STP Genel Bşk. Ali Önder Öndeş’in Kurucular Kurulundaki Konuşması
STP Genel Başkanı Ali Önder Öndeş’in 6 Kasım 1992 tarihinde STP Kurucular Kurulu’nda yaptığı konuşma:
Değerli Kurucular Kurulu Üyeleri,
Değerli arkadaşlarım,
Sosyalist Türkiye Partisi bugünden itibaren resmen de kurulmuş bulunuyor. Bugünkü işlemlerden sonra partimiz hukuki meşruiyet kazanmıştır. Bu önemlidir. Ancak bundan çok daha önemli olan, asli olan Sosyalist Türkiye Partisi’nin kitleler nezdinde meşruiyetini daha yaygın ve kalıcı hale getirmesidir. Ve şimdi önümüzde bu fiili durumu bu meşruiyeti yaratma hedefi vardır. İşimiz zor ancak bu zoru başaracak gücümüz ve kararlılığımız konusunda hiç mi hiç kuşkumuz yok. Bir kez daha yolumuz açık olsun! Aslında yolumuz açık. Çünkü tarihin tekerleği bizden tarafa dönüyor. Çünkü inançla, bilinçle, coşkuyla ve kararlılıkla yola çıkıyoruz. Bu yüzden yolumuz açıktır.
Değerli Arkadaşlar,
Bugüne kadar kollektif bir iradeyle yürüttüğümüz sosyalist mücadeleyi yeni dönemde yeni işbölümü görev ve sorumluluk paylaşımıyla, ama yine kollektif bir ruhla yürüteceğiz. Bu yeni yapılanmada beni genel başkanlığa seçmeniz benim açımdan onur vericidir ve şu an yaşamımın en anlamlı anıdır. Hepinize teşekkür ediyorum. Kurulunuzca Genel Yönetim Kurulu üyeliğine seçilen ve benimle aynı duyguları paylaştıklarına inandığını arkadaşlar adına kurulunuza ayrıca teşekkür ediyorum. Yaşamımızla özdeşleşen sosyalizm mücadelesini sosyalist iktidar mücadelesini, hepimizin bundan sonra da aynı ruhla ve artan bir heyecanla sürdüreceğimize inanıyorum ve kendi adıma huzurunuzda hepinize söz veriyorum.
Arkadaşlar,
Bugüne kadarki adımlarımızı sizlerle, burada şu veya bu nedenle kurucu olarak bulunamayan diğer yoldaşlarımızla birlikte attık ve hepimizin ortak çabasıyla bu noktaya geldik. Sosyalist Türkiye Partisi’nin kuruluşu, sosyalizm mücadelesine gönül veren tüm yoldaşlarımızın kararlılığı, çalışkanlığı ve mücadeleciliği sayesinde gerçekleşmiştir. Hepimizin, tüm yoldaşlarımızın özverisini, çalışkanlığını, mücadeleciliğini alkışlamamak elde değil. Burada sizlerin huzurunda, tarihin huzurunda bu zorlu mücadeleye omuz veren tüm yoldaşlarımızı dostlarımızı saygıyla selamlıyorum.
Arkadaşlar,
Sosyalist Türkiye Partisi kurucusu olmayı sadece yasal bir gerekliliğin yerine getirilmesi olarak görmüyorum. Bunu çok çok aşan tarihsel bir anlamı ve önemi var kuruculuğun. Hepimiz bunun bilincindeyiz. Kurucu olmak, uygun bir benzetme olduğunu sanıyorum “ANA” olmak gibi bir şeydir. Bir anne nasıl doğum öncesi tatlı sancılar yaşarsa biz de kuruluş aşamasında bu tatlı sancıları yaşadık. Bir anne doğum anının hazzını nasıl yaşarsa şu anda hepimiz bu hazzı yaşıyoruz. Bir annenin çocuğuna ilişkin duyarlılıklarının yükümlülüklerinin sorumluluklarının yaşamının sonuna kadar nasıl bir sürekliliği varsa, bizim de kurucular olarak Sosyalist Türkiye Partisi’ni aynı duyarlılık aynı titizlikle korumak geliştirmek gibi sınırı yaşamımızla çizilmiş vazgeçilmez büyük bir sorumluluğumuz var demektir. Bu bilinçle bu inançla yola çıkıyoruz.
