Tarladan tanzim satış kuyruğuna: Tarımsal çöküşün güncel bir değerlendirmesi

1

Geçtiğimiz yaz ortasında yaşanan döviz kuru şokuyla başlayan ekonomik krizin tüketim malı fiyatlarına yansımasıyla birlikte, sene başından itibaren yoksul emekçiler katlanılması imkânsız fiyat artışlarıyla karşı karşıya kalmış durumda. Yalnızca Aralık ayından Ocak ayına kadar işlenmemiş gıda ürünlerinde yüzde 12,3; taze sebze ve meyvede yüzde 29,7 fiyat artışı yaşandı.2 Seçime iki ay kala panik içerisinde sebze tanzim satış noktaları kurulmasının; kuyruğa giren yoksul vatandaşların arasında AKP ajitatörlerinin, çevresine ise sivil polis ekipleri konuşlandırılmasının sebebi bu. Türkiye işçi sınıfı ve kent yoksulları görülmemiş bir hayat pahalılığıyla boğuşuyor, tanzim satışların ömrü seçime kadar görünüyor ve bir kez daha Türkiye’de işçi sınıfı adına siyaset yapanlar “ne oluyor?” ve “ne yapmalı?” soruları arasında sıkışmış bulunuyor. Bu yazıda, makul ölçüde bir bütünlük oluşturmasını umarak, tezler halinde, ancak birlikte yanıtlanabilecek (dolayısıyla aslında iki ayrı soru değil tek bir soru olan) bu iki soruya dair düşüncelerimi paylaşacağım.

1- Kendini gösteren şey Türkiye tarımının çok yönlü dışa bağımlılığıdır

Yaşananların bize gösterdiği en önemli şeylerden biri, Türkiye tarımının, Türkiye’nin dünyanın geri kalanıyla olan ekonomik ilişkilerine bağımlılığının ne ölçüde olduğudur. Temmuz ayından bu yana Türkiye’de yaşanan enflasyon artışı esasen kurdaki artıştan kaynaklanmaktadır ve tarım sektörü ürünlerinin fiyatları kurdaki artışa fiyatlar genel düzeyinden daha şiddetli bir tepki vermektedir. 2018 Temmuz-2019 Şubat döneminde tüketici fiyatlarındaki artış genel olarak yüzde 11 iken, “gıda ve alkolsüz içecekler” grubunda yüzde 18,4; onun alt grubu olan “işlenmemiş gıda”da yüzde 22,5; bu alt grubun bir kalemi olan “taze sebze ve meyve”de ise yüzde 45 olmuştur.

TATVAN VE AHLAT ILCELERI ARASINDA BULUNAN KIYI SERIDINDE YETISTIRILEN DOMATESLERIN BOLGENIN DOMATES IHTIYACINI KARSILADIGI BILDIRILDI. YILLIK ORTALAMA 25 BIN TON URETILEN DOMATES, SIIRT, BATMAN VE DIYARBAKIR BASTA OLMAK UZERE DOGU ANADOLU BOLGESI’NDE BIRCOK ILE PAZARLANIYOR. (ANADOLU AJANSI – YUNUS OKUR) (20121010)

