Marksist Klasiklere Bugünden Bakarken: Komünist Manifesto
“Marx ve Engels (…) [Alman ideolojisi ile] birlikte idealizmle hesaplaşmalarını geri dönülmez bir noktaya taşımış, tarihsel materyalizmin üzerinde yükseleceği zeminin temel taşlarını yerli yerine oturtmuştur. Bundan sonrası tarihsel materyalizmin bütünsel ve sistemli şekilde kuruluşu, ekonomi-politik çalışmalarının ürünü olmuş(tur)” 1 .
Marksist tarih anlayışının doğum sürecinin 1848’de Komünist Manifesto’nun kaleme alınması ile tamamlandığı söylenebilir.
Teoriden pratiğe, bilimden siyasete geçişin manifestosu doğduğu nesnelliğin izlerini taşır. Dönemin proleter dünyası Avrupa ile sınırlı olduğuna göre gerçekten bir dünya devrimi provası sayılabilecek -ve henüz sonuncusu olduğu bilinmeyen-1848 devrimlerinin eşiğinde özellikle Almanya’daki durum Marx ve Engels’i burjuva demokratik bir devrimde uluslararası proletaryanın konumu üzerine eğilmeye zorlar.
Manifesto’nun işçi sınıfı üzerindeki etkisi sınırlıdır. Yazıldığı dönemde sınıf daha çok proudhoncu, blankist ve ütopyacı sosyalistlerin etkisine açıktır. Manifesto okunurken bu noktanın unutulmaması gerekiyor.
Manifesto’dan çıkarılması gereken ilk ders tarih bilincinin güncele bağımlılıktan kurtulmanın, olguların zenginliği içerisinde tarihsel gelişimin yasallıklarını soyutlayabilmenin güvencesi olduğudur. Manifesto eksiklerine karşın bu eksiklerin aşılmasını mümkün kılacak zemini de belirginleştirir.
Manifesto ve sınıf savaşımları
“Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi sınıf savaşımları tarihidir.” manifestiyle başlar Manifesto.
“Özgür insan ile köle, patrisyen ile pleb, bey ile serf, lonca ustası ile kalfa, tek sözcükle ezen ile ezilen birbirleriyle sürekli karşı karşıya gelmişler, kesintisiz, kimi zaman üstü örtülü, kimi zaman açık bir savaş, her keresinde ya toplumun tümüyle devrimci bir yeniden kuruluşuyla, ya da çatışan sınıfların birlikte mahvolmalarıyla sonuçlanan bir savaş sürdürmüşlerdir” 2 .
“Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı”nın 1859’daki önsözünde tarihin motoru olarak üretim ilişkileri ve üretici güçler arasındaki çelişki öne çıkarılmıştır. Alman İdeolojisi’nde ise tarihin motoru olarak her ikisine yer verildiği görülür. Kimi bağlamlarda yapıya, kimilerinde tarihsel öznelere tanınan bu önceliği bir tavır değişikliği olarak algılamak yanlış bir yaklaşım olacaktır. Sınıf kavgasının maddi temelinde, son tahlilde üretim ilişkileri ile üretici güçler arasındaki antagonizma yatar. Sınıf savaşımlarının temeli sömürünün maddi koşullarıdır.
Toplumsal sınıfların burjuvazi ile proletaryanın tanımıyla başlayan Manifesto proletaryanın bu savaşımdaki silah ve taktiklerinin saptanması girişimiyle devam eder. “Sınıf kavgasına dayanan bir toplumda “tarafsız” toplum bilimi diye bir şey sözkonusu değildir” 3 . Manifesto bir savaş çığlığıdır.
Örneğin “kapitalizmin çökeceği” yargısı, kapitalizmin iç çelişkilerine yapılan bir vurgu olmanın ötesinde yeni bir toplumsal sistem için mücadele çağrısıdır. Komünist Manifesto, işçi sınıfına sosyalist toplumun burjuvaziye karşı yürütülen mücadelelerin bir ürünü olacağını öğretmektedir.
