Yapıcılar ve Flormar işçileri, bir klibin hikâyesi

Popüler müzik, hem biçim hem de içerik bakımından, olumlu ve olumsuz anlamda, diğer müzik türlerine oranla daha hızlı değişen bir müzik türü. Popüler müziğin bu “kıvraklığı” ise, gelişkinliğinden çok toplumsal işlevi ve günlük yaşamımızdaki yeri ile ilgili. Bu nedenledir ki popüler müzik, toplumsal hareketlenmelerle çok çabuk ilişki kurup rezonansa girebilen bir tür olduğu kadar, hızla çürüyen ve çürüten bir özelliğe de sahip. Büyük Fransız Devrimi öncesinde Jakobenler, popüler müziğin bu gücünü kavramışlardı. Toplumdaki büyük hoşnutsuzluk ve kıpırdanış içinde devrimci hareket, popüler müziği, büyük karnaval, festival ve mitinglerde kendi sözlerini topluma taşıyan ve kendilerine yol açan bir siyasi araç olarak kullandı. Ne var ki Büyük Fransız Devrimi’nin öngünlerinde böyle bir toplumsal hareketle ilişki kurmaya hazır, müzik alanında öncü çok sayıda müzisyen bulunmaktaydı.

Benzer bir örnek, Türkiye’den de verilebilir. 70’lerin ilerici toplumsal hareketlerinin ve büyük işçi direnişlerinin rüzgârını arkasına almış pek çok müzisyen, bu dönemki üretimlerini, bu örgütlü toplumsal gücünün itkisi ve bu hareketliliğin ilham veren coşkusu ile gerçekleştirdi. Müzik alanında bu dönemde üretilmiş onlarca iyi müzik, solun ve bu toplumsal hareketlerin yirminci yüzyıla bıraktığı önemli bir iz ve kazanımdır. Fakat ne yazık ki bu dönemden, sanatçıların toplumla ve örgütlü sol ile ilişkisi bağlamında günümüze kalan bir bakiye bulunmuyor elimizde. Kuşkusuz, bunun nedenini Türkiye’deki sol hareketin ve toplumsal muhalefetin niteliğinde ve geçirdiği dönüşümde; özellikle 50’li yıllarla birlikte düzenin, bu alana yaptığı anti-komünist ve liberal girdilerde aramak gerekiyor.

2013 yılındaki Haziran Direnişi, özellikle müzikal üretim bağlamında sanat alanında küçük kıpırdanmalar yaratsa da, bu direnişin sönümlenmesi ve toplumun aydınlanmacı kesiminde yaşanan “yenilmişlik” duygusu, sanat alanının daha da köşeye sıkışmasına neden oldu. Yapıcılar, özellikle müzik alanında, yenilmiş, bireyci ve bıkkın ürünlerin ortaya konduğu bir dönemde, örgütlü bir iradeyi temsil eden ve toplumla müzik zemininde bir ilişki kurmayı hedefleyen müzikal bir girişim olarak ortaya çıktı.

Müzikal anlamda “ne yapmamalıyız” sorusuna verdiğimiz yanıt son derece netti. Yapıcılar, bugüne dair sözünü, geçmişi yâd ederek söylemeyecekti örneğin. Ağıt yakmayacak ve ölümü kutsayan bir dili şarkılarına taşımayacaktı. “Ne yapmalıyız” sorusuna verdiğimiz yanıt ise, aslında, süreç içinde TKP’nin siyasi konumlanışıyla paralel şekillendi. Haziran Direnişi’nin sönümlenmesinin, partide yaşanan siyasi ayrışmanın ve düzenin, Kürt meselesinde Türkiye solunun geniş kesimiyle sağladığı mutabakatın ardından parti, toplumu uyanık olmaya ve örgütlenmeye çağırırken siyaset zemininde sınır çizgileri daha da belirginleşmiş bir tekleşme yaşıyordu. Yapıcılar, müzikal üretim bağlamında, Türkiye soluyla arasındaki çizgileri belirginleştirmeyi ve partinin siyaset zeminindeki “biricikliğini”, hem içerik hem de biçimsel boyutta müzik alanına taşımayı ve bugünün emekçilerine seslenen, umut veren, mücadeleye çağıran kentli bir müzik yapmayı amaçladı. Bu, hem seslendiği toplumsal kesimi hem de bu alanda var olma gayreti içinde olan müzisyenleri mücadeleye çağırmak anlamına geliyordu.