Bu artış düzeyleri, yalnızca kurdaki sıçramanın (aynı dönem zarfında yüzde 18) maliyetlere yansımasıyla açıklanamaz. Türkiye tarımı tüm temel girdiler (gübre, mazot, tarım ilacı ve tohum) açısından dışa bağımlıdır ve bu kalemlerin bazılarında bağımlılık yüzde yüze yakın düzeydedir. Öte yandan, görünüşe göre en az aynı düzeyde önemli ikinci bir faktör de yükselen döviz kuruyla birlikte tarımsal ürünlerin iç değil dış piyasaya satışının çok daha cazip hale gelmesidir. Nitekim döviz bazında tarımsal ürün ihracatı bu dönemde ciddi bir artış göstermemiş; ancak miktar açısından gerek işlenmiş gerekse işlenmemiş gıda ürünleri ihracatı 2018 sonunda 2010’dan bu yana en yüksek seviyeye çıkmıştır. Yani yoksul emekçiler pek çok gıda nesnesini artık alamazken ihracatçılar bu işten iyi para kazanmaktadır. Tabii bu durum, Türkiye’de bir tarımsal ürün arzı sorunu olmadığını düşündürmemeli. AKP iktidarı boyunca pek çok temel gıda nesnesinin üretiminde yaşanan mutlak azalma3, hayat pahalılığının mevcut krizle ilişkili olmayan üçüncü nedenidir. Patron sınıfının asalaklığının abartılı bir sanat eserindeki karikatürünü andıran AKP iktidarının bu rezillik karşısındaki çözümü artık istisna değil kural haline gelmiş olan dönemsel ithalat izinleri olmaktadır. Üstelik yalnızca tüccar değil aynı zamanda hırsız da oldukları için bu işe de yolsuzluk karıştırmakta, serbest ticaret kanallarında değil ihale usulü yapılan canlı hayvan, et, patates vb. ithalatını kullanarak, emekçi halkın çaresizliğinden kendilerine şahsi fırsatlar da çıkartmaktadırlar.4

2- Meseleyi “kapitalistleşme”den ibaret görmek eksiktir

Türkiye’nin tarımsal krizine dair soldan yorumlarda sıklıkla “kapitalistleşme” saptaması yapılmaktadır. İnsanların kapitalizmin bir sorun olduğunu düşünmesi kuşkusuz kötü değildir ama kapitalist üretim koşulları altında yaşanan tüm ekonomik sorunlar eşyanın tabiatı gereği kapitalist sistemin işleyişinden kaynaklı olacağı için kelime kendi başına meseleyi açıklamamaktadır.

Dahası, tarımsal üretimin kapitalist sermaye birikimi mantığına göre yapılmasının gıda fiyatlarını zorunlu olarak yükselteceği iddiası kökten yanlıştır. Bu yanlışın kaynağında, “büyük sermaye kâr oranına, küçük üretici geçimine bakar, o yüzden küçük üretici daha kötü şartlarda da üretim yapmayı sürdürür” biçimindeki küçük burjuva tez bulunmaktadır. Aynı mantık çerçevesinde, örneğin tekstil ürünlerinin de bugün olduğu gibi fabrikalarda değil el emeğiyle üretilse ucuzlayacaklarını düşünmek gerekir ama öyle olmayacaktır. Kapitalist sermayenin birikim açısından küçük burjuva bir üretim çerçevesinin sağlayacağı kâr oranını yeterli bulmayacağı doğrudur; ancak büyük ölçekli sermaye aynı zamanda makineleşme yoluyla insan emeğini çok daha verimli hale getirdiği için birim ürünün değişim değerini düşürür. Böylelikle zaman içerisinde üretim arttıkça işçi tarafından da aynı miktarda kullanım değerinin daha ucuza (yani tüketim nesnelerinden elde edilen aynı miktarda faydanın daha az süre çalışma karşılığında) satın alınması mümkün hale gelir.

Kapitalist üretimin merkezileşme ve yoğunlaşma eğilimlerinin tarımda sanayide olduğu kadar hızlı ve açık biçimde işlemediği yönünde yüz yılı aşkın süredir yürüyen bir tartışma mevcuttur ama dünya çapında gıda fiyatlarının (işçi ücretlerine nazaran) en düşük olduğu ülkelerin emperyalist hiyerarşinin üst sıralarında yer alan ve büyük ölçekli kapitalist tarımın yaygın olduğu ABD, Kanada, Avustralya gibi ülkeler olması tesadüf değildir.

Üstelik yukarıda altını çizdiğimiz küçük burjuva tez pratikte de yanlışlanmaktadır. AKP iktidarı boyunca yaygın biçimde yaşanan tarımdan kopuş ve tarım topraklarının tarım dışı amaçlarla kullanıma açılması; küçük üreticilerin de kolaylıkla tarımsal üretimi terk edebildikleri ya da sahip oldukları tarımsal üretim olanaklarını ikincil bir gelir gibi görerek esasen emeklerini satmaya yönelebildiklerini (hatta eğer varsa sadece emekli maaşlarıyla geçinip topraklarını işlememeyi tercih edebildiklerini) göstermektedir. Zaten “artan maliyetler nedeniyle üretimi sürdürememe ve toprakları boş bırakma” ancak küçük mülkiyete dayalı üretim söz konusu olduğunda yaşanabilecek bir durumdur. Kapitalist sermaye böyle bir durumda toprağı atıl bırakmak yerine elden çıkartmayı tercih edecektir.

