Engels’in tasaları ya da Das Problem Des Engels Problems!
Dünya tekrarlarla dolu. Ama tekrarlar geniş bir zaman aralığı içinde dönüp durduğu için ortada bir tekrar olduğu da öyle kolayca farkedilemiyor. Hatta araya o kadar çok zaman giriyor ki tekrarlayan bir durum ya da düşünce yeni zannedilebiliyor, yeni olarak sunulabiliyor. Zaten “yeni” olanın her halükârda alıcısı da bol. En az bir 10 yıl durumu idare etmeye yarıyor yeni “yeni”. Sonrasında ise başka “yeni” icadı gerekiyor ki bu sefer de geçmişin başka fikirleri “yeni” olarak dolaşıma giriyor. Solun tarihi bunlarla dolu. Avrupa’da, dünyada ve Türkiye’de.
Bu döngülerden birisi de Engels ile ilgili. Çoğu kişi farkındadır sanırım, şimdilerde Engels “yeniden” keşfediliyor. Mesela “ikinci keman” olmadığı teslim ediliyor; Marksizm’i Marksizm olmaktan çıkarmadığı anlatılıyor; kaba, indirgemeci ve felsefeyi hafife alan birisi olmadığı yazılıyor. İyi, güzel! Bu cinsten “yeni” aydınlanmalara dair ne söylenebilir ki: “Daha çok aydınlanın!” Mutlaka.
Hâlbuki Engels ismi, neredeyse 100 yıl boyunca anti-komünist sol tarafından tepe tepe kullanılmıştı. Son 10 yıldır ise tam anlamıyla olmasa da bir geri dönüş yaşatılıyor Engels’e. Halbuki O incelikli herşeyi kabalaştıran, indirgemeciliği ile düşüncenin içindeki ışıltıyı öldüren, zorlama yasalar uyduran ve 20. yüzyılın komünist barbarlığına giden yolu açan isimdi. O “Das Friedrich Engels Problem”di.[1] Adıyla, sanıyla, yazdıkları ve eyledikleri, eylemedikleriyle “problem” olandı.
Engels’le ilgili bu tür tanımlamaları ilgili ilgisiz bir çok yerde bulabilirsiniz. Bir romanda, sosyalizm ya da sol üzerine herhangi bir kitapta, sinirbilimle ilgili bir yazıda ya da bir doğa belgeselinde. Hatta sıradan bir arkadaş sohbetine bile girebilirdi bu problemli Engels.[2] O dönem öyle gerekiyordu. 80’lerde, 90’larda ve daha öncesinde. Sovyetler’i ortaya çıkaran nesnellik sinyal vermeye başlamasından itibaren, yani 1900’lerin başından itibaren Engels öncelikli tartışma başlıklarından birisi olacaktı.
Şimdilerde “reel sosyalizmin” harareti geçtikten ve dünya, kapitalizmin değneksiz köyüne tam gaz döndükten sonra işte Das Problemi “ehlileştirme” çabaları da başlayıverdi. Sarfedilen çabaları sadece “ehlileştirme” olarak görmüyorum ama ortada İngiliz avam kamarası vekillerini bile işi gücü bırakıp kapsamlı Engels kitapları yazmaya yönlendirecek bir şeyler var.[3] Bu değişimi, Engels’i problem olmaktan uzaklaştırıp Fraklı Komünist’e dönüştüren bu değişimi anlamak için önce Engels’i problem ilan ettiren döneme, tartışmalara dönmek gerekiyor. Yani komünist mücadelenin ilk dönemine.
19. yüzyıl: Ütopik sosyalizm çoğunluktadır
Tekrarlar dedim. Solun, sosyalizm mücadelesinin tarihi “yeni” görünümlü tekrarlarla dolu. Özleri aynı kalan ama biçimleri değişen kalıplar da diyebiliriz bunlara. “Ütopik” diye yazıp geçiyoruz ama aslında günümüzde de ağırlığını halen koruyan bir düşünce skalası söz konusu olan. Nasıl ki Marx ve Engels daha erken dönemde, toplum, devrim, sosyalizm adına ortalıkta ne var diye baktıklarında, karşılarında çeşit çeşit ütopik sosyalizm, ütopik sosyalistler gördülerse günümüzde de aynısı devam etmektedir. Ütopik zamanla bir tür hafife alma, kıymetsizleştirme tanımlamasına dönmüş olsa da sosyalizm yelpazesinin tamamı ütopik, küçük-burjuva, feodal romantik paltosunun içinden çıkmıştır da diyebiliriz. Daha doğrusu binbir tonuyla sol hep ütopiktir. Komünizm işte ilk önce buna itirazdır. Bunu, yani ütopikliği, evrimciliği, aşamacılığı kabul etmemenin ve devrimci dönüşüm yolunu aramanın, bulmanın adıdır. 1848’lerden bu yana! Unutuyoruz, hep hatırlamak ve hatırda tutmak lazım.
