Suriye Devrimi İçin Emperyalist Müdahaleye Karşı Olmak

Suriye’de yirmi ikinci ayını geride bırakmaya hazırlanan savaşın büyük bir dezenformasyon kampanyasıyla birlikte yürütüldüğünden artık kimsenin şüphesi yok. Ülkede “diktatörlüğe karşı büyük bir halk isyanının” olduğuna ve silahlı militanların bu eylemleri korumak için silahlandığına inanmamız isteniyor.

Ne var ki, sorun yalnızca geniş bir medya koalisyonunun dezenformasyonu üstlenmiş olması değil. Sol-sosyalist kesimin azımsanamayacak bir bölümü de Suriye’ye yönelik emperyalist müdahaleyi dolaylı veya doğrudan meşrulaştıran söylemlerle bu dezenformasyon kampanyasının hem alıcısı hem de yeniden üreticisi olmuş durumda.

Üstelik, sorun yalnızca dış müdahaleyi açıkça destekleyenlerden ibaret değil. ABD ve İngiltere’deki savaş karşıtı koalisyonlardan, Avrupa’nın liberalizme karşı direnci düşük komünist partilerine, Ortadoğu’da ufukları “batı tipi bir demokrasi” ile sınırlı olan aydınlara kadar genişçe bir kesim, açıkça emperyalist müdahalenin karşısında olduklarını belirterek aynı ölçüde Suriye yönetimine de karşı olmanın gerekliliğinden bahsediyor. Bu siyaset biçiminin Türkiye’deki önde gelen temsilcilerinden birisi ise Foti Benlisoy… Benlisoy’un geçtiğimiz Ağustos ayında Mesele Dergisi’nde yayımlanan “Hem Emperyalist Manipülasyonlara Karşı Durmak, Hem de Suriye’de Halk Hareketini Desteklemek”1 başlıklı yazısı, bu kesimlerin yaşanan savaşa dair görüşlerini özetliyor.2

Söz konusu yazıda Benlisoy, Suriye’ye yönelik bir dış müdahale olasılığının bulunduğunu, bu müdahalenin bir aracının da devrimi yozlaştırmak olduğunu, ancak solun bu risklere rağmen Suriye’de süregiden devrimi desteklemesi gerektiğini savunuyor. Benlisoy, emperyalist müdahale tehdidiyle Suriye devrimini desteklememenin yanlış olduğunu ileri sürerken, Türkiye sol-sosyalist hareketini, yirmi ikinci ayını geride bırakmaya hazırlanan süreci basitçe “emperyalist güçlerin kışkırtması”na indirgemekle eleştiriyor.

İsyan ve gerici isyan

Suriye’de olaylar ilk patlak verdiğinde bir halk isyanından bahsetmek mümkündü. Sovyetler Birliği’nin çözülmesinin ardından liberalizme yelken açan Suriye’de Beşar Esad dönemiyle birlikte refah devletinin budanma süreci hızlandı. Süreci bütün detaylarıyla anlatmak bu yazının konusunu aşıyor, ancak 2010 yılına, yani savaştan hemen öncesine gelindiğinde liberal politikalar nedeniyle ülke nüfusunun yüzde 30’una yakınının yoksulluk sınırının altında bulunması ve genç nüfusun yüzde 55’inin işsiz olması, sürecin nasıl bir toplumsal yıkıma yol açtığını gözler önüne sermeye yetiyor. Aynı sürede, Esad ailesine yakın Rami Mahluf gibi zenginler servetlerini katlıyordu.
Suriye’de isyan Dera’da 2011 yılının Mart ayında patlak verdi. Kısaca özetlemek gerekirse yaşları 15 ila 17 arasında değişen birkaç gencin duvarlara Esad yönetimi aleyhinde sloganlar yazmasının ardından tutuklanması kentte geniş katılımlı protestolara neden oldu. Suriye güvenlik güçlerinin eylemlere şiddetle müdahalesinin ardından can kayıpları yaşandı ve bir anda protestolar Dera’dan taştı. Ülkenin diğer kentlerinde halk, özgün talepleriyle sokağa çıkmaya başladı. Tarım kenti Dera’da yüksek mazot fiyatları, Humus’ta baskı ve yolsuzluklarıyla ünlenen valinin istifası, işsizliğin yoğun olduğu sahil kenti Banyas’ta kötü yaşam koşulları protesto ediliyordu. Ve bu eylemler, koalisyon ortakları tarafından bile haklı bulunuyordu.3

Suriye’deki olayları başından beri yakından takip eden Alper Birdal ve Yiğit Günay ise bu sürece dair şunu söylüyor:

Suriye’de barışçıl ve kitlesel bir muhalefet hareketinin önemli kazanımlar elde etmesi mümkündü. Suriye, kitlelerin mücadele geçmişi bakımından Libya’dan ziyade Mısır’a benziyordu. Fakat Esad rejimi, başlangıçta muhalefeti şiddetle bastırmak istedi. Böylece tam da düşmanlarının istediği kozu onlara verdi. İslamcıların başını çektiği gruplar silaha sarılarak yoğun şiddet eylemlerine giriştiler”4

Nitekim, aynı esnada Suriye’de uzunca süredir yeraltında örgütlenen Müslüman Kardeşler ve başka bazı radikal İslamcı grupların taraftarları da sokaklara çıkmaya başladı. Kısa sürede örgütlü güçleriyle de meydanların kontrolünü ellerine aldılar. Suriye’de süren isyanı, gerici isyan boğmaya başladı.
Örneğin eylemlerin başlamasından yalnızca bir ay sonra, Lübnanlı bir siyaset bilimci ve sıkı bir Şam yönetimi karşıtı olan Esad Ebuhalil’in, ünlü “Angry Arab” (Öfkeli Arap) adlı blogunda “Suriye’de bulunan güvendiği bir solcu yoldaşından” alarak paylaştığı iletide, Şam ve Halep’te muhaliflerin eylemlerine destek vermek için gittiğini anlatan arkadaşı “Ancak yapamıyorum. Geçen Cuma eylemlerinin sloganı ‘Aleviler tabuta, Hıristiyanlar Beyrut’aydı” diyordu. Söz konusu kişi, kırsalda durumun çok vahim olduğunu, kadınların nadiren göründüğünü ve eylemcilerin Afganistan’daki Taliban rejimine özendiğini de aktarıyordu.5

Gerçekten de moda tabiriyle “Suriyeli aktivistlerin” video paylaşım sitelerine yükledikleri ve bir nevi “Bu da mı devrim değil?” denilerek Benlisoy ve benzer pozisyondakilerin de paylaşımına katkı sağladığı görüntülerde, ilk iki ay içindeki eylemlerdeki baskın İslamcı ton gözden kaçamayacak kadar açık ve seçikti. Esad rejimini “kafir” ilan eden eylemciler sıklıkla “İnsanlar halifeyi istiyor!”, “Yolundayız ya Allah” gibi sloganlar atıyordu. Bu durum özellikle Aleviler ve Hıristiyanların Suriye yönetiminin ardında kenetlenmelerine yol açtı. Banyas’ta eylemler yok oldu, Humus’un Bab-ı Amr bölgesinde ise yoğun çatışmalar nedeniyle, değil eylem yapmak, kimse evinden bile çıkamaz hale geldi.

İsyanı koruyan değil boğan örgüt: Özgür Suriye Ordusu

Suriye’de İslamcılar eylemlerin baskın sesi olmaya başladıkça, silahlı çatışma haberleri ve ordu birliklerine yönelik saldırılarda da hızlı bir artış gerçekleşti. Dünyanın duyduğu ilk saldırı, 10 Nisan’da Banyas’ta silahlı çatışmalara müdahale etmek üzere sevk edilen bir askeri konvoyun hedef alınması oldu. Bu saldırıda 19 asker yaşamını yitirdi. Foti Benlisoy’un da inandığı kurgu, askerlerin gösterilere ateş açmayı reddederek muhaliflerin safına katıldığı ve ellerindeki silahlarla sivil gösterileri koruduğuna yönelik. Öyle ki, Benlisoy’a göre Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) adı verilen grup, asker firarilerin biraraya gelerek kurduğu ve hafif silahlara sahip, farklı eğilimlerden grupların içinde yer aldığı bir çatı örgütünden ibaret. Ancak durum bu değil. Tanıklıklar farklı bir gerçeğe işaret ediyor. Örneğin El Cezire’nin Lübnan bürosunda çalışan Ali Haşim, ayaklanmalardan kısa bir süre sonra Lübnan sınırından yani Suriye’ye dışarıdan giren silahlı grupları görüntülediğini, ancak kanalının bunu yayınlamayı reddettiğini anlatıyor istifasına gerekçe olarak.6 Suriyeli sıkı bir Esad muhalifi olarak bilinen Hesyem Menna ise olayların başladığı günlerde, Paris’te dört kişinin kendisiyle görüştüğünü ve “genç göstericilere dağıtılmak için para ve silah vermeyi” teklif ettiğini söylüyor.7 Peki, “vicdanlı askerler” bir aydan bile kısa bir süre içinde Lübnan, Türkiye ve Ürdün’de kamp kurmayı, buralarda silahlanarak Suriye’ye girmeyi nasıl başardı? Ya da eğer bunlar “devrimin koruma güçleriyse” devrim kelimesini duydukça ürperen Suudi Arabistan ve Katar gibi hanedanlıklardan nasıl büyük bir maddi destek alabildiler? Ürdün’ün nefret edilen kralı Abdullah, kampları sağlarken bu “devrimin” bir gün kendisine de sıçramayacağından nasıl bu kadar emindi? Dahası da var: “ÖSO ve Suriye’deki halk hareketinin bir silahlı güce dönüşmesi ayaklanmanın başlamasından çok sonra gündeme gelen bir gelişmeydi aslında”8 diyor Benlisoy. O halde “çok sonra”dan kastının ne olduğu da açıklaması gerekiyor, zira ilk silahlı saldırıların Nisan ayının hemen başında düzenlendiği düşünülürse “10 gün” Türkiye gibi siyasetin son derece hızlı aktığı bir ülkede bile “çok sonra” ifadesinin karşılığı olmuyor.

