“Suriye Halkına Karşı İşlenen Savaş Suçları” Raporu

Suriye halkına karşı işlenen savaş suçlarının bir hukuksal girişime konu olmak üzere raporlanması, ilk kez 27 Nisan 2013’de İstanbul’da “Halklar Barış İstiyor” başlığıyla toplanan uluslararası barış konferansında gündeme geldi ve bu konferansın sonuçları arasında kayda geçirildi.

Konu Dünya Barış Konseyi’nin bundan yaklaşık bir ay sonra Lizbon’da yapılan Sekretarya ve Avrupa Bölge toplantılarında, daha sonra Eylül’de Girit’in Hanya kentinde Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs barış örgütlerinin üçlü toplantısında ve 22-25 Kasım’da Karakas’ta toplanan Dünya Barış Konseyi Yürütme Kurulu’nda tekrar ele alındı. Dünya Barış Konseyi Suriye’ye karşı işlenen savaş suçlarını bir uluslararası çalışma başlığı haline getirmeyi kararlaştırmış durumda ve aşağıdaki rapor da bu doğrultuda atılan ilk adım.

Raporun hazırlık çalışmaları Haziran Direnişi nedeniyle belli ölçülerde gecikti. Adalet için Hukukçular tarafından oluşturulan taslak rapor çok sayıda baro yöneticisi, bağımsız hukukçu, siyasetçi, barış mücadelecisi tarafından gözden geçirildi ve 22 Aralık 2013’te yapılan Barış Derneği 5. Olağan Genel Kurulu’na sunuldu.

AKP iktidarının ilgili sorumlularının Yüce Divan’da yargılanması gerektiğinin altını çizen Savaş Suçları Raporu, herhangi bir uluslararası mahkemeye başvuruda bulunmayı gündeme getirmiyor. Bunun yerine savaş ortamının son bulacağı bir Suriye’nin suçluları yargılamasının yeniden mümkün hale geleceğine işaret ediyor.

Barış Derneği ve Adalet için Hukukçular bu rapor doğrultusunda bir dizi hukuksal girişim başlatmayı da planlıyorlar.

KATKI ve DESTEK VERENLER

Adnan Serdaroğlu, Birleşik Metal-İş Genel Başkanı

Ahmet Abakay, Gazeteci

Ahmet Aksüt, Avukat

Ahmet Meriç Şenyüz, Gazeteci

Ali Örnek, Gazeteci

Ali Rıza Aydın, Emekli Anayasa Mahkemesi Raportörü, Yazar

Alper Birdal, Gazeteci, Yazar

Bahar Kimyongür, Belçika Suriye’ye Müdahaleye Karşı Komite Üyesi, Yazar

Bahattin Özcan Acar, Avukat

Başar Yaltı, Avukat

Cengiz Çapak, Avukat, Mersin Barosu Sekreteri

Cihan Söylemez, Avukat

Çetin Turan, Avukat

Çetin Yiğenoğlu, Gazeteci, Yazar

Gül Atmaca, Gazeteci

Güray Öz, Gazeteci

Hasan Akgöl, Milletvekili

Hatice Elveren Peköz, Yazar, Senarist

Hilmi Yarayıcı, Sanatçı

Hüseyin Aygün, Milletvekili

İlhan Cihaner, Milletvekili

İzzettin Önder, Emekli Öğretim Üyesi

Kadir Sev, Devlet Denetleme Kurulu Emekli Üyesi

Korkut Boratav, İktisatçı

Mahmut Alınak, Hukukçu, Yazar, Eski Milletvekili

Mehmet Ali Ediboğlu, Milletvekili

Mehmet Oflazoğlu, Fotoğrafçı

Mengücek Gazi Çıtırık, Avukat, Adana Barosu Başkanı

Merdan Yanardağ, Gazeteci

Mevlüt Dudu, Milletvekili

Musa Çam, Milletvekili

Mustafa Kemal Erdemol, Gazeteci

Mümtaz İdil, Gazeteci

Necdet Saraç, Gazeteci

Oğuz Oyan, Milletvekili

Ömer Ödemiş, Gazeteci

Refik Eryılmaz, Milletvekili

Semir Aslanyürek, Yönetmen

Serdar Şahinkaya, Öğretim Üyesi

Serpil Güvenç, Yazar

Sevra Baklacı, Gazeteci

Şükran Soner, Gazeteci

Uluğ İlve Yücesoy, Avukat

Yiğit Günay, Gazeteci, Yazar

Zekeriya Sevimli, Avukat


SUNU

Bizler, Türkiyeli barıştan yana hukukçular ve Barış Derneği üyeleri, komşumuz Suriye’de yaşanan savaşın her gününü takip ettik. Gördüklerimiz, duyduklarımız, ülkemizde yaşadıklarımız bizleri vicdani sorumluluğun bir adım ötesine taşıdı. Suriye’ye siyasi ve askeri bir müdahalenin karşısında olduğumuzu hep tekrarladık. Okuyacağınız raporda bunun nedenlerini sizlere bir kez daha hatırlatmış olacağız. Rapor, Suriye’de binlerce kişinin ölümüne ne-den olan insanlığa karşı işlenmiş suçları, bir ülkede barış ortamını bozacak şekilde gerçekleşen saldırı suçunu, artık alenileşen savaş suçlarını ve bu suçu işleyenlerin kimler olduğunu konu ediyor. Bu suçluların yargılanmasının barışa yapılacak en büyük katkı olduğunu düşünüyoruz.

Uluslararası hukukta tanımlanan insanlığa karşı işlenmiş suçların, tüm insanlığı bağladığını düşünüyor, emperyalist müdahaleye karşı direnen Suriye halkı ile bu mücadelede kendimizi bir sayıyoruz. Bunun yanı sıra bu suçların faillerinin sadece Suriye’de bulunmadığını, ülkemizde de ortaklarının olduğunu biliyoruz.

Rapor, Suriye’ye askeri müdahale seçeneğinin şimdilik askıya alındığı günlerde,t savaş suçuna ortak olanların suçlarının üzerini örtme, önemsizleştirme ve sıradanlaştırma gayretlerinin hissedilir düzeyde arttığı bir dönemde yazılmıştır. Sadece bir ülkenin yaşanmaz hale getirilmesinin sorumlularını bulmak değil, o sorumluların ya da suçluların, hiçbir şey olmamış gibi insanlığın kaderi ile oynamalarının bundan sonra önüne geçmek ve işledikleri suçların cezalarını çekmelerini sağlamak raporumuzun ana amacıdır.

Suriye’ye yönelik saldırıya ortak olan, saldırı ve katliam suçlarına her türlü desteği sağlayan ülkelerin yargı erklerinin bağımsız olmadığını biliyoruz. Özellikle bu ülkelerin üst yargı organlarının siyasi iktidarların kurtarıcısı olarak kurgulandığını bu konulardaki suçlamalar karşısında görevleri gereği resen de olsa adım atmamış olmalarından bir kez daha görüyoruz. Aynı şekilde uluslararası hukuk mekanizmalarının ve yargılama şekillerinin de günümüze yüz akı sayılabilecek örnekler sunmadığının, uluslararası ceza yargılamalarında çoğunlukla kaybedenlerin yargılandığının birçok örneğine tanığız. Uluslararası hukuk belgelerinde insanlığa karşı işlenmiş suçlar, en ağır suçlar olarak kabul görmüş olsa da fiilen ‘yargılanmaz suç’ şeklini almış olmasını, emperyalist saldırı çağının trajik sonuçlarından biri olarak kabul ediyoruz.

Ancak bütün bunlara rağmen, Suriye’de insanlığa karşı suç işlendiğini, bunun azmettiricilerinin devletler düzeyine vardığını Türkiyeli hukukçular ve Barış Derneği üyeleri olarak tüm kamuoyuna duyuruyoruz. Suçluların yargılanması ve hukuk mevzuatının işletilmesi için hukukçu sorumluluğumuzu hayata geçireceğimizi ve tüm insanlık adına yapılan şikayetlerimizin takipçisi olacağımızı bildiriyoruz.

Savaş suçları inceleme raporumuzu, bir daha aynı raporu hazırlamak zorunda kalmayacağımız, barış getirecek günlere güç vermesi umuduyla tüm kamuoyunun dikkatine sunuyoruz.


 

Giriş

Suriye’deki savaş, sayfalarca yazı ve delile konu olabilecek yapıdadır. Birçok savaş ve çatışmada, bunlara ait bilgi ve belgeler yıllar sonra ortaya çıkarken, Suriye’de her şey ortada ve gözümüzün önünde yaşanmaktadır. Hatta birçok veri çatışan gruplar tarafından kamuoyuna sunulmaktadır.

Ne var ki, Suriye’de işlenen suçlara dair yazılacak bir raporun tüm bu bilgi ve belgeleri içermesinin bir sınırı vardır. Bu sebeple, raporun yetkin ve etkili olabilmesi adına bazı olayların ele alınması ve belirli yerlere vurgu yapılması tercih edilmiştir.

Rapor, Suriye’deki bu olayların neden ve nasıl geliştiğine dair açıklamalarla başlamaktadır. Bu başlık sonrasında işlenen suçların neler olduğu, bu suçların niteliği, failler ve işlenen suçlara dair bulgular ele alınmıştır. Söz konusu başlıkta Türkiye ile Türkiye’deki hukuki süreçler ayrı başlıklar altında incelenmiştir. Sonuç bölümünde, tüm bilgiler ışığında suçlara ve suçlulara dair değerlendirmeler yapılmıştır.

Suriye ve çatışmaların arka planı

1946 yılında bağımsızlığını ilan eden Suriye devleti kuruluşundan bu yana laik ve farklı inançların rahatlıkla iç içe yaşadığı bir toplum yapısına sahip olmuştur. Beşar Esad ise babası Hafız Esad’ın 1970’te başlayan ve 2000 yılında ölümüyle son bulan cumhurbaşkanlığının ardından seçilerek yönetime gelmiştir. Suriye devleti içerisinde yaklaşık olarak Sünni Müslümanlar yüzde 74, Alevi, Şii ve diğer Müslüman mezhepler yüzde 16, Hıristiyanlar yüzde 10 gibi oranlarda dağılım göstermektedir. Bu nedenle kamuoyunda yansıtıldığı gibi herhangi bir Alevi diktatörlüğünün mevcudiyetinin sürdürülmesi mümkün olmadığı gibi, Sünni çoğunluk da mevcut iktidarı desteklemektedir. Geçtiğimiz Ekim ayında Lazkiye’de bir araya gelen Suriye’deki Sünni ve Hıristiyan din adamları teröristlerin ülkeyi kana buladığını belirterek Suriye hükümetini desteklediklerini açıklamışlardır.1 

ABD’nin 11 Eylül saldırısı öncesine şekillenen ve saldırı sonrası sistematik olarak yaygınlaştırıp ortaya attığı “Teröre Karşı Küresel Savaş” savıyla Afganistan’a ve Irak’a yönelik müdahalelerini, emperyalizmin Ortadoğu’da yeniden yapılanma planları izlemiştir. Başlangıçta özellikle dünyadaki iktisadi krizin bir sonucu olarak ekonomik, demokratik ve sosyal taleplerle ayaklanan halkın öfkesi bir anda “Arap Baharı” diye adlandırılarak Ortadoğu’da “ilerici” bir dönüşümün yaşandığı algısı yaratılmıştı. Oysa söz konusu ayaklanmalar bu algı ile “uyumlu islam” projesinin bir parçası haline getirilerek bölge, kapitalist dünya ile entegre hale getirilmeye başlanmıştır. Bu süreçte Suriye ve öncesinde tüm “Bahar” ülkeleri de temel olarak Sünnilik ve Şiilik temelinde taraflaşmaya itilmiş oldu.

Olayların başladığı gün olarak kabul edilen ve “Gazap Günü” olarak adlandırılan 15.03.2011 tarihinde Deraa kentindeki gösteri ve katılan gösterici sayısı bakımından bir dönüm noktası oldu. Halkın sokağa çıkmasının temelinde Beşar Esad’ın 2000 yılında iktidara gelmesinin ardından izlediği neo-liberal politikalar ve tarımdaki desteği azaltması yatmakla beraber, devamında süreç bu taleplerle ilerlemedi.

Beşar Esad’ın yapılan gösteriler karşısında 7 Nisan 2011’de Kürtlere vatandaşlık sözü vermesine, 19 Nisan 2011’de 48 yıllık “olağanüstü hal” durumunu kaldırmasına, 13 Mayıs’ta göstericilere ateş açılmaması emrini vermesine rağmen, ABD’nin ve çeşitli komşu ülkelerin silah ve lojistik destekleriyle Suriye hükümetine karşı örgütlenen grupların desteklenmesi sürdürüldü. Nihayetinde 26 Şubat 2012 yılında yapılan referandumda yüzde 89,4 oyla anayasa değişikliği kabul edildi. Böylece ülkede çok partili seçimlerin ve hükümete karşı yasal muhalefetin önü açılmış hale geldi

Suriye’de de kitlelerin iktidara karşı çeşitli hak arayışlarına girmesi, “Arap Baharı”nın emperyalistlerin ve genel olarak dinci gerici akımların kontrolüne geçmesi üzerine dünya kapitalizmine eklemlenme sürecinde yaşadıkları görece yoksullaşmayla ilişkilidir. Ancak kısa bir süre içerisinde, kitlelerin yerini silahlı araçlar edinen, yöneticilere ve sivil halka karşı saldırı ve suikastler gerçekleştiren çete ya da organize silahlı gruplar olarak tanımlanacak muhalif gruplar aldı. Suriye halkını temsil etmekten uzak olan büyük çoğunluğu Suriyeli bile olmayan bu gruplar sadece şiddeti değil; vahşeti, katliamları ve suç olarak sıraladığımız fiilleri temel yöntem olarak benimsedi.

Birleşmiş Milletler’e göre ölü sayısı Eylül 2013 tarihi itibarıyla 120.000’e ulaştı. 30 Ekim 2013’e gelindiğinde Suriye’de 6.365’i çocuk ve 4.269’u kadın olmak üzere 61.067 sivilin ve toplamda da 133 bin 43 kişinin hayatını kaybetmiş olduğu yönünde açıklama yapıldı.

BM’nin 3 Eylül 2013 tarihinde yayınladığı rapor ise barış ortamının bozulmasının insan göçünde nelere mal olduğunu göstermesi açısından belge niteliğindedir Raporda, Suriyeli mülteci sayısının iki milyonu geçtiği belirtilmiştir. Raporda iki milyon sayısının mülteci olarak kaydolan ya da kayıt olmayı bekleyen kişi sayısı olduğunun altı çizilmiştir. Yani göç edenlerin sayıları bu rakamlardan daha fazladır. Rapora göre Ağustos sonu itibariyle mülteci sayıları Mısır’da 110.000; Irak’ta 168.000; Ürdün’de 515.000; Lübnan’da 716.000 ve Türkiye’de 460.000 şeklinde açıklanmıştır Bu nüfusun yüzde 52’sini 17 yaşındaki ya da bu yaşın altındaki çocuklar oluşturmaktadır. UNHCR, 23 Ağustos tarihinde ise Suriyeli mülteci çocuk sayısının 1 milyonu geçtiğini duyurmuştur.2

Suriye’de işlenen suçlar

A. Suçlar bakımından Roma Statüsü’nün değerlendirilmesi

Savaş suçu, insanlığa karşı işlenmiş suçlar, saldırı suçları… Bu suç türleri bir ülkenin iç mevzuatında yer alıp almamasından bağımsız olarak uluslararası hukuk belgelerine konu olmuş suçlardır. Bu suçların tarihsel ve sistematik gelişiminin başlangıcını 19. yüzyıla kadar götürmek mümkün olsa da, suçların yargılanabilirlik vasfını kazanması ve tanımlarının bir sözleşme ile netleşmesi 17.07.1998 tarihinde olabilmiştir. Bu tarihte, Uluslararası Ceza Mahkemesinin (UCM) kurucu statüsü olarak kabul edilen ve bahsi geçen suçları tanımlayan Roma Statüsü, BM organlarınca kabul edilmiştir.