Arkadaşlar,
Çok açık söyleyeyim, şu anda çok heyecanlıyım. Sosyalist Türkiye Partisi kurucusu olmanın heyecanını hazzını iliklerime kadar hissediyorum. Hepimizin aynı heyecanı aynı hazzı duyduğuna inanıyorum. Deyim yerindeyse sosyalist siyaset adına yaprağın kımıldamadığı bir dönemde YAPRAĞI kımıldatmak, dalları sarsmak, ağacı kökünden oynatmak, fırtınalar kopartmak için yola çıkmış bulunuyoruz. Yaşanılan dönemin kısıtlarına, sınırlılıklarına rağmen bu tür bir iddialılıkla ortaya çıkışımız, hem yaptığımız işin tarihsel önemini hem de heyecanımızı arttırıyor. İnanç, bilinç, coşku ve kararlılıkla sosyalist iktidar mücadelesinde yolumuza devam ediyoruz ve edeceğiz. Bir kez daha yolumuz açık olsun!
Arkadaşlar,
İşin başından beri hangi nesnelliklerin üzerine basarak yürüdüğümüzün bilincindeyiz. İçinde bulunduğumuz dönemin dinamikleri nelerdir? Parti programımızda çerçevesi çizildi. Önümüzdeki dönemde de bu çerçevenin arka planı mutlaka doldurulmalıdır. Bu yüzden kısaca değineceğim. Birincisi çağımızı belirleyen dinamiklere baktığımızda, bugün de eınperyalist-kapitalist sömürü ve sosyalist devrim mücadeleleri, bütün diğer dinamiklerin üzerinde belirleyici bir öneme sahiptir. Emperyalist-kapitalist sömürünün en barbarca yöntemlerle varlığını sürdürdüğü dünyamızda, sosyalist iktidar mücadelelerinin olamayacağı düşünülemez. Ancak özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan sınıf hareketi ile sosyalist çizgi arasındaki uzaklığın artışı 80’li yılların sonunda daha da belirginlik kazanmıştır. Özellikle reel sosyalizmin çözülüşünden sonra, işçi ve emekçi kitleler nezdinde sosyalizmin bir dünya projesi olarak yaşanabilirliğine duyulan güven daha da azalmıştır. Ancak bu tür bir algılamanın dönemsel ve geçici olduğuna inanıyorum. Yakın dönemde, sosyalist mücadelenin yeni bir silkinişle yükseleceğine ilişkin bir dizi nesnellik de var dünyamızda. Eski sosyalist ülkelerdeki kapitalist restorasyon süreçlerinin umulanın aksine yoksulluk, açlık, işsizlikten başka bir şey üretmemesi kapitalizmin iğrenç yüzünü ve çözümsüzlüğünü çok kısa bir sürede ortaya çıkarmıştır. Örneğin komünizmden hızla uzaklaşan Litvanya ‘da geçenlerde yapılan bir seçimde, eski komünistlerin büyük bir başarı elde etmesi bu silkinişin çok gecikmeyeceğinin habercisidir.
Ayrıca emperyalist:kapitalist sistem burjuva iktisatçılarının da büyük bir bölümü tarafından telaffuz edilen yeni bir kriz dönemine girmiştir. Bu krizi büyük emperyalist ülkeler (ABD Almanya Japonya vb.) muhtemelen kendi iç dinamikleriyle şimdilik aşabilecektir. Ancak Türkiye gibi orta gelişmişlikteki ülkelere krizin yansıması, yeni dünya düzenine entegre olma sancılarıyla birlikte çok daha külfetli olacaktır. Bu tür ülkelerde, iktisadi krizin kısa sürede siyasal krize dönüşmesi kaçınılmaz gibi görünmektedir. Bu olası gelişmeler kapitalizme karşı devrimci bir muhalefetin ve giderek daha saldırgan olmanın zeminini hazırlamaktadır. Bu yüzden sosyalistlerin bu döneme hazırlıklı girmeleri gerekmektedir.
