Türkiye’de Şehir Ölçekli Sol/Sosyalist Karşı Koyuşlar: Kısıt ve Olanaklar

Kapitalist Türkiye’nin kentsel dönüşüm uygulamasının bugün ulaştığı nokta, nefes alınacak yaşanabilir şehirlerin emekçi sınıflar açısından giderek daralan sınırlarının kavranmasını zorunlu kılıyor. Bizler, Türkiye nesnelliğinde özellikle AKP ile anılan dönemle birlikte, kentlerin çok hızlı, yoğun ve radikal bir biçimde talan ve tahribine tanıklık ettik. Kapitalist üretimin kent toprağına dönük tahribatını Engels 1845’te 1 , bütün servetin ilk kaynağı olan emek ve toprağın talanını Marx 1860’larda 2 ; sermaye sınıfı ayrıcalığı ve tahakkümüne dayalı ilişkilerin kent peyzajına radikal müdahalelerle taşınmasını Lefebvre

1970’lerde göstermiştir. Yani şehir ölçeğinde bugün yürüttüğümüz kentsel mücadelelere sebep olan maddi zeminin tarihi kapitalizmin tarihi kadar eskidir. Tahribatın yakıcılığının katmerlenerek arttığını, bugün artık belli bir eşiğe geldiğini söylemek mümkündür.

 

Türkiye’deki sol/sosyalist mücadele tarihinde son bir kaç yıldır şehir ölçekli karşı koyuşlar ile ilgili hareketliliğin dikkate değer oranda artmasının belli nedenleri var. Söz konusu sorunların yakıcılığının tek tek yaşamlarımızda ve kolektif etkinliklerimizde daha fazla hissedilmesi bu nedenlerin öznel kısmını oluşturuyor. Nesnel kısmı ise, gösterilen karşı koyuş ve öfkenin kamusal alanda da görünür olmasıdır. Türkiye’de gerçekleşen şehir gündemli karşı koyuşların iki kanaldan geliştiğini söylemek mümkün. Bu kanallardan birini emekçilerin yaşadığı mahallelerdeki karşı koyuşlar oluşturmaktadır. Diğer kanalı ise özellikle son on yıla damgasını vuran kamusal mekanları ve kültürel müşterekleri koruma, kaybetmeme mücadelesi olarak tanımlayabiliriz. Bu iki kanal da ayrı ayrı kısıtlar ve potansiyeller barındırmaktadır.

Yazıda kullanacağım aciliyet kavramı ve değineceğim doğal felaket terimi kuşkusuz AKP iktidarının araçsallaştırdığı anlamlarda kullanılmamaktadır. Hükümet tarafından kentsel dönüşüm uygulamalarına kılıf olarak toplumu “deprem”den korumak söylemi işe koşulmuştur. Oysa yine bizzat hükümetin sunduğu veriler öyle gösteriyor ki AKP döneminde dönüştürülen alanlar içerisinde deprem odaklı dönüşüm alanı çok küçük bir paya sahiptir. 3 Dahası AKP hükümeti, gerçekleştirdiği inşaat faaliyetleriyle pek çok bölgede insanların yaşamını tehlikeye atarak bizzat felaketi kendisi yaratmıştır. 4 

 Tehlikeler ve kandırılma çabaları karşısında gösterilen yerel ölçekli karşı koyuşlarda, sınıf mücadelesini her alanda yükseltmek gerekliliğinin benimsenmemesi mahallelerin ve kamusal mekanların korunmasına yönelik hedeflerin “lokal” düzeyde kalarak somut kazanımlar elde etme noktasında sınırlılıklar ortaya çıkarmıştır.

 

Şehirde direniş tartışmalarında iki eksen

Şehir ölçekli karşı koyuşlar, sınıf mücadelesinin yaygınlık ve kitlesellik kazanmasında her zaman önemli olmuştur. Öte yandan bu başlıkta potansiyeller kadar kısıtlar da bulunmakta. Türkiye’de şehir ölçekli karşı koyuşların sol mücadele açısından taşıdığı potansiyel ve kısıtları incelerken, bu hareketlerin içine yerleştiği iki ana karşıtlığı tanımlayarak başlamak faydalı olacaktır. Bu karşıtlıklardan ilkini, kent alanında yürütülen mücadelede “acilcilik” “kaba bütünlükçülük” ikiliği oluşturmakta. Eksenlerden diğerini ise (kentsel mücadelenin iki ayrı ve hatta birbirini dışlayan kanalları olarak görülen) mahalleler ve merkezdeki kamusal mekanlar üzerinden yürütülen mücadeleler oluşturmaktadır.

İlk eksendeki ele aldığımız acilci ve bütünlükçü yaklaşımlar, sol/sosyalist mücadele pratiğinin hemen her alanında önümüze çıkmaktadır. Bu yaklaşımlar son on yıllık zaman diliminde Türkiye’de giderek daha da büyüyen ve yakıcı hale gelen şehir ölçekli karşı koyuşlara da renk çalmaktadır. Kentsel mücadelenin, konunun niteliği gereği acil davranmayı gerektirmesi ve dolayısıyla her örnekte acilen müdahale etme refleksi doğurması doğaldır. Öte yandan “acil davranma ve düşünme” pratiği beraberinde parçalı mücadeleyi getirmekte, bütünü ve iktidarı hedef alan bir örgütlenme gerçekleştirilememektedir. Bu da her defasında ve her yeni örnekte “başa dönmek” demektir. Kent alanında sadece aciliyet hissinin basıncıyla hareket eden, hareketini salt gündelik ihtiyaç ve taleplerle belirleyen reformist çerçeve, emekçi kesimlerin kentsel dönüşüm düzeninin kendisine karşı değil de sonuçlarına tepki duyması halini pekiştirmiştir. Nedenleri tespit ederek, bağlantılandırarak ve deşifre ederek bütün halinde ortadan kaldırmayı hedeflemek yerine; sonuçları, nedenlere bakmadan -sürekli bir patinaj halindedeğiştirmeye çalışmak popüler ama verimli olmayan bir çabadır. Çoğu durumda nedenlerin peşine düşecek zaman dahi kalmaması, başka bir deyişle sermayenin ihtiyaçları ve hızı bu yaklaşımı fazlasıyla besliyor.

Bu yaklaşımın tersine kaba-bütünlükçü diyebileceğiimiz yaklaşım, aciliyetler karşısında hareketsiz kalmakta ve daha da ötesi bu başlıkta örnek kalkışmalar örgütlemeyi ve deneyim biriktirmeyi hafife alabilmektedir. Bütünlükçü yaklaşım, kent bahsinde zaman zaman “kamusal mekanlarımız, ormanlarımız, kültürel değerlerimiz yağmalanırken bunun işçi sınıfı ile ne ilgisi var!” şeklindeki kestirmeci yaklaşımdan da beslenmektedir. Burada işçi sınıfının tanımı, sınıf içi geçişler, ideolojik belirlenim gibi konulara girmeyeceğiz. Öte yandan kaba-bütünlükçü yaklaşımı bekleyen tuzak, sol/sosyalist öznelerin, “saf proleter”ler ve “fabrika fetişi”nden yola çıkarak, tali ve ilgisiz bulduğu bütün sorunları devrim sonrasına havale edecek bir eğilimdir. Bu tehlike, kentsel dönüşüm başlığında toplumun ilerici duyarlılıklarını yeterince koklayamayan sol/sosyalist özneler açısından daha da büyük bir kayıp anlamına gelmektedir.