Yapıcılar, 2014 yılının son aylarında, müzisyen partililerin oluşturduğu bir çekirdek topluluğun akıl ortaklığı ile kuruldu. Fakat grubun ilk müzikal denemeleri 2015 yılının ilk aylarında gerçekleşti. Grubun birlikte çalma becerisi ise, ilk kez, Yunanistan Komünist Partisi’nin 2015 yazında Atina’da, Nâzım Hikmet etkinlikleri kapsamında düzenlediği konserde test edildi. Bu konserde Yapıcılar, Yunanlı komünist müzisyenlerle birlikte sahne aldı.

Grubu kuran çekirdek ekipte yer alan Öncü’nün belirli bir süre için farklı bir şehre taşınması, grubu zorunlu olarak küçültürken akustik bir çizgide üretmeye zorladı. 2015 ve 2016 yıllarında Nâzım Hikmet Kültür Merkezi tarafından gerçekleştirilen “Aziz Nesin Olunmalı”, “Nâzım Hikmet Olunmalı” ve Hasan Hüseyin Korkmazgil etkinlikleri gibi etkinlikler için bu dar kadro, Türkiyeli komünist ve aydınlanmacı şairlerin şiirlerinden çok sayıda beste üretti. Bu besteler, grubun müzikal olarak olgunlaşmasını ve biçimsel bir doğrultu yakalamasını sağlarken, grubun sonraki üretimlerinin de zemini oluşturuyordu. Öncü’nün dönüşü ile başlangıçtaki çekirdek kadronun yeniden tamamlanması, ve çok geçmeden Yusuf, Kardelen ve Gizem’in gruba katılışı, Yapıcılar’ın müziğine bir derinlik getirdi. Kadrodaki bu genişleme, kuruluşumuzdan bu yana ısrarla vurguladığımız çok sesli biçimin daha da belirginleşmesine katkı koyarken müzikal üretimlerimiz daha da popüler bir üslup kazandı. Yapıcılar, çoğunluğu kendi bestesinden oluşan bir repertuarı, bir bütün olarak ilk kez 2017 yılında İstanbul Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde verdiği konserde seslendirdi.

Aynı yılın Temmuz ayında ise Yunanistan’ın en büyük sendikal örgütü olan PAME’nin davetlisi olarak Atina’da büyük bir konser gerçekleştirdi.

2017 yılında TKP’nin 10 Eylül’de düzenlediği kuruluş yıldönümü etkinliğinde Yapıcılar, grubun en yeni üyesi olan Yaşar ile tanıştı. Elektro gitarın gruba katılışı, grubun halihazırda seslendirdiği parçaları yeniden düzenlemeyi gerektiriyordu ve bu düzenleme süreci, Yapıcılar’ın müziğini, genel olarak rock temelli bir sounda oturttu.

Kısa süren bir adaptasyon sürecinin ardından, şarkılarımızın bilinirliğinin artması ve yaygınlaşmasını sağlamak amacıyla kayıt sürecini başlattık. Grubun, bu yeni kadrosuyla sahneye çıktığı ilk etkinlik, Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nin Nâzım’ın doğum günü vesilesiyle düzenlediği büyük Haydarpaşa buluşması oldu.

Bu performansı, 10 Mart, 7 Nisan, 26 Mayıs 2018 tarihlerinde İstanbul, Ankara ve İzmir konserleri izledi. Yapıcılar, yine PAME’nin davetlisi olarak 13 Temmuz 2018’de Atina’da bir konser gerçekleştirdi.

Kayıtların tamamlanmasının ardından, dijital müzik platformlarında yayınlanmak üzere kendi üretimimiz olan üç parçayı EP formatında yayınlamak için çalışmalara başladık. Albümün hazırlık süreci devam ederken, bu albümde yer alacak şarkılardan İkimiz’e klip çekmeyi düşündük ve klibin çekim ekibinde yer alan Murat Akgöz ile birlikte, ilk klibimizi Flormar fabrikasında işten çıkarılan ve halen direnişleri süren işçilerle beraber çekmeye karar verdik.

