’in kendi döneminin materyalizmini kaba bulduğu açıktı. Ama Lenin, bunu marksizmden yola çıkarak yapıyordu. Kabalaştırılan bizzat marksizmin kendisiydi. Materyalizm diye ortalıkta dolanan akımların marksizmle ilgisi yoktu. Kautsky ve benzerleri materyalist olabilirlerdi, ama devrimci değillerdi. Dolayısıyla marksistlikleri de son derece tartışmalıydı.

Ancak Lenin, Kautsky ve benzerleri ile, genel olarak reformizmle yürüttüğü polemiklerin hiçbirinde bu materyalizmin sorununu yalnızca yöntemsel hatalara bağlamadı. Evet kaba buluyordu. Evet, reformistler açık yöntemsel hatalar yapıyorlardı. Evet, 1914 yılında aldığı notlarda kendisinin yöntem sorunu üzerine düşündüğü açıktı. Ama reformizme karşı giriştiği savaşta salt yöntemsel silahlara hiçbir zaman başvurmadı.

Yöntem elbette hep oradaydı. Ama tıpkı Marx’ın yaptığı gibi bir araç olarak… Lenin, Hegel okuyup yadsımanın yadsınmasının tüm inceliklerine vakıf olarak kendi düşüncesinde bir sıçrama yaşamadı. Yönteme dair muhtemel sorunları tek tek ele almaktansa, yöntemin özgül uygulamalarına yoğunlaştı. Emperyalizmle ilgili çalışmaları ya da devlet ve devrim sorunları üzerine ürettikleri bu yaklaşımın somut örnekleriydi.

Lenin’deki materyalizm tartışmasının 1914 yılındaki defterlere mahsus olduğu iddiası da ayrı bir garabetti. Tıpkı Bolşevik liderin Hegel’den öğrendiği yöntemsel inceliklerle 1909 yılındaki kabalıklarını aştığı iddiası gibi…

Marksizmin değil ama materyalizmin en önemli sorunu her zaman insan iradesine bir yer açmaktı. Bu sorunun farkında olmayan birisinin “Ne Yapmalı?”yı yazması herhalde mümkün değildi. Demek ki, devrimci iradeyi keşfetmek için Hegel’in “ide”sini bilmek gibi bir zorunluluk yoktu.

Hegel’in “pratik ide” kategorisi insan iradesinin tanımlanması için bir zemin sağlayabilirdi belki. Ama tek bir koşulla… Pratik ide, Hegel’in bütünsel sistematiğinden kopartılmalıydı. Hegel’i çok ama çok iyi tanıyan Marx bunu denemedi bile. Çünkü böylesi bir öğeyi Hegel’in çok iyi tanımlanmış bütünlüğünden koparmak imkansızdı. Lenin’in tuttuğu defterlerde, pratik ideye dair aldığı notlar da bir tür esinlenme ya da felsefi değerlendirmeler olarak kaldı.

Lenin, kafasında devrimci iradeyle ilgili tartışmayı, kendiliğinden bilinç ile tarihsel bilinç arasındaki açının nasıl kapanacağına dair bir kitap yazarak çoktan kapatmıştı. Lenin’in “Ne Yapmalı?” isimli çalışması Batı yazınında ısrarla gösterilmeye çalışıldığı gibi basit bir örgüt kitabı değildi. Rus lider, bu erken dönem çalışmasında, daha 1909’da materyalizmle ilgili polemiğini yazmadan önce yöntemsel bir çıkış da yapmıştı. Tüm hayatı boyunca sadık kalacağı bir çıkıştı bu.

Lenin’in yöntemsel manifestosu Felsefe Defterleri değildi. İlla böyle bir eser aranacaksa bakılacak eser hiç şüphesiz “Ne Yapmalı?”ydı ve bu kitabı yazan Lenin, Hegel’i değil, Marx’ın “Kapital”ini okumuştu.

İnsan bilinci nesnel dünyayı yansıtıyordu, ama aynı bilinç tarihe müdahale ederek bu dünyayı yeniden kurabilecek bir noktaya evrilebiliyordu da. Devrimcilerin görevi hem bu ikisi arasındaki açıyı veri almak, hem de bu ikisinin arasındaki mesafeyi kapatmak için çalışmaktı. Bu konuya yöntemsel açıdan geri dönmeye hiç gerek duymadı. Ama bu yaklaşım hem siyasi yaşantısına, hem de takip eden tüm eserlerine damgasını vurdu. Lenin, bu perspektifi devrimci bir şekilde hep yeniden üretmeyi başardı.