Unuttuğumuz bir şey daha var: Kapitalizm siyasi ve ideolojik anlamda karşısına “sağ” ve “sol” diye iki ayrı akım, hareket çıkarmamıştır. Kapitalizmin ortaya çıkardığı sınıf mücadeleleri içinde burjuvaziye, küçük burjuvaziye ve işçi sınıfına ait geniş bir siyasi düşünce ve eylem alanı vardır. Bu eylem-düşünce alanında stereotipler ve tekrarlar boldur. Owen[4], Proudhon[5], Weitling[6], Blanqui[7], Bakunin[8] ve diğerleri hep bu stereotiplerin prototipleridir ve sosyalizm düşüncesinde temsil ettikleri evrimci, aşamacı, anti-komünist, kendiliğindenci, ekonomist, feodal, küçük burjuva pozisyonlar yaklaşık 200 yıldır yeniden ve yeniden ortaya çıkmaktadır. 1848’lerden bu yana çeşitli tonlarıyla sol, sosyalizm mücadelesi, ütopik sosyalizmin, aşamacılığın, evrimsel yaklaşımın çeşitli versiyonlarını içermektedir. Geniş zaman aralıkları ve farklı isimlerle gündeme geldiği için de özünde “ütopik sosyalist” olan her siyasi akım “yeni” adıyla ortalıklarda dolanmaktadır. Yeniden ve yeniden.
Yani kapitalizm, sosyalizm mücadelesinde bir anlamda iki ana pozisyon ortaya çıkarmıştır: bir yanda binbir çeşidiyle evrimci, aşamacı, anti-komünist sol ve öbür yanda da ise devrimci, materyalist bilimsel sosyalizm. 1848’den 2020’ye bu ana iki koordinat değişmemiştir. Neredeyse 170 yıllık bu kesitin içinden Sovyetleri ve komünistlerin 40-50 yıl süren etkisini çıkarın geriye Marksizm değil ütopik sosyalizmin çeşitli varyantları kalır. Engels ve Marx, 1848’e giden günlerde, Proudhon ve Weitling ile karşılaştıklarında da genel tablo az çok böyleydi, şimdi karşımızda radikal sol, komünal-ekolojik sosyalistler, feministler varken de böyle. Tekrar eden bir döngü ve mücadeledir bu karşılaşma.
Tam da bu nedenle erken dönemden, özellikle de 1845 sonrasından başlayarak Engels ve Marx, temel uğraşmaları gereken siyasi pozisyonun burjuva muhafazakarlar, liberaller vs. değil, işçi sınıfının öfkesini, heyecanını, umudunu kontrol eden ve her kritik uğrakta evrimci bir yola sokmaya çalışan bu akımlar olduğunu görmüşlerdir. Komünist Parti Manifestosu’nda burjuvaziye ayırdıkları yer kadar ve hatta ondan daha çok, feodal, gerici, küçük burjuva, “hakiki” gibi çeşitli renkleriyle “sosyalist” harekete ayırmaları boşuna değildir. Devrimin önündeki engel burjuvazinin çeşitli düşünceleri, propagandaları değildir; siyasi ve düşünsel açıdan dinamik işçi kesimlerinin aklını çelen binbir çeşidiyle bu kolay sosyalizmlerdir.
Bu sosyalizmler Marx ve Engels’in yaşamına, yazdıklarına, düşüncelerine ana rengini veren güçlü nesnelliğin farklı birer görünümüdür. Yani Komünist Parti Manifestosu’nun öncelikle “en yakınındakine” vuran tonu 1848 gibi şiddeti giderek artan ve belirginleşen sınıf mücadelesinden gelmektedir. Engels de Marx da bu süreçte modern toplumun ekonomik ve siyasi/ideolojik işleyişine dair Hegel felsefesine dayalı bir çerçeveyi tam da bu düşüncelerle uğraşarak keşfedecekler ve yaşamları boyunca da bu düşünsel/siyasi çerçevenin içinde kalacaklardır. Bu ilk dönemdeki ve mücadelelerinin sonraki dönemlerinde taşıdıkları öncelikli tasaları Proudhon’un salon sosyalizmini, Weitling’in ruhani vaazlarını, felsefedeki kör topal işleyen materyalizmi aşan, tüm bu düşünsel ve siyasi akımların etkisini güçlü bir biçimde kıran bir düşünce sistematiği ile çıkmaktır. Bu tasa, siyasal arayış[9], sonraki 40 yıla da damgasını vuracaktır. Ama gelgitlerle! Sınıf mücadelesinin gelgitleriyle…
Yasalardan önce tasalar
Marx ve Engels Partisi’nin yani Komünist Parti’nin o dönemdeki ve de daha sonrasındaki temel tasası sosyalizm mücadelesinin renklerinden bir tanesi ya da mümkünse ana rengi olmak değildir. Yani tasaları sosyalizm düşüncesi içinde hegemonya kurmak vs. değildir. Kimileri böyle görebilir. Eşitler arası bir mücadele, itiş kakış! Ama Marx ve Engels’in bu erken dönem boyunca tasası, benzerlerle ne kadar benzer olduklarını ortaya çıkarmak değil tam tersine ne kadar farklı olduklarını, alakasız olduklarını ortaya çıkarmak, ayrım noktalarını belirginleştirmek, kökensel benzerliğe rağmen köklü farklılıkların altını çizmektir. Marx da Engels de farklı sosyalist yaklaşımlarla düşünsel olarak bir araya gelemeyeceklerini bilmekte ve her fırsatta tüm o ütopik, hakiki, ruhani toplamın aslında düzenin sürüp gitmesinde nasıl da pay sahibi olduğunu göstermekten geri durmamaktadır.