Tüm bunların yanında ve sonucunda mahalleler ve kamusal mekanlarda yürütülen mücadeleler farklı sol/sosyalist özneler tarafından yine birbirinden farklı şekillerde sahiplenilmiş ve birbirlerinden bağımsız iki ayrı kanalmış gibi muamele görmüştür. Buradaki ayrışmada bir kanalı; mahallelerde mücadele edilmesi gerektiğine inanan ve ortak kamusal mekanlarla ilgili mücadeleyi “orta sınıf işi”, “akademisyen, aydın işi” olarak gören (sonuç olarak işçi sınıfı mücadelesi ile bağlantılandırmayan) sol/sosyalist özneler oluşturur. Diğer kanalı ise mücadeleyi çoğunlukla kültürel, doğal ve ortak alanları geri almak, korumak üzerinden kuranlar… Bu kanaldan yürütülen mücadele muğlak bir şekilde “katılımcılık, müzakerecilik” gibi başlıklar silsilesi üzerinden kurgulanmaktadır. Merkezdeki kamusal alanda karşı koyuş pratiğinin hayata geçirildiği dayanışmalar sözde “herkes” içindir. Sorun siyasi değildir ve yalnızca bir hak arama mücadelesidir. Mücadele böylelikle “herkesi” kapsayacaktır. Kamusal alan üzerinden gerçeklenen bu düşünce mücadeleyi siyasal alandan uzaklaştırmaya yaramaktadır.

Şimdi de ilk eksenle (aciliyetçiler/kaba bütünlükçüler) ikinci eksenin (mahalleler /merkezdeki kamusal mekanlar) birbirinin içine geçtiği durumlara yakından bakalım.

 

Çelişki ve potansiyeliyle şehir mücadelesi

Türkiye’de yerel-mahalle ölçekli karşı koyuş ve dayanışmanın işçi sınıfı mücadelesinin yükseldiği dönemlerde, emekçi mahallelerinde yaşanmış olması dikkate değer bir göstergedir. Bugün, neredeyse “korunacak” bir mahallenin kalmaması bir tarafa, saldırının artık daha çok kamusal alana, kültürel müştereklere mezarlıklara 5 yöneldiğini gözlemleyebiliriz. Mahalle bazında yerel karşı koyuşları ne kendinden menkul bir radikalizm taşıyıcılığına ne de düzen tarafından satın alınmaya yatkın lümpen reaksiyona 6 indirgeyebiliriz. Bu mücadeleler ne “kentli hakkı” mücadelesine hapsedebilir ne de sosyalist devrim mücadelesi ile arasında doğrudan bir bağ kurulabilir. Ama tüm bunlarla birlikte tarihsel deneyim göstermiştir ki yerel düzeyde örgütlenme ve karşı koyuşların başarısı büyük ölçüde sınıf mücadelesiyle ilişkilenmesine bağlıdır. 7 

Mahallelerdeki barınma hakkı mücadelesinin görünür ölçüde yükseldiği 1970’ler, tarihsel olarak her alanda kavga verilen bir dönemdi. Bugün, Gezi Parkı’nın ateşlediği Haziran Direnişi ülke genelinde tarihsel olarak AKP iktidarına karşı memnuniyetsizliğin ve kavganın yükseldiği bir dönemde gerçekleşmiştir. Haziran Direnişi, Türkiye’nin en önemli kamusal alanı üzerinde başlamış, ifade edilmiş, sıçrayarak yaygınlaşmış kolektif bir direniştir. Bu direnişin önemli özelliklerinden birisi de “kamusal mekanlar üzerinden bir meydan okumanın Türkiye’deki sermaye sınıfının güncel siyasi/ideolojik hattını sarsmaya dönük potansiyel taşıması ve bu potansiyel oranında sınıfsal” 8 olmasıdır.

Kentle ilgili çalışmalar yapan David Harvey de bugün devrimci fikir, ideal ve hareketlerin kuluçka mekanı olan şehre sırtımızı dönmememiz gerektiğinden hareketle kentsel mücadelenin önemini anlatmaya çalışır. Bu tespit Engels ve dönemdaşlarının şehri, insanın aşağılanmasının ve kurtuluşunun mekanı olarak kavrayışıyla 9 paralellik taşır. Ayrıca ustaların, şehrin mekansal dinamiğinin toplumsal ve siyasal gücün ifadesi olarak taşıdığı öneme işaret etmeleri-

nin 10 bu çerçevede düşünülmesi yerinde olacaktır.

Lefebvre, kentsel meselelerdeki karşı koyuşların tek bir şehirde-mekanda gerçekleşmesinin imkansız bir önerme olduğunu savunurken 11 , bunun, Paris Komünü deneyiminden de iyi bir şekilde bilindiğini söyler. Bu bağlamda Harvey’e kulak verecek olursak:

‘‘Şehir hakkını talep etmek bu amaca giden yolda bir uğraktır, her ne kadar gitgide tutulacak en elverişli yollardan birisi gibi görünse de asla başlı başına bir amaç olamaz”. 12 

Yine ölçek sorununda, “herkes kapısının önünü süpürürse sorun çözülür” türünden yaklaşımlar ve bazı mekanları korumak için kapatmakla ilgili olarak:

…belli bir ölçek (diyelim mahalli ölçek) için kati surette iyi olan çözümleri üst üste koymakla bir üst ölçek (diyelim ki küresel) için iyi sonuçlar üretilmiş olmaz….makro resme bakıldığında sınırlandırma ve kapatmanın belli biçimleri (özellikle küresel düzeyde) bazı kıymetli ortak alanları korumanın çoğu kez en iyi yoludur…söz gelimi amazonlarda hem biyolojik çeşitliliği hem de yerli toplulukların kültürlerini dünya çapındaki doğal ve kültürel ortak alanımızın parçası sıfatıyla korumak, çok sıkı bir sınırlandırma eylemini gerekli kılar…..o halde sınır koyma biçimlerini topyekün kötü olarak niteleyip bir kenara atmak da yanlış olur. 13 

Sosyalist mücadele tarihi açısından (kentsel mücadele ve sınıf bağlamında) kente hızlıca bakacak olursak ilk önemli örnek olarak Paris karşımıza çıkar. 1853’te Bonaparte, Hausmann’ı Paris’te imar işlerinin başına geçirmiştir. 1853-1868 arası imar faaliyetleriyle mülksüzleştirilerek üzerlerinden birikim sağlanan emekçilerin arzu ve öfkelerinin de etkisiyle Paris Komünü deneyimi doğmuştur. 14 Paris’in eski yoksul semtlerinin yıkılması sırasında kullanılan istimlak yetkisi, kamu yararı, kentsel yenileme, çevre ıslahı gibi söylemler Erdoğan ve Topbaş’ın söylemleriyle pek çok benzerlik gösterir. ABD’de sermaye fazlası ve işsizlik sorunları 2. Savaş sonrası dönemde Robert Moses’in mimarlığını yürüttüğü dönüşümler ile çözülmeye çalışılmıştı. Bu dönemde, banliyöleşme ile -yalnız kentin değiltüm bölgenin emekçileri sömürülürken ve doğa da ağır biçimde tahrip edildi. Bütün bunlar, ABD’deki 68 hareketlerini tetikledi. Yine daha önce de değindiğimiz İstanbul Taksim’de Gezi Parkı’nın üzerinde Topçu Kışlası’nın ihyası için tarihi ve anıtsal değeri olan parktaki ağaçları yıkmaya gelen ekiplerin karşısına dikilen Taksim Dayanışması bileşenleriyle ateşlenen ve büyüyen Haziran Direnişi AKP’nin iktidar dönemi boyunca Erdoğan tarafından dayatılan “çılgın projeler”, rant politikaları ve sosyal hayatta yaşanan bir dizi gericileşmeye karşı biriken öfkenin patlaması olarak tarihe geçmiştir. Bu örnekler, kentin inşası ve dönüşümüyle toplumsal mücadeleler arasındaki ilişkiyi anlamak açısından önemlidir.