Suç ile cezanın tanımlanması ve yargılanabilirlik açısından bir mahkemenin kurulmuş olması, pratik sonuçlarından bağımsız olarak şüphesiz ki önemli ve tarihsel bir adımdır. Roma Statüsü belgesi, ancak ve sadece dünyanın herhangi bir yerinde tanıma uygun olarak işlenmiş fiillerin suç olarak tespitini yapan bir belge olması sebebiyle raporumuzda yerini almaktadır. Zira Roma Statüsü ile kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesinin (UCM) yetkisi bu belgeye kabul oyu vermiş ülkeler için bile sınırlıdır. Bu yetkiyi kabul etmeyen ülkeler için ceza hukukunun ana temasını oluşturan yargılanabilirlik öğesi olmadığından statünün işlevi de o ülkeler için bulunmamaktadır. Buna örnek olarak Türkiye, ABD ve İsrail gösterilebilir.

Yine ilk bölümde değinildiği gibi, UCM pratik örnekleri, bağımsız bir yargılamanın varlığı açısından tartışmalı yanlar da barındırmaktadır. Ne yazık ki uluslararası suçların yargılanması günümüzde uluslararası dengelerden bağımsız işlememektedir.

Tüm yukarıda bahsedilenlere rağmen, raporumuzda işlenen savaş ve bağlantılı suçların tanımsal dayanakları, evrensel bir hukuk belgesi olması sebebiyle Roma Statüsü’nden alınmış, ülkemiz açısından ceza sistemimizde yer alan benzer ve bağlantılı suçlar ile birlikte değerlendirilmiştir.

B. Suriye’de işlenen suçların nitelendirilmesi

Suriye devleti ve halkına karşı, kategorik olarak aynı düzlemde değerlendirilebilecek, birbirini kaçınılmaz olarak tetikleyen, neden-sonuç ilişkisi ile birbirine sıkı sıkıya bağlı olan savaş suçu, saldırı suçu ve insanlığa karşı suçlar işlenmiştir. Bu suçlar, hiçbir devletin, hukuk kurumunun ya da şahısın reddedemeyeceği şekilde Roma Statüsü’nde belirtilen tanımlara birebir uygun olarak, uluslararası kamuoyunun gözleri önünde işlenmeye halen de devam etmektedir.

1. Suçların failleri ve azmettiricileri

Savaş suçu ve insanlığa karşı suçlar bakımından, ÖSO, cihatçı gruplar, muhalifler vb. olarak adlandırılan gruplara mensup kişiler bu suçların failleri olup, raporda adı geçen devletler ise yaptıkları para ve silah yardımlarıyla, kendi ülkelerinde bu kişileri barındırmak ve eğitmek suretiyle bu suçların azmettiricileridir. Diğer suçlar bakımından azmettirici olan bu ülkeler, saldırı suçunun ise failleridir.

1.1. Failler

Söz konusu faillerin hangi suçları işlediklerini incelemeden önce kısaca bu örgütlerin kimler olduğu, hangi kaynaklardan beslendikleri ve amaçlarından kısaca bahsedilmelidir.

Bu silahlı grupların rahatlıkla çete ya da terörist gruplar olarak adlandırılması mümkündür. En dar anlamıyla, Suriye devletine muhalif olduklarını belirten gruplar, iktidarı demokratik ya da meşru yollar ile devirmek, bu doğrultuda bir halk örgütlenmesi çabasına girişmek yerine; doğrudan ve vahşi yöntemlerle ırk, dil, din ayrımı gözeterek katliamlar gerçekleştirme, intihar saldırıları düzenleme yolunu tercih ettikleri görülmektedir.

Suriye’de olayların başladığı 2011 yılında Mart ayının sonuna doğru ilk silahlı gruplar ortaya çıkmaya başlamıştır. Özellikle Lübnan’daki Selefi gruplardan destek alan silahlı militanlar, Suriye güvenlik güçlerine ve Humus’a bağlı Tel Kelah ile Tartus’a bağlı Banyas’ta saldırılara girişmişlerdir. Ancak en büyük saldırı Suriye’deki savaşın dönüm noktası olan 6 Haziran 2011 tarihinde İdlib’e bağlı Cisr eş Şuğur’da meydana gelmiştir. 120 asker ve polisin öldürüldüğü bu saldırı, başta “isyan eden kasabada Suriye ordusunun kıyımı” olarak duyurulmuştur. Bundan sonra ise sırayla silahlı gruplar tarafından bombalamalar ve katliamlar yapılmaya başlanmıştır.

Bu silahlı grupların başında Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ve El-Kaide’nin olduğu bilinmektedir. Ne var ki, bu iki grup da homojen değildir ve özellikle ÖSO, merkezi bir yapılanmaya sahip değildir. ÖSO’ya bağlı olduğunu açıklayan birçok grup kendi yerelliklerindeki komutanlarının liderliği altında hareket etmektedir. Birçoğunun, eski bir Suriye ordusu mensubu olan ve Antalya’da 2012 yılında gerçekleştirilen Yüksek Askeri Konsey’de lider olarak seçilen Salim İdris’e bağlı olmalarında temel nedeni Suudi Arabistan tarafından finanse edilen ve CIA tarafından organize edilen silah akışından yararlanmak olduğu bilinmektedir. Keza bazı zamanlarda aralarındaki rekabet sonucu birbirleriyle yaptıkları çatışmalarla ilgili haberler bu savı destekler niteliktedir.

Bununla beraber, ÖSO ile El Kaide’yi birbirinden tamamıyla ayırmak mümkün değildir. ÖSO’ya bağlı birçok örgütün El Kaide ile birlikte hareket ettiği görülmektedir. Ayrıca Türkiye vatandaşı El Kaidecilerin de ÖSO ile Suriye’de savaştığı bilinmektedir. Cisr eş Şuğur’daki katliama Türkiye’nin güney illerinden de bazı katillerin katıldığı kahvehanelerde dahi konuşulan konular arasındadır. 2003 yılında El Kaide tarafından yapılan HSBC binasının bombalamasında sanık olarak yargılanan ve Yargıtay’ın bozma kararı sebebiyle serbest bırakılan Baki Yiğit ve Metin Ekinci Halep’te çatışırken öldürülmüşlerdir. 2006’da El Kaide örgütüne yardım ve yataklık suçlamasıyla gözaltına alınan daha sonra delil yetersizliği nedeniyle serbest bırakılan, Türkiye’deki El Kaide davalarının avukatlığını yapan ve İHADER’in kurucusu olan Osman Karahan ise 2012 Temmuz ayında Halep’te ÖSO ile birlikte savaşırken ölmüş ve cenazesinin Suriye’de gömüldüğü ailesi tarafından onaylanmıştır.3 

Suriye devletine karşı savaşanlar altı grupta ele alınabilir. Bunlardan ilki SİC’tir. SİC, Suriye’nin kuzeyinde Haseki-Halep hattında güçlüdür. Radikal İslamcı bir eğilime sahip söz konusu cephenin ağırlık merkezini AŞT oluşturmaktadır. Türkiye ile güçlü temasları olan Tugay’ın kuzeydeki yardım kampanyaları İnsani Yardım Vakfı ile birlikte yürütülmektedir. Özellikle Kürt bölgelerine saldırılarda (IŞID) ile birlikte hareket eden AŞT ÖSO’ya da bağlı bir örgüttür. Ebu Abdullah el Hamavi liderliğindeki örgütün, 13 bin ile 20 bin arasında savaşçısı olduğu tahmin edilmektedir.

İKC, ÖSO’ya bağlı bir diğer cephedir. Söz konusu cephe, Tevhid Tugayı (Halep), El Faruk Tugayı (Humus-Halep), İslam Tugayı (Şam), El Hak Tugayı (Humus) ve Sukur’uş Şam Tugayı’ndan (Idlib) oluşmaktadır. Tevhid ve El Faruk Tugayları ÖSO’ya bağlı tugaylardır. Bu gruplardan İslam ve El Hak Tugayları Suudi Arabistan’a yakınken, El Faruk Türkiye’ye yakındır. Sukur’uş Şam ise Katar tarafından finanse edilmektedir. Radikal İslamcı Sukur’uş Şam’ın 3 bin kadar savaşçısı olduğu tahmin edilmektedir. İslam Tugayı’nın savaşçı sayısı ise 10 bine kadar çıkmaktadır. İslam Tugayı, Şam’da el Kaide bağlantılı El Nusra Cephesi ile ortak bir çatı altında yer almaktadır. Sukur’uş Şam ise Lazkiye’de Ağustos ayında Alevi köylerine yönelik IŞID’ın önderliğindeki saldırılara Tevhid Tugayı ile birlikte katılmıştır.

Kuzey Suriye’de birçok Türkiye vatandaşının da içinde yer aldığı bilinen bir diğer grup Gureba Eş Şam örgütüdür. 2012 yılının Ekim ayında Akçakale’ye havan topu düştüğü sırada bölgede bulunan gruptur. PKK’ye yakınlığıyla bilinen Demokratik Birlik Partisi’ne bağlı YPG‘ye saldırılarda da bulunmaktadır.4

İdlib Şehitleri Tugayı ise adından da anlaşılacağı üzere İdlib merkezli bir örgüttür. Liderleri Basil Isa’nın bazı örgüt üyeleriyle birlikte 2012 Kasım ayındaki havan topu saldırısında öldürülmesi sebebiyle etkisini kaybeden örgütün geri kalan üyeleri, Sukur’uş Şam örgütüyle birlikte hareket etmektedir. Bir diğer örgüt, Katar tarafından kurulan ve desteklenen radikal İslamcı çizgiye sahip Afhad-ı Resul Tugayıdır. Söz konusu örgüt daha önceleri IŞID ile hareket etmiş ve fakat daha sonra IŞID ile sorunlar yaşamış ve Rakka’dan sürülmüştür.

Yukarıdaki gruplar yanında Suriyeli olmayan, Lübnan ve Irak merkezli örgütler de Suriye’de savaşmaktadırlar. Fetih El İslam bu örgütlerden biridir. Lübnan merkezli ve El Kaide bağlantılı olan bu örgütün karargâhı Lübnan Trablusşam kentindeki mülteci kampıdır. Abdullah Azam Tugayı da diğer dış merkezli örgütlerden biridir. Selefi-tekfirci çizgiye sahip olan örgüt El Kaide ile birlikte hareket etmektedir. Lübnan merkezli örgütlerden bir diğeri, Filistinli cihatçılardan oluşan Cund El Şam örgütüdür. El Kaide bağlantılı örgüt Humus Vadi El Nasara’da Hristiyanlara yönelik saldırıların başını çekmiştir. Irak merkezli örgüt ise Özgür Irak Ordusu’dur.

Eski Irak Cumhurbaşkanı Tarık Haşimi’ye yakın isimler tarafından kısa bir süre önce kurulmuştur.

Yukarıda belirtilen birçok grubun El Kaide ile hareket ettiği görülmektedir. Bunun yanında El Kaide’ye bağlılığını açıklayan ve Suriye’de savaşan büyük örgütlerden El Nusra Cephesi ve Irak ve Şam İslam Devleti’nden de bahsedilmesi gerekmektedir.

El Nusra Cephesi Eylül 2011’de Suriye’de Esad’ı devirmek amacıyla kurulmuş radikal İslamcı bir örgüttür. Nisan 2013 tarihinde El-Kaide’ye bağlılığını açıklamıştır.5  El Nusra BM, ABD, Avustralya ve İngiltere tarafından terörist grup olarak ilan edilmiştir. El Nusra Suriye’deki birçok bombalama olayından sorumlu tutulmaktadır. Haziran 2013’e kadar El Nusra’nın Suriye’de yaklaşık 70 intihar saldırısı gerçekleştirdiği belirtilmektedir.6 Bunlardan bazıları; 23 Ekim 2011 tarihinde –ki ilk saldırıları olarak biliniyor- Şam’daki saldırı, Deyr ez Zor’daki bombalamalar, gazetecilerin kaçırılıp öldürülmeleri ve Halep saldırılarıdır. 7 8 

Irak ve Şam İslam Devleti örgütü ise aslında 2003 yılında kurulan bir yapılanmadır. 2013 Nisan ayında isim değiştirerek Irak ve Şam İslam Devleti adını al-mıştır. Suriye’de Humus, Rakka, Azez şehirlerinde güçlüdür. 9  Lazkiye’de Kürtlere yapılan saldırıların başını çekmiştir. Eylül 2013’te gerçekleşen Azez’deki çatışmalar sonucunda bölge IŞID’ın kontrolüne geçmiş ve 20.09.2013 tarihinde Türkiye, Öncüpınar Sınırkapısını kapadığını açıklamıştır.10

Daha sonra ateşkes sağlanıp, sınır kapısının kontrolü, Özgür Suriye Ordusu’na bağlı Kuzey Fırtınası Grubu ve El Tehvid Tugayının ortak denetimine verilmiştir.

Türkiye sınırındaki Azez bölgesinden, bu terörist grupların üyelerinin Türkiye’ye giriş çıkış yaptıkları bilinmektedir. Bunun bir örneği 18 Ekim 2013 tarihinde yaşanmıştır. TSK’nın internet sayfasında IŞID militanlarının mevzilerinin vurulduğunun duyurulmasından sonra Suriye’deki çetelere Bab Seleme kapısı kapatılmıştır. 18 Ekim 2013 tarihinde ise IŞID üyesi Ebu Mervan kod adıyla bilinen kişi, 6 IŞID üyesiyle birlikte Bab Seleme kapısında Türk askeri ile girdiği çatışmada öldürülmüştür. Asıl önemli olan Ebu Mervan’ın Suriye savaşı çıkmadan önce İstanbul’da “misafir” statüsüyle yaşayan Kafkasyalılardan sadece bir tanesi olmasıdır.11

Türkiye sınırında rahatlıkla hareket eden muhalif silahlı gruplar Ürdün sınırında da benzer şekilde davranmaktadır. Le Figaro Gazetesinde yayımlanan bir rapora göre Ürdün’de en büyük mülteci kampı olan Zaatari kampı muhalif silahlı gruplardan Yarmuk Şehitleri Tugayı denilen bir grubun üssü olarak kullanılmaktadır. Bu grup aynı zamanda, Golan’a yakın bir yerde, 20 arabulucu (barış koruyucusunu) rehin alıp uluslararası hareketliliğe sebep olan gruptur. Bu olaydan kısa bir süre önce de, Youtube sayfalarına kendilerini bu grubun üyesi olarak tanıtan kişiler tarafından kaçırılan Suriyeli askerlerin infaz ediliş videoları yüklenmiştir.12

1.2. Azmettirenler

1.2.1 Genel olarak

Suriye’de işlenen savaş suçlarının azmettiricisi olarak raporda ele alınan bu ülkeler, nerede bir savaş varsa orada görmeye alışık olduğumuz emperyalist devletler ve onlarla işbirliği halinde olan ülkelerden oluşmaktadır. Suriye’deki savaşı en yakından destekleyen, sınırlarını ve ülke topraklarını silahlı gruplarının kullanımına açan, bu grupları her açıdan destekleyen Türkiye’nin siyasi iktidarı ise bu bölümde ayrı bir başlıkta ele alınmıştır. Zira AKP iktidarının savaş çığırtkanlığı, diğer ülkelerin sesini bastıracak kadar çok çıkmıştır ve halen bu durum devam etmektedir.

24 Şubat 2012 tarihinde Tunus’ta yapılan ilk toplantı ile beraber içinde Türkiye, ABD, Fransa, Mısır, Almanya, İtalya, Ürdün, Katar, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve İngiltere’nin bulunduğu SHDG oluşturulmuş, bu oluşum amacını Suriye’deki krizin aşılmasına yönelik uluslararası çabaların koordine edilmesi olarak deklare etmiştir. Grup, SUK’un “Suriye halkının meşru temsilcisi” olarak tanınması gerektiğini belirterek buna yönelik çalışmalar ve toplantılar yapmıştır. Nihayetinde grubun 12 Aralık 2012 tarihinde Marakeş’te gerçekleştirdiği dördüncü toplantısında SUK’un 114 ülke ve 13 uluslararası kuruluş tarafından Suriye halkının meşru temsilcisi olarak tanındığı belirtilmiştir.13  Ayrıca Davutoğlu’nun çekirdek toplantı olarak adlandırdığı ikinci toplantısını 1 Nisan 2012 tarihinde Türkiye’de gerçekleştirmiştir. Toplantı sonrası yapılan açıklamalar ve kararlardan da açıkça görüleceği gibi, bu grup Suriye Halkının Dostları adı altında Suriye’yi parçalamak üzere kurulan bir savaş cephesinden başka bir görüntü oluşturmamaktadır.