Başka yerlerde sık sık vurgulanıyor ama yeniden ve yeniden hatırlamakta fayda var: hem Marx hem de Engels ne gençlik heyecanına kapılan iki kafadardı, ne bir varoluş kimliği olarak siyaseti üstlerine geçirmişlerdi ne de hobilerinin peşinde koşan meraklılardı. Tamam, belki bunlar ya da buna benzer haller vardı ama özellikle 1845’ten, kapitalizmin krizinin Avrupa’yı etkisi altına aldığı tarihlerden itibaren ikisi de tarihsel ve toplumsal gelişimin içindeki devrimci olanakları gören ve bu olanakları yer yer mekanizmalarıyla yer yer de yenilikleriyle çözümleyen, çözümlerken yol alan/arayan, karşıtlarını da yeri geldiğinde yeren, hatta düşünsel olarak ipliklerini pazara çıkaran iki isimdir. Ama siyaset, devrim arayışı tüm bu sürecin ana omurgasıdır ve ikisinin de ilgilendiklerine, yaşamlarına rengini veren ana özelliktir.
Örneğin “11. Tez” ikisinin de kimliğini tanımlamak için sık sık kullanılır. Gerekli gereksiz. Ama nedense ayakları havada, eksik bir kavrayışla işlenir 11. Tez. Sanki aslolan düşünmek değil de dönüştürmekmiş gibi vurgulanır. Halbuki ikisinin de derdi açıktır: Dünya, toplumsal yaşam, ancak dönüştürme etkinliği içinde, devrimci bir arayış içinde kavranabilir, çözümlenebilir. Devrimci bir siyasi arayışın olmadığı bir düşünsel çözümleme ise artık mümkün değildir. Diğer tüm sosyalist toplamın yaptığı ise ya çözümlemek ya da hareket halinde olmak arasında gidip gelmektedir.
Bu çerçeveyi keşfettikleri 1848’in devrimci dalgası Batı’dan Doğu’ya, Fransa’dan Moldova’ya, neredeyse tüm Avrupa’yı etkiledikten sonra kapitalist düzenin tüm Avrupa’ya yayılması ile geride kalır. Sınıf mücadelesinin artan basıncı geçici olarak düşer. Ama toplumlardaki yatışma, Marx ve Engels’in Manifesto’da uğraştıkları “eski sosyalizmi” tarihe karıştırmayacaktır. Tam tersine sonraki 30 yıl boyunca aynı içerik farklı, yeni görünümlerle ortalıkta dolanmaya devam edecektir. Hem de daha etkili olarak! Dolanırken de dört bir yana yalpalamaya, çeşitli karışımlar aramaya, işçi sınıfının tarihsel ve düşünsel önemini anlayamamaya devam edecektir. Marx ve Engels için ise evrim, aşamacılık, idealizm bulaşmış her arayış sahtekarlıktır. Sahtekarlık için ise çok neden vardır.
Örneğin Lassalle[10] tarihin ilk sosyalist partisini kurarken sırtını Bismarck’a[11] yaslamaya kalkışacaktır. Ama Lassalle’in uzlaşmacı, işçi sınıfına ancak vitrinde siyasi bir yer ayıran düşüncesi Alman solunda sonraki on yıllar boyunca belirgin kalacaktır.[12] Ya da Proudhon 1865’te ölümünden hemen önce basılan “İşçi Sınıfının Siyasi Becerileri” isimli kitabında başka bir açıdan aynı noktada dolanacaktır: işçilerin kurtuluşu doğrudan eylemdedir. Sınıflar, siyasi örgütlülük, sermaye sınıfının politik oyunları ve siyasi iktidarın fethi gibi başlıklar Proudhon’da hiç olmamıştır.
