Ülke Siyasete, Sol Siyasetsizliğe mi Mahkum?
Türkiye kapitalizminin gündemi siyasetle yüklemesi ile solun siyaset yoğunluğunu düşürmesi arasındaki çelişkinin üzerinde durulmalıdır. Gelenek Gündemi’ni bu konuya ayırarak, önümüzdeki aylarda sürece nasıl müdahale edeceğimizin ipuçlarını vermek istiyoruz.
Yukarıda değindiğimiz çelişki ilk bakışta anlaşılmaz bulunabilir. 1980 sonrasında kendisini devreye sokucu az sayıda dönem bulan Türkiye solu, 1995 ve 1996’nın ilk yarısında eline geçen fırsatları belli ölçülerde kullanmakla birlikte, daha sonra siyasal alanı çarpıcı bir biçimde terk etmek durumunda kaldı. Halbuki, bu dönem, yani son 6 ay, Türkiye’de devrimci hareket dahil, bütün siyasal aktörlerin alanını genişleten gelişmeler ortaya çıktı. Gelenek’te ve başka yayınlarda sürekli olarak vurguladığımız krizin oldukça önemli bir aşamaya girdiği dönemdi bu. 1995 sonunda krizin ideolojik boyutunun öne çıkmaya başladığını özellikle vurguluyorduk. Sonraki gelişmeler bizi fazlasıyla doğruladı. Çaresizliğini devleti aşırı derecede tahkim ederek yenmeye çalışan Türkiye burjuvazisi, tahkimatın içeriğini mutlak bir gericileşmeye endeksleyerek ideolojik yapıda derin sarsıntılara neden oldu.
Burjuva düzeninde ideolojik sarsıntının doğal parçası siyasal dengelerin de altüst olmasıdır.
Refah’ın yükselişinin yarattığı oynamaları, devletin zor aygıtının kendisini kusmaya başlaması ancak bu çerçevede değerlendirilebilir. Sosyalistler, son aylardaki gelişmeleri, Türkiye burjuvazisinin özellikle 1993 sonundan itibaren sınıflar mücadelesine müdahale ederken geliştirdiği araçlardan bağımsız olarak ele aldıkları sürece, merkezi siyaset üretiminde hedefi hiçbir durumda tutturamayacaklardır.
Bugün olanlar, sermaye egemenliğinin iç sorunu olarak görülmemeli ve Türkiye işçi sınıfının hızla gelişmelerin doğrudan parçası haline getirildiği bir mücadele pratiği sergilenmelidir.
Bu pratiğin şu ana kadar ortaya çıkmamasının nedenleri üzerine düşünüldüğünde, bazı etmenler özellikle öne çıkmaktadır.
Bunlardan bir tanesi, neredeyse üç yıldır sürmekte olan krizin dönem dönem ortaya çıkan patlamaları ile solun örgütsel birikimi arasındaki uyumsuzluktur. 1995 Gazi, 1996 1 Mayıs gibi çok somut bir biçimde solun doğrudan “özne” konumunda olduğu patlamaların çapı, verili örgütlülük düzeyini aşmıştır. Sınıflar mücadelesinde çok sık karşılaşılan bu durum, Türkiye’de özel bir biçim almaktadır. Sol haklı olarak aceleci davranmakta ve bu dengesiz ülkede örgütsel olanaklarını ancak sonuna kadar tüketerek kendisini gösterebilmektedir. Saptamamız, solun bütün sektörlerini kapsamaktadır.
İkinci olarak, yukarıdaki sorunun burjuvazi tarafından çok iyi fark edilmesi üzerinde durulmalıdır. Devrimci örgütlerin enerjisini soğuran bir müdahale tarzı, devletin zor aygıtı tarafından anında gündeme getirilmekte ve bunda genellikle başarılı olunmaktadır. Aradan geçen süre, burjuvazide ciddi çıkışların bile arkasının getirilemeyeceğine dair yerleşik ve şu ana kadar haklı çıkan bir inanç gelişmesine yaramıştır.
Bir diğer başlık, zaman zaman Türkiye solunun siyasal gündeme yakınlaşmasını sağlayıcı faktörlerden birisi olan Kürt dinamiğinin, geçtiğimiz altı aylık dönem boyunca siyaset üretimi açısından mümkün olan en geri noktaya çekilmesidir. Bu dinamiğin, geçtiğimiz yılın sonunda ortaya çıkan Emek Barış Özgürlük Bloku’ndan sonra metropollerdeki siyasi varlığını bütünüyle Kürt ve Türk liberallerine teslim etmesi, devrimci hareketin bütününü etkilemiştir. Kürt hareketinin artık tek başına verimli bir siyaset alanı açamayacağı, Türk ve Kürt emekçilerinin ortak mücadele kültürünün yaratılması için çok geç kalındığının önemli bir kanıtıdır bu.
