Yunanistan Solu: Dağlardan Şehirlere Bitmeyen Trajedi
Trajik, belirli bir dönemde çözülemez çelişkileri tarihen zorunlu ihtiyaçlarla pratikte karşılama imkansızlığı arasındaki çelişkileri yansıtır. Acılar, ölüm yenilgi bu dönemin parçaları olabilir.
Sonuç yenilgiyse, günah keçisi aramak, çoğu zaman başvurulan genel bir alışkanlık ve sorumsuz bir kolaycılıktır. Oysa, sahiplenmek, aklamak ya da yargılamak değil anlamaya çalışmaktır. Bu yazıda, Yunan tragedyasının günah keçisini arama kaygısı güdülmeyecek. Amaç, bu tragedyayı anlatmak hiç değil; daha çok onun anlaşılabilmesi için gerekli çerçeve sunulmaya çalışılacak…
KKE’nin (Yunanistan Komünist Partisi) klasik marksist tezlere dayanan programı ve Yunanistan’ın özgül konumu arasındaki eşitsizlik ve çelişkiyle KKE içindeki ideolojik ayrımlar, özellikle 1948’e kadar olan çalkantılı tarihte yoğunlaşarak ele alınacak. Çünkü Yunanistan’da iç savaş, daha önceki baskı dönemlerinin ve direniş geleneğinin güçlü izlerine sahip bir tarihsel dönemi içermekte. Bu tarihsel dönem daha sonraki rejimlerin ve KKE’nin ideolojik ve kültürel yönelişlerini de anlamaya yarayacak ipuçlarıyla dolu. Tahran, Yalta ve Postdam görüşmelerine kısa atıfta bulunulacak ve spekülatif yaklaşımlara prim verilmeyecektir. Evet, bu ilişkiler zincirinde Yunanistan, trajik sonla biten iç savaş döneminde zayıf halka olma ile güçlü halka olma arasında salınmış; bu salınımın bir çok ulusal ve uluslararası etkileyeni olmuştur.
Şimdi Atina’da, açlık ve sefaletin hüküm sürdüğü bir dönemden, 1941-42 kışından başlayarak KKE’nin durumuna bir göz atalım: Komünistler halkı acil talepler etrafında örgütlemeye karar verir: Açlıkla mücadele ve ülkenin kurtarılması. 1942’de KKE-MK liberal burjuvaziyi ürkütmemeye çalışır. KKE köylerdeki harekete soğuk bakmakta, onu pragmatik kaygılarla değerlendirmektedir. Durumun özgüllüğü karşısında o yerellik ve tarihsellikte “yeniden üretim” denen şey gerçekleştirilemez. Parti içinde üç ana eğilim vardır: İlki Siantos’un başını çektiği esnek politikalara dayalı, oportünist çizgi. Bunlar daha çok eski kuşaklardır. EAM1 temelinde politik tavır konmasını savunuyorlar. İkincisi Moskova ile aynı çizgide yer alan dogmatik çizgi; bunlar proletaryanın mücadelesinin her şart altında öncelikli olduğuna inanıyorlardı. (Ionnaidis) Moskova’da eğitim gördükleri için “kutuistler” olarak da bilinirler. Proletaryanın sayıca az ve gelişmemiş köylülerin ise nicel olarak fazla ve mücadeleci olmalarını gözardı ederler. Özellikle böylesi özel bir konjonktürde politikleşen mekana ve militanlaşan köylülere karşı politik perspektiften yoksun ve duyarsız kalırlar. Bir tür teorik avantürizm olarak nitelendirilebilir. Üçüncüsüyse, Kepetanios’ların efsanevi lideri Aris Velovchito-us’un başını çektiği dağ hareketi. ” ‘Dağ’ Aris ve gerilla şefleri sayesinde bağımsız bir gerçeklik halini alır. Atina’dan ve EAM-MK’dan pratik iletişim güçlükleri kadar dağa engelleri nedeniyle de kopuk olan hareket, kendini arazi koşullarına uydurarak fakat genellikle devrimci Ortodoksluktan da uzaklaşarak büyüyen bir sel gibi gelişir, kısa sürede kendi liderleriyle, kendi öyküleri ve türküleriyle örgüt içinde bir örgüt haline gelir.” 2