Velhasıl 1848’den 1870’lere, yani sınıf mücadelelerinin bir uğrağından bir başka hareketli uğrağına geçilirken tablo yine benzerdir: Sosyalizm adına hareket eden isimler tarihe, topluma dair “bilimsel” bir bakış geliştirmekten uzaktır ve daha çok duyguları, yüzeysel akıl yürütmeleri ile varolan, felsefi derinlik yerine cilalı sözlere ihtiyaç duyan bir toplamdır. 1870’lere giderken aradan geçen süreye rağmen Komünist Parti Manifestosu’nda ele alınan sosyalizmler farklı isimlerle Marx’ın ve Engels’in halen karşısında durmaya devam etmektedir ve siyasi arayış içindeki yeni bir genç emekçi kuşağı üzerinde etkili olmaktadır. Ortada çok-seslilik ya da çeşitlilik değil, siyasi iktidar, sınıf ve devrim sözkonusu olduğunda kafa karışıklığı, çeşitli uzlaşı arayışları ve bol bol idealizm vardır.
Atlanıyor, çok üstünde durulmuyor ama geçerken bir diğer önemli tasayı da hatırlatmakta fayda var: Engels’in ve Marx’ın bir diğer tasası da karşılığını ancak Bolşeviklerde bulacak olan, devrimci bir hedefe odaklanmış, etkili bir örgüt arayışlarıdır. Örneğin 1848’in Komünist Birlik’i[13], 1860’ların Uluslararası İşçiler Derneği[14], çıkarılan gazeteler (örneğin Neue Rheinische Zeitung[15]) hep aslında adı konmamış bir komünist parti arayışıdır. Ama hem bilimsel sosyalizm düşünceleri genel sosyalist hareket içinde yeterince ilgi görmemiştir hem de sınıf mücadelesinin kabaran ve sönümlenen ritmi içinde insanlar, örgütler, kurumlar ve arayışlar sürekli değişmektedir. Değişmeyen ise işçi sınıfı hareketi içinde bilimsel sosyalist düşüncenin yayılmakta güçlük çekmesidir. 30 yıl süren bu yalıtılmışlık ancak 1880’lerde, Prudhoncu, Bakuninci ya da Lasalcı her akımın şiddeti artan sınıf mücadelesi karşısında yetersiz kalmalarıyla kırılabilecektir.
Ama 1848’de manifestosunu yayınlayan Komünist Parti ortaya çıkışını ancak 1919’da tamamlayabilecektir. 70 yılda! Engels’in, Marx’ın ve çevrelerindeki az sayıda insanın arayışları, bilimsel sosyalizm adını koydukları komünist bilinç ancak 70 yılda kendine kalıcı, ayrı bir yer açabilecektir. Daha önce değil. Bu süre, Marx ve Engels’in yalıtılmışlığına ve verdikleri düşünsel, siyasi mücadelenin şiddetine dair sarsıcı bir göstergedir. Tüm bu süre boyunca (ve tabii ki sonrasında da) komünistler, komünist olmayan bir sol ile sürekli uğraşmak zorunda kalmıştır.
Bu tasalar ve nesnel gelgitler atlanınca geriye tabii ki Engels kalmıyor. Daha doğrusu herkesin kendi kafasına göre bir Engels, gönlüne göre bir materyalizm ve aşamacılığına göre bir sosyalizm kalıyor. Engels ve Marx neredeyse yarım yüzyıl boyunca karşılarına farklı kılıklarda çıkan düzen içi ya da karşıtı görünümlü düşünce akımları ve siyasetlerle uğraşmak zorunda kalmıştır. Yazdıklarına, ürettiklerine ve pozisyonlarına ana rengini veren biraz da bu dalgalı ama öz itibariyle sürekli tekrarlayan mücadeledir.
Sıkıcı sol, sıkıcı Dühring
Engels’in doğa bilimleri ile ilgilenmesini de bu eksen etrafında ele almak gerekiyor.[16] Yani Anti-Dühring’i ve basılmadan kalan Doğanın Diyalektiği’nde yer alan makaleleri yazmaya götüren süreç sosyalizmi temsil eden düşünce evrenindeki dağınıklık, bilimdışılık ve siyasetsizliktir.[17] Bu ana eksenden kopulduğu zaman ise her iki kitap da bir taraftan gereksiz ve yanlışlarla dolu, öbür taraftandan da her daim geçerli yüce şablonlar olarak görülebilir. Halbuki her ikisini de acil ve yoğun siyasi ihtiyaçlar yazdırmıştır.