Türkiye tarımının sorunu bağımlılık ve verimsizliktir. Bağımlılığın kaynağında özelleştirmeler yoluyla tarımsal girdi üretim ve dağıtımına yönelik devlet işletmelerinin yok edilmiş olması vardır. Verimsizliğin sebebi ise tarım işletmelerinin ortalamada küçük ve parçalı olması, dolayısıyla tarımsal üretime yapılan mekanizasyon, sulama vb. yatırımın zayıf kalması yatmaktadır. Bu sorunların ikisi de atomize küçük üreticiliğin aşamayacağı niteliktedir. “Kapitalistleşme,” bir kavram olarak kendi başına bu durumu açıklamamaktadır.

3- Düzenin çözümü yoksullaşmanın kabul ettirilmesinden ibarettir

Yükselen gıda fiyatları gündeme geldiğinde Tayyip Erdoğan’ın “asıl bir mermi kaç para?” ve yancısı Bahçeli’nin “patlıcan yemezseniz ölmezsiniz” çıkışlarını ciddiye almak gerekir. Tarım bakanı Pakdemirli gıda maddeleri ithalatı eleştirildiğinde “paramız var ki ithal ediyoruz” diye efelenmektedir; ancak Türkiye’nin içinde olduğu ekonomik krizde en önemli unsur durmaksızın yükselme sinyalleri veren döviz kuruyken, gıda fiyatlarını ayrı ayrı her kalem için ithalat yoluyla düşük tutmak, imkânsız olmasa da seçimden sonra gereksiz bir masrafa dönüşecektir. Kısa vadede dert hayat pahalılığı tartışmasını seçim sonrasına ertelemeye çalışmak olabilir ancak uzun vadede Türkiye’de yoksul emekçilerin sofrasının daha da yoksullaşması ve bunun kanıksatılması hedef vardır.

Bu hedef, sermayenin ihtiyaçlarından kaynaklanıyor. Kriz koşullarında sermaye, kendisi daha az zarar görmek için emekçilerin ücretlerini keskin biçimde düşürmek zorundadır. Ne var ki ücret düzeyinin göstergesi basitçe çalışılan bir saat karşılığında elde edilen paranın miktarı değil, o para karşılığında alınabilen metaların miktarıdır. Bu yüzden ücret düzeyinin en önemli belirleyeni olan gıda fiyatları5 bu gibi dönemlerde ek bir önem kazanır. Kriz koşullarında işçi ücretlerini düşürmek isteyen bir iktidar, eğer yoksulların tepkisini tüm sertliğiyle yaşamak istemiyorsa iki şeyden en az birini yapmalıdır: Gıdayı ucuzlatmak ya da daha kötü beslenmenin kabullenilmesini sağlamak.