Gizem Gül: Ve ilk klibimizi, Nazım’ın bu şiiri yazışının 73. yılında, klibin esas oyuncularıyla birlikte çektik. Sendikalı oldukları gerekçe gösterilerek haksız yere işlerinden edilen Flormar işçileriyle. Sonrasında çok güzel tepkiler aldık ve gururlandık. Tabii ki yola devam ederken daha iyisini yapmak için omuzlarımıza güzel bir ağırlık da yüklenmiş oldu.

Peki, ne de olsa az bir toplamız işte, hepimiz birbirimizi biliyoruz, ne yapsak zaten sevilir miydi? Yoksa başka bir sebep mi aramalı sıcak duygular ve gurur duyan gülümseyişlerin altında?

Sanıyoruz ikincisi. Gülen yüzlerin altında yatan şey ile, direnişteki işçilerle beraberken yaşadığımız duygu aynıydı; güçlenen umut ve bu umudun yaslandığı sınıfın birliği. Emekçiyiz ve emekçilere koşuyor, emekçilerle anlamlandırıyoruz şarkımızı. Bizlerin onlarla her görüşmemizde ısrarla “Şarkı sizlerle anlamını buldu” dememizin nedeni buydu.

Klibin ana fikrinin ortaya çıkışını set ekibinden Murat Akgöz şöyle aktarmıştı: “Şarkı insanı en çok yılgınlığa düşmekten alıkoyuyor ve bunu en iyi direnişteki işçilerle sanatçıları buluşturarak anlatabileceğimizi düşündük.” Çok sade olan bu fikir aslında uzun zamandır bırakın Türkiye solunu, sanatçıların da yanından geçip gittiği bir durum. Terk eden sevgilisinden intikamını ona ağır hakaretler ederek alan “atarlı” şarkıcılardan bahsetmiyorum. Yıllardır belki de çoğumuzun dinleme listesinde bulunan, ilerici sayılabilecek ama “Sende mi yahu!” dedirtenlerden bahsediyorum.

İlerici tarafta olanların umutları sandığa gömüldükçe, baskı ve gücün yanında saf tutan sanatçıların sayısının günden güne artmasına artık şaşırmaz olduk. Tabii ki bunun nedenini tarihsellikle günceli buluşturduğumuz birikimimizle açıklayabiliyoruz. Sınıfına yabancılaşan müzisyen zararsız değil! Yine de bu bizi yıldırmıyor; iyisini, güzelini üretmeye, yaygınlaştırmaya her alanda çalışıyoruz. Sade olan ise sınıf mücadelesi ve bize sadelik gerek.

Klibin çekimleri herkes için çok farklı ve heyecanlı geçti. Direniş alanında ziyaret ettiğimiz işçilerle buluşma anımız, sohbetlerimiz, çekim arasında çektiğimiz halay, hoplaya zıplaya içeride çalışanları selamladığımız danslarımız ve “Yaşasın sınıf dayanışması” sloganımız vardı. Stüdyoda ise direniş alanından gelenlerle eğlenceli, enerji dolu anlar yaşadık. İyi ki yaptık, unutamayacağımız bir deneyim oldu bizler için.

Çekimler sırasında gece geç saatlere yaklaştıkça, biraz da tekrar yapmaktan bir hayli yorulduğumuz da oldu tabii ki. Beni tanıyan birçok kişi şaşırmayacaktır; deli dolu hallerimle insanlarla eğlenirken, “haydi bütün enerjimizi buraya verelim şimdi” dedim. Bir ablamız da “Ben bütün enerjimi direnişe veriyorum” dedi gururla. Evet, sabahın erken saatinde evinden çıkıyor, direniş alanına geliyor, arkadaşlarıyla gülüyor, şakalaşıyor, öğreniyor ve direniyorlardı. Akşam evlerinde çocukların ve başka işlerin onları beklediğini bilerek, ama doğru olanı yaptığının bilincinde…

Bizim için eşsiz bir deneyim oldu, bundan sonraki işlerimizde bize sağlam bir enerji verdi ve yola devam edeceğiz. Ziyaret etmediyseniz siz de bir gün uğrayın. Umutla donandığınızı fark edeceğinize eminim. Flormar direnişi şimdiden benzersiz kazanımlarla dolu.