Nedir bu acil ve yoğun siyasi ihtiyaçlar? 1870’lerden itibaren etkisi giderek artan sınıf mücadeleleridir. İşçi sınıfı siyasi olarak düzenin tüm diğer aktörlerinden kopma işaretleri gösterirken düşünsel olarak ise sürekli düzeniçi hedeflerle, çerçeve ve şemalarla muhatap olmaktadır. Hem Engels hem de Marx örneğin 1875’te Alman işçi sınıfı hareketi tek bir örgüt altında birleşirken[18] o birleşmeye sınırı gösteren ve uyarılarla dolu bir mektup kaleme almak zorunda kalmıştır. Gotha Programı’nın Eleştirisi, komünist hareketin iki yüzyıla varan tarihi boyunca sürekli ortaya çıkan düzeltme, yön verme ve derleyip toparlama ihtiyacının halkalarından sadece bir tanesidir. Ve Anti-Dühring de bu ihtiyacın halkalarından birisidir. 1880’lerde Alman işçi sınıfının giderek belirginleşen siyasi, düşünsel ve devrimci arayışlarına müdahale etme ihtiyacıyla yazılmıştır. Daha doğrusu süregiden majör bir müdahalenin etkisini kırmak için yazılmıştır. Ve müdahaleyi yapan Dühring’tir. Yaptığı ya da parçası olduğu müdahalenin karşı-devrimci özünün farkında bile olmadan! Nesnellikle sürüklenerek! Daha doğrusu Dühring, düzen içi düşüncenin emekçi kitleler üzerinde oluşturduğu bitip tükenmez düşünsel müdahalenin bir parçası ve uğrağıdır. Ve etkilidir. Alman coğrafyasında bilimsel sosyalizmin, komünizm mücadelesinin önünü Bismarck ya da Alman gerciliğinin farklı yüzleri vs. değil, bizzat bu Lasalcı ve Dühring’te cisimleşen düşünce kesmektedir. Herkesten daha öncelikli rakip, alt edilecek düşünce bu düşüncedir.
Hikâyeyi kısaca buraya almaya çalışayım: Karl Eugen Dühring (1833-1921) Prusyalı bir avukattır. Eli sıkı kalem tutar, kelimeleri kuvvetli, sözleri ise etkileyicidir. Bir tür Proudhon, bir tür Weitling’dir. Gözlerindeki görme sorunları, bu kıvrak dilli avukatı, Almanya’da tam da sosyalizm gençler ve emekçiler arasında yayılırken, yani 1860’ların ortasında, Berlin Üniversitesi’nde akademisyenliğe sürükler. Henüz 30’lu yaşlarının başındadır ve sosyalizme dair aşamacı, pragmatik ve çabuk kavranan çözümler ortaya atmaktadır.[19]
1870’lere gelindiğinde, siyasette ağırlıklı olarak Lassallecı olan Alman işçi sınıfı hareketi, düşünce dünyasında da Dühring’i bulmuştur: “en az çabayla her şeyin yasasının yazılmasını bekleyen bir kamuoyu için” süslü ve tumturaklı bir kalemşör, güçlü bir hatiptir Duhring. Ayrıca sadece “pragmatik bir program” önermek ve örgütlemekle kalmamakta aynı zamanda “rakiplerini” de sürekli yermektedir. Bu polemiklerden en büyük payı da Marx ve Engels almaktadır. Marx’ın, Engels’in düşünce dünyasına, kişisel özelliklerine, maddi kaynaklarına, akla gelebilecek her noktaya dair konuşmakta, saldırmaktadır.
Ama Engels’i (ve tabii ki Marx’ı, Liebknecht[20] üzerinden de Alman komünistlerini) harekete geçiren temel neden Dühring değildir. Tasaları Dühring’ten ötedir: her tarihsel kesitte kendisini siyasette ve düşüncede yeniden üreten idealizm, aşamacılık, ütopyacılık ve radikal görünümlü düzeniçiliktir. Ve Dühring’in hazır çözümlerine, çok tutulan şablonlarına, Alman işçi sınıfı hareketi içindeki kafa karışıklığına karmaşık, sofistike bir dille değil ama yine de kapsamlı, mümkün olduğunca sade bir dille karşılık vermek gerekmektedir. Bilimsel sosyalizmin kendisini, geniş emekçi yığınlara duyurması, buluşturması gerekmektedir ama bunu anlaşılır, harekete geçirici, aynı zamanda kendi derinliğini de azaltmadan göstermesi gerekmektedir. Engels’in Anti-Dühring’te temel tasası bu gereklilik ve sıkışmışlıktır. Bilimsel sosyalizmin tıpkı Komünist Parti Manifestosu’nda olduğu gibi bir kez daha kendi nesnelliğini değiştiren/açan bir müdahale yapması gerekmektedir.
Almanya’da devrim, Alman işçi sınıfı hareketi içinde geniş yer kaplayan ve o dönemde Dühring’te cisimleşen bu akımın önü alınmadan mümkün değildir. 1870’lerin sonunda siyasi, toplumsal ve düşünsel yaşam Alman ülkesine yeni bir soluk, yeni bir kuşak getirmiştir. Sınıf mücadelesinin şiddetlendiği ve toplumda genel bir arayış ortaya çıktığına dair birçok alamet vardır: Almanya Sosyalist İşçi Partisi hem üye sayısını arttırmakta hem de girdiği her seçimde daha fazla oy almaktadır. Parti 1890’a gelindiğinde %20 oy oranına ulaşacaktır. Keza aynı dönemde Almanya’nın hemen her yerinde işçi sendikaları, dayanışma birlikleri de kurulmaktadır. İlginçtir, çünkü tüm yaşamları mücadele, kabul görmeme, sonu gelmez uğraşı ile geçen Marx ve Engels’e göre bu yeni kuşak kısa zamanda milletvekili, sendika başkanı, müdür, müsteşar, büyükelçi vs. olacaktır.
