Yeni Ana Kanun Dolayısıyla: Sovyet Demokrasisi*

Başlarken

Sovyetlerin ana kanununda bazı değişiklikler yapılacağı, daha doğrusu Sovyetlerin yeni bir ana kanun projesi hazırladıkları haber verildi.

Bütün dünya ve bu arada Türkiye matbuatı da bu habere karşı büyük bir âlâka gösterdi. Mesele, hakikaten bütün dünyayı âlâkadar edecek kadar mühimdir. Mevzu bahis olan şey her hangi bir devletin ana kanunu değiştirmeğe karar vermiş olması değildir. Bunun böyle telakki edilmediğini bu hadise etrafında bütün dünyada ve Türkiye’de yazılan yazılar, yapılan münakaşalar, ileri sürülen fikirler de isbat ediyor.

Bu itibarla, bütün dünyayı dost ve düşman ikiye bölerek âlâkalandıran bu mesele hakkında biz de düşündüklerimizi vesikalara dayanarak ve küçük broşürümüzün müsaadesi nisbetinde söylemek istedik.

N.H.

LENİN’E GÖRE HAKİKİ DEMOKRASİ

LENİN der ki:

Sınıf farkları mevcut oldukça “SAF DEMOKRASİ”den bahsedilemez. Sınıf farkları mevcud oldukça ancak sınıf demokrasisi vardır.

Yine LENİN der ki:

“SAF DEMOKRASİ” isteklerine örnek olarak “TOPLANTI HÜRRİYETİ”ni alabiliriz. Kendi sınıfıyla bağını koparmamış olan her şuurlu amele bilir ki, istismarcılar imtiyazlarını müdafaa edebilecek ve yıkılıştan korunabilecek bir vaziyette iken bizim onlara “Toplantı Hürriyeti” hakkı vadetmemiz çok saçma olur.

Burjuvazi de inkılapçıyken, ne 1649’da İngiltere’de, ne de 1793’te Fransa’da monarşistlere ve asilzadelere serbest toplantı hakkı vermemişti… Diğer taraftan yine ameleler pek âlâ bilirler ki en demokratik burjuva cumhuriyetinde bile “Toplantı hürriyeti” kuru bir laftır. Çünkü umumî ve hususi bütün en iyi binalar zenginlerin elindedir. Bu zenginlerin serbest boş vakitleri vardır ve toplantıları burjuva devletinin cihazları tarafından korunur. Şehir ve köy proleterlerinde, küçük köylülerde yani nüfusun âzim ve ekseriyetindeyse bunlardan ne birincisi, ne ikincisi, ne de üçüncüsü mevcuttur. Mesele bu vaziyetteyken “MÜSAVATTAN” yani “Saf Demokrasi”den bahsetmek yalan söylemek, ameleleri aldatmak demektir.

Hakikî müsavatı elde etmek, emekçilere hakikî demokrasiyi tahakkuk ettirmek imkânını vermek için her şeyden önce, bütün hususî ve umumî sarayları istismarcıların elinden almak; her şeyden önce işçilere boş ve müsait zaman temin etmek ve onların yaptıkları toplantının hürriyetini silâhlı işçi kuvvetleriyle korumak lâzımdır. Ancak böyle bir değişiklikten sonra emekçi halka, fukara köylülüğe ve ameleye; onlarla alay etmeksizin; toplantı hürriyetinden bahsetmek mümkün olur.

LENİN’in “SAF DEMOKRASİ” hakkında “TOPLANTI HÜRRİYETİ” isteğini örnek alarak söylediği bu sözler; bir Marksist gözüyle; diğer isteklere “MATBUAT HÜRRİYETİ”, “SÖZ HÜRRİYETİ”, “SEÇİM HÜRRİYETİ” vs.ye de teşmil olunabilir.

LENİN bu sözleri 1918-19 yıllarında, yani Sovyet emekçi kitlelerinin kapitalist-monarşi ve her çeşit irtica ile pençeleştiği sıralarda söylemişti.

Bu sözler pek âlâ gösteriyor ki Bolşevikler en su katılmamış Marksistler olmaları dolayısıyla hiçbir zaman umumiyetle, top yekûn demokrasi düşmanı olmamışlardır. Ancak ve ancak, onlar SINIFLI BİR CEMİYETTE SINIF DEMOKRASİSİ olacağını söylemektedirler. Ve yine ancak işçi sınıfının rehberliği altında memleket nüfusunun âzim ekseriyetini teşkil eden emekçi halkın iktidar mevkiine proleter diktaturası kurarak geçmesiyle, kapitalist, derebey ve her türlü istismarcı sınıfların maddi, manevi mukavemetleri kırıldıktan sonra, bu sınıflar yok edilince hakikî demokrasinin tahakkuk edebileceğine kanidirler. Böylece, Sovyetlerde inkilab, Proleter diktaturasını kurarak ilk anından itibaren, yukarda söylenen manasıyla, HAKİKİ DEMOKRASİYİ tahakkuk ettirmeyi gaye edinmiştir.

Hakikî demokrasiye ait olan bu kanaatları LENİN’den önce MARX ve ENGELS’te LENİN’den sonra STALİN’de aynen bulabiliriz.

