THY emekçileri anlatıyor: Yeri gelecek tacize de uğrayacaksınız

Gülcan ve Hale THY’de çalışıyorlar. AKP’nin terörize ettiği koşullarda iş güvenliği nedeniyle isimlerini ve fotoğraflarını paylaşamadığımız iki THY emekçisi Gelenek için İstanbul’daki yeni havalimanını merkeze alarak havacılık sektöründeki koşullar hakkında sohbet ettiler. Kamuoyunda 3. havalimanı olarak bilinen İstanbul Havalimanı bugüne kadar pek çok açıdan ele alındı, ancak orada çalışacak insanların penceresinden bakarak bu detayda hiç tartışılmadı. Büyük göç sırasında yalnızca tırlara bindirilen ekipmanlar, kısa intikal uçuşları yapan uçaklar taşınmadı. Asıl göç edenler emekçilerdi… Şimdi bu büyük göçü o insanların ağzından dinliyoruz…

Gülcan: 32 yaşındayım ve 7 yıldır THY’de kabin memuru olarak çalışıyorum. Çalışma arkadaşım Hale de 30 yaşında ve 4 yıldır THY’de çalışıyor. Yeni havalimanının gösterişli tasarımının konuşulduğu şu günlerde biz de Gelenek okurları için yeni havalimanının bizim yaşamımızı nasıl değiştirdiğini konuşacağız. 

Değişiklikle birlikte yaşadığımız sorunları konuşmaya başlamadan önce, bu sıralar çokça bahsi geçen bir konuya değinelim: “Temas yok” spotuyla kamuoyunun gündemine düşen video.

Hale: Sosyal medyada yaygınlaşan ve büyük tepki alan bu olayın benzerleri aslında daha sık yaşanıyor. Buradaki şans videonun sosyal medyaya düşmesi. Bu kadar konuşulan ve tepki üretilen bir olayda şirket, çalışanını kapı önüne koyamazdı, bunun yerine çalışanını PR kampanyasına malzeme yaptı. Bu yaşananlar zaman zaman bizim başımıza da geliyor. Ve biz karşı karşıya kaldığımız bu olaylarda şirketimiz tarafından sadece “telkin” ediliyoruz. Bu türden olaylarda THY’den asla destek alamazsınız. Bu olay yaşandıktan hemen sonra posta kutumuza düşen e-postada da böyle durumlarda yolcuyla tartışmaya girmeyin uyarısında bulunuldu. 

Gülcan: Videoyu izlediğimde müthiş bir mide bulantısı hissettim. Bu tarz insanlara bu cüreti veren bir düzende yaşıyoruz. İşçinin saldırıya uğradığı durumda bile en ufak bir söz söylemeye hakkı yok, her zaman işten atılma tehdidiyle karşı karşıya. Bu olay bu kadar ayyuka çıkmasaydı, sosyal medyada yayılmasaydı, insanlar bu kadar tepki göstermeseydi böyle sonuçlanmazdı. Çelebi’de çalışan arkadaşın daha önce beraber çalıştığı insanlar videonun altına yorumlar yazmışlar. “Aynısı benim başıma geldi ama durum çok farklı oldu. Mahkemeye verdim ve hiçbir sonuç alamadım, şirketim arkamda durmadı” diyorlar. Yani “başıma geldiğiyle kaldı” diyorlar. Nitekim insanlar tepkilerini kitlesel biçimde göstermediği sürece suçlu çıkan ve ceza alan her zaman işçiler oluyor. Bu yerde de havada da aynı. 

Hem kendi çalıştığımız süre zarfında tanık olduklarımızdan hem de eskilerin anlattıklarından bildiğimiz kadarıyla şirketin politikası bu konuda her zaman böyle olmuş. Yani yolcu memnuniyetsizliğine sebep olacak en ufak bir şeye şirketin hiçbir şekilde tahammülü yok. Böyle durumlarda bedeli her zaman kabin personeli ödüyor. Benzer vakaları kendimiz de tecrübe ettik. 

Hale: Bunun bir örneği var bende. Arkadaşıma yolcu “kaldır şunu” diye çantasını gösteriyor, arkadaşım da “beyefendi lütfen benimle bu şekilde konuşmayın” diyor ve yolcu şikâyet ediyor. Kabin hizmetlerinin pozisyonu yolcuyu korumak oluyor. Şirket bu gibi hakaret, taciz vs. durumlarda bize söylenenleri kişisel almamamız gerektiğini söyler hep. Eski yönetim kurulu başkanı Hamdi Topçu’nun ağzından bizzat kendim duydum, yeri gelecek tacize de uğrayacaksınız demişti. Benim ağzım açık kalmıştı. Bizde yaşanmış pek çok taciz olayı var, böyle bir şey olduğunda kendi aramızda çok çabuk duyuluyor ama dediğim gibi kişisel algılamamalıymışız. Böyle olayların üzeri kapatılıyor. Yer hizmetleri çalışanı arkadaşımızın başına gelen olayı da izleyince öfkeden çıldırdık. Bu sürecin farklı yönetilmesinin nedeni, dediğimiz gibi tamamen kamuoyunun gündemine girmesi.