Teorinin yerellikte yeniden üretimi kadar hızlı ve kapsamlı politik karar alabilmek de önemlidir; komünizm ve Yunan Direnişi’nin biraraya gelmesi gelişme halindeki bir devrimin yerel sentezi olarak önem taşımakta. Oysa KKE-MK’nın bazı üyeleri bu gelişmeyi yalnızca sapma olarak nitelendirmişlerdir. Ayrıca Atina İngiltere’nin ELAS’ın3 meşruiyetini tanımasını istemektedir! İngiltere’ye ise Güney Balkanlarda sadece Yunanistan kalmıştır ve İngilizler buradaki geleneksel rollerini sürdürmek için her türlü aracı kullanmaya ve gerektiğinde acımasız davranmaya hazırdırlar. Ancak İngiltere Truman Doktrini kapsamı içinde kalan Yunanistan’ı bir süre sonra ABD’ye devretmek durumunda kalacaktır. İngilizler ELAS’la EDES4 arasında çıkan çatışmayı daha da şiddetlendirmek için ellerinden geleni yapıyor. Yalnızca Yunanistan’a özgü değil, II. Dünya Savaşı’nda hep uygulanan bir politika: Yurtseverlere ama özellikle komünistlere yardımda denetim müttefiklerin elindeyse sorun çıkmıyor; durum komünistlerin lehine döndüğü an, panikleme ve bedeli ne olursa olsun yardımı kesme klasik tepkisi verilmektedir. Bu yüzden yurtseverler, hem komünistlerle aralarının açılması için hem de onların aleyhine sürekli desteklenmişlerdir. Hitler’in Balkanlar’da görev yapan özel elçisi Neubocher anılarında, 1943 başında Atina’da bulunan bazı İngiliz subayları tarafından getirilen önerileri isim vermeksizin şöyle açıklar:
“… bu savaş müttefiklerin ve Alman güçlerinin Bolşevizm’e karşı ortak mücadelesiyle son bulmalı-dır.” 5
KKE ve BAŞARISIZLIĞI ÜZERİNE ELEŞTİREL DÜŞÜNCELER
KKE kararlılık ve anında müdahale, hızlı politik karar verebilme becerisi gösteremiyor. Mar-kos’un önderliğinde Demokratik Ordu çok kısa bir sürede büyük bir ilerleme kaydediyor, ama KKE liderliği silahlı mücadele konusunda hâlâ tereddütlüdür. Bazen tarihte duraklamak, yenilgilerin kapısını açan bir katalizör işlevi görüyor. KKE silahlı bir çatışmayı başlatmak ile ilgili olarak güçler dengesinin süreç içinde uygulanabilecek politikalarla nasıl biçimleneceğini öngörmekte (kehanette bulunması beklenmiyor ama…) son derece miyop kalıyor. Ayrıca gerilla savaşı klasik savaş tekniğine feda edilir.
Panoromik bir bakışla şunlar söylenebilir: Herhangi bir ülkede sol kanattan (özellikle komünistlerden) gelebilecek herhangi bir tehditten, burjuvazinin ayakta çıkabilmesinin sigortası Truman doktrinine göre ABD olacaktır. Artık “Joseph Amca” imajının silinme zamanı gelmiş de geçiyor bile. İlk müdahale ise Yunanistan’dır. İngiltere ve ABD’nin komünistlere karşı uyguladığı yoğun maddi ve manevi (burjuva basınıyla) destek; SSCB ve Halk Demokrasileri’nin Yunanlı devrimcilere ne moral ne de maddi dayanak olması dahası enternasyonalist dayanışmanın Yunanistan için işletilmemesi devrimin başarısızlığını etkileyen nedenler olarak çok önemli rol oynar. Yunanistan beş yıl içinde yüzde yetmişbeş ABD’den olmak üzere iki milyar dolar yardım alır. ABD ayrıca dört bin yüz otuz uçak tank top ve silahlı araç ile doksanbin bomba sağlar kişisel askeri malzemeler de cabası…
KKE’nin yedinci kongresi, Potsdam Konferansından bir kaç hafta sonra yapılır ve bir ayaklanma ihtimali ilk kez bu kongrede ortaya atılır. Fakat durum altı ay muallakta kalacaktır. Sovyetler Birliği, ancak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin ilk toplantısının yapıldığı 1946 yılının Ocak ayında İngiliz birliklerinin derhal Yunanistan’ı terk etmesini, isteyecek silahlı çatışmayı başlatma Şubat ayında alınacaktır. KKE’nin hızlı politik karar verebilme yeteneğindeki eksiklik, kararsız politikalar, uzak görüşlülüğün olmaması, dış yardımlardaki istikrarsızlık, SSCB’nin desteklememesi, ABD ve İngiltere’nin Yunan egemen sınıflarına yoğun yardımlarıyla birleşince devrim süreci hızla inen bir düşüş süreci izler. Evet, 7. Parti Kongresi Eylül 1945’de gerilla savaşı ima ediliyor. Ama “Gerilla Savaşı” kararı ancak 1946 Şubatı’nda genel seçimlerin bir oyun olacağı anlaşıldığında alınıyor. Burjuvazinin politikalarına göre kendisini ayarlıyor. KKE, kararlılık yok, amaç yine gözdağı vermek; bu en kritik anda KKE miyop bir sarhoşluğun içinde bulunuyor.