“Komünistlerin vardıkları teorik sonuçlar hiçbir biçimde şu ya da bu sözde dünya reformcusu tarafından icat olunmuş, ya da keşfedilmiş düşüncelere ya da ilkelere dayandırılmamıştır. Bunlar yalnızca varolan bir sınıf savaşından gözlerimizin önünde cereyan eden tarihsel bir hareketten doğan ilişkilerin genel ifadeleridir” 4 .
Manifesto ve gelişme determinizmi
“Burjuvazi ancak yüzyılı bulan egemenliği sırasında daha önceki kuşakların tümünün yaratmış olduklarından daha yoğun ve çok daha büyük üretici güç yarattı. (…) toplumsal emeğin bağrında böylesine üretici güçlerin yatmakta olduğunu daha önceki hangi yüzyıl sezebilmiştir” 5 .
Kapitalizmin insanlığın gelişimine taşıdığı bu dinamizmin henüz tükenmediği ve yaşanan sarsıntının etkilerinin sıcaklığını henüz koruduğu bir yüzyılın nesnelliğinden soyutlananların bir bölümü kaçınılmaz olarak bu nesnelliğin de damgasını taşıyor.
Kapitalist gelişme dinamiğine verilen önem, gelişimin evrim-devrim ya da süreklilik-kopuş boyutlarından ilkinin öne çıkarılmasına neden oluyor.
Engels’in 1888 İngilizce baskıya düştüğü not, pratikte sezilen eşitsizliğin teoride kapitalist gelişmenin eşitleyiciliği beklentisiyle yeniden düzenlenişin bir ifadesi olarak da okunabilir; “Genel olarak söylemek gerekirse burada burjuvazinin iktisadi gelişimi için İngiltere siyasal gelişimi için de Fransa tipik ülke olarak alınmıştır” 6 .
Soyutlamayı en gelişkin nesnellikler üzerinden yapan Marx, sonuncu bölümü komünistlerin görevlerini yazarken de bu kez geri feodal-bürokratik bir rejim altında yaşayan Almanya’yı bir an olsun aklından çıkarmıyor 7 .
“Komünistler dikkatlerini esas olarak Almanya’ya çevirirler çünkü bu ülke 17. yüzyılda İngiltere’dekinden ve 18. yüzyılda Fransa’dakinden daha gelişkin bir Avrupa uygarlığı koşulları altında ve çok daha fazla gelişmiş bir proletarya ile yapılmak zorunda olan bir burjuva devrimi arifesindedir, ve çünkü Almanya’daki burjuva devrimi onu hemen izleyecek bir proleter devriminin başlangıcı olacaktır” 8 .
Burjuva devriminin en hızlısını yaşayacak olan Almanya’nın bu hızı tüm Avrupa’yı hızlandırıp olgunlaştırarak gerçek işlevine oturacaktır. Burada gözlenen eşitsiz gelişmenin kısa sürede kendisini de ortadan kaldıracak bir gelişmenin kıvılcımı olacağı beklentisidir. Burjuva devrimlerinin sıcaklığında eşitsizliğin ayrıksı ve geçici olduğu düşünülür.
1848 devrimi tam tersini gösterir. Gelişim daha fazla eşitsizlik doğurur. Eşitsiz gelişme kapitalizmin bundan sonraki gelişiminin temel bir yasası olur.
Manifesto’da sınıf ve parti
Kapitalizmin ilerleyişindeki eşitleyiciliğinin öne çıkarılması Marx’ın proleteryaya dönük çözümlemelerine de yansıyor: “(…) sanayiin gelişmesiyle proletarya yalnız sayıca artmakla kalmaz daha büyük yığınlar halinde yoğunlaşır gücü büyür ve bu gücü daha çok hisseder. Proletarya saflarındaki farklı çıkarlar ve yaşam koşullan makinenin tüm emek ayrılıklarını silmesi ve hemen her yerde ücretleri aynı düşük düzeye indirmesi oranında giderek daha çok eşitlenirler” 9 .
Kapitalizm rekabetçi döneminde proleterleşme ve yoksullaşma el ele gidiyor:
“Bugün burjuvazi ile karşı karşıya gelen bütün sınıflar içerisinde yalnızca proletarya gerçekten devrimci bir sınıftır. Öteki sınıflar modern sanayi karşısında erirler ve nihayet yok olurlar; proletarya ise onun özel ve temel ürünüdür” 10 .