Gülcan: Üst düzey devlet görevlileri ya da bazı örneklerde şirket yöneticileri kendilerini “uçuş emniyeti nedeniyle” uyaran kabin memurlarının en nazik uyarılarını dahi şikâyet gerekçesi olarak şirkete bildirebiliyorlar. Bizde, bu tarz kodaman yolcularla ilgilenirken yapacağımız en küçük “hadsizliğin” nelere mal olabileceğini herkes bilir. Yani en yeni memurdan en eski personele herkes dikkat eder, çünkü tehdittir bu tipler. Bir telefonlarıyla şirkete istediklerini yaptırabilirler. Uçakta bulunma nedenimiz olan uçuş emniyetini sağlamaya çalışırken bir anda ceza alan taraf olabiliriz. Yani emniyet kuralı söz konusu olduğunda bile bu yolcuların ne istediği daha önemli oluyor. Beyefendilerin, hanımefendilerin istedikleri olacak, emniyete aykırı olsa bile, uyarınca rencide oluyorlar herhalde. Biz de işte bir sürü dengeyi gözetmek zorundayız. Hem bunun gibileri hoş tut ki başına bir şey gelmesin, hem de uçuş emniyetini sağla…

Böyle olaylarla ilgili olarak, yer hizmetlerinde çalışan işçilerle de konuştuğumuzda ileri düzeyde saldırıların da yaşandığını öğreniyoruz; örneğin bavul fırlatma, yüze tükürme gibi… Buradaki zayıflığımız, olay olduğu anda birbirimizden haberdar olamamamızdan kaynaklanıyor. İş sürecinin tasarımı çalışanların birbiriyle temasını engelliyor. 

Hale: Örnek vermek gerekirse… Yeni havalimanında THY ekiplerine ayrılmış bir ekip terminali mevcut. Normal yolcu terminaline birkaç kilometre uzaklıkta. Burası bizim yer personeliyle, teknik personelle, diğer birimlerle ve yolcuyla tamamen ayrıştırıldığımız izole bir yerde. Uçağa geçerken kullandığımız ekip araçlarının şoförlerini görüyoruz, uçağa geçtiğimizde temizlik ekiplerini görüyoruz ya da bazen teknisyenler oluyor uçakta ama onlarla hiçbir temasımız olamıyor. Çünkü çok kısa sürelerde bir sürü işin yetişmesi gerekiyor. Ne sohbet edebilirsiniz bu insanlarla, ne iletişim kurabilirsiniz. 

Gülcan: Ben iş süreçleri dışında yeni havalimanının mekânsal tasarımında da bunun düşünülerek yapıldığını düşünmeye başladım. Bizim zaten ekip olarak planlanmamız bile bir izolasyona çanak tutuyor. Her uçuşta farklı kişilerle ekip olup uçmak bizim birbirimize inanıp güvenmemizin önünde engel teşkil ediyor aslında. Bu strateji olarak düşünülmüş olabilir, değilse de işverenin işine geldiğini söyleyebiliriz. Yani işçilerin birbirine güven duyması, sosyalleşmesi, örgütlenmesi gibi riskler ortadan kalkmış oluyor. Bütün bunlar insani şeyler ve onlar bizim insan olmamızla ilgilenmiyorlar. Birer robot gibi sonsuz bir gayretle sadece çalışmamızı istiyorlar. 

Hale: Zaman zaman bize uyarı mailleri gelir, iniş ve kalkışta kendi aramızda konuşmamamıza dair. Gerekçe olarak emniyet gösterilir. Ya da yakınımızdaki yolcuları rahatsız ettiğimiz söylenir. Ama onları asıl rahatsız eden bizim sosyal olarak birbirimize yakınlaşmamız, işle ilgili ya da ülkemizde olup bitenlerle ilgili konuşmamızdır. Bunu engellemeye çalışıyorlar.

Gülcan: Bu durum Hava-Sen kurulduğunda da çok sık gündem olmuştu. Hava-Sen yeni kurulmuş bir sendika olarak güçlenip yetki alabilmek için propaganda yapıyordu ki, bunda hiçbir yanlışlık yok. Hava-İş nasıl propaganda yapıyorsa Hava-Sen’in de buna hakkı var. Bu sıralarda sürekli bültenler yayınlandı ve şirket durmadan sopa gösterdi. Uçuş emniyetini engelleyecek bir bu kalmış gibi buna dair sürekli duyuru ve bülten çıkardılar. Birbirimizle sendikal ya da siyasi olarak etkileşim kurmamıza asla tahammülleri yok. 