Aslında ÖSO’nun kurulması, sürecin tümüyle emperyalist merkezlerin ve onların Suriye’deki taşeronlarının eline geçtiğinin göstergesiydi. Yurtdışında eğitim gören, silahlandırılan ve maaş dağıtılan bir gruptan bahsettiğimiz hatırlanacak olursa, bu grup Suriye’nin “rotadan çıkması” konusunda Batılıların ve onların Körfez’deki işbirlikçilerinin en büyük garantisini oluşturuyor.
Burada ara bir parantez açmak gerekiyor. Sol-sosyalist hareket içerisinde “hem emperyalizme hem de Esad’a aynı anda karşı çıkmak” gerektiğini savunanların Suriye’deki olayları aktarımı, ABD’nin kurgusuyla büyük benzerlikler taşıyor. Hatırlanacağı üzere, ABD daha olayların ilk gününde silahlı eylemler düzenlendiği halde, bu kesimlerin varlığını “çok sonra” kabul etti. Böylelikle, Suriye’de başta bir halk isyanının olduğu, bunun kanla bastırılmaya çalışıldığı ve halkına karşı ateş açmayı reddeden askerlerden müteşekkil bir koruma gücü oluşturulduğu kurgusunun kabul görmesini hedeflediler. Suriye konusunda “eşit mesafe” tayin etmeye çalışanlar da tam olarak aynı şeye inanmamızı istiyor. Daha isyanın ilk günlerinde, Humus’ta Bab-ı Amr’da, Banyas’ta Markab Kalesi’nde, Dera’da El Ömeri Camii’nde ortaya çıkarılan silah depolarından ve profesyonelce düzenlenen saldırılardan bahsetmiyorlar.

Son 22 ayda sivil halka, özellikle Hıristiyan ve Alevilere yönelik bir dizi savaş suçuyla anılan bu grup ayrıca Benlisoy’un iddia ettiği “sivil eylemleri korumaktan” “fazlasını” yapıyor. Tıpkı Libya’da olduğu gibi bu gruplar özel olarak stratejik bölgelerdeki Esad yanlısı sivilleri kovmanın yanı sıra, ülkenin hava savunma sistemini de tahrip ediyor. Ağustos ayından bu yana -ki bu dönem aynı zamanda müdahale tartışmalarının “uçuşa yasak bölge” veya “tampon bölge” adı altında iyice kızıştığı döneme denk geliyor- ÖSO’nun en etkili silahlı eylemleri sınırdaki geçişlerin ele geçirilmesi ile radar, uçaksavar füzeleri gibi sistemlerin tahrip edilmesi oldu. Örneğin Şam’daki Marj Sultan Radar Üssü’nün tahrip edilmesiyle Suriye yönetimi İsrail’e karşı körleştirildi. Zaten ÖSO da hiçbir zaman niyetini gizlemedi ve başından beri uluslararası müdahale çağrısı yaptı. Ve bu süreçte, “eşit mesafeciler” “eylemlerin bastırılmasında” hiçbir önemi olmayan radar üslerinin tıpkı Libya’daki gibi yok edilmesini sorgulamadılar bile.