KKE’nin radikal bir toprak politikası izleyip kollektifleştirmeye gitmemesi, kurtuluştan sonraki sınıf çatışmasında burjuvazi lehine bir durum yaratır; KKE-MK toprak sorununa ilişkin kayda değer bir perspektif geliştirmeyi de başaramıyor.
SÜREÇ TAMAMLANIYOR: SONUÇ TRAGEDYA
16 Ekim 1949’da Demokratik Ordu Radyosu savaşa son verdiğini duyurur. Yunanistan Devrimi yenilmiştir. “Resmi kaynaklara göre, iç savaşta 40 bin insan ölmüştür. Resmi olmayan tahminler ise bu sayıyı 158 bin çıkarmaktadır. Savaşın sonunda yüzbinlerce kişi evsiz barksız kalmıştır. Maddi zarar açısından ise ülke 1944’dekinden daha iyi bir konumda değildir. 80.bin ya da 100.bin kişi tekrar göçmen olarak sınırı aşıp bir takım komünist ülkelere yerleştiler. Bu göçmenlerin kuracağı en büyük koloni Orta Asya’daki Taşkent şehri olacaktı.” 6 Evet, Yunanistan Devrimi kanlı bir şekilde boğuluyor; partizan ölülerinin üstünde sallanan burjuvazinin beşiğinde İngiltere ve ABD’nin olduğu kesin. Ya Stalin’nin iç savaş sırasında mesafeli yaklaşımını nasıl anlayabiliriz Kanlı bir tragedyayı önlemek mi istedi yoksa gerçekten çaresiz miydi Kendi ülkesindeki sosyalizmi koruma duygusu mu Uşak ruhlu bir Komünist Partisi’nin olmaması mı yoksa Böyle spekülatif sorular daha da çoğaltılabilir… Yugoslavya’nın sınırı kapatmak zorunda kalması beklenen enternasyolalist dayanışmanın gerçekleşmemesi SSCB vb. tek tek düşünüldüğünde herbiri farklı derecelerde yanlış olan bu görüşlerin siyasi sonuçlarını hesaplamak hem olanaksız hem de gereksizdir. Olayın bu şekilde polarize edilerek çözümlenme çabası, gerçeğin en yakın varyantı yakalayabilmek için yararlı bir zihinsel egzersiz niteliği taşıyabilir ancak. Tahran ve Yalta mazur gösterilmeye çalışılmamakta; ancak tek ülkede sosyalizmin geleceğini köstekleyebilecek bir durumla; bir başka ülkede olabilecek bir devrime verilebilecek destek tercihleri arasındaki büyük paradoks da hesaba katılmalıdır. Önemsenmesi gereken bir başka elzem şey de şudur: Yunan iç savaşı yıllarında dünya güçler dengesinde maddi olarak ABD, manevi prestij anlamında ise SSCB ağır basmaktadır. “Joseph amca” imajının oldukça etkili olduğu bu dönemde Stalin’in ve SSCB’nin prestiji doruk noktasındadır. Amerikan kapitalizmi ise savaş yüzünden eşi az görülür bir refah dönemi yaşamaktadır.