Kapitalizmin hızlı bir sanayileşme ve makineleşme yaşadığı bu dönemde geçmişin köylü ve küçük meta üreticileri giderek büyük ölçekli işletmelerde, sanayi sektöründe istihdam ediliyor sanayi ordusunun bir parçası haline geliyor. Hızlı proleterleşme süreci, ağır çalışma koşulları ve düşük ücretlerle birlikte aynı zamanda bir yoksullaşma süreci oluyor. Bu süreçte eşitsizliklerin ihmal edilmesi doğal.
Sınıfın bilinç düzeyinin yükselmesinde nesnel dinamiklere yapılan vurgu ile sınıf içi eşitsizliklerin teorinin gündeminde olmaması bir araya geldiğinde komünistlere daha çok sürecin gözlemciliğinin düşmesi, öncü örgütlenme sorununun geri planda kalmasını anlamak zor değil 11 .
Yükselen devrim modeli
Manifesto’da yer alan ve yükselen devrim olarak adlandırılabilecek modele göre burjuva devriminin doruk noktasında -eğer paralel olarak güçlenen bir sınıf hareketi mevcutsa-proletarya devrim bayrağını devralacaktır. Yani öncelikle burjuvazi kendi devrimini tamamlayacak sonra da proletarya kendi öz çıkarı için mücadeleye girişecektir. Marx’ın gözlemleyebildiği 1848 öncesi dönem 1789 Büyük Fransız Devrimi’nden başlayarak bir burjuva devrimleri çağıydı. Burjuvazi 1789’la birlikte aristokrasinin siyasal egemenliğine son vermiş, geniş köylü yığınlarını arkasına alarak siyasal iktidarı ele geçirmişti. Fransız Devrimi 1789’daki başlangıcından restorasyon dönemine kadar sürekli yükselen bir seyir izledi. Siyasal iktidar kademeli olarak devrimi ileriye taşıyamamaya başlayan kanatlardan daha radikal olanlarına geçti.
Fransız devriminden sonra benzeri bir burjuva devriminin gerçekleşmemiş olmasına karşın kapitalizmin gelişmesi ve burjuvazinin siyasal egemenliğini kurumlaştırması süreci işçi sınıfını da nicel ve nitel olarak geliştirmeyi sürdürüyor “Burjuvazinin gösterdiği her gelişmeye bu sınıfın buna denk düşen bir siyasal ilerlemesi eşlik” 12 ediyordu. Marx ve Engels yeni bir burjuva devrimleri dalgasının yine yükselen bir çizgi izleyeceğini öngördü.
Bu öngörünün arkasında proletaryanın siyasal bilinç ve örgütlenme düzeyinin burjuva devrimleri içinde alacağı eğitimle yükseleceği beklentisi de yatıyordu.
Burjuvazinin üzerine düşen görevleri yerine getireceği ve bir yandan proletaryayı sanayinin gelişimiyle sayısal olarak arttırırken diğer yandan da siyasal olarak eğiteceği, böylece emek ile sermaye arasındaki son ve mutlak çatışma için zemini temizleyeceği varsayılınca komünistlere düşen “her yerde mevcut toplumsal ve siyasal düzene karşı her devrimci hareketi” 13 desteklemek oluyor.
Diğer yandan Manifesto’da siyasal devrim-toplumsal devrim ayrımı Alman İdeolojisi’ne oranla bir miktar muğlâklaşmış ya da daha doğru bir ifadeyle bu iki süreç iç içe geçmiştir. Burjuva demokratik devrimi işçi sınıfının ideolojik ve siyasal eğitimini sağlayacak, sosyalist devrim bilinçlenme sürecinin önemli bir bölümünü kapitalizm koşullarında tamamlayan proletaryanın eseri olacaktır.
Ancak 1848 sonrası dönemde burjuvazinin gericileştiğinin açığa çıkması ve burjuva demokratik devriminin tamamlanamayacağının netleşmesi ile birlikte proletaryanın eğitimi sorununun bu yolla çözülemeyeceği anlaşılmış toplumsal devrimle siyasal devrim arasındaki ilişki yeniden bir soruna dönüşmüştür.