Bu oluşumun önemli taraflarından Suudi Arabistan ve Katar, Suriyeli muhaliflere ağır ve gelişkin silah yardımı konusunda en büyük paya sahip olduklarını hiçbir zaman gizlememişlerdir. Washington Post gazetesinde yayımlanan habere göre ABD’li yetkililer Suudi Arabistan ve Katar tarafından finanse edilen silahlanma sürecinin ABD tarafından kontrol edildiğini belirtmektedirler.14 Keza 22 Haziran 2013’te Katar’ın Doha kentinde toplandıklarında Katar Başbakanı Şeyh Hamad bin Casim bin Cabir el-Sani, “silah sağlamanın barışa ulaşmanın tek yolu olabileceğini” söylemiştir. Yapılan toplantının ardından açıklanan ortak bildirgede ise “Her ülkenin kendi uygun gördüğü şekilde, Esad rejimi ve onun müttefiklerinden gelen zalimce saldırılara karşılık verebilmesi için, arazideki muhaliflerin ihtiyaç duydukları tüm malzeme ve donanımın bir an önce sağlanmasına karar verildiği” açıklanmıştır.15 Açıklamayla doğrudan Suriye devletinin sınırları içinde meydana gelen siyasi gerilime her ülkenin kendi uygun gördüğü şekilde müdahalede bulunabileceği belirtilmiş olmaktadır.

Son olarak artık gizlenemez olan bu ittifakın, bazı gizli anlaşmalarla garanti altına alınmak istendiği iddiaları da kamuoyunca öğrenilmiştir. Prof. Dr. Mehmet Yuva, bir yazısında SUK, ABD, Türkiye, Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar tarafından yapılan “yeniden yapılanma” toplantısında gizli bir anlaşma yapıldığını açıklamıştır. Kuveytli milletvekili El-Hamd tarafından gelişmelerden kaygılı olan Suriyeli muhalefetten elde ettiği iddia edilen ve basına sızdırılan antlaşmanın son maddesi “Suriye’de yeni kurulacak rejim, Liberal İslam esaslarına uygun olacak.” hükmünden de anlaşılacağı üzere, Esad sonrası rejimin esasları bu toplantıda planlanmıştır.16

1.2.2 ABD – Suudi Arabistan – Katar – İsrail Amerika Birleşik Devletleri

“Sovyetler Birliği’nin çözülüşünden Suriye’de Baas yönetiminin kesin olarak tasfiye edilmesini hedefleyen ve 2011 Martında başlayan müdahaleye kadar, Suriye ile ABD arasındaki ilişkilerde kasılma-gevşeme dinamiğinin hâkim olduğu görülmektedir. Suriye’nin 2003’te Irak işgal edildiğinde işgale karşı çıkması, ABD’nin Suriye’de rejimin değiştirilmesi yönündeki hazırlıkların açıktan dile getirilmesine neden oldu.

Neo-conların önde gelen ideologlarından birisi olan American Enterpice Enterprise stratejistlerinden Michael Ledeen, 16 Haziran 2003’te Daily Telegraph’a şöyle diyordu: “İster beğenin ister beğenmeyin, bir bölgesel savaşın içindeyiz ve bundan çekilmemiz mümkün değil. (…) Bu rejimleri yıkmak ve bütün bu ülkelerde özgür devletler oluşturmak zorundayız. (…) Başka ülkelerin devletlerinin kuyusunu kazmak mı? Bu, abartılacak bir şey değil…”

Ve tam da yukarıda belirtilen ifadeye uygun olarak Suriye takvimi işlemiştir. ABD, silahlı grupların temsilcileriyle görüşmeden bunlar arasındaki koordinasyona; mali ve lojistik destekten, dünya kamuoyunda Suriye’nin hedef tahtasına oturtulmasına kadar tüm noktalarda baş aktör rolünü üstlenmiştir. Suriye’deki çatışmalarda, emperyalist çıkarlarına ortak olan tüm ülkeleri bu amaçla yönlendirmiştir. Suriye’ye hava harekâtının başlayabileceğini duyurmuştur. Savaşın ana planlayıcısı olarak tüm dünya barışını tehlikeye atan ABD, savaş suçlarının periyodik işleyicisi olarak Suriye’de de yerini almıştır.

Suudi Arabistan

Suudi Arabistan, Suriye rejiminin düşmesini İran’ın bölgedeki nüfuz alanının zayıflatılması için bir fırsat olarak görmektedir. Saddam sonrasında Irak ve Hariri suikastıyla birlikte Lübnan yönetimlerinin İran’la yakın olması, Suriye’yi Suudi Arabistan için daha önemli kılmaktadır. Bunun yanı sıra Suudi Arabistan, Suriye’de rejim değişikliğine destek vererek Arap isyanları karşısında aldığı ‘statükocu’ eleştirisini bertaraf etmek ve Suriye’de Suud yanlısı Sünni bir yönetim kurulmasına destek vererek bölgesel gücünü artırmayı amaçlamaktadır.17

Özetle Suudi Arabistan’ın Suriye politikasının temelinde İran karşıtlığı ve İran politikası yatmaktadır. Önümüzdeki dönemde ABD’nin İran politikasının da yeni bir boyut kazanacağı gözlemlendiğinde, Suudi Arabistan’ın son gelişmeler üzerine kendini “rahatta” hissetmediği açıktır. Suudi Arabistan ile ABD arasındaki ilişkilerin gerginleşmesinin Suriye’deki gelişmeler için önemine işaret eden uzmanlar, ABD’nin Rusya ile Suriye hususunda ortak pozisyon üstüne mutabakata vardığı takdirde bile Suudi Arabistan’ın Suriye’ye silah göndermeye devam edeceğini ve bu nedenle çözüm yolundaki çabaların boşa çıkarabileceğini belirtmişlerdir.18

Wall Street Journall’ın haberine göre Avrupalı diplomatlarla görüşen Prens Bandar, Barack Obama’nın bölge politikasını protesto etmek için, Suriyeli muhaliflerin silahlandırılması ve eğitilmesi konusunda artık ABD ile birlikte hareket etmeyeceğini, bunun yerine Ürdün ve Fransa’yla çalışacaklarını açıklamıştır.19

Zira savaşa milyarlarca dolar yatırım yapan Suudi Arabistan’ın “Esad’lı bir Suriye’ye” tahammülü olmadığından Suriye’deki paralı militanlarına her istediğini yaptırabilecek durumdadır. Dolayısıyla özellikle Suriye’ye doğrudan müdahale etmek isteyen Türkiye gibi Suudi Arabistan da yaptığı yatırımın karşılığını alabilmek adına daha cüretkâr davranabileceği bir döneme girmiş durumda görünmektedir.

Katar

Suriye konusunda kendini söz sahibi olarak gören bir diğer KİK üyesi Katar, Suriye’de muhalefeti desteklemek suretiyle, hem meşruiyet zeminini genişleterek bölgedeki siyasi varlığını sağlamlaştırmayı, hem de bölge ülkelerinden bulduğu boşluğu değerlendirerek bölgesel etki alanını genişletmeyi hedeflemektedir.20

ABD’nin Rusya ile Suriye konusunda yeni bir yol planı çizmesinin ardından Suudi Arabistan’ın tersine Katar’ın politikalarını ABD’nin Suriye ve İran’la girdiği yeni sürece uyumlu hale getirmeye çalıştığı görülmektedir. Bu doğrultuda, Katar Emiri Temmuz’da devrilmiş ve yerine oğlu geçmiştir. Yeni yönetim, ABD’nin değişen politikası ile uyumlu olarak saldırgan tutumunu bırakarak FÖY aracılığıyla Beşar Esad’a ülkesinde Suriye politikasının değişeceğini iletmiştir.

İsrail

Raporun hazırlandığı evrede, son haber olarak geçilen bilgi, İsrail’in Suriye’ye müdahalesinde, Suriye’deki silahlı grupları da aşan bir rolünün olduğunu gösterir niteliktedir. 31 Ekim 2013 tarihinde, Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’nin Lazkiye’de Suriye ordusuna ait bir askeri tesisin vurulduğunu duyurmasının ardından; haber, İsrail ve ABD kaynaklarınca doğrulanmıştır. Yine, İsrail’in Suriye’deki savaşa ne derece müdahil olduğunun başka bir örneği Lübnanlı El Mayedin televizyonunda yayımlanan haber ve görüntülerle ortaya çıkmıştır. Kuseyr’in kent merkezine giren Suriye güçleri, İsrail tarafından muhaliflere verilen bir İsrail aracını yakalamıştır. 6 Mayıs 2013 tarihinde üst düzey bir Suriyeli yetkili, İsrail’in Şam eteklerindeki Jamraya Araştırma Merkezi’ni bombalarken “seyreltilmiş uranyum” kullandığını söylemiştir. AFP’nin 28.03.3013 tarihli, haberine göre, geçtiğimiz ay Suriyeli güçlerle girdikleri çatışmalarda yaralanan on bir ÖSO militanı İsrail’de bir hastanede tedavi altına alınmış, militanlardan sekizi tedavisinin ardından tekrar Suriye’ye savaşa gönderilmiştir. Bu ve buna benzer örnekleri İsrail bazında arttırmak mümkündür. İsrail yetkilileri ise Suriye’deki gruplara destek olduklarını her fırsatta açıklamış ve Suriye’ye yapılacak uluslararası bir müdahalede başı çekeceklerini belirtmişlerdir.

1.2.3. Türkiye

1.2.3.1. Savaştan önce Türkiye-Suriye ilişkileri

AKP, iktidardaki 11. yılını tamamladı. Türkiye ile Suriye ilişkilerinin barış ortamından çıkıp savaşa kapı aralayacak şekilde ilerlemesi AKP döneminde başladı. Raporun ilk bölümlerinde yer alan Suriye’de barış ortamını bozacak şekilde saldırı suçunu işleyen grupların Türkiye tarafından açıkça desteklenmesinden önceki gelişmeler AKP iktidarının savaş projelerinin hazır olduğunu gösterir nitelikteydi. Özellikle Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu tarafından terörize edilen, “Komşularla Sıfır Sorun” bir yeni Osmanlıcılık projesi olarak ülke içine ve dışına sunulmuştu. Türkiye, Ortadoğu’daki gelişmelerle paralel olarak çok kısa bir zamanda tüm komşuları ile sorunlu bir ülke haline geliverdi.

Savaştan önce Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad, Türkiye’ye yapmış olduğu ziyarette, Başbakan Erdoğan tarafından “Kardeşim Esad” sözleri ile karşılanmışken, Suriye’de olayların başlamasının hemen sonrasında aynı kişi tarafından düşman ilan edilmiştir.

1.2.3.2. AKP’nin Suriye planı

Esad rejimine karşı çok sayıda muhalif grubun bileşeni olduğu Suriye Ulusal Konseyi’nin kuruluşu İstanbul’da 23 Ağustos 2011’de duyurulmuştur. Davutoğlu ile SUK yetkilileri arasındaki ilk resmi görüşme ise 17 Ekim 2011’de Ankara’da gerçekleşmiştir. 25 Mayıs 2012 tarihindeki Hula Katliamı sonrasında ise Türkiye Dışişleri Bakanlığı‘nın internet sitesi üzerinden bir açıklama yapılarak operasyon ‘alçakça’ olarak nitelendirilmiş ve Türkiye, Suriye’ye nota vererek tüm diplomatik ilişkilerin askıya alındığını ve Suriyeli diplomatların sınırdışı edileceğini duyurmuştur.

Kasım 2012 tarihinde kamuoyuna Suriye’nin ‘olası saldırısı’na karşı korunmak üzere Türkiye hükümeti tarafından patriot füzelerinin yerleştirilmesinin talep edildiği ortaya çıkmış, bunun Türkiye’nin kendisini savunması için gerekli olduğu iddia edilmiştir.

Erdoğan, Washington Post muhabirine vermiş olduğu Eylül 2012 tarihli röportajında “Suriyeli muhaliflerin daha çok silaha ihtiyacı olup olmadığı” şeklindeki soruya Suriyeli muhaliflerin bölgeden ve Suriye’nin dışında yaşayan Suriyelilerden her tür desteği aldığını, Türkiye’nin lojistik destek sağladığını, buna Türkiye’deki kamplarda yaşayan 83 bin sığınmacının dâhil olduğunu söyleyerek yanıt vermiştir.

Başbakan Erdoğan, Suriye’deki gelişmelerin Türkiye’nin içişleri kadar önemli olduğunu belirterek, “Binlerce, on binlerce kilometre öteden gelip Irak’a girenler bu dünyada haklı oluyorsa biz 910 kilometre sınırımız olan Suriye’de eli bağlı, tribünde seyirci olamayız. Gereği neyse bunu yapmamız lazım ve yaparız” diyerek açıkça savaş ilan etmiştir.21

Doha/Katar’daki Haziran 2013’deki SHDG toplantısında Davutoğlu, “Suriye muhalefetine desteğimiz açıktır. Bundan sonra bu destek güçlenerek devam edecektir. Suriye muhalefetinin bir an önce kendi iç bütünlüğünü koruyarak genişlemesi için yapılan çalışmalar da bugünkü toplantıda ele alındı.” demek suretiyle Türkiye devleti hükümetinin savaşa desteğini açıklamıştır.22  Bilindiği gibi AKP’nin dış politikasında temel olarak Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik” tezi ile Türkiye’nin komşularıyla “sıfır sorun”u hedefleyen ilke doğrultusunda kamuoyunun güveni sağlanmaya çalışılmaktadır. Oysa Davutoğlu’nun beyanları bu politikanın “saldırgan” bir politika anlamına geldiğini ortaya koymaktadır.

1.2.3.3. Silahlı gruplar ile Türkiye devleti arasındaki bağlantılar

Yukarıda da değinildiği gibi, Suriye’deki silahlı grupların desteklendiği Türkiye hükümeti tarafından hiçbir zaman gizlenmemiştir. Suriye’de silahlı grupların planladıkları ve sahiplendikleri insanlık dışı katliamlar sonrasında dahi, Türkiye ilişkileri kesmemiş tersine, istenenin yerine getirildiği oranda bu çeteler ile Türkiye hükümeti arasındaki ilişkiler kuvvetlenmiştir.

AKP hükümetinin silahlı gruplar ile arasındaki bağlantılara raporumuzda özel olarak yer verilmesinin amacı, ülkemiz iktidarının işlenen her suçta hem iştirakçi hem de azmettirici rolünü kanıtlamak içindir.

Üç yıla varan savaş ortamında, Türkiye’nin suç ortakları ile olan bağına binlerce örnek sıralamak mümkündür. Aşağıda yer verilen örnekler ise özet niteliğini taşımaktadır.

15 Eylül 2011’de İstanbul’da toplanan Suriyeli muhalifler, SUM’nin kuruluşunu ilan ederek Meclis’in öncelikli amacının Beşar Esad yönetimini devirmek olduğu belirtilmiştir.

Eski FBI çalışanı Sibel Edmonds, Hatay’da bir kampta bulunan ÖSO militanlarının Adana’daki İncirlik Üssü’nde eğitildiğini ve buradan yönlendirildiğini iddia etmiştir. Hatay’da Suriye sınırına yakın bir askeri kampta üslenen ve Türkiye’nin himaye ettiği ÖSO’nun komutanı eski albay Riyad el Esad, yabancı güçlerin Suriye rejimi için “stratejik olan bazı hedeflere” hava saldırısı düzenlemesinden yana olduklarını söylemiştir.23

Suriye tarafından 22 Haziran 2012’de Türk Hava Kuvvetleri’ne bağlı RF-4 ETM (Fantom) tipi bir savaş uçağının Lazkiye açıklarında düşürülmesi olayından bir gün önce ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüleri resmen CIA’nın Türkiye üzerinden Suriye’ye silah ve mühimmat sokulmasını organize ettiğini kabul etmiş ve aynı gün Suudi Arabistan’ın muhalif askerleri maaşa bağlamak için kurduğu fonun merkezinin İstanbul’da olduğu ortaya çıkmıştır.24

15 Haziran 2011 tarihinde, Suriye Haber Ajansı, Cisr eş Şuğur’daki muhaliflerin üzerinden Türkiye’deki GSM şirketlerine ait sim kartları çıktığını açıklamıştır.

Amerikan NBC televizyonu, Suriye’de rejim güçleriyle savaşan muhaliflere Türkiye üzerinden uçaksavar füzeleri ulaştırıldığını iddia etmiştir.