Ülkemizin de yaşanılan ve yaşanılacak muhtemel süreçlerden etkilenmemesi mümkün değildir. Az önce sözünü ettiğim emperyalist kapitalist sistemdeki krizden Türkiye’nin kendi iç dinamikleriyle çıkma şansı yoktur. Burjuvazi kartlarının hepsini tüketmiştir. Krizin kısa sürede siyasal bir krize dönüşmesi kuvvetle muhtemeldir. Burjuvazinin bunalıma karşı alacağı her yeni tedbir yeni ve daha büyük bunalımlar üretecektir. Ayrıca ülkemizde burjuvazinin siyasi iktidarına karşı güvensizlik, muhalefet yükselerek artmaktadır. Bir aldatmacayla kendisini düzen partilerinin dışında tanımlayan Refah Partisi’nin son yerel seçimlerde işçi ve emekçilerin yoğun olduğu yerlerdeki başarısı burjuvazinin siyasi iktidarına karşı yanlış kanala akan kitlesel bir tepki, hoşnutsuzluk olarak değerlendirilmelidir. Sosyalistlerin etkili olamadığı bir ortamda kitlelerin kapitalizme olan tepkisinin meyvasını sahte anti-kapitalist bir söylemle dinci parti devşirmiştir. Bunda sosyalistlerin sorumluluğu büyüktür. Bugün kapitalizme karşı devrimci bir muhalefeti örgütleme görevi partimizin önemli sorumluluklarından biri olarak önünde durmaktadır.
Yine son yıllarda ülkemizin politik gündemini büyük ölçüde işgal eden Kürt ulusal dinamiği önümüzdeki dönemde de önemini koruyacaktir. Burjuvazinin yöneldiği askeri çözümün insani bir çözüm olmadığı herkesçe bilinmesi gereken bir gerçektir. Burjuvazinin kan, ızdırap ve gözyaşı üzerine kurulu ve sonucunda ulusal kin üretecek saldırgan politikasına karşı durmak, tüm sosyalistlerin görevidir. Ancak bu süreci değerlendirirken, sosyalistlerin ayağı yere basmalıdır. Türkiye’de sosyalist silkinişin Marksist-Leninist mirasın zenginliklerinin, ideolojik, teorik, siyasal, kültürel vb. alanlarda yeniden üretilip pratiğe aktarılması ile mümkün olacağı unutulmamalıdır. Bu anlamda ulusal bir hareketle sınıfsal temellere dayalı bir hareket, farklı dinamiklerden beslenmektedir. Sosyalist hareket her şeyden önce işçi sınıfı merkezlidir. Ulaştığı kitlesellik anti-emperyalist ve sosyalizme açık yanları ne olursa olsun herhangi bir ulusal hareketin bu zenginliğe ulaşması mümkün değildir. Böyle bir tespit ulusal mücadeleyi kendi özgünlüğü içerisinde değerlendirmeyi gerektirir ve böyle yapılmalıdır. Ülkemizde sosyalist hareketin, özellikle sanayinin yoğun olduğu bölgelerde işçi ve emekçileri harekete geçirebilecek bir siyasal örgütlülüğe ulaşmasının ulusal hareketin siyasal yönelimleri ve başarısı üzerinde büyük katkısı olacağı bir gerçekliktir. Bu alanda sorumluluklarını yerine getirmeyen sosyalistler olsa olsa ulusal hareketin sıradan bir destekçisi ve giderek müştemilati olabilir. Bu türden siyasal bir kimliksizlik anlamına gelen anlayışların, gerek sosyalizm mücadelesine, gerekse Kürt ulusal mücadelesine sağlayacağı hiçbir yarar yoktur.
Özet olarak, sosyalistler burjuvazinin ulusal kini körükleyen şiddete dayalı saldırgan politikalarına karşı dururken aynı zamanda Türk-Kürt işçi ve emekçilerinin sınıf kardeşliği ve dayanışmasını örmekle yükümlüdür.