Ve bu güçlü nesnelliğin ortasında yeniden ve yeniden ortaya çıkan feodal, küçük-burjuva ve ütopik sosyalizmler ya da anarşizm vardır. Herkes kolay, hızlı, yüzeysel, anlık, basit çözümler peşinde koşmaktadır. Okurlar bunu istemekte, gençler buraya bakmaktadır. Dühring ise tam da bunu sağlamaktadır. Engels biraz da bu nedenle “her şeyi yarım bırakıp şu sıkıcı Dühring’in hakkından gelmeye” çalışacaktır. Ve satırlarını sosyalizm mücadelesini tarihsel olarak sıkan, sıkıştıran her başlıkla, herkesle uğraşarak yazacaktır.
Benzer bir tasa Doğanın Diyalektiği’nde de kolayca bulunabilir. Bu yayınlanmamış makaleler toplamı parlak öngörüleri ve yer yer uzayan konu işleyişleriyle bilimsel sosyalizmin heyecanına, inadına ve sabrına kadar polemik gerekliliğine de dayanır. Ama tekrar hatırlatayım: burada da temel mesele polemik değildir. Ayrıca her iki kitapta temel mesele bilimsel gelişmeler de değildir. Evet, Doğanın Diyalektiği’nde polemik de vardır, bilimsel gelişmelerin başdöndürücü, büyüleyici etkisi de vardır. Tabii ki Engels’in (ve mektuplaşmalar, yazışmalar, görüş alışverişleri, üzerinden Marx’ın) entelektüel ufku da vardır. Bunların hepsi Doğanın Diyalektiği’nde vardır ama parlayan, göz kamaştıran, heyecan uyandıran, eksik kalan ve aksayan yanlarıyla bu kitaptaki makaleler toplamı bir siyasi mücadele sürecinin parçasıdır. O siyasi mücadele süreci olmasa yazılmayacak, düşünülmeyecek, peşine düşülmeyecek satırlar, kitaplardır bunlar.
Engels’in örneğin Ruhlar Aleminde Doğabilim makalesini yazarken de siyasi bir derdi vardır, Maymundan İnsana Geçişte Emeğin Rolü makalesini yazarken de. Kaleminden çağının psikoloji bilimine ya da evrimsel sinirbilimine dair derinlikli düşünceler çıkarken 1845 gibi yakaladıkları bilimsel dünya görüşünün çerçevesi içinden yazar Engels. Darwin’in insan zihninin evrimine dair görüşlerine düzeltme yaparken de diyalektiği doğabilimlerine uygularken de. Engels’in tasası idealist, düzeniçi olan her tür müdahalenin etkisini kırmak ve bilinçsiz gibi duran her sapmayı bilinçli hale getirmektir. Sevilmeyen işte bu iddiadır. Sevilmeyen devrimin kendisidir. Ve bu iddiayı sevmeyenler tüm şatafatlarına karşın felsefede idealist, siyasette ise evrimcidir.
Anti-Dühring ve Doğanın Diyalektiği daha sonra reformizm, revizyonizm, sosyal demokrasi, Öro-komünizm, yeni sol, küreselleşme karşıtlığı, radikal sol vb. adını alacak olan her tür aşamacılığa, evrimciliğe, bilimselliğe ayağını basmayan sosyalizm çeşitlemelerine dair bir polemiğin parçasıdır. Engels bu kitaplarda temel olarak ve öncelikle siyasi bir tasa ile aklını yormuştur. Bilimdeki gelişmeler de ancak tıpkı 11. Tez’de örtük olarak vurgulandığı gibi, değiştirme, dönüştürme amacının içinde belli bir anlam taşımaktadır. Engels’in ve Marx’ın bilimde, toplumsal yaşamda ve işçi sınıfında yer yer belli bir aralıktan görünen işaretlere düşkünlüğü her şeyden önce 1845-48 arasında keşfettikleri tarihsel akış ile ilişkildir.