 

Türkiyeli kentsel mücadelenin çelişki ve potansiyelleri

1999-2001 ekonomik krizinden sonra krizi aşmak ve “kutuları doldurmak” için AKP eliyle -özellikle mahalleler, ormanlar, dereler, kıyılar, parklar ve kültürel müşterekler gibi ortak değerler üzerindenrant politikaları uygulanmaya başlandı. Bu uygulamalara karşı koyarken konu kamusal mekan olunca beliren ilk güçlük şudur: Mahallede mücadele gerekliliğine inanan sol/sosyalist özneler; konunun sadece aydınları, meslek insanlarını ilgilendirdiği ve orta sınıf duyarlılıktan beslendiği düşünmektedir. Bu özneler; mahalleyi korumanın ve mahallede mücadele vermenin örneğin Kuzey Ormanları’nı ya da Haliç Tersanesi’ni korumaktan daha “acil-önemli” ve belki de “devrimci” olduğu sanmaktadır. Haziran Direnişi bu konumlanışta ciddi anlamda dönüşüme sebep olmuştur. İkinci güçlükse dayatılan rant projelerinin ve uygulamaların iktidarla müzakere zemininde ve sözde “katılımcı” süreçlerle çözülebileceğine dair sol liberal gruplar tarafından pompalanan uzlaşmacı  15 olarak karşımıza çıkmaktadır. Müzakerecilik ve katılımcılıkla ilgili temel sorun, siyasal alan-kamusal alan ve sivil toplum-kamusal alanı üzerinden bir ayrışmaya gidilmesindedir. Bu ayrımda ilki siyasal mücadelenin alanı olarak tanımlanırken, ikincisi “tartışma ve ikna etmenin ön planda olduğu bir etkileşim alanı” olarak ifade edilir. 16 

Konu mahallelerdeki kentsel dönüşüm uygulamaları olunca yaygın olarak dillendirilen ve ikna olunmuşa benzeyen ana düşünce şudur: Kentsel dönüşüm gereklidir (bu birinci altın kural: iknayız illa dönüşüm yapacağız!) ama uygun olan; mahalleli, sivil toplum kuruluşları, meslek grupları, kamu-özel sektör birimleri gibi tüm tarafların “paydaş” olduğu, yerinde ve katılımcı bir dönüşüm yapılmasıdır. 17 “Bugünün Türkiyesi’nde alternatif bir kentsel dönüşüm mümkündür” demek, -en zararsız gibi görüneni bile olsaalternatif projelere bel bağlamak, karşılaşmakta olduğumuz neoliberal kent politikalarını anlamamaktır. Aslında olansa bilinçli olarak anlamamazlıktan gelmek, kendini kandırmaktır. Daha kötüsü ise halkı kandırmaktır. Bu, haksızlık ve talan karşısında biriken mücadele istencini budamaya, sönümlendirmeye, zaman geçirmeye, yani mücadeleyi ötelemeye yaramaktadır. Öte yandan yerinde dönüşüm söylemlerine en fazla maruz kalanlar emekçi mahalleleridir. Yakın tarihin en önemli konularından birisi olan barınma sorunu, iktidarlar tarafından “terör örgütlerinin hazine arazisini yandaşlarına dağıtması” 18 olarak anlatılagelir. Oysa devletin, emekçi sınıfların barınma sorunlarını kendi başlarına çözmesi karşısında bilinçli olarak sessiz kaldığı hatta düzenin bir dönem bu yöntemden memnun olduğu bilinen bir gerçektir. 19 Sonuç olarak, neoliberal kent politikalarının güdümünde kentsel mekanda değişim değerini arttırmadan bir dönüşüm yaratmak, sistemin işleyişi gereği mümkün değildir. Bu önümüze konan bütün örneklerde teyit edilmiştir. Bu sebeple “yerinde dönüşüm” diye bir alternatif emekçiler için aslında yoktur. Fakat Haziran Direnişi ile birlikte; bir araya gelen, örgütlenen, beraber hareket etmek konusunda irade gösteren mahalle dinamikleri daha da güçlenmiştir. Bu mahallelerde “alternatif projeler” ve “yerinde dönüşümler” yerine bir arada hareket etmek ve yıllardır yaşamakta oldukları arazilerin (zaten mahallelinin olan) yasal olarak kooperatiflere toplu devrini talep etmek gibi dönemin gerçeklerine daha uygun faaliyetler gözlenmektedir. 20 

Müşterekler ve işçi sınıfı mücadelesi

Şimdi gelelim “Talana uğrayan doğal alanların ve müşterek varlıkların emekçi mahallelerindeki mücadele ile bir ilişkisi var mıdır?” sorusuna. Kentte barınan emekçi kesimler ile sermayedarların, kapitalist kentsel dönüşüm sürecinden etkilenme oranları büyük farklılıklar göstermektedir. 21 Doğal alanlar tahrip edildiğinde kabağın neden emekçilerin, emekçi mahallelerinin başına patladığı da ancak çok sonra anlaşılır. Her bir ağacı kaybettiğimizde, her bir toprak parçasını beton yüzeye terk ettiğimizde yaşanacak bir dizi problemden emekçi mahallelerinin daha fazla etkilendiği açıktır. 22 Her anlamda yaşanamaz hale getirilen kentler, emekçilerin yaşama koşullarını zorlaştırır. Sıkça duyduğumuz “doğal felaket” terimi; yaşananların sebep, sonuç ve çözümünün sosyal-ekonomik-politik bağlantısını saklamaya yaramaktadır. 23 Söz konusu “saklama” meselesinde pek çoklarının kolayca düştüğü tuzağı işaret eden İzmir Kadifekale Kentsel Dönüşüm Projesi örneği ile konuyu açmaya çalışalım.