YUNANİSTAN’DAN TÜRKİYE’YE…
Yunan burjuvazisi iç savaş sırasında kendi yetersizliği ve uluslararası olaylardan dolayı sağlam bir ideolojik çerçeve kuramamıştır. Bu durum Yunan burjuvazisinin sermaye birikimini daha çok diğer ülkelerde edinmiş olmasından kaynaklanabilir. Bu yüzden egemen sınıflar iç savaşta “zor”u bu kadar çok kullanmak zorunda kalmışlardır. Oysa bu konuda Türkiye burjuvazisi oldukça deneyimli ve avantajlı bir konumdadır. Ek olarak İtalya’da “Ilımlılar”, Türkiye’de Kemalizm gibi siyasi yelpazenin hemen hemen her kesiminin anlayışlarına uydurarak kullanabileceği oldukça işlevli bir ideolojik yapıştırıcının (Megalo-İdea ile bu denenmek istenmiş fakat yalnızca fanatik Yunan milliyetçilerine hitap edebilmiştir; genelllikle manevra alanı dar bir ideolojik motif niteliğini taşımıştır). Yunanistan’da ortaya çıkmamış olması bir dezavantaj olarak görülebilir. Ayrıca sık sık KKE Makedonya’nın özerkliğini savunarak burjuvazinin eline gereksiz bir koz vermiştir. Evet özellikle dış politika konusunda olmak üzere başka bir çok konuda rekabet halinde olan Yunanistan ve Türkiye hem solun sorunları hem de rejimlerin içinde bulunduğu sorunlar ve izledikleri siyaset bağlamında birbirlerine çok benzeyen iki komşu ülke. Bu sorunlara benzerlik açısından genel olarak göz atılırsa şunlar söylenebilir: AT’ye üyelik, emperyalist metropol için ifade ettikleri stratejik önem Balkanlar’da federasyon-Kürdistan Pişmanlık yasası -farklı dönemlerde de olsa aynı yöntem- baskı rejimleri işkence yöntemleri göçmen işçi sorunu ve 80 sonrası uygulanan popülist politikalar…
Yunanistan da Türkiye gibi dışarı işçi gönderen bir ülke konumundadır. Böylesi ülkelerin emek gücündeki kayıp yalnızca fiziksel değil, ideolojik düzeyde de olmaktadır. Bu durumda işçi sınıfındaki bilinç ne kadar radikal olursa olsun yanılsamalı bir şekilde metropol ülkenin sermayesine yönelmekte ya da etnik dini vb. sorunlarla bu radikalizm törpü-lenmektedir. Ancak farklı bir açıdan değerlendirilirse başka bir ülkede diğer işçilerle birlikte işverene karşı mücadele eden işçi etnik, dini vb. ayrım gözetmeksizin çatışmanın daha da şiddetle farkına vararak enternasyonalist yanı perçinlenirken; mücadelesini uzun soluklu yürütebileceği siyasi bir kanaldan (işçi sınıfı partisi) yoksun olma dezavantajı içindedir.
“Yunanistan’da hiçbir zaman doğru dürüst bir sosyalist yahut sosyal-demokrat parti olmamıştır. Andreas Papandreu’nun PASOK’u buna istisna değildir; bu daha ziyade sola doğru radikalleşmiş bir popülist harekettir. PASOK önderinin karizmatik kişiliği çevresinde örgütlenmiştir ve popülizmin klasik bütün belirtilerini sergiler: Özellikle sol-ka-nat örgütler arasında herhangi bir ittifaka karşıdır.” 7 Her iki Komünist Partisi de (iç ve dış KKE) 1983 öncesinde PASOK’a etkin destek verir. “İç savaş döneminden beri Yunanistan’daki an-tikomünist propagandanın ışığında PASOK, yetersizliğine sınırlılıklarına ve sapkınlıklarına rağmen ülkenin politik söyleminde sosyalist dilin meşruluğunun yeniden kurulması şerefine sahiptir.”8 KKE’nin (ortodoksdış) bugüne kadar PASOK’a karşı tutarlı bir muhalefet yürütemediğini hesaba katarsak; bu durum bir yanıyla KKE’den gelebilecek herhangi bir muhalefeti nötralize etme politikası olarak da değerlendirilebilir. Partinin bir çok eleştiricileri -hem solda hem de sağda- KKE ve Hükümet arasındaki gizli barış “moratoryumu” konusundaki kuşkularını dile getirmişlerdir. Bütün bunlarla birlikte, Partinin muhalefette iken politikalarıyla iktidardaki gerçek uygulamaları arasındaki uçurum parti militanlarını kısa sürede hayal kırıklığına uğratmıştır.