Gıdayı ucuzlatmanın bir yolu kamusal kaynakların buraya ayrılması, yani sübvansiyondur. Kısa vadede tanzim satışlarda yapılmakta olan (ve ahmak liberallerin antisosyal “tanzim satış zarar ediyor” eleştirilerine mazhar olan) budur. Ne var ki bu, AKP iktidarının temel mantığına terstir. Bu iktidar, on yedinci yılından gün almakta olan uzun ömrü boyunca tek bir konuda mutlak anlamda tutarlı olmuştur; o da kamusal kaynakların mümkün olan en yüksek oranda sermaye sınıfına akıtılması, işçi sınıfına yönelik tüm kamusal harcama kalemlerinin kaldırılması, kaldırılamayacak olanların da olabildiğince kısılması pratiğidir. Bu tutarlılık, AKP iktidarının temel direği ve burjuvazinin en sert politik krizlerde dahi alternatif arama konusundaki tutukluğunun temel sebebidir. Bugün ülkeyi gıda krizinin eşiğine getiren tarımsal çöküşün başlıca sebebinin, cumhuriyetin tarımsal destek politikaları ve bu politikalara yönelik kamu kurumsallığının AKP eliyle tasfiye edilmesi olduğu düşünüldüğünde, uzun erimde bu yolun tercih edilmesi beklenmemelidir. Bir diğer yol, gıda nesnelerinin, üretimlerinin artırılması yoluyla ucuzlatılmasıdır. Ne var ki bu da, Türkiye tarımının yapısal sorunu olan verimsizliğin çözülmesini sağlayacak kapsamlı bir tarım reformu gerektirecektir; zira tarımda güvencesiz (ve muhtemelen tamamına yakını göçmen) emek sömürüsünün kural haline gelmiş olması6  gibi kimi durumlar, işletmelerin çoğunlukla küçük olması ve ücretli emekten ziyade aile emeğine dayanıyor olmasından dolayı maliyetleri düşürmeye yetmemektedir. Türkiye’nin tarım sorununun kapitalist bir çerçevede dahi hafifletilmesi, politik bedeli olacak kapsamlı arazi toplulaştırmalarının yanı sıra, kamusal kaynak aktarımı olmadan gerçekleştirilemeyecek sermaye yatırımları gerektirecektir. Özel sermaye, Türkiye’de ya da dünyanın herhangi bir yerinde, “alan temizliği” yapılmadan (yani toprak onlar için doğal açıdan bereketli ve mülkiyet açısından sorunsuz hale getirilmeden) tarıma yatırım yapmak konusunda isteksizdir; dolayısıyla bir önceki çözüm yolundaki kısıt burada da mevcuttur. Bu kısıtın (ve yaklaşmakta olan gıda krizinin) farkında olan AKP yurt dışından arazi kiralama yöntemini 7 denemektedir ancak bunun sorunu ne ölçüde hafifleteceği, en iyi ihtimalle, kuşkuludur.

Geriye üçüncü bir yol olarak daha yüksek gıda fiyatlarının, dolayısıyla daha kötü bir beslenme rejiminin işçi sınıfına kalıcı olarak kabul ettirilmesi kalmaktadır. AKP iktidarı boyunca bu konuda önemli ölçüde yol kat edildiği8 doğru olmakla beraber, bu sürecin pürüzsüz olacağını kimse düşünmemelidir. Küçük burjuva AKP karşıtlığının, Türkiye’nin yoksul emekçilerinin AKP’nin avucunun içinde olduğu ve her türlü kaybı bu ideolojik esaret yüzünden sorgulamaksızın sineye çekeceği ön kabulündeki “yılgınlık” Lenin’in deyimiyle “kötülüğün nedenlerini anlamayanlara, kendilerine hiçbir çıkar yol göremeyenlere ve mücadele yeteneğinden yoksun olanlara özgüdür.”9 ağdaş işçi sınıfı ise böyle çaresiz değildir. Asgari ücret hiçbir zaman “hayatta kalabilmek için gerekli minimum ücret”ten ibaret değildir ve toplumun kültürel kodlarıyla ekonomik gelişkinliğine sıkı sıkıya bağlıdır. 10 Geçimini emeğini satarak kazananlar açısından beslenme rejimindeki değişiklikler egemen ideolojideki değişiklerden çok daha önemlidir. Gerici iktidarın seçim yaklaşırken canhıraş biçimde Goebbels-vari bir “beka” ideolojisine sarılmış, patlıcan fiyatıyla ulusal selameti terazinin karşı kefelerine koymaya başlamış olmasının sebebi budur.

4 (ve son) – Ortada sosyalistlerin değerlendirmesi gereken politik bir fırsat vardır

Buraya kadar yazdıklarımızla şunu söylemiş oluyoruz: Seçim atmosferinden çıkılmasının ardından yaşanacak olanların yanında, şu ana kadar yaşanmış olanlar sönük kalacak. Türkiye kapitalizmi, krizle birlikte tüm maddi işleyiş açısından sıkışmakta ve bu sıkışma, doğal olarak, politik atmosferi de altüst etmektedir. Seçim sonuçları bu durumu değiştirmeyecektir. Burjuvazinin önünde krizin faturasını işçi sınıfına çıkartmak gibi zorlu ve zorunlu bir iş vardır ve temel geçim nesneleri fiyatlarının bu süreçte önemli bir rol oynayacağı şimdiden görülmüştür.