Türkiye’nin silahlı gruplarca desteklenmesi ve kimyasal kullanımı için dona-nımın Türkiye üzerinden sağlandığı ise devletlerarası ilişkilerde dahi artık gizlenemeyen bir durum haline gelmiştir. Emekli CIA operasyon şefi Philip Giraldi’nin ve emekli NSA üst düzey yöneticisi Thomas Drake’in de aralarında olduğu 12 emekli ajanın imzası bulunan ve Obama’ya sunulduğu Rusya tarafından teyid edilen mektupta, “13-14 Ağustos 2013 tarihlerinde, Batı destekli muhalif güçlerin Türkiye’de büyük ve gayrınizami bir askeri kalkışma için geniş çaplı hazırlıklara başladıklarını öğrendik. Üst düzey muhalif askeri komutanlarla Katar, Türkiye ve ABD istihbarat uzmanları arasındaki ilk görüşmeler, Antakya’da eskiden Türk ordusuna ait olan ve şimdi ÖSO ve onun destekçileri tarafından komuta merkezi olarak kullanılan bir askeri karargahta yapıldı.” ifadeleri yer almıştır.

Son olarak BMGK’ne yansıyan kararlarda da Türkiye işaret edilmektedir. BMGK’da alınan, 18 ve 19 numaralı kararlar, kimyasal silah veya silah yapımında kullanılan maddelerin sevkiyatı konusunda komşu ülkelerin sorumluluklarını hatırlatan maddeler olarak kayda geçmiştir.

Tunceli milletvekili Hüseyin Aygün, Başbakan’ın yanıtlaması için 27 Temmuz.2012 tarihinde yazılı soru önergesi vermiştir. Önergede Suriyeli muhaliflerin Türkiye’de eğitim alıp almadıklarını on bir soru halinde sorulmuştur. Önergeye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ancak beş ay sonra yanıt vermiştir. Yanıtta uluslararası basında kaynağı belirsiz bir takım haberlere itibar edilmemesi gerektiği ifade edilmiştir. Bakan dayanak göstererek açıkça iddiaları ret dahi etmemiştir.25

1.2.3.4. Silah sevkiyatı

15 Aralık 2013 tarihinde Hürriyet Gazetesi’nde çıkan Tolga Tanış’ın haberi Türkiye’den yapılan silah sevkiyatının resmi belgelere de yansıdığını ortaya çıkardı.26

BM’nin ülke gümrüklerinden gelen verileri istatistik veri tabanına yüklemeye başladığını bildiren Tanış, Türkiye- Suriye arasındaki mal ticaretini araştırdığında silah sevkiyatı bilgilerine de ulaşmış oldu. Buna göre, silah ambargosu uygulayan Türkiye’den Suriye’ye, 2013 Haziran ayından bu yana 47 ton silah ve mühimmat gönderilmiş bulunuyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun istatistiklerine dahi yansıyan bu veriler büyük bir skandalı ortaya çıkardı. TUİK ise haberden iki gün sonra resmi sitesinden mahcup bir dille ikrar etmek durumunda kaldı.27

1.2.3.5. Suç ve suçlunun geçiş yeri olarak Türkiye-Suriye sınırı

Suriye, Türkiye’nin en uzun sınır paylaştığı komşu ülkedir. Dünyada uzun sınırları paylaşan ülkeler arasında olağan hale gelen krizlerin tersine, Suriye ile sınır gerilimi savaş sürecine kadar hiç yaşanmamıştır. AKP için savaşla birlikte Suriye sınırı, insani yardım kisvesi altında bir silah olarak kullanılmıştır. Savaşa ortak olmanın yolu, Suriye ile komşu olmak ve uzun sınırları paylaşmak gerekçesine dayanarak, “kayıtsız kalamayız” açıklamaları ile meşrulaştırılmaya çalışılmıştır. Üç yıla yakın bir süredir, Türkiye-Suriye sınırı, savaş suçlularının sırtını dayadığı bir yer olmuş, sınırı oluşturan Türkiye’deki kentler çetelerin yatağı haline gelmiştir.

17 Eylül 2013 günü Cilvegözü Sınır Kapısı’nda 12 kişinin ölümüne 25 kişinin yaralanmasına yol açan bomba yüklü aracın patlamasının ardından sınır güvenliğinin tamamen ortadan kalktığı ortaya çıkmıştır. Türkiye devleti, Suriye sınır kapısını ve sınırın diğer kısımlarını tamamen başıboş bırakmış ve denetimleri bilinçli bir şekilde azaltılmıştır. Silahlı muhalif militanlar hiçbir engelle karşılaşmaksızın sınırın herhangi bir yerinden ülkeye girip çıkmaktadır.

Reyhanlı’da yüzlerce yabancı (Bulgar ve Suriye plakalı) araç trafikte görülmektedir. Bu araçların önemli bir bölümünün çalıntı olduğu sanılmaktadır. Bulgaristan’dan getirilen lüks araçlar, Suriye’ye yasadışı yoldan geçirilmek için Reyhanlı’ya getirilmektedir. Bugün burada yetkililerin bilgisi dâhilinde açık bir sınır kaçakçılığı yapılmaktadır. Ülkemize gelen Suriyelilerin devletin ya da bir mafya yapılanmasının desteği olmadan bu kaçakçılığı organize edebilmesi mümkün değildir. Bu kaçakçılık organizasyonunda güvenlik güçleriyle mafya yapılanmasının işbirliği olma ihtimali yüksektir. Hatay’dan özellikle arazi tipi araçların kaçırılarak Suriye’de satıldığı, hatta üzerlerine ‘doçka’ diye tabir edilen ağır silahların monte edilerek çatışmalarda kullanıldığı belirtilmektedir. Çalınan bu araçların bir kısmının Suriye’de kullanılmakta olduğu halen GPRS üzerinden tespit edilebilmektedir. Sınır güvenliğinin ortadan kalkması Hatay’daki vatandaşların can ve mal güvenliğini tehdit eder boyuta varmıştır.28

Şanlıurfa Emniyet Müdürlüğü’nce Ankara’ya gönderildiği belirtilen bir raporda, sınır güvenliği konu edilmektedir. Raporda yoğunluk ve aşırı yüklenme nedeniyle sınırdan geçişlerin kontrol edilemez hale geldiği, sınırdan geçişler sırasında kimlik kontrolü ve kaydı, fotoğraf çekimi, üst ve eşya araması işlemlerinin her zaman yapılamadığı belirtilmektedir.

Türkiye-Suriye sınır hattı geçişlerinin kontrolden çıkmasından ziyade, cihatçı grupların ihtiyaçlarına göre Türkiye hükümeti tarafından kontrol edildiğinin en acı örneklerinden biri, şeriatçı gruplar tarafından Suriye’ye götürülen 22 yaşındaki Burak Yazıcı’nın yaşamını yitirmesi olayında görülmüştür.

Baba Yazıcı, “Rize’de polis oğlumu gözaltına aldı. Kaçak yollarla Suriye’ye geçtiği gerekçesiyle bin lira para cezası kesildi. Oğlum burada bir ay kaldıktan sonra evden çıkıp kayıplara karıştı. Gitmeden önce, ‘Esad’ın adamlarından bir kaçının kellesini alıp şehit olmam lazım. Allah yolunda cihat edemezsem bunun cevabını ahirette veremem’ diyordu. Sınırdan nasıl geçti? Dışişleri ve İçişleri Bakanına sesleniyorum; bu gençler Suriye’ye nasıl geçiyor? Oğlum pasaportsuz nasıl ülke değiştiriyor? Bu ülkenin sınırı yok mu?” içerikli açıklamaları ölüme giden yolun Türkiye sınırından geçtiğini gözler önüne sermiştir.

Sınırın Suriye tarafında, savaşan silahlı gruplarca yapılan muhtelif röportajların tümünde bu kişilerin lojistik desteğin Türkiye sınırından geldiğini saklamadıkları görülmüştür.

Ehl-i Beyt Kültür ve Dayanışma Vakfı Başkanı Ali Yeral’ın gazeteci Işık Kansu’ya verdiği beyanat ise hayli çarpıcıdır. Yeral, “El Kaideciler, Talibancılar caddelerde dolaşıyor. Suriye İhvan’ın ruhani lideri Adnan el Arur, Arap televizyonlarına çıkıyor, parmağını ekrana sallayıp, ‘Bu kâfir, Nusayri, Alevi kâfirlerini kıyma makinelerinde kıyıp etlerini yiyeceğiz’. Böylesine fitnelerle doldurulmuş insanlar Antakya’da devlet erkânı tarafından misafir ediliyor.” demektedir.

HRW, 11 Ekim 2013’te yayınladığı “Kanlarını hâlâ görebilirsin: Muhalif Güçlerin Lazkiye Kırsalında Gerçekleştirdiği İnfazlar, Rastgele Ateş Açmalar ve Rehin Almalar” başlıklı raporunda açıkça Türkiye’yi uyararak “Muhalif gruplarda yer alan yabancı savaşçıların çoğu Suriye’ye Türkiye üzerinden giriyor. Silahlarını da Türkiye üzerinden kaçıran savaşçılar, para ve diğer ihtiyaçlarını da yine Türkiye’den karşılıyor ve tıbbi tedaviye gereksinim duyduklarında da yine Türkiye’ye çekiliyorlar.” tespitinde bulunmuştur.29

“Türkiye sınır hattı boyunca devriyeleri yoğunlaştırmalı ve güvenilir bir şekilde sistematik insan hakları ihlallerinde bulunmakla suçlanan gruplara yönelik savaşçı ve silahların Suriye’ye geçişini engellemeli” çağrısının yapıldığı raporda, “Türkiye, Suriye’de savaş suçu ve insanlığa karşı suç işlediğinden, bu suçların işlenmesine iştirak ettiğinden şüphelenilen veya komuta sorumluluğuna sahip kişilere soruşturma ve kovuşturma açsın!” denmiştir.

Ayrıca HRW tarafından, “BMGK ve Türkiye’nin müttefikleri, suiistimallerde bulunan gruplara teslim etmek için Türkiye’den silahların geçişini engellemek amacıyla daha fazla incelemede bulunmak için özellikle Türkiye’ye çağrı yapmalı” denmiş, “Türkiye gibi ülkeler, Suriye’de işlenen vahşetlere inandırıcı bir şekilde ortak olan kişileri soruşturmalı ve insan hakları ihlallerini işleyenlere bir mabet sunmaktan kaçınmalı!” vurgusu yapılmıştır.30

Son olarak, 7 Kasım tarihinde, Adana’da bir tır dolusu roket atar, füze, bomba ve silah ele geçirilmiştir. Ele geçen füze başlıklarının Konya’da bir atölyede üretildiği ortaya çıktı. Yetkililer ise bu bilgiyi yalanlamadı. Gazeteci Ömer Ödemiş, bu olayla ilgili önemli bir gerçeği gün yüzüne çıkardı. Ödemiş, füzelerle yakalanan Heysem Topalca’nın Suriye’de pek çok cinayete bizzat katıldığını, Samir Düver isimli Lazkiyeli bir genci kaçırarak Türkiye’ye getirdiğini ve ailesinden fidye almasına rağmen Semir Düvenci’yi serbest bırakmayarak öldürdüğünün, cesedini de Yayladağı sınırında bir yere gömdüğünün ciddi bir iddia olarak kamuoyunca duyulmasını sağlamıştır. Ayrıca Ödemiş, bu kişinin Reyhanlı katliamı ile de bağının olduğu, birçok kez kaçakçılık ve benzer suçlardan Türkiye’de yakalanmasına rağmen, her defasında serbest bırakılan Heysem Topalca’nın MİT’e çalıştığı ve kimi davalarda gizli tanık olarak kullanıldığı iddialarını da gündeme taşımıştır.31

1.2.3.6. Türkiye’deki mülteci kamplarının durumu

AFAD Basın Müşaviri Mustafa Aydoğdu’nun Ekim 2013 itibariyle verdiği bilgiye göre, Suriye’den Türkiye’ye geçen insan sayısı altı yüz bini bulmaktadır. Aynı açıklamada, bu kişilerin dört yüz bininin kurulmuş kamplar dışında kaldıkları belirtilmektedir.

Son üç yıl içerisinde, Suriye gündemi ile bağlantılı olarak kurulan kamplar, Hatay, Şanlıurfa, Gaziantep, Kahramanmaraş, Osmaniye, Adıyaman ve Adana’da yoğunluk göstermektedir.

Suriye’ye sıcak savaş tehdidinin güncel olduğu döneme kadar, AKP hükümeti tarafından gurur kaynağı olarak gösterilen kamplar, bu günlerde yetkililer tarafından “altından kalkamıyoruz” açıklamalarına konu edilmektedir.

Meclis’te bir soru önergesine, Ahmet Davutoğlu, “Ülkemizde misafir edilen Suriyelilerin temel ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla, hâlihazırdaki 20 barınma merkezinin inşası ve idamesi dâhil olmak üzere 1,5 milyar ABD dolarını aşkın harcama yapılmıştır” cevabını vermiştir. Söz konusu harcamalara ilişkin Sayıştay’ın raporu ise bir skandalı ortaya çıkarmıştır. Sayıştay’ın 2012 tarihli denetim raporuna göre, AFAD tarafından yapılan harcamalara ilişkin, “İnsani yardım faaliyetlerinin ve harcamalarının herhangi bir esas ve usul takip edilmeksizin yürütüldüğü” tespit edilmiştir.32

Başbakan, son olarak harcamaların toplam rakamını iki milyar dolar olarak açıklamıştır. Bu harcamalar Türkiye’deki sığınma kampları giderleri olarak gerekçelendirilmiştir. Başbakan Erdoğan’ın örtülü ödenekten harcadığı miktarların son üç yılda rekor düzeyde artmış olması ise kayda değer bir durumdur. Niteliği itibariyle nereye harcandığı gizli olan örtülü ödeneklerde 2011’de ayrılan başlangıç miktarı 500 bin TL’dir. Ancak Erdoğan, toplam 391 milyon lira harcamıştır. Bu sayı, 2012 yılında toplam 694 milyon lirayı bularak son 10 yılın en yüksek düzeyine çıkmıştır. 2012 yılının sadece Temmuz ve Ağustos aylarında örtülü ödenekten 156 milyon TL harcanmıştır. Bu tarihler ise Suriye’de savaşın en kitlesel hal aldığı dönemlere rastlamaktadır. 2013 yılında ise ilk 8 ayda 873,6 milyon TL’ye ulaşan örtülü ödenek harcamalarının, önceki yıllar harcamalarını katlayarak arttığı ve artacağı görülmektedir.

Türkiye’de kurulmuş mülteci kamplarının hukuki statüsü de oldukça tartışmalıdır. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu kendisine yöneltilen bir soru önergesine “Sivillerle askeri gerekçelerle sığınanların mülteci hukuku olarak farklı statüleri var. Askerlerin olduğu kamplara giriş için, gelenlerin de olurunun alınması gerekiyor. Takdir edilmesi gerekir ki belli bir düzen sağlanamazsa sorunlar yaşanır. Güvenlik unsurları olarak sığınmış olanların özel bir muameleye tabi tutulmaları normaldir” cevabını vermiştir.

Davutoğlu bu cevabı ile mülteci kamplarındaki uluslararası hukuka uygun davranıldığı tezini savunmaktadır. Oysaki 2001 yılında UNHCR tarafından düzenlenen “Küresel İstişare” toplantısının sonuç bildirgesinde mülteci kamplarında silahlı unsurların bulunmasının yarattığı sakıncalar belirtilmekte ve aynı belgede “Silahlı çatışmaya katılmış kişiler silahlarını gerçek anlamda bırakmaksızın bir uluslararası sınırı geçtiklerinde, askeri bir gündeme sahip kabul edilirler. Böyle bir gündeme sahip olunmasına izin verilmesi ise üye devletlerin uluslararası barış ve güvenliği koruma yükümlülüklerine, [BM] Sözleşmesinde ve BMGK kararlarında tanımlanan devletlerarası dostane ilişkilere aykırıdır.” denilmektedir. Bir başka deyişle, BM sözleşme kararları kamplarda kişilerin silahsızlandırılmasının sağlanmasını o ülke için görev kabul etmektedir. Ancak Davutoğlu’nun açıklamasından da anlaşılacağı gibi, askeri olarak sığınanların kamplarında denetime dahi izin verilmemekte, askeri durumun varlığı muhafaza edilmektedir. Zira raporun ilgili bölümlerinde görüleceği gibi birçok ÖSO militanı sınırı çoğu kez geçip savaştıktan sonra Türkiye’ye döndüklerini belirtmektedir.