İç KKE 1968’deki bölünmeden doğmuştur. “Av-rupa-Komünizmi”nden etkilenmiştir. Batı Avru-pa’lı Komintern partilerinin SBKP’ye ve özellikle Stalin’e tavır almaları ve Enternasyonalizm ilkesinin uygulamadaki sonuçlarına yöneltilen eleştirilerle başlayan süreç giderek “Ero-kom” denen bir sağ sapmaya evrilecektir. Sağ sapma diyoruz çünkü eleştirel çıkışların ardından “proletarya diktatörlü-ğü”nün bırakılması sosyalizme demokratik yollardan geçmek gibi konular, “Erokom”dan etkilenen partilerin programlarındaki önemli ortaklıklar halini almıştır. Artık belirleyici dürtü parlamentodaki izolasyondan kurtulma “anti-tekelci mücadele” ilkesinden hareketle ittifak stratejileri geliştirme doğrultusundaki “ileri demokrasi analizleri”ni “tedrici geçiş” teorilerini fetişleştirmektir. Yalnız “Ero-komünizm” ile ilgili son bir saptama daha yapmak yararlı olabilir: “Erokomünizm”in ortaya çıkışı ve bu çıkış temasına özgü evrilişini nesnel (uluslararası) değil daha çok öznel (ulusal) süreçler belirlemiştir. Nitekim dönüşüm İtalya, İsveç, Fransa, İngiltere, İspanya, Yunanistan gibi ülkelerde farklı zamanlarda ortaya çıkmıştır.
İç savaştan sonra 1951 Aralık ayında yapılan seçimlerde sol EDA adı altında ortaya çıkar oyların yüzde 9’unu alır. KKE ancak 1974’de Konstantin Karamanlis (Yeni Demokrasi Partisi) tarafından legalleştirilir. 1968’de KKE iç ve dış (Ortodoks) KP olarak ikiye ayrılır. “Ero-kom”u benimseyen iç KKE’nin 1981’de parlamentoda temsilcisi yoktur, daha sonra yalnızca bir koltuk kazanır. Yanında endüstriyel işçi sınıfı temeli olmayışı, yıllardır sürdürdüğü reformist politikalar doğal olarak partinin destek ve etkinliğini sınırlamıştır. Parti bazı aydınların entellektüel ilgi odağı haline gelmiştir.
Ortodoks KKE (dış) ise yüzde 10 civarında bir oy potansiyeline sahiptir. KKE’nin (ortodoks) özellikle sol eğilimli popülist hareketlerin hedef kitlesini oluşturan kırsal kesim küçük burjuvazisiyle; küçük burjuva lümpen proletarya yaşam tarzları arasında gidip gelen ve azımsanmayacak sayıda şehirli grupların ideolojik yönelimlerine ilişkin tutarlı politik strateji üretimi kritik önem taşımaktadır. Sonuç olarak bütün çelişkilerine rağmen Yunanistan’da seçim zaferinin radikal sol program etrafında kazanıldığı söylenebilir.
Dipnotlar
- EAM (Ulusal Kurtuluş Cephesi): Genel olarak işgale karşı direnip, kurtuluştan sonra da demokratik bir rejimin kurulmasını hedefleyen bir direniş örgütü. KKE, geniş bir halk katılımını sağlamak için başlangıçta EAM’in programına sosyalizmin inşasını koymadı. EAM işgal boyunca da işgalden sonra da kuruluş bildirgesindeki resmi çizgiden sapmadı.
- Eudes Dominique, Yunan Đç Savası, BelgeYay. 1985, Đstanbul, çev: Yavuz Alagon, s.15
- ELAS (Ulusal Halk Kurtuluş Ordusu): Hapishanelerden ve sürgünden kaçan devrimcilerin ve dağılan Yunan Ordusu’nun yurtsever subaylarının katılımıyla spontane gerilla birlikleri oluşmaya başladı. 2 Şubat 1942’de bu duruma müdahale etmek için EAM’ın askeri kolunun kurulmasına karar verildi ve 10 Şubat’ta yurtsever subaylardan oluşan bir MK’nın yönetiminde ELAS resmen kuruldu.
- EDES (Yunanistan Ulusal Demokratik Birliği): Kral aleyhtarı cumhuruyetçi subaylar tarafından kurulan direniş örgütünün adı.
- a.g.e., s.140
- Çukolas Konstantin, Yunanistan Dosyası, AntYay. Đstanbul, çev:Seyla, s. 132
- Poulantzas, Nicos, Geçis Süreci, Belge Yay.1981, Đstanbul, Çev: B. Yılmaz, s.126
- Dünya Sorunları Dizisi, Emperyalizmin BunalımDosyası, Alan Yay. 1987, Đstanbul, s.159