İzmir Kadifekale örneğinde yetkililerce söylenen şey İstanbul’daki rant amaçlı kentsel dönüşüm projeleriyle Kadifekale’deki dönüşümün karıştırılmaması gerektiğidir. Bu teze göre dönüşümdeki amaç, Kadifekale bölgesinde yaşayanların heyelan ve göçük riskine karşı güvenli bir yere taşınmasıdır. 24 İstanbul’daki uygulamalarda dönüştürülen alanların rezidans, otel, AVM ve ofis projelerine terk edilmesinin aksine İzmir’deki uygulamada toplam yeşil alan miktarını arttırmak için dönüştürülen bölgenin park (yeşil alan) yapılacağı söylenmiştir. Burada, düşülmemesi gereken bir tuzak var. Yeşil bir alanın, olduğu bölgenin (hem de İzmir kent merkezinin göbeğinde!) değişim değerinin arttırabileceğini, böylece alanın bir cazibe merkezi haline gelebileceğini söylemek yanlış olmaz. Yani İzmir’de uygulanan kentsel dönüşüm projesinde amacın Kadifekale halkını heyelandan ve göçük tehlikesinden kurtarmakla ilgisi yoktur. Rant ve sermayenin çıkarıyla ise doğrudan ilgisi vardır. Söyleneni daha fazla açabilmek için bir örneğe daha başvuralım:

“…New York şehrindeki yeni oluşturulan High Line, civardaki emlak değerleri üzerinde inanılmaz bir etki yarattı ve böylelikle şehir sakinlerinin pek çoğunun bu bölgede ucuz konut bulabilme şansı ortadan kalktı. Bu tür bir kamusal alanın oluşturulması çok zengin kesim dışında kalan herkesin ortak kullanım potansiyelini arttırmak şöyle dursun, ciddi ölçüde kısıtlar…” 25 

“High Line” isimli projede, New York’ta uzanan ve artık kullanılmayan bir tren hattı, bitkilendirme müdahalesi ile (zekice, oldukça basit ve ucuza mal edilmiş bir peyzaj tasarımıyla) şehir parkına dönüştürülerek kente kazandırıldı. Hatta proje iki adet prestijli ödül de aldı. 26 Yani şehir ölçekli mücadelede çözüm aracı olarak önümüze konan ve liberal hegemonya tarafından dayatılan “alternatif projeni söyle yoksa sus” anlayışı, mevcut koşullarda rantı arttırmaktan başka bir işe yaramıyor. Alternatif planlar ve özellikle mimarların rüyası olan iyi niyetli projeler de aynı sonuca yol açıyor. Kadifekale’ye dönecek olursak, bölgede yapılan teknik araştırmalar göstermiştir ki Kadifekale’nin heyelan ve göçük tehlikesi barındırmasının nedeni kırk yıldır bölgede uygulanan yanlış kentleşme politikalarıdır. 27 Bahsedilen süreçlerden her anlamda en çok etkilenen emekçi kesimler olurken, söz konusu bağlantıyı deşifre etmek ve yaygınlaştırmak aydınların, meslek insanlarının, uzmanların sorumluluğudur. Şehir ölçekli karşı koyuşlarda bahsedilen kesimler arasında olsa olsa bu türden bir farklılaşma olabilir, ötesi değil.

 

Barınma hakkı tartışmaları: En başa dönüş

Ülkemizde mahalle ölçekli mücadelenin tarihini üç döneme ayırabiliriz: İlk önce büyük kentlere 1950’lerdeki göç dalgasıyla birlikte gelen emekçilerin barınma sorunlarını çözmek amacıyla oluşturdukları gecekondu bölgelerinde yaşadıkları yerleşikleşme 28 mücadelesini görüyoruz (evlerin yapımı ile yol, su, elektrik, eğitim ve sağlık hizmetleri bağlamında). Daha sonra imar ıslahları vb. yollarla tapu, tapu tahsisi gibi belgeleri edinerek meşruluk zeminine ulaşmak için verilen mücadele karşımıza çıkıyor. Öte yandan, siyasilerin oy alamayacakları mahalleler veya mahallelerin oy alınamayacak bölümleri ise bu bahse konu bile olmamıştır. 29 Yerleşik konut üretiminin meşrulaştırılması, gecekondular üzerine kat çıkılmasına izin verilmesi ile küçük sermayeli konut üreticilerinin faaliyetlerine uygun ortamın hazırlanması 30 ise bir diğer dönemi oluşturmaktadır. Bu dönemle birlikte ilksel anlamıyla kullanım için oluşturulan gecekondu mahalleleri yerlerini değişim değeri olan, farklı mülk sahipliklerini doğuran ve yoğun şekilde kiracı barındıran mahallelere bırakmıştır. Özetle sermaye Türkiye ölçeğinde emek gücünün kendini yeniden üretmesi bağlamındaki kentsel hizmetleri 31 sağlayacak mekanları hiçbir dönemde bilinçli ve planlı biçimde yaratmamıştır. Emekçilerin en temel sorunu olan barınmayı kendi kendilerine “çözmelerine” göz yummuştur. Hatta yalnızca seçim dönemlerinde yaptığı bir takım düzenlemelerle çanak tutmuştur.

Son on yıldır içinden geçmekte olduğumuz dönemde ise kentsel dönüşüm bölgesi ilan edilen, çoğunluğu kiracılardan oluşan mahalleler, büyük sermayeli dev şirketlerle kol kola giren belediyeler ve kendisi de bir şirket olan TOKİ ortaklığıyla yok ediliyor. Emekçiler barınma mücadelesinde “en başa” dönmeye zorlanıyor. En başa dönüşü daha iyi anlatmak için birkaç örnekle açalım:

Barınma hakkı konut sorununa ya da hakim ideolojik hegemonyanın dayattığı biçimde mülkiyet temelinde 32 konut hakkına indirgendiğinde sermaye bu alanda da sorunu yönetmeye çalışır. 33 Sermaye, kendi konut sorununu çözmek için işçinin barındığı mekanı her defasında yeniden satın alması/almaya çalışmasını sağlamak için gerekli müdahaleleri uzunca bir süredir yapmaktadır.

Türkiye’de kentsel dönüşüm projesi kapsamına giren mahallelerdeki ev sahiplerine TOKi’den zorunlu olarak krediyle ev almaları; kiracılara ise yine TOKİ bloklarında yaşayıp, ödeyemeyecekleri kiraları ödemeleri dayatılıyor. Burada bir parantez açmak gerekir: Diyelim ki yeni dönüşüm bölgelerindeki ailelerin bir kısmı borçlandı ve yıllarca borçlarını düzenli ödedi. Bu borçları ödedikten sonra pek çok ailenin kendisini başlangıçtakinden daha yüklü bir borç altında bulmayacağının, ödemeyi bir kez aksattıklarında dahi sözleşmelerinin iptal edilmeyeceğinin ve ailelerin evlerinden tahliye edilmeyeceğinin -yani kısa sürede yeniden “en başa” dönülmeyeceğinin(Amerika’da pek çok bölgede yaşandığı gibi 34 ) garantisini kim verebilir? Pek özenilen batı ülkelerinden İngiltere’ye, Londra’da işçi konutları yapılmasına ve sonrasına bakalım. İş yerleri ile işçilerin yaşadıkları mekanların uzaklığını azaltmak için bir dönem sanayi alanların yakınlarında, kent merkezlerinde sosyal konutlar yapan sermaye kuşkusuz kendi çıkarını kollamıştır (Bu örneği İstanbul için ulaşım yatırımları açısından okuyabiliriz).Margaret Thatcher döneminde ise Londra’nın merkezinde bulunan aynı sosyal konut alanlarının özelleştirilmesi sonucunda bütün alan çapında kira ve gayrimenkul fiyatları uzun vadede öyle yükselmişti ki alt gelirli, hatta giderek orta gelirli kimseleri şehir merkezine yakın herhangi bir yerde ikamet etmekten alıkoyacak hale gelmiştir. Böylece yoksulluk ve hizmetlere erişebilirlik sorunu gibi gelir düzeyine uygun konut sorunu da şehir içinde yer değiştirmiş oluyordu. 35

Kuyucu ve Ünsal; Tarlabaşı ve Başıbüyük’de yaptıkları çalışmada, hükümetin kentsel dönüşüm projelerinde temel stratejisinin, kentsel rantı şişirme yoluyla, mülkiyet strüktürünü yeniden düzenleyerek projelere karşı olan güçlü kolektif hareketleri kişisel çıkarlar uğrun pazarlık sürecine sokmak olduğundan bahsederler. Söz konusu pazarlık sürecine karşı en kırılgan ve savunmasız olanlarsa legal bir garantisi olmayanlar 36 (tapu ve tapu tahsis belgesi) ile kiracılar ve örgütlü bir birlikteliğe sahip olmayanlardır. Ayrıca söz konusu pazarlık süreçlerinin işletildiği koşullarda birlikteliğin zayıf olduğu mahallelerde tapu tahsise sahip olanlar ile hakim hegemonya tarafından “işgalci” olarak kabul edilenlerin arası açılmaktadır. Oysa bugün salt tapu sahibi olmak da işe yaramamakta, “en başa” dönüşü dayatan politikalar sebebiyle emekçilerin barınma hakkından olmalarını önleyememektedir.