Binaenaleyh, Sovyet düşmanlarının bir taraftan “Stalin demokrasiye dönüyor, bolşevism, Marksizm iflas etti” şeklinde yaygaraları, diğer taraftan “Sovyetlerin demokrasi vaitleri sadece dünya efkârı umumiyesini aldatmak için bir dolaptır” biçimindeki iddiaları açık bir sınıf düşmanlığının tezahüründen başka bir şey değildir. İlk nazarda birbirine zıt cephelerden yapılıyormuş gibi gözüken bu hücumlara, Lenin’in 1918-19 da yazdığı ve bizim yukarıya aldığımız satırları karşı çıkarabiliriz. Ve diyebiliriz ki: Stalin’in demokrasiye dönmesi, ricatı mevzu bahis değildir. Çünkü esasen Sovyet inkılabı, Marks’ın, Engels’in ve Lenin’in anladığı mânâda Hakikî demokrasiyi tahakkuk ettirmek gayesini gütmüş olan bir inkılaptır. Çünkü daha Sovyet işçileri proleter diktaturasını inkişâf ettirdiği, sağlamlaştırdığı sırada LENİN demişti ki: PROLETER DEMOKRASİSİ her çeşit demokrasiden ve SOVYET DEVLETİ en demokratik burjuva cumhuriyetinden milyonlarca defa daha DEMOKRATİKTİR.

Birinci ve İkinci Ana Kanunun Doğuş Şartları

Birinci Ana Kanun doğduğu vakit.

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin ilk ana kanunu, Sovyet memleketlerinde sayısı henüz az olan proleteryanın kendi diktaturasını inkişaf ettirdiği sıralarda; bu proleteryanın emekçi köylülerle yaptığı ittifakı sağlamlaştırmağa uğraştığı zamanlarda doğmuştu.

O yıllarda memleket küçük ve mini mini işletmelerle doluydu. Köylülük, sosyal bakımdan yekpare değildi. 1921 de tatbik edilen NEP (yeni iktisadi politika) burjuvaziye derman vermişti. Sosyalismin en büyük düşmanı olan tufeyli kulak (zengin köylü, sermayedar köylü) sınıfı henüz yaşıyordu ve siyasî bir faaliyet gösteriyordu.

Birinci ana kanun kabul edildiği sıralarda LENİN demişti ki:

“Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti” tabiri, Sovyet devletinin sosyalisme geçişi tahakkuk ettirmek hususundaki azmini ifade eder; yoksa yeni iktisadi vaziyeti sosyalist bir nizam olarak kabul edişi değil.

Fakat, geçiş sözü ne demektir? Bu söz, iktisadiyata tatbik edildiği vakit, o memlekette hem sosyalism hem kapitalism unsurlarının var olduğunu göstermez mi?

Görülüyor ki birinci ana kanun kabul edildiği vakit bizzat LENİN’e göre “Sosyalist Cumhuriyet” tabiri o günkü şartlar içinde Sovyetlerde sosyalismin varlığını, mevcud olduğunu ifade etmiyordu.

O zamanlar Sovyet Cumhuriyetine “Sosyalist Cumhuriyet” adının da verilmesi, amele sınıfının burjuvaziyi ve pomeşçikleri yenip proleter diktaturasını kurarak sosyalismi gerçekleştirmek için mücadele ettiğini gösteriyordu.

Yeni Ana Kanun kabul edilirken.

O günlerden bugüne kadar geçen tarih akışında Sovyet ülkelerinin sosyal bünyesi derin değişikliklere uğradı:

Amele sınıfı sayı bakımından çoğaldı ve siyasî faaliyeti muazzam bir kudret iktisab etti. İstismarcı unsurlar yetiştiren şartlar ta temellerinden sökülüp yok olundular. Artık Sovyetlerde burjuva sınıfı mevcud değildir. Kulak sınıfı imha edilmiştir. Aynı zamanda fukara köylük de kalmamıştır. Bugün Sovyetlerde köylülük, muazzam ekseriyetiyle, kolhozcular halinde tek ve yekpare sosyal bir tabakadır.

Bu suretle şimdi ikinci ana kanun projesinin yapıldığı devirle, birinci ana kanun kabul edildiği devir arasında büyük farklar vardır. Ve ikinci ana kanun bu değişiklikleri ifade etmektedir. Daha doğrusu iki kanun arasındaki fark Sovyetlerin sosyal bünyesinde husule gelmiş olan değişikliklerin ifadesidir.

Birinci ana kanunda “Sosyalist Cumhuriyet” tabiri sosyalism için mücadele edildiğini, fakat onun daha kurulmamış olduğunu gösteriyordu.

İkinci ana kanundaki “Sosyalist Cumhuriyet” tabiri ise Sovyetlerde sosyalismin artık bir daha yıkılmaz bir suretle muzaffer olduğuna şahadet etmektedir.

* * *

Yeni Kanun’un ana maddelerini tetkik.

Birinci ana kanunun kabuliyle ikinci ana kanun arasında geçen zaman içinde meydana gelen muazzam değişiklikler, bir kelimeyle, Sovyetlerde sosyalismin artık muzaffer olmuş olması keyfiyeti en sarih ifadesini yeni kanun projesinin birinci ve onuncu fasıllarında bulmaktadır.

Yeni kanun projesinin birinci faslı sosyal kuruluşa aittir. Sovyetler amele sınıfından iştiyaklarını, emellerini ve isteklerini değil, bu iştiyak, emel ve isteklerin tahakkuk etmiş olduğunu ifade ediyor.

İşte bu birinci fasıldan muhtelif maddeler:

1- Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği amele ve köylülerin sosyalist devletidir.