Bu sol akım Suriye’de, ÖSO’nun içinde sosyalist ve anarşist grupların da bulunduğu bir çatı örgüt olduğunu iddia edebiliyor. Kafalarındaki kurguya göre, içinde İslamcılar ve doğrudan gizli servislerin yönlendirmesinde olan silahlı gruplar da mevcut. Ancak nedense, bize “solcu ve anarşist” grupların adlarının ne olduğundan, nerede faaliyet yürüttüklerinden, “çatı örgütleri” dış müdahale ve şeriat isterken buna neden tepki vermediklerinden, hala büyük çoğunluğu Alevi ve Hıristiyanlara yönelik etnik temizlik hedefleyen saldırılara katılan bu “çatıdan” neden ayrılmadıklarından bahsetmiyorlar.9

ÖSO’nun bir çatı örgütü olduğunu sürekli olarak belirten diğer bir kesim de Batı medyası… “Üçüncü cephecilere” benzer biçimde Batı medyası da ÖSO içindeki başıboş grupların “devrime” zarar verdiğini ve bir askeri merkez gerektiğini sürekli olarak belirtiyor.

Dış müdahalenin aracıyla dış müdahale karşıtlığı

Benlisoy ve benzer hassasiyetlere sahip yazarlar, silahlı müdahaleyi yalnızca “devrimi savundukları” gerekçesiyle meşrulaştırmıyorlar, onların bizzat “devrimin temel örgütü” saydığı “sivil örgütler” de “demokrasinin nasıl bir şey olduğunu öğrenmek için ABD’de eğitim alıyor ve karşı devrimci, “sivil” emperyalist müdahalelerden ilham alıyorlar.

Benlisoy bir röportajında şunları söylüyor: “(…) Ülkedeki halk hareketinin belirleyici gücü aslında Suriye Ulusal Konseyi’ni oluşturan ancak ülke içerisinde ciddi tabanı ve örgütsel yapısı bulunmayan (Müslüman Kardeşler de dahil olmak üzere) siyasal örgütlerden ziyade yerel komiteler. Bu komitelerin oluşturduğu Yerel Koordinasyon Komiteleri gerek farklı etnik ve mezhepsel kökenden insanları seferber etmesi gerekse de demokratik ve seküler profiliyle önemli.”10 Yazarın sıklıkla “gerçek muhalif odak” olarak gösterdiği Yerel Koordinasyon Komiteleri Kasım ayında, Katar’ın başkenti Doha’da, ABD’nin dayatmasıyla kurulan ve ilk icraatı dış müdahale çağrısı olan Suriye Muhalif ve Devrimciler Ulusal Koalisyonu’nu, “Suriye devrimi için çalışan çatı örgüt” olarak tanımladı ve içinde yer almayı kabul etti.11

“Suriye devriminin halk örgütlenmesinin” tam da emperyalist müdahale için Batılı ülkelerde kulis yapan bir yapay muhalif çatıyla arasına daha fazla mesafe koyması ve bu tavrı teşhir etmeye gayret etmesi gerekmez miydi? Ya da benzer biçimde, “devrimlerini koruyan silahlı çatı” ülkeyi hava saldırılarına karşı etkisizleştirmeye gayret ederken, bu duruma karşı durmaması abesle iştigal değil mi?

Aslında bu örgütün niteliğine dair ipuçları bizzat Benlisoy ve Seda Altuğ’un yaptığı bir söyleşide ortaya çıkıyordu. İkiliye konuşan İdlib bölgesi siyasi büro üyelerinden Menhel Berîş kendilerine ilham veren şeyler arasında Polonya’da 1989 yılındaki karşı-devrimin ana unsuru olan Dayanışma Sendikası’nı ve Sırbistan’ın turuncu devrim lokomotifi öğrenci eylemlerini sayıyordu.12

Nitekim bu açıklamadan hareketle, dış müdahaleye kesin bir mesafe koyan ve radikal İslamcılığa karşı katı çizgisiyle bilinen Demokratik Değişim için Ulusal Koordinasyon Komitesi’ni neden tanımadıkları veya Doha Koalisyonu’nun içinde neden yer aldıkları, neden “ertesi gün” yani Esad yönetiminin devrilmesinin ardından kurulacak yeni yönetimin niteliği konusunda ABD’ye eğitim almaya gittikleri de anlaşılıyor.13

Yerel Koordinasyon Komiteleri’ni tüm boyutuyla ele almak bu yazının konusunu aşıyor, ancak özetlemek gerekirse, bu oluşumun eylem biçimleri Sırbistan’daki Soros destekli CANVAS’ın (Şiddet İçermeyen Direniş ve Strateji Merkezi) öğrettiği yöntemlere birebir uyuyor. Yerel aktivistlerce oluşturulan ve sosyal paylaşım siteleri üzerinden yayın yapan alternatif bir medya, sivil itaatsizlik ve şiddet içermeyen direniş yöntemleri komitelerin başlıca faaliyetleri arasında. Üstelik CANVAS daha önce adını Mısır’da duyurmuştu. Burada da Yerel Koordinasyon Komiteleri’ne benzer bir yapı olan “6 Nisan” adlı gençlik hareketinin CANVAS eğitimi aldığı ortaya çıkmıştı.14

Benlisoy ve benzer bir çizgiye sahip olanlar “dış müdahale” karşıtlığını da önemsediklerini iddia ederken, aslında örneklerden de anlaşılacağı üzere, bunu yalnızca bir tür NATO saldırısına indirgedikleri ortaya çıkıyor. Oysa tarihteki birçok örnekte görüleceği üzere “dış müdahale”, müttefik orduların belirli bir ülkeye askeri saldırısından çok daha fazlası olageldi.