 

Yalnızca Mahalleyi korumak: Kurtarır mı?

İş bulma umuduyla köylerini terk ederek büyük şehirlere göç eden emekçilerin yerleştiği bölgelerden birisini, mahalle ölçeğinde yürütülen mücadele açısından ele alacağım. İstanbul Maltepe’de E-5’in kuzeyinde bulunan Gülsuyu olarak anılan bölge, bu şekilde yerleşilen alanlardan biridir. Muhtarlık statüsünü 1956 yılında kazanan Gülsuyu, 60’lı ve 70’li yıllarda kolektif mücadele ve emekle kurulan bir yerleşimdir. Su, yol, elektrik altyapı hatlarının yanı sıra okul, sağlık gibi hizmetleri kazanan mahalle Otosan, Otoyol ve Singer’de çalışan işçilerin de buraya yerleşmesiyle büyümüştür. 37 Sol/sosyalist hareketler 1970’lerde Gülsuyu mahallesinde olduğu gibi kent toprağının kamuya ait bölümlerinde, fabrika çevrelerinde, daha önce herhangi bir yapılaşma olmayan, kimsenin tercih etmediği yerlerde barınma sorunlarını çözmek için kolektif olarak mahalleler kurmuşlardır. Bu mahallelerde:

“..Sosyalist gruplar mekanın alım satım sürecinin hemen tüm yerel aktörlerini devre dışı bırakarak kent arsasının kamuya ait bölümlerini, öncelikle barınma ihtiyacı olan yoksullar arasında eşit büyüklüklere bölerek dağıtımını sağlamışlardır. Üstelik sadece arsa dağıtımını yapmamış, ihtiyaç sahiplerini belirlenmiş kriterler çerçevesinde özenle seçmiş, konutları kolektif emekle birlikte inşa etmiş, konutlarda ikamet zorunluluğu getirmiş ve muazzam bir dayanışma ağı kurarak resmi kurumların müdahalelerine karşı bu mekanları ve toplumsallıkları korumuştur” 38

Türkiye’de toplumsal mücadelenin geriye düştüğü, solun ülke ve toplum ile kurduğu bağın sermaye sınıfı tarafından zor aygıtı ile yok edildiği 1980 yılına gelindiğinde Gülsuyu artık tipik bir gecekondu mahallesidir. 1989’da yapılmış imar islah planları ile bir kısım mahalleli tapu tahsis belgesini edinmiştir. Bu belgenin masrafını karşılayamayanlar ve 86 sonrası inşa edildiği için af kapsamına giremeyenlerin yanı sıra kaçak durumdaki mülk sahipleri, hisseli mülkiyet sahipleri ve kiracılar olmak üzere farklı durumda olan çeşitli aileler bulunmaktadır. 39 Öte yandan 90’lı yıllarda zorunlu olarak köylerini boşaltan ve İstanbul’a yine bu bölgeye gelen Kürt aileler mahallenin kuzeyine doğru yeni gecekondular inşa ederek barınma sorunlarına çözüm üretmişlerdir. Böylece ikinci bir mahalle olarak Gülensu kurulmuştur. Maltepe’de bulunan 9 mahalleyi kapsayan “Maltepe E-5 Kuzeyi Nazım İmar Planı’nın” öngördüğü değişikliklerle “kentsel dönüşüm”, 2004 yılında Gülsuyu ve Gülensu mahallelerinin de gündemine girmiştir. Gülsuyu mahallesi İstanbul’da kentsel dönüşüme karşı en kapsamlı mücadeleyi üreten ve bu alanda ilk örgütlü tepkiyi inşa eden mahalle olarak literatüre geçmiştir. 40 Binlerce mahalleli plana itiraz dilekçeleriyle hukuki mücadele başlatmış, sokak temsilciliği, mahalle meclisi gibi deneyimlerle örgütlenmiş, kendisi gibi başka mahallelerle ve derneklerle ilişkiler kurmuştur. 41 Buraya kadar özetlediğimiz tablonun yıllar ilerledikçe durumuna ve arka planına bakmakta fayda var. Bu noktada çok önemli bir not düşmek gerekiyor: Sol rüzgarların estiği bir dönemden alınan dayanışma mirası bugün aynı mahallelerde (Güzeltepe, Gülsuyu-Gülensu) bile yine benzer nedenlerle sarsıntıya uğramıştır. Artık neoliberal politikaların rüzgarları esmektedir, örgütsüz hareket etme, günü kurtarma normalleşmiştir. Bu bölgede çalışma yapmış, alternatif planlama ile ilgili atölyeler yürütmüş akademisyenlerin söylediklerine kulak verelim:

…özellikle düşük gelir grupları için yaşam alanını kurma, gelir elde etme ve gündelik hayatı yeniden üretmede önemli işlevleri olan geleneksel dayanışma ağları ve sosyal politikaların aşınması yeni bir yoksullaşma ve yalnızlaşma sürecine işaret etmekte. Bu çözülmenin Gülensu gibi yaşam alanını politik örgütlenme ve toplumsal muhalefet geleneği içinde kurmuş mahallelerde bile görünür hale gelmesi kentlerimizin geleceği açısından önemli kaygıları doğurmaktadır.” 42 2004’ten sonra kentsel dönüşüme karşı koyuş için bir araya gelen mahalle halkı ile ilgili: “…çok parçalı görüntüsü ve etkisi zayıf grupların gösterileriyle mahalle söylemde geçmişe benziyordu ama eylemde bundan bir hayli uzaktı mahalledeki politik gruplar küçücük bir mahallede bir festivali bile birlikte yapabilmeyi başaramamıştı…” 43 tespitini yapan Çavuşoğlu’nun yanı sıra Dayanışmacı Planlama Atölyesi’nin yürütücülerinden Yalçıntan’ın gerçekleştirilen bir dizi karşı koyuş ile ilgili çalışmalardan sonra yazdığı değerlendirme yazısında: “..Yapılan onca işin neden hiçbir kazanım yaratmadığı sorusuna doğrusu benim verecek bir yanıtım yok, hatta biraz da şaşkınım. Saptamam odur ki, sadece kamuoyu yaratmak üzerinden bu meselelere direnmek ve hak arayışında bulunmak yeterli değil. Siyasal alanın içerisinde yer alabilmeniz için öncelikle örgütlü ve birlikte hareket eden bir kitleye ihtiyaç olduğu kesin.” 44 diyerek biraz da Sulukule üzerinden yaptığı değerlendirme, bugün herhangi bir mahalle için de dikkate değerdir.