Yeni havalimanı üzerinden devam edelim… Aslında taşınma öncesinden başlayabiliriz anlatmaya. Her şeyin belirsiz olduğu bir ortamda -taşınma tarihi de buna dâhil- neyin ne olacağını, ne zaman taşınacağımızı, hayatımızın nasıl değişeceğini, ilk uçuşlarımızı yapana dek biz de bilmiyorduk. Şirket sadece ekip terminaline nasıl ulaşacağımızı gösteren videolar yayınladı, çünkü en önemli şey bizim uçuşlara zamanında gelip operasyonları aksatmamamızdı. 

Hale: İşyerinizle ilgili değişen koşulları bilmiyorsunuz, yolcular soru soruyorlar ve siz “biz de bilmiyoruz” demek durumunda kalıyorsunuz; bu gülünç bir durum bence. Son dakikaya kadar ne yaşayacağımıza dair hiçbir fikrimiz yoktu.

Gülcan: Büyük göç diye abartıyla ballandırdıkları taşınma gerçekleşti, bir sürü erteleme kararının ardından. Bu arada en başta 29 Ekim diye duyurdukları için bu tarihten önce evini yeni havalimanı yakınlarına taşıyanlar oldu. Fakat gerçek taşınma Nisan’da olduğu için bu insanlar oralardan Atatürk Havalimanı’na gelip gittiler uzun bir süre. 

Hale: Bu taşınma tarihine denk getirmeye çalışıp hamile kalmayı planlayanlar dahi oldu. Sırf o süreçte işler oturana kadar uçmayıp rahat edebilmek için. İnsanlar hamile kalacağı zamanları bile iş koşullarına uygun planlamak zorunda kalıyorlar. Hamilelikte yerde sabit bir işte çalışma imkânı tanınıyor kadın kabin personeline. Onlar da bu süreci değerlendiriyor. O kadar robotlaşmışız ki gönlümüzden geçen, hormonlarımızın ve duygularımızın yönlendirmesiyle yani doğal bir süreçte çocuk sahibi olmak yerine bunun zamanını işe göre ayarlamak zorunda kalmak pek çok sektörden kadın emekçinin başına geliyordur. Çoğu durumda dediğimiz gibi yapacak bir şey yok deyip geçiyoruz.

Gülcan: Yeni havalimanı evlerimizi taşımamıza da neden oldu haliyle. Fakat alana uzak bir yerde oturduğu halde evini değiştirmek istemeyenler de oldu, çünkü çocuklarının okulunu da değiştirmek zorunda kalacak. Çocuğunun okulu, eşinin iş yaşamı var. Bir kere komşuları var insanların, belki annesiyle babasıyla akrabasıyla yakın oturuyor ve uzaklaşmak istemiyor olabilir. İnsanlar hem işlerine hem de kendi sosyal gereksinimlerine göre bir ev seçip oturmuşlar yıllardır ve biz bunu değiştirmek zorunda bırakıldık. Yani o kadar uzak bir yere yaptılar ki o havalimanını belki biraz yakında olsa bu sorunlar yaşanmayabilirdi ama çok uzak, her yere uzak. Göktürk bile 20 kilometre. Bu arada taşınırken ne maddi destek ne de zaman verildi bize. Dinlenme amaçlı verilen boş günlerini hatta yıllık izinlerini taşınma telaşıyla geçirdi bir sürü insan.

Hale: Havalimanının hiçbir altyapı çalışması olmadan açılması da çok problemli. Ulaşım için düşünülen tek şey Havaist. Ayrıca Havaist için her seferinde 20 lira veriyoruz. Okuyanlar şöyle düşünebilir, şirket yol parası veriyor nasılsa. Ama yolcu bakımından da düşünmeliyiz. Uçuş yapacak herkes mecburen bunu kullanıyor. Yani daha ucuz ve daha hızlı bir seçenek yok. Ve sorun sadece para değil ulaşım zorluğu, yolda geçirdiğimiz sürenin artması. 

Gülcan: En az 30-40 km yol gidiyoruz havalimanına ulaşmak için, yakın bir yerde oturuyor olsak da. Şimdi o yolda minimum 1 saat geçiriyoruz, trafik varsa 2-3 saati de bulabiliyor. Bu da, bizim hem gidiş hem dönüşte minimum 12 saatlik dinlenme süremizin otomatik olarak 3-4 saat azalması demek oluyor.

Havaist’le gidiyoruz diyelim. 1 saat yol gittikten sonra Havaist bizi yolcu terminalinde bırakıyor. Oradan ekip terminaline ulaşmak için bir 10-15 dakika yol yürüyüp ring aracına ulaşıyoruz. Ring aracı sadece uçucu THY ekiplerinin kullanımı için bu arada ve biz ona da kart basıyoruz, yani ücret ödüyoruz. Şirket bir servis koymuyor bizim için çünkü. O ring aracına tıka basa doluşup çoğu zaman bavullarla ve ayakta ekip terminaline ulaşıyoruz. Tabii onun da saatleri var, 15 dakika ila 30 dakikada bir kalkıyor. Ekip terminaline ulaşmamız da minimum yarım saat diyebiliriz. Geldiğimiz 1 saatlik yola bu da eklenince 1 buçuk saatlik bir süre ortaya çıkıyor. Bu arada Havaist’i hiç beklemeden ve yer bularak bindiğimizi varsaydık. Dolu da gelebiliyor ve bir sonrakine kalabiliyoruz. E daha önce bahsettiğimiz nedenlerden dolayı biraz da erken gelmek zorunda kalıyoruz o da minimum yarım saat. Yani minimum 2 saatimiz bu şekilde yolda geçiyor.