Mülteci kamplarında askerlerin ve halen savaş suçu işleyen kişilerin kalması ve kamplara yapılan harcamaların bu kişilerce de kullanılması doğrudan savaş suçu işleyenlerin maddi olarak desteklenmesi ile en azından varlık koşullarının garantiye alınması sonucunu doğurmaktadır.

Ayrıca, İnsani Yardım ve Dayanışma Platformu Başkanı Güney Cuma Can, UNHCR’e yolladığı yazıda mülteci kampı görünümlü terör kamplarının kapatılmasını talep ettiği dilekçesinde kampların kurulduğu yere dikkat çekerek, “Sığınmacılar için yapılan kampların sınıra birkaç kilometre mesafede kurulması, mülteciler hukukuna aykırı olduğu gibi, hem bölge halkı hem de silahsız mülteciler için bir güvenlik riski yaratıyor” demektedir.

Kamplarda, bazı silahlı militanların kaldığı, dönem dönem Suriye’ye giderek savaşıp geri döndükleri kendi ifadeleri ile teyit edilmiştir. Örneğin, 30 Kasım 2011 tarihinde, Suriye Ulusal Konseyi’nin Fransa’da yaşayan Başkanı Burhan Galyun ile Özgür Suriye Ordusu’nun Hatay’da konuşlanan başkanı Albay Riad El Esad Hatay’daki mülteci kampında bir araya gelmiştir. Hatay’ın Suriye muhalefetinin üssü olduğu, bu bilgi ile kesinleşmiştir. Buna benzer bilgiler ve olaylar ise periyodik olarak basına yansımıştır.

Ülkemizde kurulan mülteci kampları aynı zamanda uluslararası hukuk kurallarına aykırı bir şekilde siyasi şovların sergilendiği yerler haline gelmiştir. Başbakan, birçok kez konuşma yaptığı bu kamplarda, 30 Aralık 2012 tarihinde Suriyeli muhaliflerin temsilcisi Muaz el Hatip’le aynı kürsüyü paylaşmaktan çekinmemiştir. Oysaki daha önce kampı ziyaret etmek isteyen CHP’li milletvekillerine kampa girme izni verilmemiştir.

Kamplardaki yerleşimlerin, daha baştan siyasi ayrım gözetilerek planlandığı ortaya çıkmıştır. İHD tarafından 27 Şubat 2013 tarihinde hazırlanan ayrıntılı raporun sonuç kısmında “ İnsani yardım adı altında Suriye’deki iktidara muhalif olanları desteklemekten ibaret bir politika yürütülmektedir. Suriye’den göç etmek durumunda kalanlara karşı, ayrımcı bir devlet politikası uygulanmaktadır. Kamplarda yalnızca Sünni ve Arap olan Suriyeliler barındırılmaktadır. Bu kesimler dışında kalan Kürt, Çerkez ve muhalif olmayan diğer savaş mağdurları kendi kaderlerine terk edilmiştir” denilmektedir.

2. Suçların nitelikleri ve suçlara dair deliller

2.1. Savaş suçları ve insanlığa karşı işlenen suçlar

2.1.1. Savaş suçu

Üç yıl öncesine kadar Suriye topraklarında, Suriye devleti ile sistematik bir savaş içerisinde olan silahlı çatışma düzeyine varan herhangi bir grup bulunmamaktaydı. Yani Suriye dil, din ve etnik açıdan farklılık arz eden toplumların bir arada yaşadığı niteliği yadsınamaz barış koşullarının var olduğu bir ülkeydi. Şimdi ise Suriye devleti savaş ortamının izin verdiği oranda bu koşulları sağlamaya ve bunu Suriye halkı ile birlikte muhafaza etmeye çalışmaktadır.

Suriye’de, gerçekleşen ilk suç ise bu tablonun değişmesine ve insanlığın ağır bir fatura ödemesine neden olan savaş suçudur.

Suriye de yaşanan sürecin bölgesel bir savaş mı, bir iç savaş mı yoksa savaş tanımını hak etmeyecek düzeyde bir çatışma mı olduğu tartışılmıştır. Ancak, suçun failleri tarafından yapılan eylemler ve silah kullanım düzey ve süresi, ortaya çıkan vahşet görüntüleri ve silahlı muhalif grupların itirafları Suriye’de bir savaşın yaşandığını ortaya koymaktadır. Zira Roma Statüsü’ne göre de, bu silahlı şiddet kullanımı, devletlerarasında olabileceği gibi, bir ülkede hükümet güçleriyle organize silahlı gruplar arasında ya da grupların kendi aralarında olabilir (Roma Statüsü m.8/2-f ). Çatışma uluslararası nitelikte olabileceği gibi ulusal bir özellik de gösterebilir. Bu kapsamda Suriye’de var olan savaşın savaş hukuku kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir. Savaş hukuku kurallarının uygulanabilmesi için iç çatışmaların uzun süreli silahlı bir çatışma olması ve hükümet güçleri ile organize silahlı güçler veya organize gruplar arasında gerçekleşmiş olması gerekir. (Rom Statüsü m8/2-d,f )

Savaş suçu kapsamında, Roma Statüsü’ne göre aşağıda belirtilen suçların tamamına yakını Suriye devletine ve halkına karşı savaşan silahlı grup ve kişilerce işlenmiştir:

1- Adam öldürme;

2- Bir uzvun ziyanı;

3- Zalimane muamele;

4- İşkence;

5- Şahısların onurunun ciddi bir şekilde zedelenmesi;

6- Rehin alma;

7- Bir kişiyi hukuki bir prosedüre tabi tutmaksızın yargılamak veya infaz etmek;

8- Sivillere saldırı;

9- Cenevre sözleşmelerinin tanığı işaretleri taşıyan kişilere ya da nesnelere saldırı;

10-İnsani yardım kapsamında olan ya da barış gücü misyonunda çalışan personele veya hedeflere saldırı;

11- Korunması gerekli olan mekânlara saldırı;

12- Yağma;

13- Cinsel saldırı;

14- 15 yaşından küçük çocukların askere alınması ya da kullanılması;

15- Sivilleri yerinden etme;

16- Haince öldürme ya da yaralama;

17- Hiç merhamet göstermeme;

18- Tıbbi ya da bilimsel deneylere tabi tutma;

19- Düşman tarafın mal varlığını ele geçirme ya da tahrif etme.

2.1.2. İnsanlığa karşı suçlar

İnsanlığa karşı suç, sivil halkın korunması gereken temel haklarını ihlal eden kitlesel bir suçtur. Sistematik ve kitlesel olarak işlendiği için de tüm insanlığı ilgilendirmektedir. Roma Statüsü’nde 7. madde ile sıralanan fiilerin birçoğu, Suriye’deki silahlı muhaliflerce işlenmiştir.

Bu suç kapsamında sıralanan fiiller ise şunlardır:

1- İnsan öldürme: İnsan öldürme suçunun, insanlığa karşı suç teşkil edebilmesi için öldürme fiilinin sivil bir topluluğa karşı, saldırı bilinciyle yapılması gerekir;

2- Yok Etme: Bir grubun kısmen veya tamamen yok olması sonucunu doğurabilecek koşullarda yaşama zorlanmasıdır;

3- Köleleştirme: Kadın ve çocuklar başta olmak üzere, bir kişinin özgürlüğünün bir başkasının egemenlik alanı içinde sahiplenilmesini ifade eder;

4- Sürgün veya zorla nakil;

5- Uluslararası hukuka hapsetme veya özgürlüğü kısıtlama;

6- İşkence;

7- Cinsel Fiiller;

8- Zulüm;

9- Zorla kişileri ortadan kaybetme;

10- Irk ayrımcılığı;

2.1.3. Savaş suçu ve insanlığa karşı suçların işlendiğine dair deliller

2.1.3.1. Adam öldürme ve toplu katliamlar

Suriye’de savaşan örgütlerin ilk büyük saldırısı olan ve savaşın dönüm noktası olduğu düşünülen 6 Haziran 2011’de İdlib’e bağlı Cisr eş Şuğur’daki saldırıdır. Saldırıda 120 asker ve polis öldürülmüştür. 2011 yılında Şam merkezinde iki arabaya konan bombalar sebebiyle 44 kişi ölmüş, 166 kişi yaralanmış, Suriye Askeri İstihbarat binası zarar görmüştür.

6 Ocak 2012’de Şam’ın El-Midan caddesinde intihar bombacısı tarafından, polisleri taşıyan otobüslere saldırı gerçekleşmiştir. 26 kişi ölmüş, 60 kişi yaralanmıştır. Sorumluluğu ENC üstlenmiştir. 10 Şubat 2012 tarihinde, Halep’te Suriye Gizli Servisi’nin binalarının önünde iki kuvvetli bomba patlamış ve El Nusra’nın üstlendiği saldırıda 28 kişi ölmüş, 235 kişi yaralanmıştır. Mart 2012’de Şam’da ENC tarafından Hava İstihbarat ve Ceza Güvenliği Başkanlığı binasının önünde çok etkili iki bomba patlatılmıştır. En az 27 kişi ölürken 140’dan fazla kişi yaralanmıştır.33

27 Nisan 2012 tarihinde El-Nusra’nın sahiplendiği, Suriye ordusunu hedef alan Şam’da bir intihar saldırısı gerçekleşmiş ve 9 kişi ölmüştür.34  30 Nisan 2012 tarihinde yine Suriye ordusunu hedef alan aracın infilak etmesi yoluyla Idlib’te bir saldırı gerçekleşmiş ve 20 kişi ölmüştür.35

10 Mayıs 2012 tarihinde Şam’da Suriye İstihbaratını hedef alan çok büyük bir patlama gerçekleştirilmiştir. Saldırı da 55 kişi ölürken 400’e yakın kişi de yaralanmıştır.

Yine Ekim 2012’de Halep’te art arda bombalamalar gerçekleşmiş, şehrin merkezinde en az 34 kişi yaşamını yitirmiştir.

13 Kasım 2012‘de Şanlıurfa‘nın Ceylanpınar İlçesi yakınında bulunan Resulayn kasabasında içinde ÖSO tarafından öldürüldüğü iddia edilen sivillerin ve Suriye Ordusu askerlerinin gömüldüğü toplu mezarlar ortaya çıkarılmıştır.36

28 Kasım 2012‘de, Şam kırsalında bulunan Hristiyan ve Dürzi nüfusun ağırlıklı olarak yaşadığı Ceramana kasabasının merkezinde, Nahda ve Kureyyat mahallelerinde eş zamanlı olarak iki bombalı araç saldırısı ve iki yol kıyısına yerleştirilen bombalı düzenek saldırısı gerçekleştirilmiş, saldırıda 34 kişi ölmüş, 83 kişi de yaralanmıştır.37

11 Aralık 2012‘de çoğunlukla Arap Alevileri‘nin yaşadığı Hama şehrine bağlı Akrab kasabasındaki saldırıda farklı kaynaklara göre 125 ile 300 arası sivil ölmüştür.

Aralık 2012’de Şam’da Suriye İçişleri Bakanlığı’nın bulunduğu sokakta bombayla saldırı gerçekleşmiş; 7 kişi ölmüş, 50 kişi yaralanmıştır.

29 Ocak 2013‘te Halep’in ÖSO kontrolündeki Bustan’ul Kasi bölgesinde Kuveys nehri kıyısında elleri arkasına bağlı şekilde infaz edilmiş, çoğunluğu 18 yaş altında olduğu tahmin edilen en az 80 ceset bulunmuştur.38

21 Şubat 2013 tarihinde art arda bombalama olayları yaşanmıştır. Şam merkezde bomba yüklü arabanın patlamasıyla 80 kişi ölmüş, en az 250 kişi yaralanmıştır. Suriye BAAS Partisi’nin binası yakınında bomba yüklü arabanın patlatılması nedeniyle 59 kişi ölmüş, 200 kişi yaralanmıştır.39 Barzeh’te ise üç bomba patlatılması sonucu 22 kişi ölürken 50 kişi yaralanmıştır. El Nusra tarafından sahiplenilen söz konusu bombalı saldırılar, Suriye’deki iç savaşta o ana kadar en çok sivilin öldüğü saldırı tarihe geçmiştir.

8 Nisan 2013 tarihinde Suriye Merkez Bankası’na bombalı saldırı düzenlenmiştir. 15 kişi ölürken 53 kişi de yaralanmıştır.40

29 Nisan’da İçişleri Bakanlığı’na bir saldırı daha düzenlendi. 6 kişi ölürken Suriye Başbakanı Wael al-Halqi saldırıdan sağ kurtulmuştur.

11 Haziran’da Şam’da gerçekleştirilen bombalı saldırıda en az 14 kişi ölürken 27 Haziran’da Şam’ın Hristiyan bölgesine intihar saldırısı düzenlenmiş ve 4 kişi ölmüştür.41

AŞT 11 Haziran 2013 tarihinde Deyr ez Zor’a bağlı Hatla’da çoğu kadın ve çocuktan oluşan 60 Şii’yi öldürmüştür.

2.1.3.2. Bir dine ve ırka mensup kişileri imha etme

Ağustos 2013’te El Kaide bağlantılı ve Lübnan merkezli Filistinli cihatçı örgüt Cund El Şam Humus Vadi el Nasara’da Hristiyanlara yönelik katliamlar yaparak 15’ten fazla kişiyi öldürmüştür.

Lazkiye – Ağustos 2013

2013 yılının yaz aylarında IŞID başta olmak üzere, AŞT ve Şukur’u Şam Örgütü birlikte Lazkiye’de Alevi ve Kürt köylerine baskınlar düzenlenmiştir. 4 Ağustos 2013 Pazar günü, sabaha karşı 04.00 sularında farklı yönlerden gelen Nusralı binlerce militan Lazkiye kırsalının kuzeydoğusuna düşen 8 köye silah ve roketlerle saldırmıştır. Daha ne olduğunu anlamadan, uykusundan uyanan insanlardan kimi silahlarla taranmış, kimi bıçak, satır, pala gibi kesici aletlerle katledilmiştir..

Saldırıya uğrayan köylerdeki katliam bilançosu şöyle:

Nebata Köyü’nde katliamdan sonra sağ kalan sayısı 12 kişidir. Baruda Köyü’nde 13’ü çocuk 9’u kadın toplam 33 kişi kesilerek öldürülmüştür. Hırrata Köyü’nde tek el ateş etmeden yaklaşık 40 kişilik köy nüfusunun hepsi kesici aletlerle öldürülmüştür. Balluta Köyü’nde önce çocuklar köy meydanında toplanıp öldürülmüş, sonra büyükler katledilmiştir. Kaçmayı deneyen insanların üzerine ise ateş açılmıştır. Köyden sadece 15 kişi kaçmayı başarmıştır. Esterba Köyü’nde tanıkların ifadelerine göre teröristler “tekbir” getirerek boğazlarına bıçak dayadıkları köylüleri Fatiha Suresini okuduktan sonra kurban boğazlar gibi kesmişlerdir. Katliamdan sonra köydeki evlerin tamamını da yakmışlardır.

Yaklaşık bir ay süren saldırılarda yüzlerce kişi öldürülmüştür. Yine bu saldırılar sırasında 26 Ağustos’ta El Nusra tarafından kaçırılan alevi imamın idam edildiği açıklanmıştır. Açıklanan bilgilere göre bu katliamdan sonra bölgede iki büyük toplu mezarlık bulunmuştur. HRW’nin yaptığı inceleme sonucunda açıkladığı raporda, olaylarda IŞID’in büyük insan hakları ihlalleri yaptığı, 190 sivili vahşice öldürdüğü, 200 kişiyi de kaçırdığı kabul edilmiştir. Bu sayıların gerçekte daha fazla olabileceği de rapora eklenmiştir.42

2.1.3.3. Kimyasal silah kullanımı

Suriye devlet televizyonun haberine göre 19 Mart 2013 tarihinde Khan al Assal’da kimyasal silah kullanılmış ve yaklaşık 25 kişi yaşamını yitirmiştir.

