Manga Tamam da Kapital Nerede?

Kapital Manga

Japonca’dan çeviren: H. Can Erkin

Yordam Kitap, İstanbul, Ekim 2009, 192 sayfa

 

 

Marx’ın Kapital’inin “manga formunda öyküleştirilmiş” biçimi, Japonca aslından çevrilerek Yordam Kitap tarafından yayımlandı. Kitabın arka kapağındaki tanıtım yazısında ileri sürüldüğüne göre, Kapital’in “özü ve temel kavramları” öykü biçiminde anlatılarak, Kapital “göz korkutucu” olmaktan çıkarılmaktadır. Dahası Kapital Manga, eşanlı olarak “aylarını tüketmiş olanlara ve hiç okuyamamış olanlara, hem temel kavramlarla tanışmak isteyen gençlere hem de her yaştan çizgi-roman tutkunlarına”, “zevkli bir okuma” vaat etmektedir.

Bu kadar geniş bir kitleye Marx’ın Kapital’ini sadece okuma değil, aynı zamanda anlama olanağı sunduğu iddia edilen bu kitabın baskı sayısının 100 bini geçmesi şaşırtıcı olmuyor bu durumda. Ama tam da bu nedenle insan, “Kapital’in özü ve kavramlarına bu kadar yabancı bir eserin kapağına Karl Marx ve ‘Kapital’ yazılmış olmasının nedeni ve sonucu mu bu?” diye düşünmeden de edemiyor. Elbette sadece çizgi-roman biçiminin değil, Kapital üzerine herhangi bir özet ya da giriş kitabının bile Kapital’e göre bir sürü eksiği olacağı düşünebilir. Bu nedenle Kapital Manga’ya yöneltilebilecek eleştiri bu temelde değil, tam da kitapta ileri sürüldüğü gibi, ele alınan temel kavramlar bağlamında olmalıdır.

Bu yazının alt başlıklarını Kapital Manga’nın kendi alt başlıkları oluşturmaktadır. Bu başlıkların her biri kendi başına ele alındığında uzun bir yazının konusu olmayı hak edecek kapsama sahiptir. Bu nedenle yazının içeriğini, bu konuların Kapital Manga’da nasıl açıklandığıyla ve bu açıklamaların eleştirisiyle sınırlı tutup, bu konuları ayrı olarak ele almayacağım.

I. Kapitalist üretim süreci

Kapital Manga’da, babasıyla beraber küçük bir atölyede yaptıkları peynir üretimiyle pazardaki talebi karşılayamayan, ürünlerin takas edilmesine dayalı ilişkilerin var olmaya devam ettiği kırsal bir bölgede, hastalanmaları halinde tedavi için gerekli parayı bile bir araya getiremeyen ve bu nedenle annesini kaybetmiş Robin’in hikayesi anlatılmaktadır. “Kapitalist Üretim Süreci” adını taşıyan birinci bölüm, esas olarak, finansal sermaye ile kapitalist girişimci arasındaki ilişkiyi ele almaktadır. Sanırım bu bir tesadüf değil. Tüm kitap boyunca annesini parasızlıktan kaybetmiş olmanın verdiği üzüntüyle üzeri örtülen zengin olma hırsı ile babasının ve içinden çıktığı toplumsal çevrenin temsil ettiği değerler arasında kalan Robin’in yaşadığı gerilimi aşmasında belirleyici rolü finans sermayesinin (Daniel) oynaması, bütün olarak kapitalist sınıf ile emekçi sınıflar arasındaki çelişkinin, “acaba finansal sermaye olmasaydı daha mı iyi olurdu” sorusuna yol açması pekala mümkün görünmektedir. Robin’in kendi içinde çelişkilere düştüğü aşamalarda finans kesiminin temsilcisi Daniel’in devreye girmesi ve akıl vermesi, Daniel’in tuttuğu kahyanın fabrika içinde işçilere yönelik baskı ve şiddeti üstlenmesi, Robin’in sömürme ve işçilere baskı uygulama rollerini dışsal bir baskıyla kabullenme durumunda kalması, temel çelişkinin sanki bir bütün olarak mülk sahibi sınıflar ile proletarya arasında değil de, bir ölçüde finansal sermaye ile üretken sermaye arasındaymış izlenimini vermesi kaçınılmaz oluyor. Kitabın tümüne yayılmış bu çelişkinin sürekliliği ve Robin’in kapitalizmin yasalarına boyun eğmede geçirdiği aşamalara atfedilen önem, en azından bu nedenle Kapital’le çelişmektedir. Nitekim birinci cildin belki de en önemli bölümlerinden biri olan “İlkel Birikim” olgusuna hiç yer verilmediği gibi, kapitalist sınıf içindeki ayrımlarla konuya girmek, en hafif deyimle Marx’a büyük bir haksızlık sayılmalıdır.