Şirket bu duruma tepki göstereceğimizi öngörerek, dar gövde ile olan uçuşların mesai açılışını 15 dakika geriye çekti. Yeni havalimanına geçişle bunu bize lütfettiler. Fakat sorun şu, Biz Atatürk Havalimanı’ndayken de hep mesai başlangıcımızdan önce geliyorduk alana. Yani mesaimiz açılmadan en az yarım saat, bir saat önce alana gelmek zorunda kalıyorduk. Bu süreler her uçuş için kayıt dışı mesai demek. Normalde yapmamız gerekenler sırasıyla, kart okutmak, kontrollüğe görünmek, eksik evraklarımızı tamamlamak, geldiğimiz uçuşun kabin ekibi olarak birbirimizi bulmak, uçuş öncesi brifingimizi yapmak ve uçak hazır olduğunda uçağa geçmek. Peki, neden erken geliyorduk, çünkü mesai saatimiz geldiğinde, örneğin 18.00’de kalkacak uçağın mesaisi 17.00’de açılıyorsa, saat 17.00 itibariyle az önce saydığım tüm işlerimizi tamamlamış olmamız gerekiyor ve 17.00’de uçağa geçmemiz bekleniyor bizden. Bunun için de mesai açılışı öncesi en az yarım saatlik zamana ihtiyaç oluyor. İşte o yarım saatler mesaiden sayılmadığı için biz emrivaki bir fedakârlık yapmış oluyoruz. Buna karşı herkesin birlikte bir şey yapması gerek ama o da olmuyor. Herkes aynı zoraki fedakârlığı gösteriyor çünkü operasyon buna göre planlanmış durumda. Yani bizim uçuşlarımıza tam saatinde gelmemiz durumunda uçuşlar büyük ölçüde aksayacaktır. Kısacası şu an söz konusu olan o 15 dakika çok da bir şey ifade etmiyor çünkü zaten 15 dakikadan çok daha fazla zaman harcıyoruz mesai öncesinde. 

Hale: Çalışma süremizin artması dışında stresimiz de arttı çünkü ciddi güvenlik problemleri de var. 

Gülcan: Yollarda arabası taciz edilen, hatta arabası çalınan arkadaşlarımız oldu, benzer örnekler hâlâ da olmakta. Ön cama yumurta atıyorlarmış mesela, görüşü kaybedip mecburen duruyorsun ve istedikleri de senin durman zaten. Sonra hırsızlık, taciz gibi olaylar yaşanıyor. Kullandığımız güzergâhta yerleşim olmadığı için bu gibi tehditler söz konusu. 

Bu yolların dönüşüne de değinmek gerekir. Uçuş sonrasında çok yorgun ve uykusuz, bazen de jetlag oluyoruz. Bunlar algıyı zayıflatan unsurlar ve bu şekilde araba kullanmamız da tehlikeli aslında. Bizden bu halde 30-40 km yol gidip evimize ulaşmamız bekleniyor. Kabin hizmetleri başkanlığı buna teşvik ediyor hatta. Herkes ehliyet sahibi olmak zorunda değil, herkes iyi araba kullanmayabilir, tercih etmeyebilir. 

Hale: Şirketin servis uygulaması var aslında kağıt üzerinde. Yıllardır iki seçeneğimiz oldu hep; ya servis kullan ya da kendi aracınla git ve benzin parası yatsın. Fakat bu imkândan herkes faydalanamıyor. Servis uygulamasında sıkıntılar, yetersizlikler hep olmuş ama yeni havalimanında hepten yetersiz kaldı. Taleplere karşılık veremiyorlar. Yani bugün servis kullanmak isteyenlere servis yok. Şu an talep de almıyorlar. Onun yerine kendi aracımızla gitmemizi salık veriyorlar. Bu öngörülemeyecek bir şey değil. Herkesin adres bilgileri mevcut şirkette. Servis ihtiyacımızın artacağı aşikar. Servis aracı temin etmektense bize benzin parası yatırmak daha kârlı geliyor olsa gerek. Onlar yapmışlardır bütün para hesaplarını. Ayrıca ekip aracı hak edişi olan personel bile her zaman kullanamıyor bunu. Mesela araç evden alıp uçuşuna götürüyor ama uçuş bitip evine dönerken ara ki ekip aracı bulasın. Mesain bitince eve nasıl gideceğinin bir önemi yok çünkü.