Bu bağlamda partimizin 13 Ağustos 2018 tarihli “Paramızın değer kaybına karşı ne yapmalı?” başlıklı açıklama 11 ve çağrısında çizilen çerçeve hayati bir önem taşımaktadır. İşçi sınıfı, kriz karşısında, kendi “beka stratejilerini” geliştirmeye kendiliğinden meyledecek; akrabalık, komşuluk ya da hemşerilik ilişkilerine dayalı enformel dayanışma ağlarını güçlendirmeye gayret edecektir. Komünistler bu oluşumların organik parçası, mümkün olduğunca örgütleyicileri olmalı; işçi sınıfının kriz koşullarında hayata tutunma mücadelesinin varoluşsal düzeyde kalmayıp politik bir içerik kazanmasını sağlamalıdır.

Bu bağlamda ve mevcut sendikal yapıların işçi sınıfının ekonomik mücadelesi konusunda yalnızca yetersiz değil, aynı zamanda varlıklarıyla bu yetersizliğin ortadan kaldırılmasına yönelik girişimlere engel teşkil eden ve mücadelenin politik içeriğini sabote eden nitelikte oldukları düşünüldüğünde; işçi sınıfının partisinin aygıtlarının sınıf açısından özel bir önem kazanmasının mümkün ve gerekli olduğu görülecektir. Patronların Ensesindeyiz ağı, Semt ve İşçi Evleri bu çerçevede (de) işlevlendirilmeli, kırsal nitelikteki Ovacık’ta kurulan[1] üretim kooperatiflerinin benzerlerinin ve kentsel izdüşümleri niteliğindeki tüketim kooperatiflerinin kurulması gündeme alınmalıdır.

Üretim kooperatifleri nasıl küçük burjuva nitelikteyse, tüketim kooperatifleri de ekonomist niteliktedir; ve her ikisi de gerçek birer ihtiyaca yanıt oluşturdukları ölçüde sosyalist iktidar mücadelesinin el uzatması gereken faaliyetlerdir. Birincisi sosyalist devrimcilerin küçük burjuva çiftçiliğe yapacağı ekonomik ve politik öncülük, ikincisi ise işçi sınıfı içinde bir örgütlenme aracı olacak; bu nitelikleri unutulmadığı ve birer “kendinde şey”e dönüşmelerine izin verilmediği müddetçe de öncü partinin kitleler içerisinde kök salmasına önemli katkılar sağlayacaklardır.