1970’lerdeki işçi sınıfı mücadele mirası ile bugüne kadar fiziki dokusunu koruyarak gelebilen Gülsuyu Gülensu Mahallesi’nin siyasi, ideolojik, kültürel yapısı ile bugün Fikirtepe’de oda yetkilileri ve meslek insanlarını “rantımızı engelliyorsunuz” diyerek kovalayan mahallelilerin içinde bulunduğu koşullar elbette farklıdır. Öte yandan mahallenin korunması gerektiğine inanan sol/ sosyalist öznelerin, gecekondu bölgelerinin enformel yapılaşmalar olmaları sebebiyle, “piyasa” kurallarından da azade olacakları gibi bir yanılsamaya kapıldıkları görülmektedir. Oysa bir bölgenin, ülkedeki sosyo-ekonomik koşullardan azade olmasının, kendini korumasının sınırları var. Üstelik bu öznelere dair “güvenli mikro ölçeğe hep geri dönen sol güçler” 45 tespiti yine Türkiye için de geçerlidir. Diğer taraftan neoliberal hegemonya da merkezi siyaset üzerine yüklenen, tıkanıklıklar yaratan basıncı seyreltmek amacıyla siyaseti yerelleştirmek istemektedir. 46 Bu örnekte de bir anlamda bölgenin içinde kalarak yerele sıkışılarak “mahalle korunmuştur”. Bu sıkışma beraberinde zaman zaman reformist çözüm arayışlarına savrulmayı getirmiştir. Yalnızlığı da. Yine de devralınan siyasi pratikler bazı izler bırakmıştır. Diğer pek çok gecekondu alanına kıyasla ilksel anlamıyla tipik gecekondu dokusunun %85’ini hala koruyan nadir bir örnek olarak Gülsuyu bir dizi sıkışmayı ve basıncı kaçınılmaz olarak yaşamaktadır.

 

Gülsuyu Gülensu Mahallesi örneğini İstanbul’da kentsel dönüşüme karşı en kapsamlı mücadeleyi üreten, bu alanda ilk örgütlü tepkiyi inşa eden ve sol geleneği ile anılan bir mahalle olma “iddiasından” dolayı ele aldım. “Hukuki mücadele, sokak temsilciliği, mahallede mücadele, mahallelinin katılımı” gibi dillere pelesenk olan deneyimlerin hepsi bu örnekte yaşanmıştır. Son tahlilde bütüncül bir mücadele örülememesi, Türkiye’nin içinde bulunduğu durum ve mahallede mücadele eden öznelerin kendi içlerindeki parçalı yapısıyla, farklı eğilimlere sahip “sıkışmış” bir mahalle karşımızdadır. Sıkışmanın, büyük tabloya baktığımızda fena sayılmayacak bir yeri işaret ettiğinin de hakkını vermek gerekiyor. Çünkü kentsel dönüşüm kararı ile karşı karşıya olan pek çok mahalle bugün artık yok! Çoğunlukla doğrudan sokağa atılarak, TOKİ ya da şirketlerle yok pahasına anlaşarak çok uzaklara sürüldüler bile… Nelerle karşılaştıklarını/karşılaşacaklarını gözlemlemek, toplu bir değerlendirme yapmak ve bu sürecin emekçilere nelere mal olacağını değerlendirmek için biraz daha zamana ihtiyacımız var.

 

Bitirirken

Güncel sol / sosyalist karşı koyuş pratiği açısından, “..bujuvazinin mekana hakimiyetindeki zaaflar göz önünde bulundurulduğunda, toplumsal iktidardan önce düzenden ‘mekan koparmak’ mümkün görünmektedir”. 47 Gelenek sayfalarında on yıl önce yapılan bu tespitin şimdi anlamı çok büyük. Hatta bugün “mekan koparma” eyleminin kendisi olanaklı olmanın ötesine geçen, gerçekleşen, neoliberal ve İslami muhafazakar hegemonyayı ciddi boyutlarda sarsıcı nitelik taşıyan, aydınlanma mücadelesinin parçası olan, ilerici özellikler taşıyan çok önemli bir kavga konusu haline gelmiştir. Bu kavganın yürütülmesinde bir araç olan platform vb. yapılarda ise apolitiklik, birey olarak temsiliyet, alternatif projeciliğe mahkumiyet, müzakerecilik gibi terimlerle kurulmaya çalışılan liberal bir hegemonya ile karşı karşıyayız. Liberal hegemonya şehir ölçekli mücadelede hem mahalle hem de kamusal mekanlarda belediye veya şirketlerle müzakere yolunu dayatmaktadır. Barınma hakkı-mahalle mücadelesine dair olumlu bir girişim olarak anlatılan fakat fiyaskoyla sonuçlanan Ayazma Mağdurları’nın 48 öyküsü unutulmaması gereken bir örnektir. Kamusal alan üzerinden bir karşı koyuş olarak Taksim özelinde verilen mücadele sürecinde de yine bazı grupların “gidelim konuşalım, müzakere edelim, yanlış yapıyorsunuz diyelim, anlatalım” türünden yaklaşımları son derece çarpıcıdır. Şehir ölçekli karşı koyuş mecralarında burası siyasi mücadele alanı değil, “hak arama” mücadelesi alanıdır, “politik olmayacağız, hedef göstermeyeceğiz” diyenlere bir doz Haziran Direnişi hatırlatması yapmak bana göre kafidir. Kamusal alan mücadelesinde Kuzey Ormanları, Haliç Tersanesi ve Haydarpaşa başlıkları ve daha nice tehdit altındaki ortak değer ve mekan kolektif, örgütlü ve bütüncül mücadeleyi beklemektedir.

Şimdiye kadar AKP’nin de adeta savaş koşullarında işlettiği, geriye dönüşsüz izler bırakan/bırakmaya aday, rant ve yolsuzluk örneği projelerini görünür kılıp, yaratacağı yıkımı engellemeye çalışırken, çoğu zaman sermayenin hızına yetişemedik. 1950’lerden beri yaşamını büyük kentlerde kurmaya çalışan, bu sırada da en temel ve acil ihtiyaçlardan birisi olan barınma sorununu sürekli başladığı yere dönerek “hala” çözmeye çalışan emekçilerin hiç bitmeyen ve büyük çelişkiler barındıran mücadelesine tanıklık ediyoruz. Hedefimizin zorluğu ve zorunluluğu ortada. Türkiye’de sol/sosyalist hareketin şehir ölçekli mücadele ile ilgili doğrultu zayıflığı da göz önüne alındığında, işimiz diğer pek çok mücadele başlığına göre daha da zor görünüyor. Sosyalist mücadelede kentsel karşı koyuşlar açısından birincil hedef ve sorumluluk, birbirinden bağımsızmış gibi görünen, mahalleler/yaşadığımız alanlarla ortak kentsel alanlarda yaşanan sorunların hem birbiriyle hem de daha genel ölçekte işçi sınıfı sorunları ve mücadelesi ile bağının görünürlüğünü arttırmaktır. Bunu yaparken hem daha fazla pratiğe hem de sosyalist mücadele açısından mekana dair bütüncül olarak örülmüş teorik bir çerçeveye ihtiyaç bulunmaktadır.