Bu arada şöyle bir şey yaşanmış, servis aracı kullanan bir arkadaşımız uçuştan evine giderken, servisin şoförü yolda uyuyor ve bariyerlere çarpıyorlar. Onlar da uzun mesailer yapıyorlarmış, onlar da yorgun, biz de yorgun, dolayısıyla yol çok tehlikeli… 

Gülcan: Ayrıca ekip otoparkında sıkıntılar var. Açık ve kocaman bir alana yayılmış bir otoparkta uçuşun yorgunluğuyla arabasını bulamıyor insanlar, çünkü ne bir numara var ne bir işaret. Yağmur yağınca su basan bir zemin. Katlı otopark yapmak varken bunu uygun görmüşler bizim için. 

Hale: Bu arada yöneticilerin park yeri daha yakın yerde, terminalin hemen karşısında. Bizimki ise daha ileride, bayağı bir yol yürüyoruz. Üstü açık, yazın güneşin altında, kışın karın altında. Yakında katlı otopark yapıp bize ücretli hale getireceklermiş. Bunun bile rantının peşindeler. 

Özetle havalimanı işçisi kendisine ayrılan dinlenme süresinde bu tehlikelerle boğuşarak evine ulaşmaya çalışıyor sadece. Sosyalliğe hatta bazen kitap okumaya bile vakit kalmıyor. 

Yoğun uçuş programlarımız olduğunda kitap okumak dahi yorabiliyor bizi. Az olan dinlenme sürelerimizi mümkün olduğunca dinlenerek geçirmeyi tercih ediyoruz. Uzun ve saat farkı olan bir yerden geldiğimde mesela kendime gelmem birkaç günü bulabiliyor hem beden olarak hem de zihnen. O süreçlerde beni yoracak her şeyden uzak durmaya çalışıyorum. Bir sonraki uçuş için de zaten dinlenmek gerekiyor. Hasta olduğumuzda bile evde birkaç günümüz olacaksa eğer en hızlı nasıl iyileşiriz de rapor almamıza gerek kalmaz diye düşünüyoruz. Rapor almaktan çekindiğimiz için boş vakitlerimizde kendimize iyi bakmak zorundayız. 

Gülcan: Bu da bir sorun aslında. Şirket performans ödülleri veriyor her yıl ve bu ödüle layık olabilmeniz için rapor almamak, mazeret kullanmamak gibi kriterler gözetiyorlar. Diğer kriterler anlaşılabilir şeyler ama örneğin kulağım tıkalı olduğunda rapor aldığım için kötü bir performans sergilemiş oluyorum. Çok saçma. 

Hale: Mazeret kullanımı için de geçerli bu. Hakkın olan mazeret iznini kullandığın için performans değerlendirmesinde otomatikman alt sıralara kayıyorsun.

Gülcan: Çok yakınını kaybeden arkadaşlarımıza kaybettiği kişi birinci derece olmadığı için ölüm izni de mazeret de vermiyorlar. Bu çok acı. Ölen kişi anneannesi olabilir, arkadaşı olabilir. Belki anne değil de anneanne büyüttü bu insanı. Bu durumda bile uçmamız ve güler yüzümüzü muhafaza etmemiz bekleniyor. Çok acı gerçekten. Bir arkadaşım anlatmıştı, böyle bir yakınını kaybetmiş ve sonrasında yaptığı uçuşlardan birinde yolcunun kafasından aşağı domates suyunu dökmüş, çünkü o kadar kendinde değil ki…

Ulaşım problemine ve taşınma konusuna dönecek olursak Göktürk’e taşınma seçeneği var bir de. Uçucu ekiplerce çokça tercih edildi. Burası sosyal anlamda da havalimanına kısmen yakın oluşu açısından da yaşanacak en uygun yerlerden biri. Okul, hastane, spor salonu vs. her şey var, fakat her şey çok pahalı, evlerin kiraları da dâhil. 

Göktürk’te oturuyorsanız kiranız daha fazla, market alışverişiniz, spor salonu harcamanız, bir kafede içtiğiniz kahve bile daha pahalı. Kazandığımızı harcatmak, sürekli olarak tüketmek üzerine bir stratejisi var düzenin. Bunları göze alarak oraya taşınmak da mümkün fakat neden daha pahalıya yaşayalım? Neden temel ihtiyaçlarımız için bu denli bir bütçe ayıralım? 

Hale: Burası da bir rant alanı… Ama uygun koşullarda sosyalleşmek isteyen arkadaşlarımız Belgrad ormanına gidip mangal yakabilirler. (gülüşmeler)

Kemerburgaz da var ama orası da çok gelişmiş değil henüz. Bolca inşaatın olduğu başka bir rant alanı…

Gülcan: Bu süreçte en çok canımı sıkan konulardan biri de yeni havalimanının inşaatında yaşanan iş cinayetlerine duyarsızca yaklaşan iş arkadaşlarım oldu. “Baretleri var, taksalarmış” basitliğinde yaklaştılar konuya. Ve bu arkadaşlarım gayet “nitelikli” ve eğitimli, hatta aralarında inşaat işleri yapmış olanlar var. Şimdi bize işyerimize gidiş ve dönüşlerimizde düzen “ölebilirsin” mesajı veriyor. Bu yaklaşıma göre yol güvenliğinin olmamasıyla ortaya çıkan problemlerden bizim dışımızda hiç kimse sorumlu değil. Yani yolda giderken kaza yapıp ölsek arkamızdan “kötü şoför olduğu için öldü” denilecek. Uykusuz ve yorgun olduğumuzdan kimse bahsetmeyecek. 