“Felsefe Defterleri”, onun iktisadi koşullarla insani ve öznel güçler arasındaki ilişkiyi bütünüyle yeniden organize edişine dair bir metin değildi. Tam tersine, Lenin, kendi düşüncesi doğrultusunda bir okuma yapıyordu. Lenin, Hegel’in tüm kategorilerine bakarken, “Ne Yapmalı”daki yöntemsel konumlanışıyla hareket ediyordu. Bunu yaparken de aklında II. Enternasyonal’in reformizmi vardı.

Dolayısıyla, Lenin’in notlarında gönderme yaptığı bilinç, Hegel tarafından geliştirilmiş felsefi ya da bilimsel bilinç değil, devrimci teoride vücut bulmuş bilinç tipiydi. Lenin, bu devrimci bilinç aracılığıyla Hegel’in bilinç kategorisini eleştiriyordu. Dünyayla bağı kopartılamaz olan bu bilinç canlı bir öznede cisimleşiyordu. Bu özneyi yalnızca insan olarak tanımlamak yeterli değildi. Bu bilincin müdahale gücünü elde etmesi için örgütlü bir özne biçiminde hareket etmesi zorunluydu. Müdahale için de bağlam açıkça devrimin kendisiydi. Önce iktidar fethedilecek, sonra toplumsal devrim başlatılacaktı.

Lenin, bu oldukça radikal özne tarifini Hegel okurken geliştirmedi. Tam tersine, Lenin, Hegel’i aklında bu özne tarifiyle okudu. Hegel’in bilinçle ilgili soyut kategorilerinin karşısına somut devrimci bilinci ve örgütlü özneyi koydu.

Lenin’in bu yaklaşımı kimilerine göre oldukça tek yanlıydı ve Rus lider bu kısır bakış açısı nedeniyle Hegel’in sistemini bir bütün olarak ele alamadı.

Evet, böyle oldu. Ama iyi ki böyle oldu…

Böylece, Lenin Hegel’in karmaşık yapısını mümkün olan en sade şekilde eleştirdi. Bu sadelik zaman zaman Hegel’de olmayanı aramak şekline de büründü kaçınılmaz olarak. Lenin aşırılıkları seviyordu ve bu en çok pratik ideyle ilgili bölümde göze çarptı. Ama nerede duracağını da biliyordu. Ne bunu yöntemsel bir prensip haline getirdi, ne de hegelciliğin idealize edilmiş bir dünyada nefes alıp verdiğini unuttu.

İdealizm yalnızca basit materyalizmin bakış açısından saçmaydı. İdealizm insanın sonsuz derecede karmaşık bilgisinin tonlarından biri aracılığıyla gericiliğe giden yoldu. Hegelcilik de bu nedenle saçma değil ama gericiydi.

Engels

Rus liderin Hegel okumayı çok ciddiye aldığı açıktı. Böylesi bir yöntemsel egzersizden faydalandığı da…

Ama Lenin’in bu okumadan faydalanmış olması başka, bu okumanın bir sonucu olarak örneğin emperyalizm teorisini geliştirmesi ya da Nisan Tezlerini formüle etmesi bambaşka… Lenin’in eserlerinde böylesi bir yöntemsel sıçrama yoktu. Siyasi deneyimi artmıştı, bu deneyimi ve birikimi sayesinde dünyadaki ve ülkesindeki gelişmeleri son derece isabetli yorumlayabiliyor ve buradan hareketle isabetli taktik ve stratejik adımları atabiliyordu. İşçi sınıfı hareketindeki bölünmeden sonraki yalnızlığını, devrimci bir kararlılıkla bir avantaja dönüştürmeyi de başarmıştı. Kendisini geçmişe kıyasla daha iyi ifade ettiği de açıktı.

Hegel okumasının Lenin’in düşünsel ve siyasi gelişiminde hayati bir rolü olduğuna dair bir işarete takip eden eserlerinde rastlanmıyordu.

Hegel için 1922 yılında yaptığı hoşluk da Marx’ınkiler gibi yorumlanmalıydı. Rus filozoflara o yıl Hegel diyalektiğinin materyalist dostları olmaları yönünde yaptığı çağrı, Marx’ın kendisini Hegel’in öğrencisi olarak nitelemesinden farklı değildi.