Dahası, emek ürününün neden ve nasıl meta biçimini aldığı, toplumsal zenginliğin kapitalist toplumlarda neden muazzam bir meta yığını olarak göründüğü hiç tartışılmadan ve sermaye sahibi ile emekçiyi karşı karşıya getiren ilişki analiz edilmeden, kapitalist yatırımın temel koşulu, talep yönünden ürün kalitesi, arz yönünden ise para sermayenin tedarik edilmesi olarak sunulmaktadır. Yeterince kaliteli ürünü olmadığı için talep bulamayan diğer dükkanların kitabın ilk sayfalarında yer bulması, kapitalist sistemin her şeyden önce rekabete dayalı bir sistem olarak tanımlanmasına hizmet etmektedir ki böyle bir şeyin kapitalist üretimin tanımlayıcı unsuru olmasının Kapital’in neresinde yer aldığı sorusunun haklı olduğunu belirtmekle yetinmeyip, birinci cildin kavramsal analizinde böyle bir şeyin yer almadığını vurgulamak da gerekir.

Kapitalist üretim sürecinin en temel özelliği, üretimin sermaye ve emek-gücü ilişkisi temelinde gerçekleşiyor olmasıdır. Nitekim kapitalist toplumu bütün olarak neredeyse bir piyasaya indirgeyen temel şey de budur. Toplumda mülk sahibi olmayan (üretim araçlarına sahip olmayan) sınıfın hayatta kalmak için ihtiyaç duydukları şeyleri parayla piyasadan satın almak zorunda olması ve bütün ürünlerin piyasada satış amacıyla üretiliyor olması, kapitalist toplumlarda piyasayı mümkün ve gerçek kılan esas unsurdur. Kapital Manga, kapitalist üretim süreci başlığını taşıyan ilk bölümde buna hiç değinmemekte, meseleyi sadece bir pazar olgusu olarak koymaktadır; yani kitapta, “pazara sunabileceğiniz belli kalitede bir malınız varsa”, bu durumda gerekli sermayeyi finans kesiminden sağlamak suretiyle kapitalist üretim sürecinde yer alınabileceği mesajı verilmektedir. Dolayısıyla bu üretimde kullanılan emek-gücü metası nereden çıkmıştır, üretimi gerçekleştirmek için neden para sermayeye gereksinim duyulmaktadır, bu pazar olgusu nasıl ortaya çıkmıştır gibi sorular havada kalmaktadır. Elbette bu kitapta bunların tarihçesinin anlatılması beklenmemektedir; ancak okuyucuyu bu sorulara yöneltmek, Kapital’in adını taşıyan her kitabın hedeflediği esas işlevlerden olmalıdır.