Özetle bu yeni havalimanının mesailerimizin uzaması, yol güvenliğimizin düşmesi, yaşam biçimimizin istemediğimiz yönde değişmesi gibi sonuçları oldu bizim için.

Hale: Bizim sektörde kadın olmanın getirdiği özel zorluklara değinelim biraz da.

Gülcan: Kadın ağırlıklı olarak uçuyoruz ve bize kabin memuru yerine hostes denmesinin bir sebebi var. Hostes imajı bütün dünyada olduğu gibi bizde de bir takım hoş olmayan algıları gündeme getiriyor. Bu algılar kendini modern olarak tanımlayan insanlarda dahi var ne yazık ki. Bu düzen koşullarında aksi pek mümkün değil zaten. Bu sebeple uçuşlarımızda daha önce de bahsettiğimiz gibi sözlü ya da fiziksel tacizlere maruz kalabiliyoruz. Yolcu sarkıntılık ettiğinde ve beklediği karşılığı bulamadığında şikayet edebiliyor, tabii başka uydurma gerekçelerle, ve siz de soluğu kabin hizmetlerinde ifade verirken alıyorsunuz. Bu yüzden de bu gibi durumları alttan alma eğilimine giriyoruz doğal olarak, benzer şeylere maruz kalan her sektörden kadın emekçiler gibi. Bir taciz durumunda bizim o kişiyi polise teslim etme hakkımız var ama sonraki süreç çok yıpratıcı olacağından bunu tercih etmiyor kimse.

Hale: İşin bir de şu boyutu var. Aslında havayolu şirketleri havacılığın ardındaki operasyonu, yerde çalışan emekçileri bir yandan yok sayarak, vitrinde bir kadın figürünü öne sürüyor. Çok ağır ve stresli çalışma koşullarında bile sürekli makyajlı ve gülümseyen bir kadın figürü beklentisi var. Boy ve kilo gibi kriterlerin teorik açıdan bastığı bir zemin var aslında. Fakat bunun dışında her daim makyaj, güler yüz ve kişisel bakım gibi konuları şirketin uçuşlarını pazarlamasına katkı olarak görmek gerekir. Benim yeni üniformalı görsellerde gördüğüm şey hep bir kadın figürü, örneğin. Erkek kabin memurları da var ve onların da üniforması değişiyor fakat görsellerde yoklar. Kadın hostes, erkek pilot şeklinde sunuluyor. 

Gülcan: Bu, yolcu memnuniyeti için, uçan bir daha uçsun, korkan yolcular sakinleşsin vs. gibi kaygılarla yapılıyor. Sunduğumuz hizmetler de bu amaçlara hizmet ediyor. Sonuç olarak hizmet sektörü bu ve bu alandaki bütün şirketler çalışanlarının imajları üzerinden kârlarını artırmak peşinde.

Sürekli gülümseyerek hep mutlu ve dertsiz görünmemiz isteniyor. Böylece şikayet etmeye hakkımız olmasın. Daha önce bahsettiğimiz grev eylemleri zamanında aldığımız “nankör” tepkilerinin sebebi de bu zaten. İmaj olarak bu derece mükemmel gösterilen bir meslek sahibi neyden şikayet edebilir ki? İşte göründüğü gibi değil hiçbir şey. Grev yasaklanmıştı bir kere hatırlarsınız. Bu arada yıllardır bize eğitimlerde aman maaşlarınızı kimseye söylemeyin, anlatmayın derlerdi. Birkaç yıl önce kabin hizmetleri başkanımız verdiği bir röportajda alenen maaşlarımızı açıkladı. Bunun anlamı şu: Şikayet eder de bir ses çıkarırsak yine nankörlükle suçlanalım, yine bize şımarık desinler ve bizi bizden başka kimse anlamasın dolayısıyla da bir haksızlığa uğramamız durumunda yalnız ve desteksiz kalalım istiyorlar.

Hale: Yakın geçmişte olan grev eylemlerinin nedenleri aslında hâlâ geçerliliğini koruyor. Şimdiki sendikanın yaptığı ise TİS imzalandıktan sonra işverenle ek protokoller yaparak haklarımızı tırpanlamak, başka bir şey değil. Bir önceki TİS de öyle imzalanmıştı. Şimdi söyledikleri gibi daha önce de hiçbir hak kaybımızın olmayacağını söylüyorlardı. Fakat temel bazı haklarımızı yok ettiler. Örneğin 24 saat tebliğ kuralımız artık eskisi gibi işlemiyor. Yani programımızı değiştirirken artık daha esnek davranabiliyorlar ki bu bizim boş vakitlerimizi planlamamız konusunda dezavantajlar doğuruyor. 