30 Mayıs 2013 tarihinde Adana Emniyet Müdürlüğü’nce Reyhanlı katliamının ardından başlattığı El Kaide ve bu örgütle irtibatlı El Nusra Cephesi’ne yönelik operasyon yapıldı ve 12 kişi gözaltına alındı. Zanlılara ait adreslerde 2 kilogram da sarin gazı ele geçirildiği belirtildi. Ne var ki basında yayımlanan başka kaynaklara göre, bazı yetkililer bunun sarin gazı değil, ama sarin gazının muadili, renksiz ve kokusuz olan laboratuvar ortamında hazırlanabilen bir kitle imha silahı olduğunu belirtmiştir. 43 44

21 Ağustos 2013 tarihinde Şam’ın Doğu Guta banliyösüne düzenlenen kimyasal silahların da kullanıldığı bir saldırı olduğu haberlerde yayımlanmıştır. 21 Ağustos’taki saldırının ardından ilk olarak Lübnan’ın Es Sefir gazetesi, kimyasal madde içerdiği düşünülen füzelerin atıldığı bölgenin, saldırı anında Zehran Alluş’un ekibinin kontrolünde olduğunu yazmıştır. Sonradan Rusya da kendi istihbaratlarının, füzelerin Liva el İslam örgütünün kontrolündeki bölgeden atıldığını gösterdiğini açıklamıştır. Nitekim BM heyetinin, saldırının yapıldığı bölgeye girip araştırma yapmasına izin veren örgüt de Liva el İslam’dır. Youtube’a yüklenen ve 21 Ağustos günü çekilen görüntüler, 15 Eylül günü Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne bağlı peşmergelerin sınırda öldürdükleri 3 militandan birinin cebinde olan cep telefonunda bulunmuştur. Videoların birinde görülen militanlardan bir tanesi, operasyona “Soğuk Rüzgâr Operasyonu” adını vermektedir. Görüntülerdeki silahların üzerinde, Liva el İslam örgütünün sancağı görülmektedir. Örgütün üyeleri ise gaz maskesi takmış olarak görünmektedirler.

2013 Ekim ayının sonuna doğru ise, Türkiye sınırında Ras el Ayn kentinde Kürt güçlerine ait karakol yakınlarında bomba patladığı ve bu bombanın kimyasal silah olabileceğine dair haberler yayımlanmıştır. Haberde, bazı kaynakların “Bazı militanlarda mide bulantısı ve kusmayla ortaya çıkan ciddi zehirlenme belirtileri gözleniyor” açıklamasında bulunduğu ve bombanın düştüğü yerde sarı renkte dumanın yükseldiği ifade edilmiştir.45

BM Uluslararası Bağımsız Suriye Araştırma Komisyonu üyesi Carla Del Ponte, Mayıs 2013’te BBC’ye verdiği röportajda sarin gazını Suriye hükümetinin kullandığına dair hiçbir bulgu olmadığını, ancak savaşan örgütler tarafından kullanılabilmiş olacağını belirtti.46

 Bunun üzerine birkaç gün sonra ABD yetkilileri de ilk defa bu örgütler tarafından kimyasal silah kullanılmış olabileceğine dair açıklama yaptı.47

2.1.3.4. Eğitim ve ibadet yerlerine yapılan saldırılar

4 Aralık 2012‘de, Şam’ın 20 km kuzeydoğusunda bulunan, 1967 Savaşı sırasında İsrail‘in Golan Tepeleri‘ni işgal etmesi ardından bölgede yaşayan Suriyelilerin göç ettiği El Vafidin kampında bulunan bir okula gerçekleştirilen havan topu saldırısında 28 öğrenci ve bir öğretmen hayatını kaybetmiştir.

Ocak 2013’te Suriye Ordusu askerlerinin bulunduğu Halep’teki Fransız Hastanesi Nusret Cephesi tarafından bombalanmıştır. Bomba yüklü araç, intihar saldırısını düzenleyen kişinin vasiyeti ve bombalama görüntüleri Nusret Cephesinin hazırladığı video ile söz konusu bombalama kanıtlanmaktadır.48

28 Mart 2013 tarihinde ise Şam Üniversitesi’ne havan topu saldırısı gerçekleştirilmiştir. Saldırıda en az 15 kişinin öldüğü ve 20 kişinin de yaralandığı belirtilmiştir.49

21 Mart 2013 tarihinde Şam’da Eman Cami’nde cuma namazında bomba patlamış ve Esad’a destek veren Sünni imam Şeyh Mohammad Said Ramadan al-Buti öldürülmüştür. Patlamada al- Buti yanı sıra 42 kişi ölmüş ve en az 82 kişi yaralanmıştır.50

9 Kasım 2013 tarihinde Halep’in Eşrefiye semtindeki bir sağlık ocağı yakınlarına havan saldırısı gerçekleştiren cihatçı militanlar 6 çocuğun ölümüne neden olmuş ve 6 sivili de yaralamışlardır.51

Gazeteci Hediye Levent Suriye gözlemlerini aktardığı haberinde, iki bine yakın okul binasının çatışmalar sırasında tamamen tahrip olduğu, ülkede yaklaşık 3 bin okul binasına mültecilerin yerleştirildiği, okulların açılmasından kısa süre önce bazı okulların boşaltıldığı ancak Halep başta olmak üzere boşaltılamayan okullardaki öğrencilerin başka okullara kaydırıldığı bilgisini vermiştir.

2.1.3.5. Cinsel taciz ve tecavüz

El Kaide ve ÖSO’ya bağlı örgütlerin binlerce kadın ve çocuğa tecavüz ettiği belirtilmektedir. 2012 yılında “Kuşatma Altında Kadınlar” adlı sivil toplum kuruluşunun 2012 yılında yaptığı açıklamada 100’ün üzerinde tecavüz ve cinsel saldırı olayının yaşandığı ve bunların yüzde 80’ini kadınlar ve kız çocuklarının oluşturduğu belirtilmiştir. Tanıkların ifadeleri ise bu olayların çok daha fazla olduğunu göstermektedir.

2.1.3.6. Bombalardan zarar gören ve yağmalanan tarihi miraslar

Elde ettiğimiz bilgilerin yanı sıra UNESCO’nun dünya mirasları sitesinde de belirtildiği üzere; Kuzey Suriye’deki arkeolojik köyler, Bosra, Krak des Chevaliers, Palmira, Şam eski şehir, Halep’in eski yerleşim yerindeki orta çağ yapıları, El-Medine Çarşısı, Ulu Cami-Halep, Al-Madiq kalesi, Sermin cami, al-Tekkiyeh Ariha Cami, El-Kuseyr Ulu Cami, Mar Elias Manastırı, El-Herak Cami, Sermin şehrinde en eski cami, Hama, Homs, vb tarihi eserler zarar görmüş, ve bazıları da yağmalanmıştır.52

2.2. Saldırı suçu

Saldırı suçu, Roma Statüsü’nde ilk olarak yer alamayan, ancak yedi yıl sonra belgeye giren suç türüdür. Hemen belirtmek gerekir ki, bu suçun faili devlettir. Suriye’de savaş suçu işleyen silahlı grupların Statü’de belirten saldırı suçunu işleme vasıfları “devlet” olarak görülmediğinden suç olarak raporlara girmemiştir. Ancak, bu grupların rapordan da anlaşılacağı gibi, azmettirici devletlerle yakın bağları bulunmaktadır. Roma Statüsü’nde, saldırı suçu tanımlanırken son madde olarak, “bir devlet olarak ya da bir devlet adına diğer bir devlete, maddede belirtilen fiiller derecesinde veya o ölçekte, kuvvet kullanabilecek silahlı çetelerin, grupların, gayrı nizami askerlerin veya paralı askerlerin gönderilmesi veya bu gibi fiilleri önemli ölçüde karşılaması” denmektedir. Bu kapsamda raporda azmettirici ülkeler olarak ayrıntılarıyla sayılan devletler, Suriye ülkesine saldırı suçunu işlemişlerdir.

Ülkemizde açılan davalar ve akıbetleri

Türkiye’de Suriye gündeminin doğurduğu hukuki süreçleri ikiye ayırmak mümkündür. İlki doğrudan savaş suçu işlendiği, yetkililerin ve doğrudan silahlı çete üyelerinin şikâyet edilerek cezalandırılmasını talep eden başvurulardır. İkinci kategori ise, Reyhanlı iddianamesi, Adana’daki sarin gazı ve Er Utku Kalı davalarıdır.

Her iki hukuki sürecin gidişatı şaşırtıcı derecede birbirine benzemekte, gerçek suçlular hukuki organlarca korunmakta, yargı mekanizması bazı davalarda görüldüğü gibi adeta bir öç alma mekanizması gibi işletilmektedir. Suriye ile ilişkili davaların hepsinde, yargı mercileri hukuksuzluğun üstünü hukuk yolu ile kapamanın önemli ve tarihe geçecek örneklerini sunmaktadırlar. Bu bölümde, ilgili süreçlerin en önemli örnekleri ele alınmıştır. Ancak hemen belirtilmelidir ki, Türkiye’de söz konusu hukuka aykırı kararlara imza atan kamu görevlileri, ya görevlerini ihmal etmiş ya da kötüye kullanmışlardır. Suriye’de ve ülkemizde yaşanan katliamlarda bu bilinçli iradenin de payı bulunmaktadır.

A. Kovuşturmaya yer olmayan suç duyuruları

Tarih 30 Kasım 2011. Suriye’de uluslararası hukuk anlamında silahlı çetelerin saldırı suçunu işlediği, insanlığa karşı suçun en ham örneklerinin yaşanmaya başlandığı tarihlerdir. Her biri avukat olan, Selin Aksoy, Özgür Urfa ve Gökhan Ağırbaş tarafından şikâyetçi sıfatıyla hazırlanan suç duyurusu İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na verilmiştir. Şikâyet edilenler, Riyad El Esas ÖSO adı verilen örgütün sorumlusu), Abdülhakim Belhadj (Libya İslami Mücadele Grubu adı verilen örgütün eski lideri) ve yapılacak soruşturma neticesinde tespit edilecek diğer kişiler şeklinde belirtilmiştir. Şikâyet dilekçesi ise Cumhuriyet Gazetesi’nde yer alan bir habere dayandırılmıştır. Suç duyurusunda, “Libya’da isyancı liderlerinden Abdülhakim Belhadj’ın Türkiye’ye gelerek İstanbul’da ve sınır bölgesinde ÖSO liderleri (haberde ismi geçen kişi: Riyad El Esad) ile buluştuğu, Türkiye’nin muhaliflerin yanında savaşmaları için Libya’dan Suriye’ye gönüllü taşıdığı belirtilmekte ve Türkiye’nin de organizasyonun içinde yer aldığından bahsedildiği belirtilerek, “Bu faaliyetlerin, Suriye devletine karşı ulusal ve uluslararası hukuk kurallarının ihlali olduğu ve Suriye devleti ile Türkiye Cumhuriyeti arasında bir savaş tehlikesi yarattığı açıktır.” ifadelerine yer verilmiştir. Türk Ceza Kanunu’nun 306. maddesi “Yabancı devlet aleyhine asker toplama” suçunun oluştuğunu belirten avukatlar dilekçelerini bu kişiler ve adı geçen Türkiye vatandaşları hakkında gerekli soruşturmanın yapılması ve haklarında kamu davası açılmasını talep etmişlerdir.

24 Haziran 2012 tarihinde, yani şikâyetten tam altı ay sonra, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, şikâyet hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesi ise AKP iktidarının yargıyı, bürokrasiyi, diplomasiyi tam da bugünler için dönüştürdüğünün, kanatları altına aldığının çarpıcı örneğini bizlere sunmaktadır.

Savcılık gerekçesinde aynen şu cümlelere yer vermiştir; “…. İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne gönderilen yazıya verilen cevapta, şikâyet dilekçesinde belirtilen kişilerin, Türkiye’ye giriş çıkış kayıtlarına rastlanmadığı ve Suriye ülkesi aleyhine, Türk devletinden yetkisiz olarak, yabancı bir devlete karşı, asker toplama fiilini gerçekleştirdiklerine dair, herhangi bir bilgi edinilemediğinin bildirildiği, yine MİT’e yazılan yazıya verilen cevabi yazıda da ilgili kişilerin yabancı devlet aleyhine asker topladıkları yönünde herhangi bir tespitlerinin bulunmadığını beyan ettikleri. İddiaların soyut nitelikte olduğu… anlaşıldığından şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.”

Oysa ki, MİT’in “bilmiyorum”, Emniyet’in “kayıt yok” dediği silahlı örgütün ve faaliyetlerinin ana karargâhı Türkiye’dir. MİT’in savcılığa cevap verdiği günlerde, şikâyet ile karar arasında geçen sürede, birçok gelişme yaşanmıştır. Örneğin Nisan 2012 yılında, ÖSO’nun Fransa’nın başkenti Paris’teki Enformasyon Ofisi’nden yapılan yazılı açıklamada, ÖSO’nun Antakya’da bir hafta önce düzenlediği toplantıda Yüksek Askeri Konsey’in kurulduğu belirtilmiştir.

İstanbul Savcılığı’nın soyut iddialar dediği şikâyetlerde belirtilen örneklerin daha büyükleri neredeyse her gün yaşanmaya başlanmış, ÖSO’cu çeteler Hatay’da günlük hayatın bir parçası olmaya başlamıştır. Hatta öyle ki, Hatay Cumhuriyet Başsavcılığı, ÖSO lideri Riyad El Esad’ı konakladığı Hatay Altınözü’ndeki çadır kentten kaçırmak isteyen 3 kişinin gözaltına alındığı iddiasını doğrulayarak, ÖSO’nun Hatay’daki varlığını ve faaliyetini kabul etmiştir. Bu olayın tarihi ise 21 Mayıs 2012’dir. Yani İstanbul Savcılığı’nın “yok öyle bir şey” dediği tarihten tam üç gün önce. Ve daha önemlisi, Hatay Savcılığı’nın kaçırılma olayı ile ortaya çıkan, Türkiye’de yaşadığını doğruladığı kişi, İstanbul Savcılığı’na şikâyet edilen kişidir.

Yukarıda bahsedilen ÖSO liderinin kaçırılma girişimine el koyan Hatay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, makamına gelen 25 Aralık 2012 tarihli bir şikayet dilekçesine verdiği yanıt ise tabloyu daha netleştirmektedir. Tunceli Barosu’na kayıtlı Avukat Cihan Söylemez, Özgür Suriye Ordusu’nu şüpheli olarak gösteren ve benzer suçlamaları dile getiren suç duyurusunda bulunmuştur. Av. Cihan Söylemez aynı suç duyurusunu sadece Hatay’da değil, Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa, İskenderun illeri savcılıklarına da yapmış, ancak her yerde kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Ne var ki, Hatay Cumhuriyet Savcılığı’nın gerekçeleri, İstanbul ve diğer Cumhuriyet Savcılıklarının gerekçelerini açık ara farkla geçmektedir.

Hatay Savcılığı’nın 25 Ocak.2013 tarihli kararının gerekçesinde özetle, Özgür Suriye Ordusu’nun ülkemiz topraklarında herhangi bir faaliyette bulunmadığı, bahse konu şahısların ülkemize herhangi bir giriş çıkışlarının bulunmadığı, Türkiye içerisinde herhangi bir eyleme katıldıklarına dair bilgi ve belgeye rastlanmadığı, ÖSO adlı oluşumun, hükümet güçlerine karşı kurulan koalisyonun askeri kanadı olarak hareket edip etmediğine ilişkin herhangi bir bilgi ve belgeye rastlanmadığı, Hatay ilinde ÖSO adlı oluşum mensuplarının bulunmadığı belirtilmiştir.

Söz konusu kararların, bilinçli bir şekilde, işlenen suçların hukuk eli ile üstünün örtülme iradesini gösterdiği aşikârdır. Ne yazık ki sonuçlarının ise bununla sınırlı olmadığı çok kısa bir süre sonra görülmüştür.

Yargının siyasi iktidarın programı çerçevesinde bir ülkenin iç işlerine karışmasını kolaylaştırmak için ülke içinde teröristleri yargı koruması altına alması Reyhanlı Katliamı’nda sorumluluğun bu kararları veren savcılarda ve hâkimlerde olduğunu göstermektedir. Katliamdan çok önce yapılan bu suç duyuruları ciddiye alınıp soruşturma açılsaydı ve ülke içinde neredeyse suç işleme özgürlüğüne sahip olagelmiş bu kişi ve gruplar ülkemizde yargılanabilseydi belki de Reyhanlı Katliamı olmayacaktı. Aynı şeyi, saldırı planını daha önce istihbarat kanalları üzerinden aldığı ortaya çıkan, MİT, Jandarma ve İçişleri Bakanlığı için de söylemek mümkündür.