Değerli Arkadaşlar,
Gerek dünya, gerekse Türkiye yukarıda özet olarak değindiğim karmaşık bir süreci yaşamaktadır. İşte yaptığımız işin tarihsel önemini arttıran nedenlerden birisi de bu karmaşık sürece tekabül etmesidir. Böyle bir ortamda, sosyalizm mücadelesi vermek güçlü bir inançla ve kararlılıkla mümkündür. Bu dönemde partinin kuruluş çalışmalarında hepimiz ilginç olaylar yaşadık. Zaman zaman ummadığımız bir ilgiyle ama çoğu zaman can sıkıcı durumlarla karşılaştık. Partili mücadele iddiamızı yakınlarımıza, dostlarımıza, taşıdığımızda ilgi duymayanları böyle bir partiye talep yok diyenleri “teorik” gerekçelerle karşı çıkanları gördük, üzüldük. Ama bu, kararlılığımızı mücadele gücümüzü eksiltmedi. Aksine bizi örgütlenme çalışmalarında daha çalışkan, daha saldırgan yaptı. İçinde bulunduğumuz dönemde sosyalizmin alıcısı yoktur diyenlere alıcının nasıl yaratılacağını ancak örgütlenme kararlılığımızı, çalışkanlığımızı, tempomuzu artırarak gösterebiliriz. Alıcısı yoktur diye verili koşullara uygun konumlanmayı seçmek “TESLİMİYETÇİLİK”tir. Teslimiyetçiliğin de sosyalizm mücadelesinde yeri yoktur. Örgütlenme çalışmalarında saldırgan olmaktan, yaşanılan nesnelliğin çeperlerini zorlayan bir iradeciliği anlamak gerekir. Sosyalist siyasi çalışma kendisini var olan nesnellikle sınırlayamaz. Bu durumda yapılması gereken varolan nesnellikleri görerek bilerek ama onun sınırlarına teslim olmadan mücadele etmek, nesnelliği iradi dürtülerle değiştirmek, dönüştürmektir. Bu konudaki kararlılığımız mücadeleciliğimiz önümüzü mutlaka açacaktir.
Arkadaşlar,
Konuşmamın bu bölümünde kadro sorununa da kısaca değinmeyi yararlı görüyorum. Parti düşünce bazında soyuttur. Sonuç itibariyle partiyi somut hale getiren insandır. Parti insanların tek tek bireylerin belirli ilkeler çerçevesinde gönüllü birliğidir. Az önce sözünü ettiğim sosyalist siyasette yaprağın kımıldamadığı bir dönemde örgütlü sosyalist mücadeleyi sürdürme kararlılığı gösteren arkadaşlarımızı diğer bir deyişle birbirimizi ve yaptığımız işi ifrada kaçmamak şartıyla önemsemeliyiz. Bu koşullarda sosyalizm kavgasını sürdürmek ancak inancın, bilincin, coşkunun bileşiminden oluşan bir mücadele ruhuyla mümkündür. Bu mücadeleye ruhu taşıyanlar da “kadrolardır”, kadro adaylarıdır. Kadrolar bir partinin ideolojik, teorik, politik ve örgütsel taşıyıcılarıdır. Bu nedenle örgütlü sosyalist mücadelede donanımlı ve olgunlaşmış kadrolarımızı gözümüz gibi korumak yıpranmalarına/yıpratılmalarına fırsat vermemek gelişmelerinin önünü açmak partimizin örgütlenmedeki temel politikalarından biri olmalıdır. Daha çok partili, daha çok parti teşkilati, daha sağlam bir örgütlülük, ancak ve ancak donanımlı mücadeleci daha çok kadrolara kadro yaratmakla ve var olanları koruyup geliştirmekle mümkündür. Kadroların partiye hem bir niceliği taşıma, hem de o niceliği massetme gibi ikili ve önemli bir işlevi de vardır. Bu yüzden kadro politikasında titiz ve dikkatli olmak durumundayız.
Değerli Arkadaşlar,
Buradan ayrıldıktan sonra hepimiz kendi bölgelerimize gideceğiz. Buralarda kollektif bir ruhla Sosyalist Türkiye Partisi’nin örgütlenme çalışmalarını sürdüreceğiz. Bugün temel hedeflerimizden biri, daha çok partili daha çok parti teşkilati olmalıdır. Tabii burada esnemenin sınırını çok iyi çizmek gerekir. Parti ne bir seçkinler topluluğudur ne de şekilsiz ilkesiz bir yığındır. Partiye insan kazanırken ana ilkemiz insanları partimizin program-tüzük ve politikalarına örgütlemek olmalıdır. Ancak böyle yaparsak kalıcı kimlikli partililer, sosyalistler üretebiliriz. Ayrıca örgütlenme çalışmalarımızda bundan sonra daha çok siyaset zeminine basmalıyız. Teorik zenginliği ihmal etmeden daha politiker olmalıyız.