Suriye neden hedefte?

Üçüncü bir yolun mümkün olduğunu söyleyen siyasi yönelim, ısrarla Beşar Esad yönetiminin anti-emperyalist olmadığına vurgu yapıyor. Ancak önemsenmeyen gerçek, emperyalistlerin gözünde “Soğuk Savaş artığı” olan Suriye’nin emperyalizmin bölgesel planlarını ciddi ölçüde bozduğu. Sadece 2006’da İsrail’in, Lübnan’a yaptığı saldırı sırasında Suriye’nin yardımıyla Hizbullah tarafından alt edilmesi bile bu durumu anlamaya yetiyor. Hizbullah lideri Hasan Nasrallah birçok defa, 2006 savaşında kendilerine asıl desteğin İran’dan değil, Suriye’den geldiğini hatırlattı. Filistin Halk Kurtuluş Cephesi de benzer bir yönelime sahip… Suriye sorunun dışında kalmak isteyen bu örgüt, zaman zaman Suriye’nin düşmesi durumunda Filistin direnişinin köklüce ve olumsuz yönde değişeceğini hatırlatıyor.15

Foti Benlisoy ise “Suriye zaten anti-emperayalist değildi, dolayısıyla devrim dış politika tercihlerini değiştirmeyecek.” şeklinde özetlenebilecek bir kolaycılığa kaçmayı tercih ediyor.16

Oysa anti-emperyalist olmadığı halde, emperyalist sisteme eklemlenme sorunu yaşayan bir dizi ülke, Soğuk Savaş’ın bitişinin ardından sivil ya da silahlı yöntemlerle yeniden dizayn edildi.

İran’a yönelik bir saldırının arifesinde Suriye’nin düşmesinin aslında batılı ülkeler için bir ilk adım olarak kurgulandığı açık. İsrailli yetkililer defalarca Esad’ın gitmesinin ardından sıranın Lübnan’a geleceğini belirtti.17 Suriyesiz bir Ortadoğu’nun çok daha vahim sonucu ise Filistin’de sol-sosyalist hareketin etkisini daha da yitirerek tablonun tamamıyla Hamas ve El Fetih’e kalması olabilir. Örneğin 2007’de ABD’nin yeni dış politikasının ana hatlarını anlatan, Seymour Hersh, ABD’nin İran’ı zayıflatmak için öncelikle Hizbullah’ı ortadan kaldırmaya ikna olduğunu belirtiyor. Hizbullah’a karşı örtülü operasyonların sonuç vermemesi üzerine Lübnanlı siyasetçi Velid Canbolat, ABD’li yetkililere işe önce Suriye’den başlamaları gerektiğini ve bunun için de Müslüman Kardeşler’i kullanabileceklerini söylüyor. “Canbolat, ‘Biz Cheney’e, İran’la Lübnan arasındaki köprünün Suriye olduğunu, dolayısıyla İran’ı zayıflatmak için etkili Suriye muhalefetine kapıyı açması gerektiğini bildirdik’ diye konuştu.”18 ABD’li yetkililer bu plana ikna olarak, Müslüman Kardeşler’den bir heyet ile görüşüyor.

Dış müdahale karşıtlığı Suriye’nin anti-emperyalist bir rejime sahip olduğunu iddia etmek anlamına gelmiyor. Söz konusu olan, kapitalist-emperyalist sistemin jeostratejik planlarını sekteye uğratan bir rejimin tasfiyesi ise Marksist bir tutumun bu noktada tavır alması kaçınılmaz. Bu, sanılanın aksine Marksizm dışı değil, aksine Marksizm’de başından beri bulunan bir tutum. Örnek olsun, Marks ve Engels Avrupa’da sosyalizmin zaferi için Rus gericiliği ile mücadeleyi önemsediler. Bu nedenle Rus gericiliğinin etkisini kıtada -onlara göre- artırabilecek sonuçları olacağını öngördükleri ulusal mücadelelere karış çıkarken, tam aksi sonuçları olacağını öngördükleri ulusal kurtuluş hareketlerine destek verdiler. Yani aslında “taktikçilik” olarak küçümsenmeye çalışılan tutum ile Marksizm arasında bir kan uyuşmazlığı hiçbir zaman olmadı.