B. Açılan davalar

1. Adana’daki sarin gazı davası ve öncesindeki gelişmeler

Tarih 21 Ağustos 2013’tür ve Anadolu Ajansı tarafından geçilen haber ise aynen şu şekildedir:

“Esed güçlerinin Şam’ın Doğu Guta banliyösüne düzenlediği ve kimyasal silahların da kullanıldığı iddia edilen saldırıda ölenlerin sayısının 635’e çıktığı bildirildi. Fotoğrafta, ölenler Keffar Batna banliyösündeki binalara taşınıp ölen yakınları tarafından teşhis ediliyor. (SNN / Shaam News Network – Anadolu Ajansı)”

21 Ağustos tarihi, Suriye gündemi ile ilgili her konuda bir dönüm noktası olmuştur. Suriye’deki suçlulara destek olan bütün ülkeler, Suriye devletinin kimyasal kullanarak toplu katliamlar yaptığını öne sürmekte, ortaya katliam fotoğrafları yığmaktadırlar. Bu büyüklükte bir katliamı ve kimyasal kullanımını ancak bir devletin yapabileceği ima edilmekte, devletler tarafından Suriye’ye yapılacak açıktan bir müdahale zamanının geldiği ilan edilerek katliam görüntüleri ile kamuoyu desteği sağlanmaya çalışılmaktadır. Savaş çığlıkları daha yüksek bir tonla atılmaya başlanmıştır. Suriye devleti ise söz konusu katliamda en ufak paylarının olmadığını, bunu yapmak için bir nedenlerinin olmadığını belirtmekte, saldırıyı açıkça provokasyon olarak nitelendirilmektedir.

Savaşı en çok isteyen ve tüm kamusal kaynaklarını Suriye’deki barış ortamının bozulmasından yana kullanan AKP, TBMM’nin açılış gününde meclis gündemine tezkereyi taşımıştır. Meclis’te tezkere görüşmeleri kapalı yapılmıştır. Ancak Denizli milletvekili İlhan Cihaner, tezkere metnini tweet adresinden paylaşarak AKP’nin gizlediği belgeyi halkın bilgisine sunmuştur. Tezkerenin 21 Ağustos tarihi ile ilgisini ise Başbakan tezkereyi sunduğu dilekçede belirtmektedir. Başbakan imzası ile sunulan tezkere gerekçesinde, “Rejim, uluslararası hukuku hiçe sayarak, halka yönelik balistik füzeler dâhil, ağır silahlar ve ayrım gözetmeksizin havadan yaptığı bombardımanlara ilaveten, kimyasal silah da kullanmaya başlamış; son olarak 21 Ağustos 2013 günü Şam’da kimyasal silahlarla yaptığı saldırıda önemli bir çoğunluğunu çocukların oluşturduğu 1400 Suriye vatandaşı hayatını kaybetmiştir.” denilmiştir.

Kimyasal saldırının “insanlığa karşı suç” olduğunun vurgulandığı tezkere gerekçesinde, Türkiye’nin de tehdit altında olduğu beyan edilerek meclisten destek istenmiştir. Söz konusu tezkereyi kabul eden meclis, ilk iş gününde barışı oylamış ve tezkereden yana olanlar savaşı tercih etmişlerdir. AKP, bu meclis kararı ile savaş hükümeti misyonu doğrultusunda yeni yasama yılına başlamıştır.

Daha önemli ayrıntı ise tezkere gerekçesinde belirtilen, kimyasal saldırının insanlık suçu olarak kabul edildiğinin ifade edilmiş olmasıdır. Ancak AKP, tezkerede bu suçun Suriye devleti tarafından işlendiğini ifade etse de, tezkereden önce ortaya çıkan bilgiler, katliamda Türkiye’nin de payına doğrudan işaret etmektedir.

21 Ağustos’taki saldırının ardından ilk olarak Lübnan’ın Es Sefir gazetesi, kimyasal madde içerdiği düşünülen füzelerin atıldığı bölgenin, saldırı anında Zehran Alluş’un ekibinin kontrolünde olduğunu yazmıştır. Sonradan Rusya da kendi istihbaratlarının, füzelerin Liva el İslam örgütünün kontrolündeki bölgeden atıldığını gösterdiğini açıklamıştır. Nitekim BM heyetinin, saldırının yapıldığı bölgeye girip araştırma yapmasına izin veren örgüt de Liva el İslam’dı.

Ancak daha büyük kanıt, Youtube’a yüklenen bazı görüntülerle ortaya çıkmıştır. 21 Ağustos günü çekilen görüntüler, 15 Eylül günü Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne bağlı peşmergelerin sınırda öldürdükleri 3 militandan birinin cebinde olan cep telefonunda bulunmuştur. Videoların birinde görülen militanlardan bir tanesi, operasyona “Soğuk Rüzgâr Operasyonu” adını vermektedir. Görüntülerdeki silahların üzerinde, Liva el İslam örgütünün sancağı görülmektedir. Örgütün üyeleri ise gaz maskesi takmış olarak bulunmuştur.

Kimyasal silahların kullanılmasında gün geçtikçe yeni kanıtlar bulunmakta, yeni raporlar yazılmaktadır. Tüm gelişmeler ise sarin gazının Suriyeli silahlı gruplarca kullanıldığına ve bu konuda yalnız olmadıklarına işaret etmektedir.

BM Uluslararası Bağımsız Suriye Araştırma Komisyonu Başkanı Carla Del Ponte’nin değerlendirmesi de, ellerinde bu kimyasalları muhaliflerin kullandığına ilişkin bilgiler olduğu şeklinde olmuştu.

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, kimyasal saldırı iddiasına ilişkin önemli açıklamalarda bulunarak, “Muhalifler kendi hazırladıkları görüntüleri kendileri internete yüklüyorlar. Elimizde bunun önceden planlanmış senaryo olduğuna dair kanıtlar var” değerlendirmesinde bulunmuştur.

Son olarak, BMGK, Suriye’deki kimyasal silahların güvenli bir biçimde alınıp yok edilmesi kararını oy birliği ile onaylamıştır. Kararda, Suriye’deki kimyasal silah kullanımının uluslararası hukuk açısından ciddi bir ihlal anlamına geldiği vurgulanırken, kararın muhatabı olarak Suriye devleti kadar bu ülkedeki gayrı resmi güçler ve komşu ülkeler de gösterilmiştir. BMGK karar metninin üç ayrı maddesinde, Suriye’ye komşu ülkelerden yapılan kimyasal silah veya silah yapımında kullanılacak madde sevkiyatına atıfta bulunulmuştur.

Adana’da ise Mayıs 2013’ün sonunda Emniyet güçlerince El Kaide bağlantılı El Nusra Cephesi üyelerine operasyon düzenlenmiş, operasyonda sarin gazı yapımında kullanılacak kimyasal malzemeler ele geçirilmiştir Adana Cumhuriyet Başsavcılığı’nın olayla ilgili hazırladığı iddianame, operasyonda alınan Suriye Humus doğumlu Heysam Kassab’ın, kimyasal silah üretimi için gerekli olan malzemeleri temin etmek üzere Türkiye’de geniş bir ağ kurduğuna değinmektedir. Daha da önemlisi, Heysam Kassab, savcılığa, El Kaide üyesi olmadığını, ancak “Liva el İslam” örgütü üyesi olduğunu itiraf etmiştir.

“Liva el İslam” örgütü, yani 21 Ağustos’ta Suriye’nin başkenti Şam’ın doğusundaki Guta bölgesinde yaşanan kimyasal saldırının da arkasında olduğundan şüphelenilen çeşitli kaynaklarca işaret edilen örgüttür. Liva el İslam örgütünün lideri, Suudi kökenli Zehran Alluş’tur. Alluş, Suudi Arabistan istihbarat örgütünün başındaki Prens Bender bin Sultan’la yakın ilişkisiyle bilinmektedir.

Adana Savcılığı’nca hazırlanan ve örgütsel bağları açıkça ifade edilen Kassab, iddianame neredeyse hiçe sayılarak, çıkarıldığı ilk duruşmada tahliye edilmiştir. Oysaki Kassab, bu duruşmada, davaya konu kimyasal maddelerin ÖSO tarafından talep edildiğini ancak nerede ve niçin kullanılacağı konusunda bilgi sahibi olmadığını itiraf etmiş, bu kimyasalları elde etmek için diğer sanıklarla bağlantı kurduğunu anlatmıştır. Böylece insanlığa karşı suç işlediğini neredeyse itiraf eden bu kişi yurt dışına çıkış yasağı getirilerek serbest bırakılmış ve görülen davada tutuklu tek sanık dahi bırakılmamıştır.

2. Reyhanlı davası

Reyhanlı katliamı her şeyden önce, AKP’nin savaş politikalarının kaçınılmaz sonucunun ülkemiz halkına ödetilmiş bir faturasıdır.

11 Mayıs 2013 tarihinde Reyhanlı’daki patlamalarda, resmi rakamlara göre elli üç olarak gösterilen ölü sayısına kimse inanmamıştır. Reyhanlı katliamının ardından AKP, büyük bir telaşla önce yayın yasağı getirmiş, ardından ölü sayılarına ilişkin sağlık emekçilerini baskı altına almıştır.

Resmi yetkililerce katliamın Suriye tarafından yapıldığı ima edilerek kamuoyu aldatılmaya çalışılmıştır. Savaş Suriye de olduğu gibi, ülkemize de kan dökülmesine, ölümlere yol açmasına rağmen, AKP daha büyük bir savaşın yolunu açmaya bu katliamı kullanarak çalışmaktan asla çekinmemiştir.

Reyhanlı’da ısrarla Suriye devleti işaret edilip kanıt dahi sunulmazken, 22 Mayıs 2013 tarihinde ortaya çıkan bir belge bu konuda tarihi bir nitelik taşımaktadır. Redhack’in ulaştığı jandarma yazışmaları uyarınca, 25 Nisan’dan itibaren El Kaidecilerin bombalı araç saldırısı yapacaklarının bilindiği, ancak hiçbir önlem alınmadığı ortaya çıkmıştır.

Aylar sonra gelen bir iddia ise tam olarak doğrulanamasa bile, gelişmelerle uyum gösterir niteliktedir. Suriye’deki en önemli silahlı çete olan ve Türkiye tarafından yardım gördüğü iddia edilen El Kaide’ye bağlı Irak-Şam İslam Devleti isimli örgütün, geçtiğimiz Reyhanlı katliamını üstlendiği iddia edilmiştir. Örgüt, Bab el Hava’daki patlamayı da üstlenmiştir.

Patlamalarla ilgili tutulan başbakanlık müfettiş raporlarında ise herhangi bir devlet görevlisinin veya yetkilisinin, olaylarda kusurunun veya ihmalinin olmadığı sonucuna varılmıştır. Hükümet yetkilileri ortaya çıkan gelişmeler karşısında kendi sorumluluklarını örtme gayretine girişmiş, sadece Reyhanlı İlçe Emniyet Müdürü görevden alınmıştır.

Reyhanlı katliamının dava süreci ise yukarıda özetlenen süreçlerden farklı işlememektedir. Rapor hazırlandığında Reyhanlı davasının iddianamesinin kabul edildiğini öğrenmiş olduk. Daha önce ayrıntılı bilgi edinilemeyen iddianamenin kabulü ile Savcılığın Reyhanlı Katliamı’nın sorumlusu olarak THKPC Acilciler örgütü lideri Mihraç Ural’ı tespit ettiği ortaya çıkmıştır.

Bu iddianame ile katliamın hemen sonrasında ve deliller daha toplanmamışken suçlu olarak Mihraç Ural’ın hedef gösterilmesi, katliamdan sonra hazırlanan AKP senaryosuna yargının da uyduğuna kanıt oluşturmaktadır. Mihraç Ural, hedef gösterilmesinin ardından gazeteci İsmail Saymaz’a verdiği röportajda Acilciler örgütünün yirmi yıldır olmadığını belirtmekte, bu suçlamaya “kargalar bile güler” yanıtını vermektedir. 13 Şubat 2014 tarihinde yapılacak duruşma öncesinde, iddianamenin soyut iddialarla hazırlandığını, olay örgüsü açısından hangi delillere dayandığının belli olmadığını söylemek için hiç de erken sayılmamalıdır.

Reyhanlı davasında ortaya çıkan iddianame ne yazık ki diğer örneklerde de olduğu gibi dava sürecinin sonuna ilişkin bir fikir sunmaktadır. Bu davada, olmayan bir örgütü suçlu ilan etmek, katliamda asıl sorumluları korumakla aynı anlama gelmektedir. tReyhanlı Katliamı, Türkiye’de bazı milletvekilleri de açıkça AKP hükümetini işaret etmişlerdir. Örneğin, yaptıkları bir açıklamada bu katliama da değinen, Hatay Milletvekilleri Mevlüt Dudu, Refik Eryılmaz, Hasan Akgöl ve Mehmet Ali Ediboğlu ile Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı, Adana Milletvekili Faruk Loğoğlu, Ankara Milletvekili Levent Gök ve İzmir Milletvekili Birgül Ayman Güler “Patlamadan hemen sonra, henüz deliller toplanmadan, şüphelilerin ifadesi alınmadan muhalif grupları akladınız olaya suçlu yaratma telaşına düştünüz. Gizlilik kararı verilen soruşturma hakkında basın ve medyada insanları suçlu ilan edip linç ettiniz, yargılama ve soruşturma sürecine müdahale ettiniz. Ceza hukukunun temel ilkesi olan ‘Suçluluğu ispat edilinceye kadar herkes masumdur’ ilkesini çiğnediniz. Mahkemenin gizlilik kararını ihlal ettiniz. Yargının yerine geçerek suçluları aklama yoluna girdiniz. Jandarma istihbaratının raporlarına rağmen saldırıyı engelleyemediniz. Sansür kararı aldınız, MOBESE ve kamera kayıtlarını toplattınız” demektedirler.

3. Er Utku Kalı davası

Yukarıda da belirtildiği gibi, Reyhanlı’da bir saldırı planlandığı, istihbarat raporlarına geçmiş ve bu bilgiler deşifre olmuştur.

Belgelerin yayınlanmasının ardından patlamanın sorumlularını araştırmak ve yargı önüne çıkartmak yerine belgenin kim tarafından sızdırıldığına odaklanılmış, yapılan ‘soruşturma(!)’ sonucunda Er Utku Kalı hukuka aykırı ve keyfi olarak gözaltına alınarak tutuklanmıştır. Utku Kalı için suçlamalar oldukça ağırdır. Kalı’nın ‘Devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etme’ ve ‘Devletin güvenliğine ve siyasal yararlarına ilişkin bilgileri açıklama’ suçlarından yargılanması için iddianamesi hazırlanmış ve kabul edilmiştir.

Hazırlanan iddianamedeki suçlar açısından Askeri savcılığın soruşturma yapma yetkisi ve görevi olmamasına rağmen, soruşturma açıkça yasaya ve hukuka aykırı olarak yürütülerek iddianame hazırlanmıştır. Yetkili ve görevli olmayan savcılık tarafından yürütülen soruşturma sonucunda hazırlanan ve mahkemece kabul edilen iddianame hukuken yok hükmünde olacağından aslında ortada yargılamanın yapılacağı hukuki bir dayanağın da olmadığı gerçeği açığa çıkmıştır.

Utku Kalı’nın 11 Kasım 2013 tarihinde görülen duruşmasında tanıkların çelişkili ifadeleri, dayanak delillerin usulsüzlüğü gün yüzüne çıkmıştır. Bu duruşmada tahliye edilen Utku Kalı’nın ise hukuk önünde masumiyetinin ortaya çıkması ve beraat etmesi gerekmektedir.

4. Gazeteciler davası

Yurt gazetesi Hatay muhabiri aynı zamanda Hatay Asi gazetesi çalışanı Hasan Kabakulak “Suriye’ye bilgi taşıdığı” gerekçesiyle 11 Nisan 2013 tarihinde çıkarıldığı mahkemede tutuklanmıştır.

Yurt gazetesi muhabiri Ömer Ödemiş, tutuklamaya ilişkin olarak, bu olayın Hatay bölgesinde artan baskı ile ilgili olduğunu, bu hamlenin Türkiye’den saklanan gerçekleri kamuoyuna duyurmak için mücadele eden gazetecilerin gözünü korkutmak amacını taşıdığını düşündüğünü belirtmiştir.