2- S.S.C.B.liğin siyasî temeli pomeşçik ve kapitalist devletinin devrilmesi ve proleter diktaturasının muvaffakiyeti neticesinde yükselen ve sağlamlaşan emekçi mebusları Sovyetleridir.

3- Sovyetlerde bütün iktidar, emekçi mebusları Sovyetlerinin şahsında, şehir ve köy emekçilerine aittir.

4- S.S.C.B.liğin iktisadî temeli; kapitalist ekonomi sistemin ilgası, istihsal alet ve vasıtalarından şahsî mülkiyetin kaldırılması ve insanın insanı istismarının yok edilmesi neticesinde teessüs etmiş olan sosyalist ekonomi sistemi ve istihsal alet ve vasıtaları üzerindeki sosyalist mülkiyetidir.

Dikkat edilirse birinci faslın bu dördüncü maddesi, “Sovyetlerde şahsî mülkiyet iade ediliyor. Sovyetler sosyalist prensiplerinden Marxs Engels-Lenin-Stalin umdelerinden vazgeçiyorlar?!” tarzından ortaya sürülen iddiaların ne kadar gülünç bir tahrif veya cahilce bir söz olduğunu göstermektedir.

Bu dördüncü madde;

A- İstihsal alet ve vasıtaları üzerinde şahsî mülkiyetin ilga edildiğini,

B- Bu alet ve vasıtalar üzerinde sosyalist mülkiyetin varlığını,

C- İnsanın insan tarafından istismarının ortadan kaldırdığını, İktisadî temelin sosyalist ekonomi sistemi olduğunu ilân ediyor. Ve kapitalist ekonomi sisteminin ilga edilmiş bulunduğunu söyliyerek, şu ya bu şekilde bu sisteme ve onun neticelerine bir daha dönmenin mümkün olmadığını haykırıyor.

Yine yeni kanun projesine göre S.S.C.B’liğinde bu sosyalist mülkiyet “ya devlet mülkiyeti (bütün halkın malı) şeklindedir. Yahut kooperatif kolhoz mülkiyeti” şeklinde, (FASIL 1. MADDE 5.)

Bu böylece tesbit edildikten sonra 9’uncu madde: “S.S.C.B.’liğinde hakim ekonomi şekli olan sosyalist ekonomi sistemi yanında münferit köylü ve zanaatkârların şahsi emeklerine dayanan ve başkasının emeğini istismar etmiyen küçük ekonomilerine kanunen müsaade olunur” denmektedir.

Bir çok cühelaya “Sovyetler şahsî mülkiyeti kabul ettiler” zehabını veren de bu dokuzuncu maddedir sanıyorum.

Oysa ki madde gayet sarihtir. Hele beşinci maddeden sonra bu dokuzuncu maddenin neyi ifade ettiği ortadadır.

Bir kerre; şahsî mesaiye dayanıp insan istismarına istinat etmiyen, yani işçi, çırak, ırgat v.s. kullanmıyan bu küçük, münferit köylü ve zanaatkâr ekonomileri bugün Sosyalist ekonominin yanında devede kulak kabilindedir. Memleketin iktisadî hayatında artık hiçbir mühim rolleri yoktur.

Sonra; geçmiş günlerin küçük hususî ekonomilerinden arta kalan bu unsurlar bilhassa istihlâk mevadı istihsal eden ufak tefek sahalarda, daha sosyalist devlet senayinin bütün hurda teferruatına kadar ihata edemediği, henüz mahalli vasıtaların kullanılmasını icabettiren yerlerdedir. Ve büyük sosyalist işletme buralara da nüfuz ettikçe kendiliklerinden ortadan kalkacaklardır.

Diğer taraftan; kanunen müsaade edilen bu çeşit ekonomilerin inkişaf ederek birer kapitalist işletmesi haline gelmeleri de mümkün değildir. Çünkü böyle bir vakıa için zarurî olan şartlar, yani, bir insanın başka insanları istismar edebilmesi, iş kuvvetini kapitaliste satmağa mecbur olan bir işçi sınıfının mevcudiyeti, büyük istihsal alet ve vasıtaları üzerinde şahsî mülkiyet imkânı, fazla kıymet istihsali, v.s. gibi şeyler mevcut değildir. Bu şartlar mevcut olmayınca, bütün memleket iktisadiyatının ana sistemi sosyalist ekonomi iken bu küçük ve yalnız şahsî, ferdi emeğe dayanan ekonomilerini yarın birer kapitalist müessese olabileceğini iddia etmek çok saçmadır.

10’uncu Madde.

Sosyalism, mülkiyet bakımından: istihsal alet ve vasıtaları üzerindeki müşterek, sosyalist mülkiyeti icabettirir. Yoksa istihlâk mevadı ve vasıtaları üzerinde de müşterek mülkiyet kurmak gayesini gütmez.

KARL MARKS’ın “Fransa’da sınıf kavgaları” adlı eserinde yazdığı mukaddemede ENGELS der ki:

“Eserimize çok hususî bir ehemmiyet verdiren başka bir şey de şudur: O, bütün dünya memleketleri amele partilerinin, hep bir ağızdan, iktisadî istihale –istihsal vasıtalarının cemiyet’in malı olması– isteklerini kısaca hülâsa eden formülü ilk defa ifade etmektedir. Proleteryanın inkılabçı iddialarını hülâsa eden ilk acemi formül dedikleri “iş hakkına” dair ikinci bapta şu yazılıdır:

Lakin iş hakkının arkasında kapitale hakimiyet, kapitala hakimiyetin arkasında istihsal vasıtalarının temellükü bunların amele sınıfının hükmü altına geçirilmesi yani gündelikçi işle kapitalin ve bunların karşılıklı münasebetlerinin yok edilmesi durmaktadır.”