Gülcan: Bir şey ekleyeyim, bu ek protokoller normal TİS görüşmeleri gibi üyeye açık yapılmıyor. Geçiyorlar karşılıklı ve bayağı uzlaşarak karar veriyorlar. Yani kendileri çalıp kendileri söylüyorlar. Sonra da bize dayatıyorlar. Aldıkları kararlar uzun mücadeleler sonucu kazanılmış haklarımızın gaspı aslında.

Hale: Bir de her şey o kadar muallak bir şekilde ifade edilmiş durumda ki, bizim bildiğimiz ekip planlama tarafından reddediliyor, onlar diyor ki o kural öyle değil böyle. Yani muallak ifadeler kullanarak kurallar konusundaki hakimiyetimizi de zedeliyorlar. Bir yerden sonra emin olamayıp boyun eğmek zorunda kalabiliyoruz. 

Örneğin gün kavramının kaldırılması söz konusu. Yine bir TİS sürecinden geçtik daha yeni. İmzalandı ve bize e-posta göndererek dediler ki sizin için seyyanen şu kadar para vereceğiz, TİS imzalandı parası diyebiliriz buna. Bir de yaptıkları zammı yazmışlar. Fakat bizim koşullarımızı ilgilendiren 95. Madde ile ilgili bir bilgi yok. Yani önden para gösteriyorlar ki sonradan neye imza atarlarsa atsınlar ses çıkaramayalım, tepki vermeyelim. Şu an 95. maddeye dair bir bilgimiz yok hâlâ. Bir de kazanım olarak sundukları bir liste vardı, şunu istedik bunu istedik şeklinde. Aslında 2017 yılında uygulamaya başladığımız Avrupa sivil havacılığının yeni uçuş limitleri el kitabını, 2019’da bizim lehimize yürürlüğe gireceğini söyledikleri kısmını sendika bize kendi kazanımlarıymış gibi sunuyor. Bunlar zaten mevcut haklar ve sen bir şey başarmadın. Bu arada bunlar çok karışık olduğu için çoğuna hâkim değiliz biz de. Yani velhasıl önden para vereceklerini açıklamalarını arkadan büyük hak kayıplarının işareti olarak yorumluyoruz. Bekliyoruz şu anda.

Gülcan: Kaybedilen haklarla ilgili 24 saat kuralını biraz açayım. Bize aylık program çıkarılıyor. Bu programda bazı şeylerin yerini ve miktarını değiştiremiyorlar, örneğin boş günlerimiz. Fakat bunun dışındaki tüm görevlerimizin yerini değiştirebiliyor şirket, böyle bir hakkı var kağıt üzerinde. Ancak değişiklik yapacağı görevin minimum 24 saat öncesinde bana tebliğini yapması gerekiyordu, önceki haliyle. Fakat bu kuralı öyle bir esnettiler ki, şu anda alana gittiğimizde anlık değişiklikler yapılabiliyor uçuş görevlerimizde. İptal olan uçuşun yerine 1 saat daha geç biten başka bir görev verebiliyorlar.

Hale: Daha vahimi var. Yine yeni bir uygulama olan gün kavramımızın kaybından bahsetmiştik. Diyelim gece 03.30’da indim, bana 12 saat sonra takip eden gündüz 15.30’da başka bir uçuş verebiliyor şu anda. Aynı gün iki uçuş olmuş oluyor. 

Gülcan: Önceden bu böyle değildi. Mesai kapanışı gece 3’ü bir dakika dahi geçse ertesi güne geçmiş oluyorduk ve o takip eden günün sonuna kadar başka uçuş yapamazdık. Bu arada gece 3 olmasının sebebi havacılıkta zed saatinin kullanılıyor olması. Bizim gece 03.00 aslında zed 00:00 oluyor. Bu arada bu kural neden lokal saate göre uygulanmıyor o da ayrı bir mesele. Yani takvim olarak gece 00:00’dan sonra ertesi güne geçiliyorken biz 03:00’te geçiyoruz diğer güne, neyse…

Hale: Yani biz şu anki haliyle 7 gün boyunca bu şekilde uçabiliyoruz, kağıt üzerinde buna bir engel yok. Mesai limitlerimizi daha net gösterecek bir örnek vereyim. Diyelim gece 12’de indim, mesaim kapandı. Peki, mesaim kapandıktan hemen sonra biz ne yapıyoruz? Yolcu uğurluyoruz, unutulan eşya varsa onunla ilgileniyoruz, hasta ve yaşlı yolcular varsa onlara tekerlekli sandalye gelmesini bekliyoruz ki bu sayı bazen 20-30 olabiliyor, kimi zaman bizi uçaktan terminale götürecek ekip arabasının gelmesini bekliyoruz ve bunlar 1 saate varabiliyor. Bu 1 saat de tıpkı yolda geçirdiğimiz süre gibi bizim kağıt üzerindeki dinlenmemizden çalmış oluyor. Yani yolcu uğurlarken geçen süre çoğu zaman mesaiden sayılmıyor.