Örgütlenmeyi hedeflediğimiz kitlelere kişilere sonu gelmez teorik tartışmalarla gitmek yerine salt yaşanılan somutla yaşanılan güncellikle sınırlanmayan ama somutu ve güncelliği içeren politikalarla gitmek durumundayız. Ülkenin kitlelerin politik güıvleminden bihaber teorisyen üslub seçkinciliği; somutu ve güncelliği aşamayan vülger anlayış da kabalaştırılmış kof bir politikerliği öne çıkarır. Her iki yanlıştan da kaçınmak gerekir. Kısacası bugün işçi ve emekçi kitleleri, Gramsci ya da Althusser üzerine yapılan tartışmalardan yola çıkarak örgütleyemeyiz. Sınıfı örgütlemek, ancak onların yaşadığı somutu güncelliği, sosyalizm mücadelesine bağlayabilme ustalığını göstermekle mümkündür. Bu tür bir söylem mutlaka alıcısını bulacaktır. Bundan sonra alıcıdaki sınıf bilincini siyasal bilince, siyasal bilinci de sosyalist bilince dönüştürmek işi vardır önümüzde. Bu görev de sistematik bir eğitim ve sabırlı, anlayışlı bir emekle yerine getirilir.
Arkadaşlar,
Bu noktada parti içi eğitim üzerinde de kısaca durmak istiyorum. Parti, eğiten, değiştiren dönüştüren, değişip dönüştürürken, kendisi de değişen dönüşen bir mekanizmadır. Bu anlamda “PARTİ OKULDUR” tanımlaması yerli yerinde bir tanımlamadır. Parti içi sistematik eğitimdeki hedeflerden bir tanesi partiye gelenlere sosyalist militan kimliği kazandırmaksa bununla bağlantılı olarak bir diğeri de kadroları eğitmek, yetkinleştirmektir. Böylece hem nitel hem nicel gelişmenin kanalları açılır. Ayrıca partinin ulaştığı niceliği massedebilmesi, yeni kadrolar üretmek ve kadrolarını yetkinleştirmekle mümkündür. Bir sosyalist partinin eğitemediği için, massedemediği için, istihdam edemediği için, adam harcaması kadar büyük bir zaaf düşünemiyorum. Bu yüzden bugünden yarına kısa vadede parti içi eğitim çalışmalarını sistemli hale getirip PARTİ OKULU’na dönüştürme çalışmalarına başlamalıyız. Bu konuyla bağlantılı olduğu için kısaca partinin yayın organları konusu üzerinde durmak gerekiyor. Lenin “bir gazete aynı zamanda kollektif bir örgütleyicidir” diyor. Gerçekten örgütlenme çalışmalarında eğitim çalışmalarında partinin yayınlarının önemi büyüktür. İktidar gazetesinin niteliğini daha da arttırmak ve dağıtım tikanıklığını da aşmalıyız. Ayrıca önümüze gazetenin çıkış periyodunu haftalık hale dönüştürmek gibi bir hedef koymalıyız. Bir de İktidar’ın özellikle haber, haber-yorum akışını da arttırmak tüm arkadaşlarımızın görevi kabul edilmeli. Militan dağıtım arttırılmalıdır. Yine, parti içine yönelik bir iç yayın sanırım çok kısa sürede faaliyete geçebilecektir.
Arkadaşlar,
Görüldüğü gibi bundan sonra da yine birlikte omuzlayacağımız zorlu görevler var önümüzde. Kurucu olmanın, az önce sözünü ettiğim manevi bir hazzı vardır. Ancak bu manevi hazla heyecanla sınırlı kalamayız. Bundan sonra da bir yığın zor, ama keyifli yükü, yükümlülüğü birlikte taşıyacağız. Sosyalist Türkiye Partisi kurucuları olarak gücümüzün sınırını zorlayan bir çalışkanlıkla sorumluluklarımızı yerine getireceğiz. Bu sorumluluk sosyalizme olan sorumluluğumuzdur. İşçi sınıfına karşı olan sorumluluğumuzdur. Kendimize karşı olan sorumluluğumuzdur. Hepsinin ötesinde tarihe karşı olan sorumluluğumuzdur. Bir başka deyişle tarihsel zorunluluğumuzdur.
Değerli Arkadaşlar,
Sözlerimi sizleri de diğer yoldaşlarımızı da ifade edecek bir cümleyle bitiriyorum: İyi bir sosyalist olarak kavga vermeyi, iyi bir sosyalist olarak ölmeyi istiyorum.
Yaşasın Devrim ve Sosyalizm! Yaşasın Partili Mücadelemiz!
Saygılarımla…