Üçüncü bir hat var mı?

Suriye’de üçüncü bir seçeneğin mümkün olduğunu söyleyenlerin yazdıklarının, bu ülkeye yönelik müdahalenin meşrulaştırılması için üretilen dezenformasyonla iç içe geçtiğini tekrar hatırlatmakta fayda var. Dahası, yazın alanındaki üçüncü cephe dış müdahalenin hararetle tartışıldığı şu dönemde bile “Suriye yönetiminin mezalimini ifşa etmekle” meşgul. Oysa, samimi bir tavrın bu momentte çubuğu dış müdahaleye bükmesi gerekmez miydi?
Örneğin, Esad’a karşı çıkmayı sürdürmekle beraber Suriyeli muhalif Haysem Menna, şu sıralar bütün ağırlığıyla Doha Koalisyonu’na karşı sesini yükseltiyor. Bu örgütü dış müdahale çağrısı yapmak ve ülkeyi bir mezhep savaşının içine çekmekle suçlayan Menna ayrıca Türkiye’yi de radikal islamcıları ülkesine sokarak yıkıma neden olmakla eleştirdi.
Üçüncü cephenin tek sorunu bir “konumlanmadan” ibaret değil. Basitçe “taraflaştırma sanatı” diyebileceğimiz siyasette, müdahale isteyenlerle iç içe geçen söylemler, savaş politikalarının meşrulaştırılmasına hizmet ederken, herhangi bir pratik karşılık da üretemez halde. Oysa ki Türkiye’ye yerleştirilen Patriot füzeleriyle ilk uçuşa yasak bölge uygulamasının da başlaması ihtimali söz konusu. İsrail basını, Aralık ayı sonunda Başbakan Binyamin Netanyahu’nun Ürdün Kralı Abdullah ile Suriye’ye yönelik bir müdahalenin planlarını yaptığını aktarıyor. Yani aslında yanı başımızda felaket adım adım örgütleniyor! Ve biz bu süreçte, “eşit mesafe” çizgisinden “eşit mesafede” bir tavır görmekten uzağız. Ağırlık hala Suriye’de bir “devrimin sürmekte olduğunu” ispata yönelik. Dış müdahale ise, silahlı gruplara akan para ve silaha rağmen, uçuşa yasak bölge oluşturulması ve büyük bir NATO operasyonuna hazırlık yapılırken “müstakbel bir tehdit” olarak analizlerde yer bulabiliyor.

Libya’dan geriye ne kaldı?

Bu kesimlerin, Libya’da da bir halk hareketi olduğuna yönelik iddiaları henüz tazeliğini koruyor. Şimdiyse NATO saldırısının devrimi çaldığında hemfikirler. Oysa büyük bir halk hareketinden geriye bir şeyler kalması gerekmez miydi?

Bir tür “sürekli devrim” kurgusuna sahip olan bu kesimlerin, diktatörün devrilmesinin ardından halkın sosyalist devrime yürüyecebileceğine dair tezleri doğru olsaydı, şu anda Kaddafi karşıtı hareketin, yeni kurulan işbirlikçi iktidara karşı da harekete geçiyor olması, etkisini şimdi de hissettirmesi gerekirdi. Üstelik bu işbirlikçi iktidar oldukça zayıfken… Oysa şu anda Libya’da işbirlikçi iktidara direnen kesimler, eylemler yaparak petrol sektörünü sekteye uğratan, dış destekli Selefi gruplara karşı silahlı eylemlere girişenler eski Kaddafi yanlıları.

Suriye devrimi için

Altını kalınca çizmekte fayda var: Suriye halkının devrim yapabileceğine yürekten inanmak gerekiyor. Gelişkin bir emekçi sınıfı ve mücadele birikimi olan bu ülkeye dair bakışımız, iddia edildiği gibi onu küçümsemekten değil, bilakis önemsemekten ileri geliyor.
Bir iç savaşa çekilmiş, radikal İslam’ın, batı destekli Müslüman Kardeşler’in elinin güçlendiği bir Suriye’de bu devrim yakınlaşmayacak ve hatta uzaklaşacak olması başlıca kaygımız…

Alper Birdal ve Yiğit Günay, “Arap Baharı” Aldatmacası adlı kitapta şunları söylüyor:

Arap halkının meşru taleplerini, işbirlikçi iktidarlardan kurtulma özlemini asla küçümsemiyoruz. Hatta tersinden düşünürsek Arap halklarının “ancak bu kadar devrim” yapabileceğini düşünenlerin bu coğrafyanın halklarını küçümsediği de söylenebilir. Biz halkları bir kez daha bu mücadelede yenik düşüren sebeplerin somut bir tahlilinin yapılması yerine, bu mücadelelere hiçbir şey katmayacak tumturaklı sözlerle yetinmenin büyük bir haksızlık olduğunu düşünüyoruz.”19

Suriye’de şimdilerde sokağı zapteden İslamcı hareketlerin, çoğunlukla yoksul kesimleri mobilize etmeyi başarması ve neo-liberal politikaların toplumsal yapıyı sarstığı kırsal kesimlerde daha etkili olması ise bir devrimin varlığını ispatlamaya yetmiyor. Nitekim, bu cılız eylemlerin “sınıfsal tabanı”ndan daha önemli olan hangi taleplerle sokaklara döküldükleri. Bir sosyalist hareket, toplumsal hareketlere, yalnızca tabanlarının niteliği ile yaklaşmaz. Bu kesimlerin taleplerini ve programlarını da dikkate alır. Bu yüzdendir ki, Suriye’de var olduğu iddia edilen “halk devrimine” ihtiyatlı yaklaşmayı tercih ediyoruz. Üstelik bu kesimleri sokağa çıkaran siyasal hareketleri ifşa etmeye çabalayarak, aslında yoksul kesimlerin kandırılmasına, radikal İslam’ın kitle tabanı haline getirilmelerine karşı durmaya çalışıyoruz. Avrupa’da popülist söylemlerle işçi sınıfını da etkisi atına alan ırkçı hareketlere karşı çıktığımız gibi eylemlerin kitle tabanlarının niteliğinden önce taleplerini dikkate alıyoruz.
Suriye’de devrim olduğunu iddia edenler ise devrimin diktatöre karşı plebyen bir isyan olduğunda ısrar ederek aslında Arap halklarının elinden gelenin en iyisinin bu olduğunu da teslim etmiş oluyorlar. Bu çizgi ise, bizim halkı küçümsediğimize yönelik söylemlerinin aslında kendileri için geçerli olduğunu ortaya koyuyor. Suriye işçi sınıfı sosyalist bir devrim yapabilecek niteliğe ve niceliğe sahipken, onu ancak diğer alt katmanlarla birlikte demokrasi mücadelesi verebilecek kadar gelişkin görmek ise “enternasyonalist” değil, “şarkiyatçı” bir bakış açısı olarak tanımlanabilir.
Dolayısıyla sosyalist sol bugün çok da doğru yaparak, Suriye işçi sınıfının ayağının altından bir zeminin “devrim” adı altında çekilmesine karşı çıkıyor. Daha uzun soluklu, daha ihtiyatlı ve daha gerçekçi bu adım, Esad’ı desteklemek değil, Suriye halkıyla dayanışmak ve onun dış müdahale sonucunda ya da bir iç savaşın içinde yok olmasına engel olmak için atılıyor.

 