Demek burada ilk defa olarak düsturlaştırılmış olan kaziye ile modern amele sosyalismi bütün muhtelif derebey, burjuva sosyalismi nüanslarından olduğu kadar, hayalî amele komünizminin müphem mülk iştirakinden de sarahatle ayrılmış oluyor.”

Bu, Engels’te, Marks’ta böyle olduğu gibi Lenin’de de böyledir. Stalin de sosyalismin mülkiyet bakımından tarifini yaparken aynı şeyleri söyler.

Bundan dolayı Sovyetlerin yeni ana kanunu 10’uncu maddesinde vatandaşların ev eşyası, şahsî istihlâk mevadı, emek gelirleri ve tasarrufları gibi şeyler üstündeki mülkiyet haklarını tanımaktadır.

Bu suretle görüyoruz ki yeni ana kanununun birinci faslı Sovyetlerde Sosyalism prensiplerinden, isteklerinden ric’at edildiğini değil, bilakis Sovyetlerde Sosyalismin zaferini ilân ve tesbit etmektedir.

Yeni Ana Kanun’un onuncu faslına göre
Vatandaşların Hak ve vazifeleri.

Yeni ana kanunun 10’uncu faslı Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliğinde vatandaşların hak ve vazifelerini bildiriyor:

Bu, ana kanunun Sosyalist bir devlette vatandaşların ne gibi haklara sahib bulunduklarını göstermesi bakımından çok şayanı dikkattir.

İş Hakkı.

118’inci madde bütün vatandaşların, emekleri karşılığı da ödemek şartıyla, iş hakkına sahib olduklarını ilân ediyor. Yani her Sovyet vatandaşı iş bulacaktır. Halk ekonomisinin sosyalistçe teşkilatlandırılmış olması, Sovyet cemiyeti istihsal kuvvetlerinin boyuna artışı ve buhranın, işsizliğin yokluğu bu iş bulma hakkını müemmen kılmaktadır.

İstirahat Hakkı.

119’uncu madde her Sovyet vatandaşının istirahatını, dinlenmesini bir hak olarak tanıyor. “İşçiler ve memurlar yevmiyeleri işlemek şartıyla her yıl tatil yaparlar” diyor. Emekçilerin emrinde geniş bir sanatoryum, dinleme evi, kulübler şebekesi vardır.

İhtiyarlık, Hastalık, Maluliyet.

120’inci maddeye göre her Sovyet vatandaşının ihtiyarlığı müemmendir, hastalıklarında parasız tedavi olunur ve kazaya uğradığı mâlul olduğu vakit her türlü yardım görür. Yani bütün bu ahvalde maddî ve daimî yardım görmek Sovyet vatandaşının hakkıdır.

Diğer bazı maddelerden öteki faslımızda bahsedeceğiz. Burada yalnız kısaca, Sovyet vatandaşlarının, yeni kanuna göre, en mühim vazifelerini gösterelim.

130’uncu maddeye nazaran, S.S.C.B’liğin her vatandaşı Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği ana kanununa riayete, kanunları yerine getirmeğe, içtimaî vazifayi namuslucasına yapmağa, sosyalist yaşayış kaidelerine hürmet etmeğe borçludur.

131’inci maddeye göre: her S.S.C.B’liği vatandaşı müşterek, sosyalist mülkiyeti korumağa ve sağlamlaştırmağa mecburdur. Çünkü yine bu maddeye nazaran bu müşterek sosyalist mülkiyet Sovyet nizamının mukaddes ve dokunulmaz temelidir, bütün emekçilerin refah ve kültür kaynağıdır.

Bu 131’inci maddeyi de okuduktan sonra “Sovyetler ana kanunları değiştirerek sosyalismden vaz geçtiler. Marksizm iflas etti” diyenlere verilecek cevabı okuyucularımıza bırakıyoruz.

Yine aynı maddenin son satırı şöyledir:

“Müşterek sosyalist mülkiyete suikast eden şahıs halkın düşmanıdır.”

SOVYET DEMOKRASİSİ

“S.S.C.B’liğinde bütün iktidar Emekçi mebusları Sovyetlerinin şahsında şehir ve köy emekçilerinindir.”

Yeni ana kanunun üçüncü maddesinde işte bu satırlar yazılıdır.

Emekçi mebuslar Sovyetleri! Stalin’e ait olan bu formül yenidir ve ilk defa işitilmektedir. Çünkü bu formül Sovyet hükümetinin eski ana kanunda yoktu ve olamazdı.

1917 senesi ikinci teşrin 7 de, daha proleter diktaturası henüz doğmuşken, ilk işi bütün iktidarın amele, köylü ve asker mebusları Sovyetlerine geçmiş bulunduğunu ilân etmek olmuştu. Fakat genç hükûmetin işçi ve köylü Kızıl ordusunu yaratması bu formülde bir değişikliğin yapılmasını icabettirdi. Ve formül şöyle oldu: Bütün iktidar amele, köylü ve Kızıl asker mebusları Sovyetlerinindir. Yani “amele, köylü ve asker mebusları Sovyetleri” yerine, “amele, köyle ve Kızıl asker mebusları Sovyetrelri” denildi.