Örneğin kitapta sunulduğu kadarıyla, “kötü yola düşen” Helena bile, ağanın tarlasında çalışmak yerine kentte daha çok para kazanabileceği bir “iş seçmiştir”. Oysa kırsal kesimden kente “mülksüzleştirilmeleri” sonucu çalışma olanağı kalmadığı için göçmek zorunda kalan emekçiler, kentli proletaryanın tarihsel kökenini oluşturmaktadır ve bunun bir tercih olmakla hiçbir ilgisi yoktur.

Kapitalist üretim sürecini tanımlarken verilen örnek, bir şeyleri açıklamaktan çok, karmaşıklaştırmaktadır. Marx’ın Kapital’i esas olarak bir kavramsal analizle başlar işe. Fazla ayrıntıya girmeden vurgulayacak olursak, kapitalist üretim süreci, esas olarak bir işletmede üretimin nasıl gerçekleştirildiği ile değil, sermaye ve emek-gücü gibi iki tarihsel olgu temelinde gerçekleştirilen kapitalist meta üretiminin toplumsal niteliğiyle ilgilidir. Kapital Manga’da yapılan ise sürecin mantığını basit bir iktisat ya da işletme kitabında bulunabilecek (ölçek ekonomisi, Taylorcu üretim gibi) konulara indirgemekten başka bir şey değildir. Kapitalist üretim ilişkilerinin egemen hale geldiği bir toplumsal yapıda Robin’in “işin ölçeğini büyüterek fabrika sistemine geçiş” kararı da bir tercih olarak sunulmaktadır. Oysa kapitalist üretim aşamasına geçen “girişimci” (bu terim kitapta geçmemekle birlikte Robin’e atfedilen konum budur) finans sermayesinin temsilcisinden (Daniel) kredi almaktadır. Kapital’den esinlenen bir eserde asıl vurgulanması gerekense, her şeyden önce, piyasada “serbestçe dolaşan” emekçilerin bu konuma nasıl düştüğüyle, kapitalist meta üretiminin ulaştığı aşamanın özgül karakteristiklerini açıklamak olmalıdır. Bir diğer deyişle piyasa ve piyasa ilişkileri, Marx için bir veri değil, ne olduğu ve nasıl ortaya çıktığı açıklanması gereken tarihsel kategorilerdir. Bu anlamda, “ilkel birikim”den bahsedilmese bile, mantığını bu kavramı gerektiren toplumsal koşullardan alan bir yaklaşımın kitabın bütününe olmasa da belirli bir kesimine içkin olmasını beklemek abartılı olmayacaktır.

II. Sömürü

İkinci bölüm “Sömürü” başlığını taşımaktadır. Bu bölümün en kritik yeri, işleri iyi gitmeyen Robin’e Daniel’in verdiği “simyacılık” dersidir; çünkü burada artı-değer teorisi açıklanmaktadır. Burada Marx’ın Kapital’inden alınmış olması gereken bir analiz bulunmaktadır. Nitekim 86. ve 87. sayfaların arasına sıkışmış tanımlardan da bu bölümde sömürünün ve artı-değerin ne olduğunun açıklandığı anlaşılmaktadır. Robin’in simyacılık dersi şöyledir: Maliyetinin on altın olduğu varsayılan bir kalıp peynirin maliyeti bir sihirbazlıkla 9 altına (4 altın malzemeler, 4 altın makinelerin yıpranma payı ve 1 altın da emekçilere ödenen ücret) düşürülmektedir. Bunun nasıl olduğunu hayretle soran Robin şu karşılığı alır: Bu maliyet hesabına emek-gücünün değeri 2 altın olarak girmesi gerekmekle birlikte işçilere 1 altın ödenmekte, böylelikle geriye kalan 1 altın kapitaliste kâr olarak kalmaktadır.