Klibin yayınlanmasının ardından, şarkı, hızla #FlormarınŞarkısı olarak yaygınlaştı. Ve bu şarkı, grubun kuruluş amacının somutlandığı bir üretim haline gelmiş oldu.

Yapıcılar’ın ilk albümü “Sesime Gel” adını taşıyor ve EP formatındaki albümde üç şarkı yer alıyor.

  • İkimiz/ Müzik: Yapıcılar, Şiir: Nâzım Hikmet
  • Bipolar/ Müzik: Yapıcılar, Söz: Tuluğ Ünlütürk
  • Yeldeğirmeni/ Müzik: Yapıcılar, Söz: Tuluğ Ünlütürk

Kapak tasarımını Seda Mit’in yaptığı albüme, Spotify, Deezer, iTunes ve YouTube gibi dijital müzik platformlarından ulaşılabilir.

Yapıcılar: Umudun şarkılarını söylüyoruz

Yapıcılar’ın ürettiği müziğinin niteliğini tanımlar mısınız? Pek çok müzik türü arasında Yapıcılar’ın müziği nereye oturuyor?

Kardelen Pınar: Biz tüm konserlerimizde umudun şarkılarını söylüyoruz. Bu boş bir söz ya da vaat değil. Burada söylemeye çalıştığımız şey, insanın birey olarak ezildiği fakat bir yandan bireyciliğe itildiği bu çağda içsel hezeyanlarıyla boğuşan, güvensiz, toplumla bağı kopmuş, doğasından ayrı düşmüş insanların umutsuz bakışlarına karşın tarihe bakmak. İnsana inanarak, güzelin ve umudun şarkılarını söylemek istiyoruz.

Gizem Gül: Kardelen’in sözlerine ek olarak müziğimizi, “kentli müzik” olarak tanımlayabiliriz. Müziğimizi emekçiler için, parçası olduğumuz işçi sınıfı için yapıyoruz. Bugün kent merkezleri sınıfsal çelişkinin en belirgin haliyle görüldüğü yerler ve herhangi bir ilerleme bu merkezlerden yayılarak etkisini gösterecek. Yapıcılar’ın müziği, günümüzün yaygın müzikal üretiminden farklı olarak düzen dışını işaret eden bir müzik.

Yaşar Durak: Ben biraz müziğimizin biçimine dair bir katkı koymak istiyorum buraya. Yapıcılar içerisinde farklı müzik türlerinde birikimi olan çok sayıda müzisyen bulunuyor ve genel olarak bunların birleşimi ile yakalamış olduğumuz rock tabanlı bir tarzımız var. Fakat gelinen noktada “artık budur” diyemeyiz hiç birimiz.

Onur Tunç: Bu gerçekten zor bir soru. Bu soruyla karşılaştığımda bir süre duraksıyordum eskiden. Ama artık bir yolunu buldum sanırım. Tüm grubu sayıyorum artık bu soru sorulduğunda “flütler, kemanlar, vokaller, gitarlar… Tam rock gibi değil ama biraz ballad stili şarkılar çalıyoruz. Biraz da caz tınlıyoruz” diyorum. Ama bence, popüler müzik alanı son derece değerli bizim için. İnsanlarla, toplumla ilişki kurabilmeli şarkılarımız. Kulaklar hemen yakalamalı bizi ve biz o anda sözümüzü söylemeliyiz.  

Günselin Seda Çetinkaya: Ben Onur kadar rahatlayamadım henüz bu soru karşısında. Cevaplaması hem zor hem kolay bir soru bu. Ama kesin olarak kentli bir müzik yaptığımızı ve müziğimizin insanlara umut taşıdığını söyleyebilirim.

Bugüne kadar verdiğiniz röportajlarda ya da konserlerinizde altını özellikle çizdiğiniz bir arayış vurgusu var. Müzikal bağlamda bu arayıştan kastınız nedir? Yapıcılar’ın müziği, kurulduğu günden bu yana nasıl bir değişim geçirdi?