Halbuki yeni ana kanun bu esas formülü şimdi “şehir ve köy emekçileri mebusları Sovyetleri” şeklinde ifade etmektedir.

“Amele, köylü, kızıl asker mebusları Sovyetleri” formülü neden dolayı “şehir ve köy emekçileri mebusları Sovyetleri” formülüne istihale etti?

Bunun sebebini her şeyden önce, yukarıki fasıllarımızda da söylemiş olduğumuz gibi Sovyetler elinde meydana gelen inkişafta, değişikliklerde, Sovyetlerde sosyalismin muzaffer oluşunda aramak gerektir.

İlk ana kanundan bugüne kadar geçen zaman içinde ülkenin ekonomikası tamamen değişmiş; vaktiyle Lenin’in kaydetmiş olduğu gibi memlekette hem sosyalist hem kapitalist ekonomi unsurları değil, fakat sadece sosyalist ekonomi hakim olmuş; içtimaî münasebetler başka mahiyet almışlar, insanlar tanılmayacak kadar başkalaşmışlardır.

Marks der ki:

“İnsanlar kendilerini çeviren tabiatı değiştirerek kendi tabiatlarını da değiştirirler.”

Marksın bu sözü ilmî kıymetini bütün azametiyle bir kerre daha isbat etti.

Sovyet amele sınıfı dünyanın altıda birinde muazzam değişiklikler yaparak yalnız kendinin değil, müttefiğinin, köylülüğün de tabiatini değiştirmiş oldu. Münevverliğin hem bünyesinde hem sosyal cevherinde büyük tahavvüller yaptı. İstismarcı sınıflar, rantiye ve saire gibi tufeyli tabakalar yok edildi.

Vatandaş, insan mefhumları, emekçi mefhumuyla birleşti, aynileşti, aynı şeyi ifade eder oldu.

Sosyalistçe çalışma Sovyet ülkelerinde yaşıyan insanların psikolojisini değiştirdi.

Lenin: “kafa ve kol emekçilerinin anlaşmaları, birleşmeleri işi dev adımlarıyla ilerliyecektir.” demişti. Bu tahakkuk etti. İşçi sınıfının içinden teknik müstahsil münevverlik doğdu.

İşte bundan dolayı bugün Sovyet işçi ve köylüsünün hakları münevverliğe de aynen verilmektedir. Münevverlik emekçi telakki edilmekte ve işte yine bir bakımdan bundan dolayı yeni formül “emekçi mebusları” tabirini kullanmaktadır.

Diğer taraftan aynı formül, sosyalist kuruluşun muazzam bir zaferini daha ilân ediyor. Sosyalismin zaferi amele sınıfıyla köylülük arasındaki farkları kaldırmıştır. Halbuki Sovyet kuruluşunun ilk yıllarında bu farklar büyüktü. Sovyet kuruluşunun ilk yıllarında orta köylülüğün tabiatındaki ikizlik, iki cebhelilik kendini kuvvetle gösteriyordu. Orta köylülük bir taarftan sosyalisme temayül ederken, öteki taraftan onun “mülkiyetçi ruhu” onu sosyalismden uzaklaştırıyor kapitalisme doğru çekiyordu. Bundan dolayı da birinci ana kanunda köylülüğün seçim hakkıyla, seçime iştirak nisbetiyle ameleninki arasında fark vardı. O vakitler Lenin bu mesele hakkında şunları söylemişti.

“Proleteryanın teşkilatlanması köylülüğün teşkilatlanmasından çok daha çabuk oldu ki, bu da, ameleleri inkılabın mesnedi yaptı ve onlara bilfiil faikıyet verdi…… Bizim kanunu esasimiz, söylemiş olduğumuz gibi, bu müsavatsızlığı kaydetmek mecburiyetindeydi…… Fakat biz bunu bir ideal haline sokmuyoruz, bilakis, parti, daha çok teşkilatlanmış olan proleterya ile köylülük arasındaki bu müsavatsızlığın yok edilmesi için sistemli çalışmak vazifesini kendi programına nazaran üzerine almıştır; bu müsavatsızlığı, biz, kültür seviyesini yükseltmeğe muvaffak olunca kaldıracağız. O zaman böyle bir tahdita ihtiyaç kalmayacak.”

Yeni ana kanun projesi bu zamanın gelmiş olduğunu ilân ediyor. Üçüncü maddede “Bütün iktidar köy ve şehir emekçileri mebusları Sovyetlerinindir” demekle ve bütün Sovyet vatandaşlarına bilavasıta, tek dereceli, gizli ve Müsavi rey hakkı vermekle; 125’inci maddede: “emekçilerin menfaatlarına uygun olarak ve sosyalist nizamı sağlamlaştırmak gayesiyle S.S.C.B’liği vatandaşlarının:

a- söz hürriyeti,

b- matbuat hürriyeti,

c- toplantı ve miting hürriyeti,

d- sokak nümayişleri ve demonstrasvon

serbestisi haklarının müeemmen olduğunu bildirmekle Sovyet demokrasisinin ana çizgilerini çizmiş oluyor.