Kavramsal olarak Marx’ın Kapital’iyle hiçbir ilişkisi olmayan bu analizde büyük sorunlar bulunmaktadır. Bir defa Marx’ta emek-gücüne gerçek karşılığının ödenmemesine dayalı bir sömürü analiz yoktur; tam tersine belli bir soyutlama düzeyinde emek-gücü de dahil olmak üzere tüm metaların piyasada kendi değerlerine göre mübadele edildiği kabulü bulunmaktadır. Sömürü her şeyin bizzat kendi “maliyetine” (aslında değerine demeliydik) satıldığı koşullarda gerçekleşmektedir. Kitaptaki örneğe dönecek olursak, bir peynirin maliyeti ne ise fiyatı da (elbette belli bir soyutlama düzeyinde) bu maliyete göre belirlenir. Emek-gücü metasına da aslında kendi hak ettiği ücret verilir ki bu da, diğer metalarda olduğu gibi bu metaın yeniden üretimi için gerekli olan değere karşılık gelmektedir.

Marx’ın politik iktisat alanında getirdiği yeniliklerden biri, emek ve emek-gücü ayrımıdır ve bu ayrım sömürünün açıklanmasının anahtarını verir. Sömürüyü veya artı-değeri ortaya çıkaran şey, analitik olarak, emeğin yarattığı değer ile emek-gücünün değeri arasındaki farktır. Dolayısıyla bu ilişkiyi açıklamak için aslında maliyet kavramına hiçbir şekilde başvurulmaz. Eğer artı-değer açıklanacaksa, söylenmesi gereken şudur: Bir kalıp peynirin değeri 10 altındır, emekçi üretim sürecinde 2 altınlık yeni değer yaratmaktadır, ama çalışmasının (emek-gücünün) karşılığı olarak aldığı ücretse 1 altındır.

Kitabın 86 ve 87. sayfaları arasındaki notta verilen artı-değer tanımı, ne yazık ki, şöyledir: “İşçilerin emek harcayarak ürettikleri şeylerin toplam değeri ile işçilere ödenen ücret arasındaki fark”. Bu tanımda işçilerin ürettikleri şeylerin toplam değeri, kitapta yapılan maliyet hesabındaki yıpranma ve kullanılan malzeme payını da içerdiği için (10 altın), bu tanım tamamen yanlıştır. Doğrusu, işçilerin emekleriyle yaratılan toplam değer (2 altın) ile işçilere ödenen ücret (1 altın) arasındaki fark şeklinde olmalıydı. Kitapta verilen tanıma uyarak bir hesaplama yapacak olsaydık, artı-değer 1 değil, 9 altın olacaktı.

Bunun hemen altında yer alan bir diğer tanımda ise sömürü için, “işçinin ürettiklerinin bir bölümüne, karşılığı ödenmeden el konulması” denilmektedir. Oysa kapitalist, işçinin ürettiklerinin bir bölümüne değil tamamına el koyar; yani kapitalist üretim içinde üretilen metaların tamamı kapitaliste aittir ve kapitalist bunları piyasada satışa çıkarır. Bu çalışma karşılığında işçilerin aldığı şey ürettiklerinin bir kısmı değil, ücrettir; sömürü, ödenen ücretin, emekçi tarafından yaratılan değerden farklı olmasının bir sonucu olarak ortaya çıkar.