Kardelen: Arayışımız, sırtını insanlığın ve müziğin aydınlanmacı birikimine dayayan güncel, etkileyici ve kalıcı bir müzik. Şu anda konserlerde çaldığımız tüm parçaların üretim sürecini beraber geçirdik. Başlangıçta Cem bestenin taslağını çıkarıyor ve Ulaş da aranje ediyordu. Ben gruba girdiğimde önüme nota kondu ve bu şekilde ilerledik. Fakat sonra bu kendiliğinden değişti. Ulaş veya Cem’in tasarladığı, akorlarını, formlarını belirlediği parçaları birlikte aranje etmeye başladık. Herkes bu taslakların üzerine bir şeyler kattı mutlaka, hatta kimi zaman formuyla da oynadık parçanın. Müzikal üretimin, özellikle bir grup üretiminin tek elden değil de tüm grup üyeleriyle beraber yapılmasının üretimin objektifliğini, gerçeklikle olan bağını ve özgünlüğünü kuvvetlendirdiğini düşünüyorum.

Geçtiğimiz günlerde dijital müzik platformlarında yayınlanan bir albüm çıkardınız. Bu albümde yer alan şarkıların ortak yönelimi nedir? Ne söylüyor bu şarkılar?

Gizem: İnsana yakışan bir düzen için birlikte mücadele etmeye çağırıyor bu şarkılar. Her bir şarkının, bu düzenin çürümüşlüğünü farklı yerden tutması, ama umutlu ve kararlı bir şekilde bu durumun değişebileceğini vurgulaması en önemli ortak özelliği sanırım bu şarkıların. Örneğin Yeldeğirmeni’nde hepimizin yaşadığı hayat zorluğu içinde, geçip giden zamanın bizi sürüklediği durgunluktan çıkma iradesi var. Dinleyeni tüm bunları alt üst etmeye çağırıyor bu şarkı. Bipolar ise tam bir istanbul şarkısıdır benim için. Trafik, karmaşa, stres, sıkıntı, keşmekeş ve insanların dengesini bir türlü bulamayan ruh halleri… Dev plazalarda birbirini ezip geçerek yükselme hırsının aşılandığı emekçiler… Ya da inşaat yığını içinde canını dişine takarak ve ölümle burun buruna çalışan işçiler… Bunu yırtıp atabileceğimizi biliyoruz ve buna davet ediyoruz insanları. İkimiz, nam-ı diğer Flormar direnişçilerinin şarkısı… Belki diğer arkadaşlar da katılacaktır, Yapıcılar’ın “işte bizim şarkımız bu” dediği bir melodiye sahip bu şarkı. Sözleri Nâzım’a ait bu şarkıyı bestelemiş olmak bize büyük bir gurur veriyor. Flormar klibi ile bizi en çok sevindiren, bu dizelerin sınıfıyla buluşması ve işçiler tarafından hep bir ağızdan umutla söylenmesi oldu.

Kardelen: Şarkılarımızın biri Nâzım şiiri, İkimiz… Bu şiir hiç eskimez, çünkü insan her tarihte, her zaman “öğretebilir dövüşmeyi” ve sevginin, paylaşımın tanımlanışı öyle güzel ki bu şiirde, insanın anlamaması için gerçekten insan olmaktan kopmuş, gerçeklikten uzaklaşmış olması gerekir. Bugünün insanının da kendine ve insanlığa güvenmeye ihtiyacı var. Bu yüzden Nâzım’ın aramızda ve kavgamızda bizimle olduğunu hissetmek ve hissettirmek ve umudun sesini yükseltmek için bu bestemize yer verdik albümde. Diğer iki şarkımızın sözleri ise çok sevgili Tuluğ’a ait. Bu şarkılar bugünün insanına değiyor. Günümüz insanının çelişkilerini, arayışlarını, yaşamla olan bağını ve mücadelesini anlatan şarkılar bunlar.