Ödemiş, kendilerinin dahi kısa süre önce olaydan haberdar olduklarını belirterek, tutuklama işleminin hızlı bir şekilde gözden kaçırılarak yapılma gayreti taşıdığına dikkat çekmiştir. “Bilgi taşıma” gibi bir gerekçenin çok tehlikeli ve ucu açık olduğunu belirten Ödemiş, istenildiği takdirde suçlamanın “vatan hainliğine” kadar vardırılabileceğini, bunun da gazeteciler üzerinde bir baskı oluşturacağını ifade etmiştir. Ödemiş, tutuklama gerekçesi olarak hiçbir delil sunulmadığını, ortada yalnızca bir ihbar olduğunu eklemiştir.

Gazeteci Hasan Karabulak Ekim 2013 itibariyle halen tutuklu ve mesleğini ya-pan onlarca tutuklu gazeteci gibi, AKP tarafından fiilen cezalandırılmaktadır.

Sonuç

Raporda bahsi geçen Suriye’deki muhalif silahlı grup üyelerinin tamamı, savaş suçu ve insanlığa karşı suç işlemektedirler.

Raporda bahsi geçen Suriye’deki silahlı grup üyelerine desteklerini sunan tüm ülkelerin başta Barack Hussein Obama, Benyamin Natanyahu ve Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere hükümet başkan ve ilgili üyeleri insanlığa karşı suçun hem azmettiricileri hem de suç ortaklarıdır.

Yukarıda belirtilen, kişi ve resmi yetkililer aynı zamanda saldırı suçu işlemektedirler.

İnsanlığa karşı işlenmiş suçları, şikâyete rağmen dayanak dahi göstermeden takipsiz bırakan tüm yargı görevlileri görevlerini ihmal etmekte, kötüye kullanmaktadırlar ve bu suçlarından dolayı yargılanmalı ve cezalandırılmalıdırlar.

İnsanlığa karşı işlenen suçlara yeni ortaklar arama amacıyla Türkiye’de faaliyet gösterip, Suriye’ye cihatçı toplayan tüm kişiler, TCK 306. maddesine göre “yabancı bir devlete karşı asker toplamak veya diğer hasmane hareketlerde bulunmak” suçunu işlemektedirler. Bu suçluların cezalandırılmayıp serbest bırakılmaları, ceza hukukumuzun ağır ihlalini oluşturmakta ve yeni suçların devamlılığının önünü açmaktadır. Bahsi geçen suçu işleyen her suçlunun derhal tutuklanması gerekmektedir.

Roma Statüsü’ne göre, Suriyeli silahlı çetelerin bu suçları işlediği raporda ayrıntıları ile açıklanmıştır. Ancak bu suçluların uluslararası bir ceza mahkemesinde yargılanması hukuken tarafsızlık nedeniyle imkânsıza yakındır.

Ancak hali hazırda Suriye’de yaşayan ve savaş suçunu işlemeye devam eden suçluların yakalanması, eylemlerinin sonlandırması, insanlığa karşı Suriye’de işlenen bu sistematik saldırılıların durdurulması için uluslararası ceza mahkemesinin kurulmasından daha gerçekçi ve daha imkânlı seçenek, bu suçluların egemen bir devlet olarak Suriye’de yargılanmalarını sağlamaktır. Ancak bunun için emperyalist devletlerin bu çetelere sunmuş olduğu tüm destekler son bulmalıdır. Suriye’de tekrar sağlanacak bir barış ortamı, savaş suçu işlemiş Suriye vatandaşlarının Suriye’de yargılanmasının önünü açacaktır.

Egemen ve bağımsız bir ülke olarak Suriye’nin suç işlemiş olanları adil bir şekilde yargılaması koşullarına barış koşullarının oluşması ile eş zamanlı kavuşulacaktır.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan açısından, yürütme erkinin başı olması nedeniyle birinci dereceden sorumlu olması, bir ülke hakkında düşmanca açıklamalarda bulunması ve savaş suçu işlemiş olanlara destek sunması, kamu kaynaklarının suçu destekler ve sürdürülmesini sağlar şekilde kullanılmasını sağlaması, suçu ve suçluyu övmesi, savaş suçlularının ülke topraklarında barınmasını sağlaması ve tüm bunların sonucu olarak ülkemizi başka bir ülke ile savaşın içine itmesi, savaş ve insanlığa karşı suçların işlenmesinde doğrudan azmettirici ve iştirakçi olarak katıldığını göstermektedir. Başbakanın bu fiilerinden dolayı ulusal ve uluslararası hukuka göre insanlığa karşı işlenmiş suçun parçasıdır. Başbakan aynı zamanda bu eylem ve fiileri nedeniyle görevini kötüye kullanmaktadır. T.C Anayasasının 146. ve ilgili maddeleri gereği görev suçu işlemekte olan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Yüce Divan’da yargılanmalıdır.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu için de başbakan için söylenenlerin çoğu geçerli sayılmalıdır. Aynı zamanda Davutoğlu, Dışişleri Bakanı olması nedeniyle Türkiye devletini temsilen katıldığı resmi ve resmi olmayan tüm toplantılarda, tüm dünya kamuoyunu aldatmaya çalışmak konusunda birinci dereceden sorumludur. Ülke içine dönük olarak da aynı durum geçerlidir. Ahmet Davutoğlu aynı zamanda bu eylem ve fiileri nedeniyle görevini kötüye kullanmaktadır. T.C Anayasasının 146. ve ilgili maddeleri gereği görev suçu işlemekte olan Dışişleri Bakanı yüce divanda yargılanmalıdır

İçişleri Bakanı Muammer Güler ise yetkileri kapsamında bahsi geçen suçların Türkiye içinde işlenmesinin devamlılığını birinci dereceden sağlaması açısından suç işlemekte ve görevini kötüye kullanmaktadır. T.C Anayasasının 146. ve ilgili maddeleri gereği görev suçu işlemekte olan İçişleri Bakanı yüce divanda yargılanmalıdır

Yargıyı ve idareyi altına imza atmış olduğu belgelerle kasıtlı ve alenen yalan beyanla yönlendiren MİT yetkilileri görevlerini kötüye kullanmışlardır. Bu suçtan dolayı da bu yetkililerin yargılanması adaletin sağlanması açısından şarttır.

Aynı açıklama emniyet teşkilatı içinde geçerlidir. Özellikle, İstanbul, Hatay, Gaziantep, Şanlıurfa, Kilis, Mardin Emniyet Müdürleri görevlerinden alınmalı ve yargılanmalıdır.

Sonuç kısmında yer alan yargılama taleplerinin hayata geçmesi yargının bağımsızlığının büyük oranda ortadan kalktığı, meclisin sayısal ağırlığının suçlanan kişilerin siyasi partisinde olması nedeniyle şimdilik oldukça zordur. Ancak hemen ifade edilmelidir ki; her gün doğruluğu kanıtlanan bu iddialar, artık toplumdan gizlenemez hale gelmesi açısından da bu suçlularda açık bir tedirginlik yaratmaktadır. Çünkü başbakan ve diğerlerinin bu tip suçların yargılanmasının hesap sormakla eş anlamlı olduğunu bilecek kadar siyasi deneyimleri mevcut olduğu bilinmektedir. Verili iktidarlarını sağlama alma gayretlerinin kaçınılmaz nedenlerinden biri de işlenmiş olan bu ağır suçların hiç bir zaman peşlerini bırakmayacağının onlar tarafından da bilinmesidir.

Resen ya da yapılacak şikâyetleri dikkate alarak bu suçları soruşturarak, giydiği cüppenin hakkını verecek cumhuriyet savcılarının ülkemizde hiç olmadığını ise asla düşünmüyoruz. Tüm bu nedenlerle, bu ülkenin hukukçularını göreve davet ediyoruz.

İnsanlık tarihine kara leke olarak geçecek bu suçlardan ve ülkemizin de alet edildiği utançtan kurtulmak, aynı suçların işlenmesinin önünü açan tüm nedenleri ortadan kaldırmak ve şimdiye kadar işlenmiş suçların cezasını kesmek için, Suriye halkına sınırdan bomba geçiren değil, dostluk ve barışı getiren bir ülke olmak için tüm barışseverleri ve Türkiye halkını bu suçların takipçisi olmaya çağırıyoruz.

Dipnotlar

  1. http://www.tahahaber.com/haber/3954-din-adamlari-esad-a-destegini-acikladi
  2.  http://www.unhcr.org.tr/uploads/root/unhcr__2_milyon_mülteci.pdf
  3. http://www.ydh.com.tr/haber.php?HID=10598 http://www.internethaber.com/osmankarahan-el-kaide-avukati-halep-suriye-halepte-oldu–449567h.htm http://www.gazeteport. com.tr/haber/106856/avukatliktan-militanliga-giden-yolda-oldu http://www.haberturk.com/ tv/haber/766132-turk-el-kaideci-suriyede-vuruldu/0t 
  4.  Suriye’nin Rojava olarak adlandırılan kuzeyindeki Kürt bölgesinde YPG ile El Kaide bağlantılı El Nusra Cephesi ve Irak Şam İslam Devleti grupları arasında çatışmalar sürmektedir. Durum itibariyle, Türkiye-Suriye sınırındaki Cizre, Girmeli, Şenyurt, Ceylanpınar ve Akçakale sınır kapıları YPG elinde bulunmaktadır. Yine Irak-Suriye sınırında bulunan Til Koçer bölgesi ve sınırkapısı çatışmalar sonucunda YPG’nin eline geçmiştir. http://www.internethaber.com/ sinirdaki-kapi-pydnin-elinde-599857h.htm
  5. http://www.globalpost.com/dispatch/news/afp/130409/qaeda-iraq-confirms-syrias-nusra-part-network
  6.  http://www.longwarjournal.org/threat-matrix/archives/2013/06/suicide_bombers_ kill_14_in_dam.php
  7.  http://blogs.aljazeera.com/topic/syria/syrian-tv-presenter-mohammad-al-saeed-has-been-executed-islamist-armed-group-al-nusra
  8.  http://www.bbc.co.uk/news/world-middle-east-24179084
  9. http://www.bbc.co.uk/news/world-middle-east-24179084
  10.  http://www.bbc.co.uk/news/world-middle-east-24179084
  11.  http://www.bbc.co.uk/news/world-middle-east-24179084
  12.  http://www.atimes.com/atimes/Middle_East/MID-01-081113.html
  13. http://www.mfa.gov.tr/turkiye-suriye-siyasi-iliskileri-.tr.mfa
  14.  Fehim Taştekin, ‘Hula faciasına giden yoldaki fecaat’ başlıklı yazısı, Radikal,02.06.2012.
  15.  http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2013/06/130622_suriyenin_dostlari.shtml
  16.  http://www.guncelmeydan.com/pano/kim-takar-ihanet-belgesini-prof-dr-mehmet-yuvat33255.html
  17.  Gülşah Neslihan Akkaya, 5 Soru: Olası Suriye Müdahalesine Körfez’in Bakışı, Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı http://setav.org/tr/5-soru-olasi-suriye-mudahalesine-korfezin-bakisi/yorum/7046
  18.  Rusya’nın Sesi Radyosu 23.10.2013 http://turkish.ruvr.ru/2013_10_23/Suriye-dostlari-Cenevre2/
  19.  Suriye, ABD ile S. Arabistan’ı ayırdı, 25 Ekim 2013 http://www.ulusalkanal.com.tr/suriyeabd-ile-s-arabistani-ayirdi-makale,1679.html.
  20.  Gülşah Neslihan Akkaya, 5 Soru: Olası Suriye Müdahalesine Körfez’in Bakışı, Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı http://setav.org/tr/5-soru-olasi-suriye-mudahalesine-korfezin-bakisi/yorum/7046
  21.  http://siyaset.milliyet.com.tr/erdogan-onbinlerce-kilometre-oteden-gelip-irak-a-girenler-bu-dunyada-hakli- oluyorsa-/siyaset/siyasetdetay/19.01.2013/1657689/default.htm
  22. Suriye’nin Dostları’ndan Esad karşıtlarına destek 22 Haziran 2013 http://www.bbc.co.uk/ turkce/haberler/2013/06/130622_suriyenin_dostlari.shtml
  23.  Barış Derneği Eylül 2012 tarihli Raporu.
  24.  Alper Birdal, Yiğit Günay. Arap Baharı Aldatmacası, s.264-265.
  25.  http://www2.tbmm.gov.tr/d24/7/7-9785sgc.pdf
  26.  http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/25361801.asp
  27.  http://www.tuik.gov.tr/duyurular/duyuru_1510.pdf
  28.  İHD 27.02.2013 tarihli Suriye’de Yaşanan Çatışmalı Süreç ile Bunun Neticesinde Yaşanan Göçün Hatay’da Halk Üzerindeki Yansımaları ile İlgili Araştırma – İnceleme Raporu.
  29.  http://bianet.org/bianet/insan-haklari/150571-suriyeli-savascilarin-ve-silahlarin-turkiyeye-girisi-kisitlanmali; http://www.etha.com.tr/Haber/2013/10/11/dunya/katiller-suriyeye-turkiyeden-giriyor
  30.  http://www.etha.com.tr/Haber/2013/10/11/dunya/katiller-suriyeye-turkiyeden-giriyor/, http://www.dw.de/t %C3%BCrkiye-%C3%BCzerinden-s%C4%B1z%C4%B1yorlar /a-17152446, raporun orjinali http://www.hrw.org/reports/2013/10/11/you-can-still-see-their-blood
  31.  http://herpazartesi.blogspot.com/2013/11/adana-da-roket-baslklar-ile-yakalanan. html?spref=fb
  32.  http://www.sayistay.gov.tr/rapor/rapor.asp
  33.  http://www.longwarjournal.org/threat-matrix/archives/2012/11/al_nusrah_front_claims_3_more.php
  34. http://www.turkishweekly.net/news/135227/islamist-group-says-it-carried-out-damascus-bom
  35.  http://english.alarabiya.net/articles/2012/04/30/211156.html
  36.  http://www.trtturk.com.tr/haber/suriyede-sok-toplu-mezar-goruntuleri.html, http://www. hurriyet.com.tr/planet/21916578.asp 
  37.  http://haber.sol.org.tr/dunyadan/muhalifler-samda-hiristiyan-mahallelerine-saldirdi34-olu-haberi-63245
  38.  http://www.radikal.com.tr/fotogaleri/dunya/nehirde_onlarca_ceset-1119208 
  39.  http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2013/02/130221_syria_blast.shtml
  40.  http://www.nytimes.com/2013/04/09/world/middleeast/syria-explosion-damascus. html?pagewanted=all
  41.  http://www.middle-east-online.com/english/?id=59743
  42.  http://www.radikal.com.tr/dunya/insan_haklari_orgutu_muhalifler_lazkiyede_katliam_ yapti-1155162, http://haber.sol.org.tr/yazarlar/sevra-baklaci/lazkiyede-ne-oldu-77822
  43.  http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/adanada-el-nusraya-operasyon-iki-kilo-saringazi-ele-gecirildi-haberi- 73820, http://www.radikal.com.tr/turkiye/adanada_el_nusra_operasyonu_2_kilo_sarin_gazi_bulundu-1135579
  44.  http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/adanada-el-nusraya-operasyon-iki-kilo-saringazi-ele-gecirildi-haberi- 73820, http://www.radikal.com.tr/turkiye/adanada_el_nusra_operasyonu_2_kilo_sarin_gazi_bulundu-1135579
  45.  http://haber.sol.org.tr/dunyadan/cihatcilar-kurtlere-karsi-kimyasal-kullandi-iddiasi-haberi-81747
  46. http://www.youtube.com/watch?v=TdcEjjOvniU
  47.  http://www.youtube.com/watch?v=4A084WHzJ4Y
  48.  http://www.youtube.com/watch?v=AEuideSg6nQ
  49.  http://www.hurriyet.com.tr/planet/22917998.asp
  50.  http://www.theguardian.com/world/2013/mar/21/syria-suicide-bomber-sunni-damascus-mosque
  51.  http://haber.sol.org.tr/dunyadan/suriyede-cihatcilar-6-cocugu-katletti-haberi-82355t
  52.  http://ghn.globalheritagefund.com/uploads/documents/document_2107.pdf, http:// en.wikipedia.org/wiki/List_of_heritage_sites_damaged_during_Syrian_civil_war