İlk ana kanunda “bütün iktidar işçi, köylü ve Kızıl asker mebusları Sovyetlerinindir” yani S.S.C.B’liği ahalisinin âzim eksariyetinindir deniyordu. Yeni kanun ise “bütün iktidar emekçilerindir” diyerek iktidarın bütün Sovyet vatandaşlarının olduğunu söylüyor. Fakat unutmamak lâzımdır ki, bütün iktidar “emekçi mebusları Sovyetlerinin şahsında” köy ve şehir emekçilerine verilirken Sovyetlerde bu iktidarı emekçilerin aleyhine kullanabilecek istismarcı sınıflar yok edilmiş bulunuyorlar. İnsan istismar eden insan tipi Sovyet ülkeleri için bir efsane haline girmiştir ve memleket ekonomisinin temelini müşterek, sosyalist mülkiyete dayanan sosyalist ekonomi teşkil ediyor.

Proleter diktaturası yoluyla Marks’ın, Engels’in Lenin’in ve Stalin’in anladıkları mânâda hakikî demokrasi tahakkuk etmiştir.

Sovyet demokrasisinin en mühim tarihî vesikası olan ikinci ana kanunun 136’ıncı maddesi, ırk, milliyet, tahsil, sosyal menşe, gelir, cinsiyet v.s farkı gözetmeksizin her vatandaşın seçmek ve seçilmek hakkına malik olduğunu bildiriyor. Yalnız deliler ve mahkeme kararıyla seçim hakkını kaybedenler intihabata iştirak edemezler, deniliyor.

Yine bu vesikaya nazaran “her mebus müntehiblerine karşı mesuldür. Ve müntehiblerinin ekseriyeti isteyince derhal mebusluk hakkını kaybeder”

Sovyet demokrasisinin en şayanı dikkat taraflarından birisi de adliyedir. Yeni ana kanunun dokuzuncu fashına göre, kanunda yazılı bazı hususi ahval müstesna olmak üzere, bütün mahkemelerde işlere halk jürilerinin iştirakıyla bakılır. Adalet, S.S.C.B’liği yüksek mahkemesi, Cumhuriyetler ve halk mahkemelerince icra edilir. Birinciler, Sovyetlerde seçilmiş halk mümessilleri tarafından intihab edilir. Halk mahkemelerini ise, doğrudan doğruya o mıntıka vatandaşları üç yıl müddetle ve umumî seçim prensiplerine göre seçerler. Bu suretle Sovyet demokrasisinde hakimler tarafından intihab edilmiş oluyorlar.

İnkişafının yeni bir merhalesine girmiş olan proleter diktaturası, Sovyet demokrasisi, yeni ifadesinin 129’uncu maddesinde diyor ki:

“S.S.C.B’liği; emekçilerin menfaatlarını müdafaa ettikleri yahut ilmî faaliyetleri dolayısıyla, yahut millî kurtuluş cidaline giriştikleri için takibata uğramış olan ecnebi vatandaşlara barınma hakkı verir.”

K. Radek yeni ana kanun projesi dolaysıyla Pravda gazetesine yazdığı bir makalede diyor ki:

“Sosyalist cemiyetin sağlamlaşması uğrunda yapılacak mücadeleler için Sovyet devleti, emekçi teşekküllerinin her çeşidini genişletiyor…. Emekçilerin emrine binaları, matbaaları, kâadı, rabıta vasıtalarını, sokakları, meydanları, veriyor. Teşkilatlanma hürriyeti, matbuat hürriyeti, söz hürriyeti, toplantı, mitingi sokak nümayışleri hürriyeti istekleri tarih sahasına çıkan proleteryanın ilk şartlarıydı. Bu isteklerin yerine getirilmesi için, proleterya bütün kapitalist memleketlerde kanını akıttı. Hiçbir kapitalist memlekette bu haklar ona verilmedi, o, döğüşüp bu hakları zorla aldı. Ve bu hakları, burjuvazi mecbur olup proleteryaya verdiği zaman bile bin bir vasıtayla bunların tahdidine yürüdü… En mürteci emperyalist burjuvazinin-faşistlerin iktidar mevkiine geçtikleri memleketlerde emekçilerin her çeşit hürriyeti yok edildi.

Sovyet Ana kanunu, Sovyet hükûmeti ise bu hürriyetleri en muazzam ölçülerle müemmen kılmaktadır.”

Son söz olarak şunu söyliyelim ki:

Proleterya diktaturası; Sovyet demokrasisi inkişafının yeni merhalesini tesbit eden yeni ana kanun projesini Stalin’in rehberliğiyle meydana çıkarınca bunu her şeyden önce bütün Sovyet vatandaşlarının önüne koydu. Milyonlarla insan, fabrikalarda, kolhozlarda, dairelerde, projeyi münakaşa ettiler. Kanaatlarını, proje hakkında aldıkları kararları bildirdiler.

Bizzat bu vaka Sovyet demokrasisminin kuvvetini göstermesi bakımından tarihte eşine raslanmayan bir hadisesir.

ÜÇ İDDİAYA CEVAB

Yeni ana kanun projesi dolayısıyla dünya ve Türkiye matbuatında şu şekilde iddialara rastlandı:

1- Sovyetler çocuk düşürmeği yasak ederek vaktiyle aldıkları bir karardan dönüyorlar.

2- Sovyetler tekrar aileyi ihya ediyorlar, burjuva ailesi tekrar doğuyor.

3- Sovyetler hürriyet prensibine dönüyorlar. Namık Kemal’in ruhu şad olsun.

Bu iddialara kısaca ve teker teker cevab vermek faydasız değildir.