Toparlarsak, tarih boyunca değiştirdiğimiz, değiştirirken birlikte dönüştüğümüz “kent mekanı”, kapitalizm tarihindeki en şiddetli dönemini yaşıyor ve sosyalist mücadeledeki çok özel uğraklardan birisini oluşturuyor. Bugün şehir ve mekanın sol/sosyalist mücadele açısından yadsıyamayacağımız bir önemi var ve bu bir tesadüf değil. Tarih boyunca iyiye, güzele ve yaşanılası olana dair yönelimlerin hepsinde coğrafi keşiflere ihtiyaç duyulmuştur, çünkü tümünün pozitif umudunun merkezinde Topos 49 [mekan, yer] vardır ve bundan sonra da olacağa benzemektedir. 

Dipnotlar

  1. Friedrich Engels, İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu, Çev.Yurdakul Fincancı, Sol Yayınları, 2010.
  2. David Harvey, Asi Şehirler, Çev. Ayşe Deniz Temiz, Metis Yayınları, s.133 ‘ün içinde Karl Marx, Kapital 1.cilt ,s.638.
  3.  “İstanbul’da Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun”olan 6306 Sayılı Kanun kapsamında yapılan kentsel dönüşüm hamlelerinin yalnızca 323 hektarı deprem odaklı adı altında yapılmıştır, 901,5 hektar alan stratejik odaklı, 231,4 hektar da tarihi alanların dönüşümü odaklı adı altında yapılmıştır. http://www.emlaktasondakika.com/t/ibb/ Istanbulda-kentsel-donusume-yeni-ayar/11611.aspx
  4. İstanbul Beyoğlu’ndaki Örnektepe Mahallesi’nde Haliç manzarasına yapılmakta olan otel inşaatı, 4 sokakta toprak kaymasına yol açtı. Evlerinin duvarlarında derin çatlaklar oluşan mahalle halkı korku içerisinde yaşıyor. http://emlakkulisi.com/ornektepe-mahallesinde-otelinsaati-4-sokakta-toprak-kaymasina-yol-acti/199871

                    İstanbul Beyoğlu’ndaki Örnektepe Mahallesi’nde Haliç manzarasına yapılmakta olan otel inşaatı, sokakta toprak kaymasına yol açtı. Evlerinin duvarlarında derin çatlaklar oluşan mahalle halkı korku içerisinde yaşıyor. http://emlakkulisi.com/ornektepe-mahallesinde-otel-insaati-4-sokakta-toprak-kaymasina-yol-acti/199871

                    Ankara’nın Altındağ İlçesi’nde Kentsel Dönüşüm kapsamında bir binanın yıkımı sırasında göçük meydana geldi. Göçükte bir kişi hayatını kaybetti. http://www.hurriyet.com.tr/gundem/25725251.asp

                    “..Türkiye’de 2001-2011 yılları arasındaki resmi istatistiklere göre 11 bin 881 işçi yaşamını yitirdi. 19 bin 487 kişi sürekli iş göremezlik ile sonuçlanan “kaza”ya maruz kaldı. Bu ölüm ve sakat kalmalarda inşaat sektörünün payı ürkütücü, 3 bin 550 inşaat işçisi yaşamını yitirdi, 4 bin 136 işçi ise sakatlandı.” Gürkan Emre Gürcanlı, İşleneceğini Herkesin Bildiği Bir Cinayetin Öyküsü, Yazılama Yayınevi, 2014, s.272.