Dipnotlar

  1.  Foti Benlisoy, “Hem Emperyalist Manipülasyonlara Karşı Durmak, Hem de Suriye’de Halk Hareketini Desteklemek”, http://www.soldefter.com/2012/08/28/hem-emperyalist-manipulasyonlara-karsi-durmak-hem-de-suriye%E2%80%99de-halk-hareketini-desteklemek/ Erişim tarihi: 23.12.2012
  2.  Özel olarak bu yazının seçilmesinin nedeni, gerek Benlisoy’un gerekse farklı coğrafyalarda benzer duruşa sahip diğer kesimlerin görüşlerinin genişçe bir özeti olması. Benzer yazılar için “Syria, imperialism and the left”, http://libcom.org/blog/syria-imperialism-left-1-08082012; “The Left, imperialism and the Syrian revolution”, http://pulsemedia.org/2012/09/10/the-left-imperialism-and-the-syrian-revolution/; “Syria and anti-imperialism”, http://socialistworker.org/2012/08/13/syria-and-anti-imperialism
  3.  Bu konuda önemli bir değerlendirme, Suriye Komünist Partisi-Bektaş’ın Dış İlişkiler Sorumlusu Hani Cibara tarafından yapıldı. Cibara, Sol Portal’a verdiği röportajda eylemcilerin taleplerinde haklı olduğunu fakat eylemlerin kışkırtıldığını belirtiyor. http://haber.sol.org.tr/enternasyonal-gundem/suriyeli-komunistler-tepkiler-hakli-ama-eylemler-kiskirtiliyor-haberi-41150
  4.  Alper Birdal, Yiğit Günay, “Arap Baharı Aldatmacası”, Yazılama Yayınevi, Ağustos 2012, sf. 189
  5.  Angry Arab, From Syria with Doubt http://angryarab.blogspot.com/2011/04/from-syria-with-doubt.html, Erişim tarihi: 22.12.2012
  6.  “Eski El Cezire muhabiri kanalın Suriye politikasını anlattı”, Sol Portal, http://haber.sol.org.tr/dunyadan/eski-el-cezire-muhabiri-kanalin-suriye-politikasini-anlatti-haberi-52922, Erişim tarihi: 24.12.2012
  7.  “Suriye’yi karıştıran dört bacanak”, Sol Portal, http://haber.sol.org.tr/dunyadan/suriyeyi-karistiran-dort-bacanak-haberi-41758, Erişim tarihi: 24.12.2012
  8.  Foti Benlisoy, a.g.e.
  9.  ÖSO konusundaki “aklama” girişimlerinin en belirgin örneği Kasım ayında Ras El Ayn’a düzenlenen saldırı. Bu saldırıya El Kaide bağlantılı El Nusra Cephesi’nin yanı sıra ÖSO’nun temel örgütlerinden olan Tevhid Sancağı da iştirak ettiği halde, Foti Benlisoy’a göre Kürtlere saldıranlar ÖSO değildi! Oysa Benlisoy “ÖSO çatı örgüt, içinde Tevhid Sancağı gibi islamcı gruplar Kürt düşmanı” da diyebilirdi. Dememesi, ÖSO’nun çatı örgüt olduğuna dair söylemlerin aslında onu her durumda aklamak için üretilmiş bir ezber olduğunu gösteriyor.
  10.  “Yeniden Atılım, Suriye’ye Müdahale ‘Kapıda’ mı?” Foti Benlisoy’la Söyleşi, http://www.yenidenatilim.com/?&Bid=1329072&/Suriyeye-M%C3%BCdahale-Kap%C4%B1da-m%C4%B1?-Foti-Benlisoy%E2%80%99la–S%C3%B6yle%C5%9Fi Erişim tarihi: 21.12.2012
  11.  Local Coordination Comitees, The National Coalition of Syrian Revolutionary and Opposition Forces, http://www.lccsyria.org/10488, Erişim tarihi: 23.12.2012
  12.  Foti Benlisoy, “Bir gözümüzü kapatırsak rejim, diğer gözümüzü kapatırsak siyasetçiler üstümüze atlayacak”, http://fotibenlisoy.tumblr.com/post/29399546163/bir-gozumuzu-kapat-rsak-rejim-diger-gozumuzu
  13.  United States Institute of Peace, The Day After Project, http://www.usip.org/the-day-after-project Erişim Tarihi: 17.01.2013
  14.  “Revolution U”, Foreign Policy, http://www.foreignpolicy.com/articles/2011/02/16/revolution_u Erişim tarihi: 28.12.2012
  15.  Bu konuda iyi bir yazı, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi üyesi Adil Smara’nın kaleme aldığı “Müslüman Kardeşler’i Gazze’ye yerleştiren köprü”. Yazı şu adreste yer alıyor: http://fasizmekarsibirlesikcephe.blogspot.com/2012/11/filistin-halk-kurtulus-cephesi-gazze.html
  16.  Bu tezini ispatlamak için sarfettiği şu cümle ise insanı hayrete düşürecek cinsten bilgi noksanlığına işaret ediyor: “Bir tarafta işgal altındaki Golan tepelerini İsrail’den geri almak için tek kurşun harcamayan ama iş Suriye ahalisine gelince kurşun konusunda bonkör davranan Esad rejimi…” Hatırlatmak bile abes ancak yine de belirtelim, Golan Tepeleri İsrail işgaline 1967 yılındaki “Altı Gün Savaşları”nda girdi. Hafız Esad ise iktidara 1970 yılında geldi ve bundan 3 yıl sonra İsrail ile Yom Kipur Savaşı’na tutuştu. “Beşar Esad döneminde neden benzeri bir girişim olmadığı” sorusu ise Küba’nın neden ABD işgali altındaki Guantanamo’yu kurtarmak için askeri bir operasyon başlatmadığını sormak kadar abes…
  17.  “İsrail Lübnan’a saldırmaya hazırlanıyor”, Hürriyet Planet, http://www.hurriyet.com.tr/planet/20929751.asp Erişim: 27.12.2012
  18.  Seymour Hersh, Yeni Yönelim (Redirection), http://medyasafak.com/haber/552/yeni-yonelim-redirection Erişim Tarihi: 10.01.2013
  19.  Alper Birdal, Yiğit Günay, “Arap Baharı Aldatmacası”, Yazılama Yayınevi, Ağustos 2012, s. 278
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×