Sorunun çözümü Komün deneyinden çıkarılacak proletarya diktatörlüğü kavramlaştırması ve Lenin’in büyük katkısını bekleyecektir…
Marksizmin kurucularının devrim stratejisi tartışmalarını Fransa’da Sınıf Savaşımları ve 18 Brumaire’i ele alacağımız bir sonraki “Klasiklere Bakarken…” köşemizde daha kapsamlı olarak inceleyeceğiz.
Önsözler ve devrimin merkezi
Marx ve Engels eş zamanlı bir dünya devrimi öngördü. Bunun yanında dünya çapındaki kalkışmaya kıvılcım olacak yerelliği -henüz bu kavramla ifade edilmese de”devrimin merkezi”ni de öngörmeye çalıştılar. Bu merkez Manifesto’da Almanya’dır.
Devrimin merkezi 1871 Paris Komünü deneyimi sırasında Fransa’ya kayıyor. Ve Komün yenilgisine kadar da bu ülke merkez olma niteliğini koruyor.
Marx ve Engels’in Manifesto’nun 1882 Rusça baskısına yazdıkları önsözde ise devrimin merkezinin değilse de Marx ve Engels’in dikkatlerinin Rusya’ya kaydığını görüyoruz.
“Eğer Rus Devrimi Batıdaki bir proleter devriminin habercisi olur ve bunlar böylelikle birbirlerini tamamlarsa Rusya’daki mevcut ortak toprak sahipliği komünist bir gelişmenin başlangıç noktası olabilir” 14 .
Eşitsiz gelişme kendisini formüle edilmeye zorluyor…
Sonuç yerine
Komünist Manifesto’nun yazıldığı dönemin nesnelliğine denk düşen kimi geri tezleri marksist teorinin kendi gelişimi içinde aşılmıştır. Ancak bugün hala güncelliğini yakıcı biçimde hissetiren ve ancak gerçekleştiğinde aşılacak olan iki temel sloganı var:
Proleterlerin zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri yok KAZANACAKLARI BİR DÜNYA VAR!
BÜTÜN ÜLKELERİN İŞÇİLERİ BİRLEŞİN!.
Dipnotlar
- “Alman İdeolojisi”; Gelenek-49; s. 137.
- MarxK.-EngelsF.; Komünist Manifesto ve Komünizmin Dlkeleri; çev: MuzafferErdost; Sol Yayınları Dkinci Baskı Haziran 1991 Ankara; s. 109-110.
- Lenin V.D.; Kültür ve Kültür Dhtilali Üzerine; Arkadas Kitabevi Yayınları 1976; s. 37.
- Marx K. Engels F.; a.g.y.; s. 127
- a.g.y.; s. 115-116.
- a.g.y.; s. 112 dipnot.
- Almanya’ya verilen bu önemin arkasında yatan biraz da her devrimcide bulunan bir idealizm (sözcüğün her iki anlamıyla da) Marx’ın gençlik eserlerinde de dile getirdiği Almanya’nın göze batan geriliğine duyulan hınç ve insanlığın ilerlemesine duyulan özleminkendi topraklarında somutlanacağı inancıdır.
- a.g.y.; s. 156-157.
- a.g.y.; s. 120.
- a.g.y.; s. 123.