Onur: Bana Yapıcılar son derece samimi geliyor. İnsanın müzikten beklentileri içinde samimiyet var mıdır bilmiyorum. Ama uzaktan bakıldığında politik müzik yapan bir grup olarak görülüyorsanız samimi ve içten olmalısınız. Bakışınız yetmeli insanlarla ilişki kurmak için. Topluma ve dinleyiciye mesajınız mı var? Tabii ki olsun. Ama o kadar güçlü olsun ki gülüşünüz bile anlatsın onu. Ayrıca o kadar iyi bir müzik yapmalısınız ki tadından yenmesin. Yaşadığı düzenle derdi olan bir grup, umudu zaten öyle taşır herhalde. Hiçbir aracıya gerek duymadan sizi duyan ve gören hayal kurmaya başlıyorsa ve umutla bakıyorsa dünyaya tamamdır o iş.

Yapıcılar dışında bugüne kadar çeşitli müzikal üretimlerin parçası olan pek çok grup üyesi var aranızda. Tüm bunların arasında Yapıcılar’ın yeri nedir? Yapıcılar’ın farklıkları ya da özgünlükleri nedir sizin için?

Kardelen: Aslında şimdiye kadar parçası olduğum müzikal üretimlerin arasında isteyerek yaptıklarım da oldu, sadece iş olarak gördüklerim de. Bunu özel olarak belirtmemin sebebi, genel olarak müzisyenlerin yaşadığı bu çelişkiye dikkat çekmek. Düzenin sana dayattığı fakat senin çok da içine sinmeyen bir üretimin parçası olmak koşuluyla para kazanmak; ve ekonomik bir çıkar gözetmeksizin, hatta kimi zaman masraflarını kendin karşılayarak nitelikli bulduğun, kendi müzikal birikimini taşıyabileceğin bir müzikal üretimin parçası olmak… Bu çelişki üzerine uzunca konuşulabilir fakat soruya geri dönecek olursak, isteyerek parçası olduğum ve maddi bir beklentim olmayan müzikal üretimlerle kıyaslayacağım Yapıcılar’ı. Burada sanırım sadece ideolojik bir farklılıktan bahsedebilirim ve bu fark benim için çok önemli bir yerde duruyor. Parçası olduğum diğer müzikal üretimlerde, müzikal anlamda veya insani ilişkiler bakımından tatmin olsam da Yapıcılar ile kendimi tam olarak hedefe doğru bir yolda yürüyor gibi hissedebiliyorum. Ve bu yolda ortaklaşabildiğim arkadaşlarımla daha net, daha güçlü bir yürüyüş halinde olduğumu hissediyorum ve görüyorum.

Yaşar: Bu zamana kadar içinde yer aldığım grupların hepsinin çeşitli hedefleri ve müzikal bakış açıları mevcuttu. Yapıcılar’ı bunlardan farklı kılan en önemli şey, müzikal üretimin niteliğinin yanı sıra müziğimizin topluma dair bir sözünün olması. Bu motivasyonumuzun hiçbir zaman düşmemesini sağlıyor. Ürettiğimizi dinleyicilere ulaştırdığımız her an büyük bir yol kat ettiğimizi hissediyorum. Bu çok özel bir duygu.

Günselin: Ben Konservatuar mezunuyum. Özellikle okuldayken bir şarkı yorumcusu olduğumu hissettim daha çok. Ama Yapıcılar’da yaptığımız şey beraber üretmek. Evet, burada yine şarkı söylüyorum fakat şarkıların taslak hallerinden dinleyiciye ulaştığı ana kadar geçen süreçte gerçekten beraber ürettiğimiz bir çalışma şeklimiz var. Yapıcılar, özgünlüğünü biraz da buradan alıyor sanırım. Beraber üreten, beraber düşünen bir müzik grubu olmanın bütün avantajlarını kullanıyoruz. Ortaya çıkarttığımız ürün sonunda hepimizi mutlu ediyor.

Onur: Aslında daha önce de partiyle organik bağı bulunan bir grupta bulundum. Tiyatro ve rock müziğin bir arada yürüdüğü, prodüksiyon açısından epey zahmetli ama bir o kadar da umut vadettiğini düşündüğümüz müzikler yapmaya çalışmıştık geçmişte. Müzikle ilişkimin en büyük kısmını o grup şekillendirdi diyebilirim Yapıcılar’a kadar. Yapıcılar’ın en büyük farkı ise partiyle doğrudan bir ilişki içinde olması. Bizim siyasetimizde “işçi sınıfı partisinin müziği nasıl olmalıdır” sorusu ne kadar tartışılmıştır bilmiyorum ama Yapıcılar’ın buna yakın bir örnek olduğunu hissediyorum. Burada, kavganın içinde ve bir arada üretmeye çalışıyoruz.