Evet, 1848’lerden itibaren olguların doğasında keşfettikleri ışıltı tarihin ve toplumun devrimci dönüşümüdür. Yıllar içinde olgunlaşarak, yetkinleşerek bunun izini daha fazla sürmüşlerdir. İz sürmüşlerdir ama önlerine de sürekli engeller çıkmıştır: Proudhoncular, Weitlingci havariler, Lassalle havaları, anarşistler, Dühringcilik vs. vs. Yaşamının son 20 yılında Engels’in bir kez daha tüm bunların yaldızını sökmesi gerekmiştir. Hepsini merkezinde bilimsel sosyalizmin olduğu bir koordianata yerleştirmesi ve etkilerini kırması gerekmiştir. Bu mücadeleyi kâh Marx’la konuşarak kâh Liebknecht’ten geri bildirim alarak yürütmüştür. Engels, 1870-90 arasında Paris Komünü sonrasında etkili olan yenilgi ve yılgınlık sosyalizmine müdahale etmiştir. Beğenilmeyen bu müdaheledir. Komünizm mücadelesi ise bu tekrarlayan hizalama, sınır çekme işi, siyasi müdahale olmaksızın düşünülemez. Düşünülebilir diyenler yalan söylemektedir.
Das Kapital + Das Problem
Alman sosyalizminin Anti-Dühring’e ihtiyacı vardı. Sosyalizm mücadelesinin Anti-Dühring’e ihtiyacı vardı. Bir kitap olarak Anti-Dühring’ten bahsetmiyorum, bir siyasi ve düşünsel müdahale olarak Anti-Dühring’ten bahsediyorum. Engels o dönemde bu nesnel ihtiyaca, yani Alman toplumu içinde belirginleşen arayışlara yanıt oluşturmaya çalıştı. İki yıl boyunca yazdı. İşçi sınıfı sosyalizmi ile Dühring ya da bir başka isimde karşılığını bulan sosyalizmlerin farkını, uzlaşmazlığını ortaya çıkarmaya, belirginleştirmeye soyundu. Bu müdahale, o dönem sosyalizmle yeni tanışan bir çok genç için ise belirleyici oldu. Sonraki 30 yılda isimleri çok duyulacak olan Georgi Plehanov[21], Karl Kautsky[22], Eduard Bernstein[23] gibi isimler bu müdahale ile sosyalizm mücadelesine sarıldılar. Daha ne olsun!
Diyebiliriz ki Anti-Dühring kendisini dayatan ihtiyaca yanıt verdi. O kadar ki Marx ve Engels’te cisimleşen materyalist düşünceyi tarihsel anlamda temsil etmek açısından o dönemde Das Kapital’in de önüne geçti. Anti-Dühring, okuyucu için karmaşık olabilen, uzun bir anlatıma sahip Kapital yerine, çok daha geniş bir okuyucu toplamı için başucu kitabı oldu.[24] Etkiledi, etkisizleştirdi, derledi, toparladı. Ama Engels biraz da bu nedenle Das Kapital’in karşısına Das Problem olarak dikildi! Hem de hemen.
Efsanelerle yaşıyoruz. Sanıyoruz ki Marksizm’de temsil olunan materyalist, bilimsel dünya görüşü her dönem el üstünde tutuldu, genel solda hep referans noktası oldu, çok iyi kavrandı. Hâlbuki gerçeklik tam tersidir. 1880’lerde Engels’in çabaları ve Alman işçi sınıfı hareketinin dinamizmi ile etkisi giderek artan Marksizm, Ekim Devrimi’nin sağladığı moment olmasa muhtemelen Avrupa solunun yenilgi ve karmaşa dolu zihninin bir parçası olarak bir sonraki sınıf mücadelesi döngüsüne kadar bir kez daha geriye çekilecekti. Bu efsanelere dayalı kabuller nedeniyle üstünde durulmuyor: 1890’lar boyunca Marksizm’de karşılığını bulan devrimci düşüncenin yayılışı ve yükselişi ile değersizleştirilmesi ve afarozu eş zamanlı yaşanmış. Engels ve Marx düşüncesinin “bunalımı” daha Ekim Devrimi’ne gelmeden çok önce başlamış.
Bu nedenle Engels problemi söyleminin 1920’lerde György Lukács[25] ile başladığını düşünmek oldukça hatalı olur. Evet, Lukács üzerinden günümüze kadar gelen bir hat var ama mesele bir önceki yani 1890’ların sonunda yaşanan tekrardadır ve Engels problemi önce Das Marx Problemi olarak başlamıştır. 1890’ların hemen başında. Bu sistemli tartışmayı başlatanlar ise revizyonistler olmuştur.[26]
Daha o dönemden başlayarak “pozitivizm ve pozitivizm karşıtlığı, Marx’a hayranlık ve düşmanlık; bunlar 1890’ların eleştirilerinde şaşırtıcı biçimde çakışır.”[27] Devrimci sosyalizme ve hatta genel olarak sosyalizme mesafeli bir entelektüel çevre “Marx’ın propagandacılar ve partili paspallara bırakılamayacak kadar” önemli yanlar içerdiğini keşfederler. Keşfederler ama bu çevrenin topluma, tarihe, insanlığa baktıklarındaki siyasi, düşünsel program burjuvaziye aittir ve ait olmadığı yerde de açık ve net olarak aşamacı, evrimci ve kendiliğindencidir. Bu çevre siyasal değil sosyal bir Marx ve Marksizm peşine düşülmüştür.