- “Komünist Manifesto proletaryanın devrimci partisi ile sınıfın bütünü arasındaki ilişkiyi çok açık biçimde göstermiştir: “Komünistler öteki isçi sınıfı partilerinden yalnızca şunlarla ayrılırlar: 1. Farklı ülke proleterlerinin ulusal mücadelelerinde her türlü milliyetten bağımsız olarak tüm proletaryanın ortak çıkarlarına işaret eder ve bunları ileri sürerler. 2. İsçi sınıfının burjuvaziye karsı mücadelesinin geçmek zorunda olduğu çeşitli gelişme aşamalarında (vurgu bana ait) her zaman ve her yerde tüm hareketin çıkarlarını temsil ederler. Komünistler demek ki bir yandan pratik olarak bütün ülkelerin isçi sınıfı partilerinin en ileri ve en kararlı kesimi bütün ötekileri ileri iten kesimidirler; öte yandan ise teorik olarak proletaryanın büyük yığını üzerinde hareket hattını koşulları ve proleter hareketin nihai genel sonuçlarını açıkça anlama üstünlüğüne sahiptirler.” Başka türlü ifade edersek onlar PROLETARYANIN SINIF BİLİNCİNİN GÖZLE GÖRÜLÜR CİSİMLEŞMESİDİR. Ve onların örgütlenme sorunu proletaryanın bunu kendi sınıf bilincini gerçekte nasıl kazanacağının ve onu tamamen kendisine nasıl mal edeceğinin önceden kestirilmesine göre belirlenir. Partinin devrimci rolünü kayıtsız şartsız reddetmeyen herkes bunun kendi basına kapitalist üretimin ekonomik güçlerinin mekanik işleyişiyle ya da kitle kendiliğindenliğinin basit organik gelişmesiyle meydana gelmediğini kabul eder. Leninist parti kavramı ile diğerleri arasındaki fark esas olarak (…) proletarya içindeki ekonomik farklılaşmayı aristokrasisinin oluşması vb.) Lenin’in diğerlerine oranla daha derin ve daha ciddi kavramasında(dır). (…) Bundan çıkan sonuç devrimin hazırlanmasında ve yönetilmesinde proletaryanın artan önemi ve dolayısıyla isçi sınıfı karsısında partinin yönetici fonksiyonudur. İşçi aristokrasisinin oluşması ve artan önemi bu bakış açısından belirli isçi tabakalarının dolaysız günlük çıkarları ile bütün sınıfın gerçek çıkarları arasında her zaman varolan -nisbi ayrılığın sürekli büyümesi ve bu büyüme içinde donup katılaşması demektir. Başlangıçta yerel olarak ve loncalarla vb. bölünen isçi sınıfını zorla tesviye edip birleştiren kapitalist gelişme simdi yeni bir farklılaşma yaratmaktadır. Ve bu farklılaşma yalnızca burjuvaziye karsı proletaryanın artık tam anlamıyla ortak bir düşmanlık içinde dikilmeyişinin sonucu değildir. Bunun yanı sıra su tehlike de doğar: söz konusu tabakaların küçük burjuva yasam düzeyine erişmeleri parti ve sendika bürokrasisinde bazen de belediyelerde mevkiler ele geçirmeleri -burjuvalaşmıs ideolojilerine ve proleter sınıf bilincinin olgunluğundan yoksun olmalarına karsın ya da tersine bundan ötürü-proletaryanın diğer tabakaları önünde onlara temel eğitim ve idari islerde vb. bir üstünlük sağlar; iste bu tabakalar tüm sınıfı ideolojik olarak gerici yönde etkileyebilecek hale gelebilirler. (…) bu çıkar çelişmeleri kendini uzun bir süre bütün isçilerin görebileceği bir şekilde açığa vurmaz; öyle ki bunların kendi ideolojik sözcüleri bile bazen bir bütün olarak sınıfın yolundan çoktan beri sapmış olduklarını asla sezmemişlerdir. Bu nedenle bu tür farklılıklar isçilerin gözünde çok kolayca “teorik düşünce ayrılıkları” salt “taktik farklılıklar” olarak maskelenebilir. Ve zaman zaman isçilerin büyük kendiliğinden kitle eylemlerinde patlak veren devrimci içgüdüsü sınıf bilincinin bilinçsiz eylem içinde erişilen yüksek düzeylerini tüm sınıfın kalıcı kazanımı olarak koruyamaz hale gelir. Salt bu nedenden ötürü sınıfın tam olarak bilinçli unsurlarının örgütsel bağımsızlığı kesinlikle zorunludur.” Lukacs György; Lenin’in Düsüncesi Devrimin Güncelliği; çev: M. R. Zaralı; Belge yayınlar; Birinci Baskı Ocak 1979; s. 28-29.
- Marx K. Engels R; a.g.y.; s. 112.
- a.g.y.; s. 157.
- a.g.y.; s. 166. 131