Bu soruyu Yapıcılar’ın en yeni üyesine sormak istiyorum. Yapıcılar’la birlikte hayatınızda hem kişisel hem de müzikal bağlamda ne değişti?

Yaşar: Yapıcılar ile tanışmaya sahne alacakları gün gittim. Öncelikle onları dinleyip daha sonra kendileri ile kuliste görüşecektim. Konser başladığında kendime ilk olarak “Ben şimdi gerçekten bu insanlarla mı çalışacağım?” diye sordum. Öyle enstrümanlara hakimler ve öyle bir uyum içinde çalıyorlardı ki grup sanki tamamlanmış bir bütün, ben ise bir fazlalık olacaktım. Daha sonra kuliste kendileri ile görüşmeye gittiğimde yaptığımız samimi ve dostça bir sohbetin sonunda gerginliğimi biraz atmıştım. Metal müzik piyasasında yetişmiş biri olarak böyle bir gruba katılmak benim için oldukça yeni bir deneyimdi. Tabii ki birçok tarzda elektrik gitar çalmaya çalışmış biriydim fakat Yapıcılar’ın içinde müzik bilgim yeni bir yön kazandı. Daha disiplinli ve beraberce, en verimli şekilde üretmenin mutluluğunu yaşadım, yaşıyorum.

Son soruyu, Sesime Gel albümünde yer alan şarkılardan ikisinin sözünü yazan Tuluğ’a sormak istiyorum. Albümde yer alan Bipolar ve Yeldeğirmeni adlı şarkıların sözlerini siz yazdınız. Bu sözlerin yazarı olarak anlatmak, altını çizmek istediğiniz mesele neydi?

Tuluğ Ünlütürk: Aslında ikisi için de “Şimdi şu konuda şöyle bir şarkı sözü yazayım” diye yola çıkmadım. Bir dizi koşulun bir araya geldiği zamanlardı. Kendi hayatım, Yapıcılar’ın arayışları ve mücadelenin ihtiyaçları… Örgütlemek, sadece insanlarla kurduğumuz ilişkileri tanımladığında yetersiz kalıyor. Mücadelenin insanlarıyız. Yaşamlarımızı bütün parçalarıyla mücadeleye doğru sürüyoruz, örgütlüyoruz. Sevgimizi, öfkemizi, koşmamızı, dinlenmemizi, öğrenmemizi ve bildiklerimizi aynı maksat kuruyor. Bu nedenle kendi öznelliğime dair yazdıklarım, Yapıcılar’ın arayışına denk düştü. Ortaya çıkan sonuç da bir işe yaradı sanırım. Yani metinler için değil, müzikle beraber oluşturdukları bütün için bir şeyler demeli belki de.

Yeldeğirmeni bir kopuş yerinin şarkısıydı. Ardımızda bir şeyler bırakarak koptuğumuz, yaramızı mücadele ederek iyileştirdiğimiz bir zaman ve mekânın şarkısı. Devam edecek gücü kendinde bulmanın, ama kendinden ibaret olmamanın şarkısı. “Yetmek” bazen tüm gücünle yalnız dövüşmek demek.

Bipolar ise topyekun bir gerilemenin içinde ilerlemeye çalışmanın, bir şeyler sizi yaka paça tutup geri çekmeye çalıştıkça oluşan bulantının şarkısı. Bu düzenin, ürettiği gerçeksizliği insana kendi hastalığı diye yutturmaya çalışmasına bir isyan. İnsanlığın biriktirdiği her şeyin parça parça edilip “terapi” piyasasına malzeme edildiği bir dönemde, emekten uzaklaştıkça gerçeksiz, ölçüsüz, güçsüz, çaresiz ve siyasetsiz kalan insana, kopamayana bir işaretti sanırım. Gerçeğe gözümüzü kapamadan hayal kurmanın şarkılarını yapıyoruz aslında.