1- Vaktiyle Sovyetlerde çocuk düşürme serbesitisi verilirken bunun esbabı mucibesi olarak;

a- memleketin harpten çıkmış olduğu ve vatandaş kavgası içinde bulunduğu

b- emekçi kadınların cephelerde dövüştüğü,

c- anaya ve doğacak çocuklara icabeden yardımın yapılamıyacağı, gösterilmişti

Bu şartlar içinde kadınların çocuk düşürmelerine izin verilmişti. Ve denilmişti ki “yarın bu şartlar değişince bu kanun da mânâsını kaybetmiş olacaktır.” Çünkü Marksistlerce “insanın kendi neslini tekraren istihsali en büyük verimlerinden biridir.”

Bugün eski şartlar değişmiştir. Memlekette refah seviyesinin yükselişi, işsizliğin kalmaması, çocuk bakım evlerinin ve yuvaların, doğum evlerinin v.s’nin muazzam bir şebeke haline gelmesi ve günden güne gerek keyfiyet, gerekse sayı bakımından mükemmelleşmesi ve artması artık kadınların çocuk düşürmelerini mazur gösteren, sebeb ve şartları ortadan kaldırmıştır.

Kapitalist bir cemiyette de çocuk düşürmek yasaktır. Fakat burjuva kadınları vücudlarının güzelliğini kaybetmemek için avuç dolusu para vererek çocuklarını düşürmek imkânlarına sahibtirler. Buna mukabil emekçi kadınlar kapitalist şeraitin sefaleti içine çocuklarını doğururlar. İşsizler ve açlar ordusunun sayısını çoğaltırlar.

Halbuki sosyalist cemiyette çocuk düşürülmesi yasak edilirken, hem ananın maddî, manevî, sıhhî vaziyeti, hem de doğacak çocuğun doğum anından itibaren bütün hayatı temin edilmektedir.

Bundan dolayı sosyalist bir rejimin çocuk düşürme yasağı ile kapitalist bir rejiminki arasında iç, öz, sosyal muhteva bakımından hiçbir benzerlik yoktur.

2- Marks ve Engels “Manifest”de derler ki

“Bugünkü aile, burjuva ailesi sermaye üzerine dayanıyor….. Burjuva ailesini poleterlerin mecburî ailesizliği ve umumî fuhuş tamamlamakta, ikmal etmektedir.

….Burjuva ailesi, kendisini tamamlıyan neticesiyle beraber yok olacak ve her ikisi sermaye ile birlikte ortadan kalkacaktır

Çocukların ana ve baba tarafından istismar edilmesine nihayet vermek isteyişimizi mi öne sürüyorsunuz? İddianız bu ise, evet; biz bu cinayetimizi itiraf ediyoruz.

…. Komünistler terbiyeyi hakim sınıfın nüfuzundan kurtaracaklar… Büyük sanayiin neticesi olarak, bütün aile rabıtaları parçalanır ve çocuklar adî ticarî eşya ve iş aletleri haline gelirken, burjuvazinin aile ve terbiyeye, ana baba ile evlad arasındaki şefkatli minasebete dair kuru lafları günden güne daha iğrenç olmaktadır……

…. Burjuva için karısı alelâde bir istihsal aletidir. Burjuvazi, istihsal aletlerinin içtimaîleştirileceğini duyunca, tabiatıyla bundan, içtimaîleştirilmenin kadınlara da teşmil edileceğini düşünüyor.

Hakikatte, meselenin kadınların âdi istihsal aletleri mevkiinde bulunmalarına nihayet vermek olduğunu aklına bile getirmiyor….

Burjuva izdivacı, hakikatte, evli kadınların müşterek kılınmasıdır…. İstihsalin bugünkü şartları yok edilmekle, bunun doğurduğu kadında iştirakte, yani resmî yahut gayrı resmî fahişelikte ilga edilmiş olacaktır…..”

Aile meselesi hakkında Marksist telakki sarih değil mi? Marksistler hiçbir zaman kadını müşterek kılmağı düşünmemişlerdir. Bilakis kapitalist cemiyette resmî, yahut gayrı resmî yollarda kadını müşterek kılan istihsal şartlarıdır. Bu istihsal şartları sosyalismde yok edilince kadının basit bir istihsal aleti mevkiinde oluşuna, kadının müşterek mal mevkiinde bulunuşuna da nihayet verilir. Sovyetlerde bu yapılmıştır.

Sonra kapitalist rejimde burjuva ailesi esasen tefessüh etmiştir ve proleterler ailesizleştirilmişlerdir.

Sosyalismde, kadın ve erkek arasındaki iktisadî, siyasî, ahlakî müsavat üzerine dayanan ve yalnız iki tarafın gönül, kafa, beden anlaşmalarına istinat eden, ananın haklarını tanıyan sosyalist aile kurulur. Ve bugün Sovyetlerdeki aile de bundan başka bir şey değildir. Ailede çocuk istismar edilemez, çocuğun hakları devlet kanunlarıyla korunmuştur.

Bu böyle olduğu halde bugün Sovyetlerdeki sosyalist aile tipi ile, muhtevası tamamen ayrı ve binaen aleyh mahiyeti başka burjuva ailesini, yahut, kapitalismdeki mecburî proleter ailesizliğini birbirine karıştırmak en hafif tabiriyle cehalet, en doğru manasıyla sınfıî düşmanlıktır.

3- Gelelim Hürriyet bahsine ve Namık Kemal’in şad olan ruhuna.