Dördüncü olarak, ele aldığımız dönemin Türk solundaki iki reformist oluşumun “büyük” iddialarıyla esir alındığını söylemek zorundayız. Bütün uyarılarımıza ve devrimci alternatifin önünü açma uğraşlarına rağmen, sol kamuoyunda ÖDP ve EP “siyaset yapalım da varsın geri olsun” diyen geniş kesimleri aldatmışlardır. Bu iki partinin sol kamuoyuna yanıtları “geri olalım da, varsın siyaset yapmayalım” olmuştur.
Siyasetin yoğunlaştığı bir sırada solun siyasetsiz kalmasının bir başka nedeni belki ilk iki etmenle yakından bağlantılı, ama ayrı ele alınması zorunlu bir nesnel sıkıntıdır. Burjuva siyasetinin çok sık gündem kirletmesi, zaten aynı ritme uyamayan solu hep dışarıda bırakmaktadır. Son altı ayın siyasal panoraması hem politize edici, hem de emekçi kitleleri politik açıdan yorucu iniş-çıkışlarla doludur. Kendisi gündem yaratamayan, verili gündeme de etkili bir biçimde müdahale edemeyen sol, sürekli ısınıp sahaya çıkamayan yedek oyuncu görüntüsü vermektedir.
Başka ne söylenebilir? Sosyalist hareketin önünü açan bir başka olgu, aynı zamanda onun elini kolunu bağlayan bir faktördür de: Yıllardır sol diye pazarlanan ve solun önemli bir bölümü tarafından öyle görülen sosyal demokrasinin dibe vurması da, devrimci hareketi etkisizleştirmektedir. Sosyal demokrasinin bıraktığı boşluğun otomatikman sosyalizm tarafından doldurulacağına dair boş inancın bedeli ödenmiştir. Sosyalist hareketin kendi bağımsız ve örgütlü gücünü dayatmaksızın sosyal demokrasinin sefilliğinden keyif duyması beyhudedir.
Bütün bunları teşhis etmeye ne kadar hakkımız var? Her şeyden önce bizler, yukarıdaki ve başka nedenlerin işaret etiği öznel yetersizliklerden kendi payımıza oldukça fazla şey düştüğünü biliyoruz. Ortaya çıkan olumsuz tablonun sorumluluğunu devlet soluna veya siyasetsiz devrimciliğe çıkartacak değiliz. Bu tablodan devrimci bir inisiyatif çıkarmanın yolunu arıyoruz ve bulacağız. Önümüzdeki aylar bu inisiyatifin hayata geçirilme dönemi olacaktır.
Nasıl mı?
Sosyalist İktidar Partililer, özellikle kriz saptamasını yaptıkları aylardan itibaren, devrimci hareketin örgütsel olanaklarını sosyalist siyaset için en fazla seferber eden kadroları olmuşlardır. Tarihin akışının yoğunlaştığı bir sırada, toplumsal tabanı sınırlı solun, toplumsal iz bırakan çıkışlar yapması için ortaya çıkan olanaklar birçok durumda yalnız kalınarak değerlendirilmeye çalışılmıştır. Sonuç istenen ölçüde olmamakla birlikte, bugün partinin temsil ettiği sosyalizm programı, sınıflar mücadelesinin bundan sonraki evrelerinde anlamlı çıkışlar için kendine özgü bir kanal yaratmış durumdadır. Buradan hareketle, işçi sınıfını süreklileşmiş bir biçimde siyasal alana taşıyacak kesintisiz bir mücadele için yeni bir hamle yapılacaktır.
Bu hamlenin son bir yıl hayata geçirilen ve örneklerini Blok, öğrenci hareketi ve 1 Mayıs-Taksim başlıklarında gördüğümüz pratiğin çok daha ilerisine geçeceği, sınıf üzerinde daha etkili olunacağı açıktır.
Sosyalist İktidar Partisi, önümüzdeki ayları, bütün gündemlere işçi sınıfını siyasallaştırıcı araçlarla müdahale edilecek dinamik bir kesit haline getirecektir. Türkiye işçi sınıfının burjuvazi tarafından kendisini paralize ettirmede kullanılan gündem yoğunlaşmasını tersine çevirerek bir yeniden doğuş yaşaması gerekmektedir. Sosyalist hareket sendikal bürokrasinin bu doğuşu engelleyebilecek bir güç olmaktan çıktığını bilmeli ve sınıfın ataletine artık Meral-Budak gibilerini mazeret etmemelidir. Ağalar, bu doğumun şiddetinden elbette nasiplerini alacaklardır, ancak, artık gündemin merkezine onlarla mücadele değil, doğrudan sermaye sınıfıyla hesaplaşma geçecektir. Sınıf sendikacılığının gündemi de bu anlamda, daha iddialı hale gelecektir.
Sosyalist iktidar kavgasının mayası tutmuştur. Şimdi eldeki kazanımları soğutmadan, onu kurda kuşa yem etmeden yeni ve etkili bir çıkış yapma zamanıdır.