  5. İronik bir biçimde mezarlıklar dahi “deprem odaklı” kentsel dönüşüme konu olmuştur. http://emlakkulisi.com/gaziosmanpasadaki-mezarlik-da-afet-riskli-alan-ilan-edildi/228493
  6. Metin Çulhaoğlu ,Varoşlar ve Kent Yoksulluğu: Sınıf Mücadelesinde Mekan ve Bütünlük Sorunları, Doğruda Durmanın Felsefesi, Seçme Yazılar 1970-2000, YGS Yayınları, s.304-351.
  7.  Tarık Şengül, Kentsel Çelişki ve Siyaset:Kapitalist Kentleşme Süreçlerinin Eleştirisi, İmge Kitabevi, 2007, s.265.
  8. Cenk Saraçoğlu, Haziran Direnişi ve Mekan / Şehir Gündemi, Gelenek 121, 2013, s.69-83
  9.   Neil Faulkner, Marksist Klasikleri Okuma Kılavuzu , Yordam Kitap, 2013, s.38.
  10.  Neil Faulkner, Marksist Klasikleri Okuma Klavuzu , Yordam Kitap, 2013, s.38.
  11. Lefebvre, Paris’te 1871’de olduğu gibi bujuvazinin gerici güçleri açısından şehir kuşatmak, tedarik hatlarını keserek açlığa mahrum etmek hatta şehri istila edip karşı koyan herkesi katletmenin zor olmadığını anlatır. David Harvey, Asi Şehirler, Metis Yayınları, Çev.Ayşe Deniz Temiz, 2012, s.37.
  12.   A.g.e, s.39.
  13.  A.g.e, s.120-121.
  14. A.g.e. s.49.
  15. En yakın örneği hatırlamak için bkz. http://www.taksimplatformu.com/haberdetay. php?id=111 (Taksim Platformu, ‘İnsani İstanbul Projesi’ni partilere götürecek Taksim Platformu’nun hazırladığı alternatif “İnsani İstanbul Projesi” BDP, CHP, AKP ve MHP’ye götürülerek ortak bir anlaşma zemini aranacak demişti)
  16.    Tarık Şengül, Kentsel Çelişki ve Siyaset: Kapitalist Kentleşme Süreçlerinin Eleştirisi, İmge Kitabevi, 2001, s.263.
  17. “…Taşkıran, Van depremini gerekçe yaparak çıkarılan Afet Yasası ile halkın 40-50 yıllık emeğinin sermayeye peşkeş çekileceğinin altını çizdi. Bunun kentsel dönüşüm değil “rantsal dönüşüm” olduğunu kaydeden Taşkıran, yerinde dönüşüm ve insanca yaşanabilir konutlar istediklerini dile getirdi.” http://www.etha.com.tr/Haber/2012/05/22/yasam/alibeykoy-yikimlara-karsi-direnis-baslatiyor/
  18. Şükrü Aslan, Kendi Sesinden GülsuyuGülensu, Notabene Yayınları, 2013, s.7.
  19.  “..Enformel etkinliklerde bulunanlar sık sık taciz edilseler de, enformel sektör bir bütün olarak hükümetin hoşgörüsüne bağlı bir himayecilik altında gelişme eğilimindedirler. Hükümetler potansiyel toplumsal çelişkileri çözmek ya da siyasi patronajı desteklemek üzere enformel etkinlikleri hoş görebilir hatta teşvik edebilirler “ (Julia Strutz ve Erbatur Çavuşoğlu, Enformelliğin Sınırları Değişirken Kent Hakkı, Eğitim,Bilim,Toplum Dergisi, Sayı 9, 2011, s.56-74)
  20.  Sarıyer’de bulunan Derbent dahil 12 mahallenin bir araya geldiği eylem: http://haber.sol. org.tr/kent-gundemleri/sariyer-mahalleleri-secimler-oncesi-bulustu-haberi-89896
  21. Van Depremi (2011); Samsun Sel Felaketi (2012); Ayamama Deresi Taşkını (2009) ve daha birçokları
  22.  Konu ile ilgili detaylı bir çalışma için bkz..Esra Sert ve Hayriye Eşbah, Kentsel Altyapı Bağlamında Dönüşen Peyzaj, TMMOB Peyzaj Mimarlığı 5. Kongresi 14-17 Kasım 2013, Adana.
  23.  , L. B.Short ve J. R Short (2008) “Cities and Nature: Critical Introductions to Urbanism and The City”, Routledge Taylor& Francis Group
  24. Cenk Saraçoğlu ve Neslihan Demirtaş-Milz ,Disasters as an Ideological Strategy for Governing Neoliberal Urban Transformation in Turkey: Insights from İzmir / Kadifekale, Disasters, 38(1), 2014, s.178-201.
  25.  David Harvey , Asi Şehirler, Çev.Ayşe Deniz Temiz, Metis Yayınları, 2012 , s.127.
  26. http://www.asla.org/2010awards/173.html,http://www.asla.org/2013awards/524. html,http://www.asla.org/sustainablelandscapes/highline.html
  27.  Cenk Saraçoğlu, Neslihan Demirtaş-Milz, Agm., s.178-201.
  28. Sema Erder, İstanbul’a Bir Kent Kondu: Ümraniye, İletişim Yayınları, 2011.
  29. Bu yazının yazıldığı sıralarda dahi seçime 10 gün kala İstanbul Sarıyer Derbent: “50 yıldır mülkiyet problemi yaşanan Derbent Mahallesi’nde tapu sevinci yaşandı.” denilerek basında yer almıştır. (http://www.turkiyegazetesi.com.tr/gundem/142707.aspx) Aslında olan ise henüz olmayan evlerintapularının açık bir şekilde AKP’ye oy vereceklere, kentsel dönüşüm şartlarını sessizce kabul eden 19 kişiye şaşalı bir şekilde verilmesidir. (http://haber.sol.org.tr/ kent-gundemleri/derbentte-henuz-olmayan-dairenin-tapusunu-verdiler-haberi-89797)
  30. Sema Erder, Age.
  31. Metin Çulhaoğlu büyük kent mekanının emek gücünün kendini yeniden üretmesi yani sınıf oluşumu bağlamında bir okumasını Gelenek sayfalarında yapıyor. (bkz. Metin Çulhaoğlu, Sınıf Oluşumu ve Büyük Kent Mekanı: Güncel Durum ve Olasılıklar, Gelenek 80, 2004)
  32. Mülkiyet hakkının savunulmasının işçi sınıfı terminolojisinden anlamı için Aynur Özuğurlu hakim ideolojik hegemonyanın dayattığından farklı bir okuma önerir. (bkz: Aynur Özuğurlu (2010) “Neoliberal Kentleşme Karşısında Barınma Hakkı Mücadeleleri: Mülkiyet Açısından Bir İnceleme”,Toprak Mülkiyeti Sempozyum Bildirileri Kitabı, Memleket Yayınları, s.297-307)
  33. Konut hakkına indirgendiğinde bujuvazinin nasıl çözeceğine dair Engels “….Günümüz toplumunda herhangi bir diğer toplumsal sorunun çözüldüğü gibi: arz ve talebin tedrici ekonomik ayarlanması ile sorunu her zaman yeniden yaratan ve dolayısıyla çözüm olmayan bir çözüm ile..” tespitini yapmıştır (bkz. Friedrich Engels, Konut Sorunu, Sol Yayınları, 1992, s.34)
  34.  David Harvey, Age., s.104.
  35.   A.g.e. s.63
  36. Tuna Kuyucu ve Özlem Ünsal, Urban Transformation as State-led Property Transfer : An Analysis of Two Cases of Urban Renewal in İstanbul”, Urban Studies, 47 (7), 2010, s.1479-1499.
  37. Şükrü Aslan, Age., s.10.
  38.  Halkın Yolu Dergisi sayı:43,20 aralık 1977; Halkın Kurtuluşu Dergisi Sayı:102, Nisan 1978; Partizan Dergisi 1 Mayıs Mahallesi Özel Sayısı, Eylül 1977; Birlik Dergisi, Sayı:9, Ekim 1979; Şükrü Aslan, Kendi Sesinden Gülsuyu-Gülensu, Notabene Yayınları, 2013, s.9.
  39.  Erbatur Çavuşoğlu, Reaktvist Planlama Girişimi Olarak Gülensu Deneyimi: Bir Kentsel Toplumsal Hareket, İstanbul Dergisi, Sayı:62, 2008, s. 28-32.
  40. Farklı çalışmalar: Erbatur Çavuşoğlu (2008), Murat Cemal Yalçıntan(2009), Şükrü Aslan (2013),
  41. Erdoğan Yıldız , Kendi Sesinden GülsuyuGülensu” , Notabene Yayınları, 2013, s.24. Gülsuyu Gülensu Mahalleleri mücadele araçlarıyla Kazım Karabekir, Okmeydanı, Başıbüyük gibi çeşitli mahalleleri de tetikleyen deneyimler eski gecekondu mahalleleri arasında merkezi bir yeni örgütlülük olarak “istanbul mahalle dernekleri platformunu” oluşturmuştur.(bkz. http:// www.mimdap.org/?p=3152)
  42.  Erbatur Çavuşoğlu, Reaktvist Planlama Girişimi Olarak Gülensu Deneyimi: Bir Kentsel Toplumsal Hareket, İstanbul Dergisi, Sayı:62, 2008, s.28-32.
  43. Şükrü Aslan, Age., s.17.
  44. Murat Cemal Yalçıntan “Kentsel Muhalefetin Halleri ve Halsizlikleri”. Açıklamanın tamamı için: http://www.planlama.org/index.php/duyurular/57-planlamaorg-yazlar/murat-cemalyalcintan/489-kentsel-muhalefetin-halleri-ve-halsizlikleri
  45. DavidHarvey güvenli mikro ölçek ile iligili şunu söyle: “…kentsel ortak alan bütün çelişkileri yoğun olarak sergiler…mahalleden ve yerel siyasi örgütlerden metropolitan ölçeğe doğru ilerlediğimizde ..ulaşım,kanalizasyon vb. türden meseleleri birbirine bağlamak söz konusu olduğunda sol analiz hep muğlaklaşır; yerel eylemler arasında mucizevi bir eşgüdümün oluşmasından ve bunun bölgesel ve küresel düzeyde etkin olmasından medet ummaya başlar veya eşgüdüm sağlamanın önemli bir sorun olduğunu not ettikten sonra,en rahat hissettiği ölçeğe-ki genelde mikro ve yerel ölçektir-geri dönmekle yetinir.” (David Harvey, Age., s.133-134)
  46. Metin Çulhaoğlu, Agm.
  47. Metin Çulhaoğlu, Agm.
  48. Detaylı bilgi için bkz. Esra Sert., Küresel Kent, Yarışan Kentler Söylemi ve Kentsel Dönüşüm Projeleri, Yağmalanan Türkiye’de Toplumcu Seçenek Kitabı, Editör: Gürkan Emre Gürcanlı,Yazılama Yayınevi, 2013, s.20-21.
  49. Ernst Bloch (2012) “Umut İlkesi” (Das Prinzip Hoffnung) Çev. Tanıl Bora, İletişim Yayınları, Cilt 2, s.74.
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×