III. Emek-gücünün satın alınışı

Aslında bundan önceki bölümlerde zaten işlenmesi gereken bu konunun, sömürü ve kapitalist üretim süreci “analizlerinin” sonrasına bırakılması çelişkilidir. Ayrıntılara girmeden şunu söylemek mümkün: Bu bölümde gerçeğe yakın olduğu kadar sorunlu olan konu, emek-gücünün satın alınışı ile fahişelik arasında kurulan (ya da benim kurduğum) benzetmedir. Burada belli ölçülerde doğru olan benzetmeye göre, emek-gücü satın alındığı zaman belirlenmiş süre içinde bu metanın nasıl kullanılacağı olgusunun kapitalistin inisiyatifi altında olması, yani emekçinin zihinsel ve bedensel kapasitesinin o saatler içinde tamamen kapitalistin kontrolünde olmasıdır. Bir diğer deyişle emek-gücü metasının (değişim-değeri ödenmek suretiyle) satın alınarak, işçinin emeğinden (ya da emek-gücünün kullanım- değerinden) istenildiği gibi faydalanılması benzetmesi teorik olarak doğrudur. Ne var ki kullanılan benzetme, bu durumu anlatmak için fazlasıyla duygusal bir yaklaşım içermektedir. Nitekim bu benzetmeyi bu teorik analiz adına kullanılan bir örnek olarak kabul edecek olsak bile kullanılan kavramların çelişkileri iyi niyetli yorumlarımızı gölgede bırakmaktadır. Bu bölümde ısrarla ve altı çizilerek söylenen şey, “emeğin bir mal olduğu”dur. Oysa emek olarak nitelenen ve mal olduğu söylenen şey emek-gücüdür; emek-gücü de bir mal değil “metadır”. Marx’ın Kapital’inin temel kavramlarını ele aldığı iddiasındaki bir kitap için böyle bir eleştiriye yer olmamasını beklemek abartılı sayılamaz.

IV. Değer

Bu bölümden çıkan bir sonuç, “değerin para olduğu” şeklinde özetlenebilir. Burada, banka kasalarında biriken altınlar değerin kendisi olarak sunulurken, bu altınların tüm “karşılıklı nefretlerin, ihanetlerin ve savaşların” nedeni olduğu belirtilmektedir. 170 ve 171. sayfaların arasına sıkışmış bir açıklamada ise “paraya tapma”nın tanımı verilmektedir. Buna göre “bir ürünün karşılığı olmaktan öteye geçmeyen paranın, insanın ve diğer tüm maddelerin değeri konusunda belirleyici konuma gelmesi” paraya tapma olarak adlandırılmaktadır. Marx’ın “meta fetişizmi” kavramıyla ilişkili olarak yapıldığını tahmin ettiğim bu kavramın Kapital’de böyle bir karşılığının olmadığının altını çizmek gerek. Bir defa para, hiçbir koşulda “bir ürünün karşılığı” olarak tanımlanamaz. En azından bu tür bir tanımın akla getirmesi gereken bir soru, neden “ürünün değerinin” değil de ürünün karşılığı olduğu ise diğeri de, para ya da altının bir ürünün nasıl olup da “karşılığı” olduğudur. Çünkü altın ya da paranın bir ürünün karşılığı olması için her şeyden önce bunu mümkün kılan bir toplumsal ilişkinin kurulmuş olması gereklidir.

Oysa söylenmesi gereken şey, değerin bir toplumsal ilişki olduğu ve paranın da bu toplumsal ilişkiyi (değeri) hem ifade ettiği hem de gerçekleştirdiğidir. Para bir ürünün karşılığı olmanın çok ötesinde bir şeydir; para, toplumsal emeğin somutlaşmış biçimidir. Meta fetişizmi ise toplumsal emeğin ve genel olarak insan emeğinin nasıl bu biçim altında göründüğü veya görüldüğüyle ilgili bir kavramsallaştırmadır. Kitapta söz edildiği gibi “insanın ve tüm maddelerin değeri” gibi Marx’ın terminolojisine tamamen yabancı nitelemelere kurban edilmemesi zorunludur; aksi takdirde Marx’ın politik iktisadın eleştirisi yaklaşımının merkezinde yer alan bir kavram ve bu kavram temelinde geliştirilen analizin tüm içeriği boşaltılmış olur.