Gülcan: Ben şimdi bir kabin memurunun “dinlenememe” sürelerini durumun vahameti açısından bir örnekle açıklamak istiyorum. Yolcuyu en iyi ihtimalle indikten sonra yarım saat içinde uğurlamış olayım. Ekip terminaline gitmem, aracıma binmem evime ulaşmam minimum 2 saat. Yani mesaim kapandıktan sonra dinlenme sürem başladığı andan itibaren 2 saatim evime ulaşmakla geçiyor. Bana verilen 12 saat dinlenme süresi. Kaldı mı 10 saat. Diyelim ki hemen yattım uyudum, duşu yemeği de saymıyorum, benim sonraki uçuşuma zamanında gitmek için evden 3 saat önce çıkmam gerekiyor. Onu da düşersek bana kalan 7 saat. Uçuş için yola çıkmadan önce ortalama 1 saat de hazırlanma sürem var. Yani 6 saatlik uyku sürem kalıyor. Oysa kitaba göre minimum 8 saat yatay dinlenme zorunluluğum var, her uçuş öncesi için. Bizleri 7 gün boyunca bu şekilde uçurma hakları var.

Hale: Havalimanı nöbetindeysek bu şikayetlerin herkes tarafından konuşulduğuna şahit oluyoruz. Uçuşlarda da konuşuyoruz doğal olarak. Yani bu yeni durumdan memnun olan hiç kimseye rastlamadım diyebilirim. Bu arada nöbet demişken, yeni ekip terminalimizde 8 saat alan nöbeti tutuyoruz, bize yemek olarak sandviç ve meyve suyu ikram ediyor şirketimiz. Ama lafa gelince o kadar değerliyiz ki…

Gülcan: Hiç kimse mutlu değil. Oh ne iyi ettik de taşındık, burası da ne güzelmiş diyen yok. Atatürk Havalimanı’nı özleyen çok. 

Hale: Göktürk de ne güzelmiş evlerin kiraları da ne uygunmuş diyen de yok. (Gülüşmeler) Kış mevsiminin üzerine bu röportajı yapıyor olsaydık ilaveten sağlık problemlerimizi de konuşuyor olurduk.

Gülcan: Ve kışın olumsuz hava koşullarının o bölgede uçuş emniyetini nasıl etkilediğini de konuşuyor olurduk muhtemelen ki, şimdiden sis ve rüzgarlar nedeniyle pas geçmeler ve iptaller yaşanıyor halihazırda. 

Hale: İşe yeni giren çalışma arkadaşlarımız bu çalışma koşullarına çok dayanamıyorlar ve istifa ediyorlar. 

Gülcan: Eski uçucular daha dayanıklı, ne uçuşlar yaptık bunları da yaparız diye başka türlü bir gayretle devam edebiliyorlar. Emekliliğe de az kalmışsa devam etmeyi tercih ediyorlar. 

Son zamanlarda daha normal yaşamak daha normal bir insan olmak istiyorum diyen çok arkadaşımla uçtum. Kendim de düşünüyorum bazen işi bırakmayı, acaba daha sakin daha insanca yaşayabileceğim koşullar yaratabilir miyim diye en azından kendim için. Daha mutlu olur muyum acaba diye… İşimiz çok güzel fakat bu koşullar bizi zamanla insanlıktan çıkarıyor.

Hale: Tabii birtakım alışkanlıkları da bırakması zor oluyor belli yaşlardan sonra. Bu arada yer personeli arasında yüksek oranlarda istifalar olduğunu duyuyoruz. Ama maalesef bahsettiğimiz izolasyon sebebiyle birbirimize temas edemediğimiz için çok bilgi sahibi olamıyoruz.

Gülcan: Bunun için ekstra bir gayret sarf etmemiz gerekiyor ve tabii ki duyarlılık göstermek de gerekiyor fakat bu enerji, vakit ve duyarlılık çoğumuzda yok ne yazık ki. Bu alanda mücadele etmek iğneyle kuyu kazmak gibi ama biz bunun için elimizden geleni yapıyoruz. Bunları okuyan kabin personeli arkadaşlarımız da bilsinler ki çalışma ve yaşam koşullarımız için mücadele eden, başarmaya kararlı birileri var. Arkadaşlarımızdan bizler gibi mücadele etmelerini, en azından bizim insan tarafımızı yok sayan baskı ve dayatmalara karşı seslerini çoğaltmalarını istiyoruz. İşimizi severek yapıyorken nefret ettirmelerine izin vermemek için her daim sorgulayıcı ve tepkisel yaklaşmak gerektiğini düşünüyorum. Onlar kırk takla da atsalar, krizlerin faturasını bizlerden çıkarmaya da çalışsalar, biz bilinçlenmeye ve örgütlenmeye devam edeceğiz.

Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×