Marx, bir açıdan Hegel’in öğrencisi olarak görülebilirdi tabii. Genç Marx, tüm çağdaşları gibi Hegel tedrisatından geçmişti. Ama Marx’ı Marx yapan hegelcilikten ve Klasik Alman felsefesinden kesin bir kopuştu. O kopuşun ardından Marx’ın yönteminin Hegel’inkiyle hiçbir ilgisi kalmamıştı. Marx’ın sözleriyle, onun yöntemi Hegel’den yalnızca farklı değil, aslında onun doğrudan karşıtıydı. Marx, Alman gericiliğinin Hegel’e ölmüş eşek muamelesi yapmasından rahatsızdı ve bu nedenle Kapital’in bir iki bölümünde, Hegel’e biçimsel selamlar göndermekten kaçınmadı.

Rus filozofları da Hegel’in düşünce dünyasındaki yerine gözlerini kapatmamalıydı. Bu açıdan tanımlanacak bir dostluğun sakıncası da olmayabilirdi. Ama Hegel tartışmasız bir idealistti ve bu dostluğun bunu değiştirmesi, ayrı dünyaları birleştirmesi imkansızdı. Tıpkı Marx’ın Hegel’in öğrencisi olması gibi, Hegel’le kurulan dostluk da doğru şekilde yorumlanmalıydı.

Engels’in ifade ettiği gibi Hegel’le sistematik bir dostluk veya ilişki kurmak zorunlu olarak gericilikle sonuçlanırdı. Hegel’in sistematik bütünlüğü başka türlüsüne izin vermiyordu. Diyalektik en genel haliyle ilk kez Hegel tarafından ortaya konmuştu ama bu yöntem, Hegel’in sistematiğiyle çözülemez bir çelişki halindeydi. Yadsıma veya gelişme gibi kavramların kendisi devrimci değildi. Onları devrimci bir araca dönüştüren yeniden anlam kazandıkları bütündü. Bu açıdan hegelcilik bir büyük başarısızlıktı.

Lenin’in devrimciliği ise mutlak bir başarıydı.

Bolşevik lider marksizmi farklılaştıran ve devrimci kılan asıl özelliğin tarih görüşü olduğunun farkındaydı. Hegel okurken düştüğü notlarda bunu özel olarak belirtirken, hegelciliğin en büyük açmazını tespit ediyordu.

Hegel’in tarih felsefesinden hiçbir şey çıkmayacağını bu sözcüklerle ifade eden Lenin, sistemin temel çelişkisini vurgulamış oluyordu. Hegel’in diyalektik genellemeleri tarihe ve siyasete uygulanamıyordu. Genellemelerin bir değeri varsa, bu kendinde bir değerdi ve bu yöntemsel açıdan açık bir sorundu.

Bu yaklaşım Lenin’le Plehanov arasındaki keskin ayrımı da gösteriyordu. Plehanov, Hegel’in “Tarih Felsefesi”ni, Hegel’in marksizme en yakın eseri olarak görüyordu. Ne büyük yanılgı…

Oysa, tarihe yaklaşıldığında Hegel’den uzaklaşılıyordu ve yöntemi salt bir yöntem olarak değil de tarihsel bir araç olarak tartışmamızın gerekliliği de bu noktada açığa çıkıyordu. Marksizm temelde siyasi bir manifestoyu, devrimci bir çağrıyı içeren bir tarih görüşüydü.

Aynı Plehanov’un örneğin Kant’ı eleştirirken kullandığı materyalizmin de Lenin açısından kaba olması demek ki bir rastlantı değildi. Kaba materyalizm, incelikli bir tarih görüşünün olmadığı yerde gelişiyordu.

Böylece çember kapanıyordu aslında. Kaba materyalizm ve reformizmin karşısında hegelcilik değil marksizmin tarih görüşü vardı.

Doğrudan Hegel hakkında yapılacak bir tartışma devrimcilerle reformizmi birbirinden ayıramazdı. Tarih tartışmasından Hegel’e gidilebilirdi, ama tersini yapmanın ciddi sakıncaları bulunuyordu.

Lenin de bunu yaptı. Salt yöntemi değil siyaseti konuşmayı tercih etti. Hegel hakkında tuttuğu defterleri farelerin kemirici eleştirilerine terk etti. O Hegel okumaktan alacağını almıştı. Savaş şiddetleniyor ama savaş şiddetlenirken siperlerde büyük bir devrimin koşulları olgunlaşıyordu.

Hegel haksız, Marx haklıydı.

Tarih yapma zamanı gelmiş çatmıştı ve Lenin, Hegel’in değil Marx’ın öğrencisiydi.

Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×