Bu konuya bir örnekle değinmekte fayda var sanırım. Robin’in babası, sayfa 95’te şöyle demektedir: “Para, insanın emek ve çabasının ürünüdür”. Kendi içinde romantik diyebileceğim bu yaklaşım, kapitalist üretim ilişkilerinden doğan yabancılaşmanın en somut örneklerinden biridir ve meta fetişizminin somut bir tezahürüdür. Bu sözü söyleyerek para yerine emeği kutsallaştıran ya da kutsallaştırdığı düşünülen bu yaklaşım, aslında niyet edilenin tam tersini yapmakta, parayı ve dolayısıyla paraya dayalı ilişkileri meşrulaştırmaktadır; zira para ile emek arasında dolaysız bir ilişki kurmakta bir sakınca görmemektedir. Bu tür bir niteleme karşısında ilk söylenmesi gereken, insanın emek ve çabasının ürününün para biçimi altında görünmesinin tarihsel bir olgu olmasıdır. Böyle bir görüntü, yani emek ile para arasındaki ilişki dolayımsız, doğal bir ilişki gibi sunulamaz. En fazla, böyle bir görüntüyü mümkün kılan toplumsal ilişkilerden söz edilebilir. Ayrıntılarına burada girilmesi imkansız olduğu için kısaca şunu söyleyebiliriz: İnsanın emek ve çabasının ürünü para değil, bizzat ürünün kendisidir. Para biçimini alan şey tekil üreticilerin emeği değil, soyut emektir. Para ile somut emek arasında kurulan bu ilişki, Kapital’in mantığıyla tamamen çelişmektedir.

Bu teorik yaklaşım, Manga’dan çıkarılması muhtemel sonuçlar açısından ve bu sonuçların Marx’ın Kapital’iyle ilişkisi bakımından daha da önem kazanmaktadır. Para ile somut emek arasında böyle bir ilişkinin kurulabilmesinin nedeni, Robin’in babasının atölyesinin ve çalışma tarzının olduğu kadar, mantığının da basit meta üretimine dayalı bir sistem tarafından belirleniyor olmasıdır. Nitekim Robin’in babası da meta mübadelesine karşı değildir; en fazla, paranın insanlar arasındaki ilişkiyi belirler hale gelmesine karşıdır ve bu bağlamda kapitalist meta üretiminin mantığına yenilmeye direnen bir anlayışı temsil etmektedir. Bu anlamda kapitalist üretim ilişkilerine göre eski ya da geri bir üretim tarzına ve toplumsal ilişkilere dayalı olarak bir kapitalizm eleştirisi yapmaktadır. Kapitalist üretim ilişkilerinin egemen olmasına karşı geliştirilen argümanın (“dostlarla ortak yaşamdır insana yakışan”) kitapta bir vasiyet olarak sunulması da, muhtemelen argümanın geçerliliği ile Robin’in annesinin artık hayatta olmaması arasında bir paralelliğe işaret etmektedir.

V. Sonuç

Kitaba dair söylenebilecek çok şey var elbette. Ancak burada ele alınanlar esas olarak Marx’ın Kapital’i ile Kapital Manga olarak basılan kitap arasında var olduğu düşünülen –ve böyle nitelemekte hayli zorlandığım– kavramsal “bağlarla” sınırlıdır.

İsteyen “emeğin mal olması”, yoksul emekçi kızlarının “kötü yola düşmesi” olgularında, “biz köle değiliz” diye haykıran emekçilerde vs. kendine yakın şeyler bulabilir. Ancak bu gerçeklerin dile getirilmesi ve tespit edilmesi için illa Marx’ın Kapital’ine başvurmak gerekmediği açıktır.

Zaten kitabın sorunu, Kapital’le ilgisi olmayan bir hikayenin Kapital’in adının kullanılarak anlatılmış olması ve Kapital’in kavramlarının tamamen içeriksizleştirilmesidir. Marx’ın Kapital’i bunu hiç hak etmediği gibi, zaten çevirisinden, üzerinde hiç tartışılmamasına kadar ülkemizde “kader kurbanı” olmaya devam eden Kapital’in ve yazarının adının bu şekilde kullanılması, eğer bu kitap kötü niyetli bir Kapital yorumu değilse, reklamdan başka bir şey çağrıştırmıyor.

Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×