İlk fasıllarımızda sosyal hürriyetlerin Marks, Engels, Lenin, Stalin tarafından nasıl ve ne suretle telakki edildiklerini gördük. Ve anladık ki bu hürriyetle “Namık Kemal”in istediği hürriyet arasında kelime benzerliğinden başka müşterek olan hiçbir şey yoktur. Bilakis, Namık Kemal’in istediği “hürriyet”in sosyal şartları yıkılarak yok edilmek suretiyle Sovyetlerdeki “hürriyet” tahakkuk etmiştir. Namık Kemal’in hürriyete kavuşmasını istediği “fırkayı mümtazenin” hürriyeti elinden alınarak Sovyetlerde “fırkayı gayrı mümtaze”nin hürriyeti temin olunmuştur.

Bu hususta son sözü yine Marks’la Engels’e bırakalım.

Marksistlere yapılan şöyle bir itiraz ve ittiham vardır:

“Hürriyet, âdâlet v.s gibi her sosyal idare için doğru olan ebedî hakikatler yok mudur? Komünism bu ebedî hakikatleri ortadan kaldırıyor. Dini, ahlâkı yenileştireceğine onları yok ediyor. Bu suretle tarihin bugüne kadar gelen seyrini inkâr eyliyor.”

Bu itiraz ve ittihama verilen cevab şudur:

“Bütün sosyal hayatın, bugüne kadar gelen tarihin manevelasını sınıf zıddiyetleri teşkil etmişti. Muhtelif devirlerde bunun ancak şekli değişti.

Fakat zıddıyetin şeklindeki bu değişmelere rağmen, bütün asırlarda sabit kalan vakıa, cemiyetin bir kısmının diğer kısım tarafından istismar edilmiş olmasıydı. Binaenaleyh, bütün asırların içtimaî şuurunun mütenevvi ve mütehalil olmasına rağmen; bazı müşterek şekiller göstermesinde şaşılacak ne var? Bu şuur şekilleri, ancak sınıf zıddıyetlerinin tamamen ortadan kalkmasıyla tuz buz olup dağılacaktır…”

“Hürriyet”e ebedi, mutlak ve mücerret bir mahiyet izafe edenlerin alacakları cevab işte budur.


*Nâzım Hikmet aşağıda yayınladığımız bu broşürü 1936 yılında yapılan Sovyet Anayasası etrafında üretilen şaibelere yanıt vermek üzere kaleme almıştır.

Stalin liderliğindeki Sovyet iktidarı, devrimden sonraki 19 yıl içerisinde katedilen mesafeye dair büyük bir özgüven duymaktadır. Bu kadar kısa bir süre içerisinde Beyaz Terör’le mücadelede zafer kazanıldığı gibi, üretim araçları kamulaştırılmış, ülkedeki mülk sahibi sınıflar büyük oranda tasfiye edilmiştir. Bu arada genç Sovyet iktidarının hayatta kalabilmesi için girilen NEP gibi mülk sahipliğine kısmi imtiyazlar tanınan sapaklardan da anayola geri dönülmüş; sosyalizmin inşası hedefine doğru kararlı yürüyüş tüm zorluklara rağmen sürdürülmüştür.

1936 Anayasası’nın hazırlanması, Sovyet iktidarının kuruluş döneminin kapandığına ve iktidarın kök saldığına da işarettir. Tüm bunlara rağmen anti-Sovyet propaganda makinesi dünyada da Türkiye’de de işlemeye devam etmiştir. Yeni anayasa ile sosyalizmin kuruluş ilkelerinden sapıldığı ya da Stalin’in Lenin dönemini reddetmek için değişiklik yoluna gittiği gibi iddialar dile getirilmiştir.

Komünist şairi bu konuda bir broşür yazmaya iten nedenlerden biri kendisinin de belirttiği gibi yeni anayasa konusunda Türkiye’de ve Batı’da sürdürülen bu kara propagandadır. Ancak Nâzım, Sovyetlerin yeni anayasasını ele alırken bu propagandaya yanıt vermekle yetinecek biri değildir. Hazırladığı broşüre Sovyetler’i ithamlara karşı savunmaktan daha fazla Sovyetler’in geldiği aşamaya dair duyduğu gurur damga vurmuştur.

Gerçekten de Sovyet Anayasası’nın özellikle bazı maddeleri göğüs kabartacak niteliktedir. Bu maddelerin bir bölümünün mülkiyetin ilgasıyla ilgili olduğu rahatlıkla tahmin edilebilir. Ancak Stalin mimarlığındaki 1936 Anayasası’nın dışarıda ses getiren maddeleri sosyal ve siyasal haklara ilişkin olanlardır. Genç Sovyet iktidarı yeni anayasası ile genel oy hakkını tanımış, herkese çalışma hakkını tanıyarak işsizliği hukuka aykırı hale getirmiş; yıllık tatil, sağlık, barınma hakkı, vb. Batı “demokrasi”lerinin hayal bile edemediği haklar tanımıştır. İfade ve örgütlenme özgürlüğü gibi kapitalist ülkelerde uzun süre hayal olarak kalacak haklar henüz 1930’larda Sovyet halkına tanınmıştır. Kapitalist Batı’da yeni Sovyet Anayasası’na getirilebilen başlıca eleştiri bunun “propaganda amaçlı” olduğudur. Bu yorum Anayasa’nın üstün niteliğine dair bir itiraf olarak görülebilir. Nâzım bu nedenle de gururludur. Bu gurur, aşağıda okuyacağınız her bir satıra sirayet etmiş şair coşkusuyla kendini hissettirmektedir. 

Gelenek

Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×