Dipnotlar

  1.  Bu makale, yazarın “Ekim Devrimi’nden Türkiye Tarımına Bakmak” (Gelenek 136) ve “Türkiye Tarımının Enkazında” (Gelenek 137) makalelerinin devamı niteliğindedir. Tekrara düşmemek için diğer iki makalede detaylandırılan kimi tezlere ve olgulara; bilhassa da Türkiye tarımında AKP döneminde yaşanan gerileme/çöküşün yapısal nedenlerine bu makalede yalnızca gerekli noktalarda değini düzeyinde yer verilecektir.
  2. Makale boyunca sunulacak olgulara Türkiye İstatistik Kurumu başta olmak üzere resmi veri kaynaklarından ulaşılmış, ya da bu kaynaklarda bulunan veriler kullanılarak türetilmişlerdir. Her biri için tek tek kaynak gösterilmeyecektir. Makalenin olgusal içeriği hakkında (ya da başka herhangi bir konuda) soruları olan okur [email protected] adresi üzerinden yazarla temasa geçebilir.
  3. 1998-2001 dönemi ortalama üretim düzeyi baz alındığında süt, buğday, patates, soğan, nohut, kuru fasulye, kırmızı mercimek, sivri biber ve patlıcan üretimi mutlak olarak gerilemiş durumdadır. Bu gerileme, örneğin kuru fasulyede, yüzde ellinin üzerindedir. Buna ek olarak aynı dönemde nüfusun yüzde 28 arttığı ve ülkenin dört milyona yakın göç aldığı düşünülürse, durumun vahameti daha açık görülecektir.
  4. Bu rezilliklerin sonuncusu geçtiğimiz günlerde, hastalık gerekçesiyle 25 ilde patates ekimini yasaklayan bir genelge çıkartan Tarım Bakanı Bekir Pakdemirli’nin yetersiz üretim nedeniyle yapılacak patates ithalatından en fazla para kazanması muhtemel gıda tekeli olan McCain Foods’un 2013-2018 yılları arasında üst düzey yöneticiliği ve danışmanlığını yapmış olduğunun ortaya çıkmasıyla yaşandı.
  5. Tüketici fiyat endeksini oluşturan madde sepeti içerisinde “gıda ve alkolsüz içecekler” kaleminin ağırlığı yüzde 25 civarındadır. Bu ağırlık son iki yılda artmıştır ve son aylarda yaşanan fiyat yükselmeleriyle daha da artması beklenmelidir. Üstelik bu, tüm toplumun harcama sepetindeki gıda harcamalarının ağırlığıdır; yoksul emekçiler söz konusu olduğunda hane bütçesinin daha da büyük bir kısmının beslenmeye ayrıldığı, sağlık, eğitim, eğlence gibi harcama kalemlerinden ise mümkün olduğunda uzak durulduğu açıktır.
  6. 2018 yılının Aralık ayında TÜİK işgücü istatistikleri tarımda 425 bin ücretli veya yevmiyeli işçi çalıştırıldığını göstermektedir. SGK istatistiklerine göre aynı ay zarfında tarımda sigortalı işçi sayısı 45 bindir.
  7. Geçtiğimiz Eylül ayında yapılan anlaşma ile Sudan’dan 780 bin hektar tarım arazisi kiralandı. Bu yüzölçümünün Türkiye’nin son 15 yılda kaybettiği toplam tarım arazisinin (3,2 milyon hektar) yaklaşık dörtte biri olduğu düşünüldüğünde, dikkate alınması gereken bir girişim olduğu açıktır. Ancak sadece üretim maliyetlerinin değil toprak kirasının da döviz kuruna bağlı olacağı (ve ekstra nakliye masrafları içerecek) bir yurtdışı üretimin yerli üretim krizine kalıcı ve güvenilir bir çözüm getirmesi mümkün görünmemektedir.
  8. Bunun bir göstergesi kırmızı etin yerini tavuk etinin almış olması, bir diğeri 2001 krizinde yaygınlaşan simitçilere benzer bir hızla yaygınlaşan “çiğ köfte dürümcüleri”dir.
  9. V.I. Lenin, “L.N. Tolstoy ve Çağdaş İşçi Hareketi”, Sanat ve Edebiyat: Marx – Engels – Lenin içinde, Çev. Aziz Çalışlar, İkinci Basım, İstanbul: Evrensel, 2006, s.225.
  10. “Emek-gücü sahibi, bugün çalışıyorsa, yarın da, aynı süreci, sağlık ve kuvvet yönünden aynı koşullarla yineleyebilmelidir. Öyleyse geçim araçları, onun, çalışan bir insan olarak normal durumunu sürdürmesine yeterli olmalıdır. Yiyecek; giyecek, yakıt, barınak gibi doğal gereksinmeler, yaşadığı ülkenin iklimi ile diğer fiziksel koşullara göre değişir. Öte yandan, zorunlu denilen gereksinmelerinin çeşidi ve büyüklüğü, tıpkı bunları karşılama şekilleri gibi, bizzat kendileri tarihsel bir gelişmenin ürünleri olduğu için, ve bu yüzden geniş ölçüde o ülkenin uygarlık düzeyine ve özellikle de, özgür emekçiler sınıfının oluştuğu koşullara ve alıştıkları rahatlık derecesine bağlıdır.” K. Marx, Kapital – Birinci Cilt, Çev. Alaattin Bilgi, Yedinci Baskı, Ankara: Sol, 2004, s.174.
  11. http://tkp.org.tr/tr/aciklamalar/paramizin-deger-kaybina-karsi-ne-yapmali