Bu isimlerin başında örneğin Émile Durkheim[28] gelir. Durkheim için Marksizm önemlidir ama “toplumun incelenmesine giden çeşitli yolların sadece bir tanesinden öte bir şey değildir.” Tam da aynı dönemde Vilfredo Pareto[29] ise Marksist ekonomi ve sosyolojiyi kanıtlarla çürüterek adını duyurur. Benedetto Croce[30] da çok benzer bir dönemde Marksizme şöyle bir uğrar ve Marksizm’in bunalımını ilan eder; tam da 1899’da, Bernstein Evrimci Sosyalizm’i yayınladığı yıl. George Sorel[31] ise sosyalizmi bilime dönüştürmeyi hedefleyen her düşünceyi terketmeyi ve sosyalizmi “toplumsal şiir sanatı” olarak yeniden tanımlamayı önerir. Sonrası ise daha kolay gelecektir. Lenin ve Bolşevikler olmasa… Ne Yapmalı, 1902’de yazılır. Bu kronoloji boşuna değildir.
Yani Marx ve Marksizm, 1900’lere gelindiğinde Fransa, İtalya ve Almanya’da çoktan kıyasıya eleştiriliyor ve tüketiliyordur. Bir sorundur Marx! Ama sorun tarifinin Engels’e dönmesi için Ekim Devrimi’nin tutunması ve Alman coğrafyasında, daha doğrusu Avrupa’da devrimin bastırılması gerekecektir.
Ekim Devrimi olmasa emin olabiliriz ki örneğin György Lukacs meselenin adını Das Karl Marx Problem olarak koyardı. Açıktan! Ama ortada Marx’ın adıyla özdeşleştirilmiş bir dünya görüşünün prestiji vardır, yükselen Sovyetler Birliği ve tabii ki Komünist Parti vardır. Ve Avrupa’yı bir kez daha etkisi altına almakta olan yenilgi ve yılgınlık sosyalizminin o prestijle başetmesi henüz mümkün değildir. 1890-1900 arasında Marx için söylenen tüm eleştiriler biraz da bu nedenle 1920 sonrasında Engels’e yöneltilir ve böylece Das Engels Problem icat edilir.
Gereken idealize edilmiş bir Engels mi?
Peki, Engels’in, bilimsel sosyalizmin bu problemde hiç mi payı yoktur? Yani tüm bu evrimci, aşamacı, anti-komünist sol kendi kendine mi problem icat etmektedir? Şimdilerde aynı kesim tarafından iade-i itibar yapılan Engels’le ilgili olarak zamanında çıkarılan gürültü boşu boşuna mı çıkmıştır? Hatta tüm bu kesimler uzlaşmacı, işbirlikçi ve satılık düzen-içi aktörler midir? Yani Engels (ve takipçileri) tasaların da önüne geçen yasalar, şablonlar üreterek sosyalizmin inceliklerini ve kıymetini körelten bir iş yapmamış mıdır? Ateş olmayan yerden duman niye çıksın?
Artık gereksizleşmiş bir tartışma bu. İsteyen devam edebilir. Yasalar diyebilir[32]; ama işte Sovyet Marksizmi diyebilir; incelik, özen ve derinlikli kavrayış yoktu diyebilir. Olabilir. Ama ne yazık ki işçi sınıfı değil sermaye sınıfı, kapitalizmin tüm dünyayı bir üretim tezgahına dönüştüren hızı, hırsı ve gelişimi gereksizleştirdi bu tartışmaları. 1990’larda sınıf mücadeleleri, bir kez daha işçi sınıfının yenilgisi ve işçi sınıfı bilincinin dağılması ile geri çekildi. Aradan geçen 30 yılda ise sınıflar ve sınıf mücadelesi bir yere gitmedi. Ara ara kendini yeniden hissettirerek “ben buradayım” dedi, geri geleceğini yer yer hissettirdi. Bir döngü bu, kaçış yok!
Engels’in ütopik sosyalizm dinine doğru ehlileştirilme gayretleri de bu geri dönüşün yansımasıdır. Tarihsel ve toplumsal gelişim Engels’in aklanmasını/ehlileştirilmesini dayatmaktadır. Günümüzün Dühringlerinin, Proudhonlarının, Weitlinglerinin, Bernsteinlarının ortasında. Onlar da işlerini yapıyorlar ve duman bunun dumanıdır.
Esas
bakılması gereken yer siyasette ve düşünsel mücadelede kendini yeniden belli
eden aşamacı, evrimci eğilimlerin artmasıdır. Bu eğilimlerin karşısına yine
Engels’in, Marx’ın tasaları ile çıkılacaktır. Yeni gibi görünen eski
içeriklerle. Ama günümüze ait olanı da üreterek.
İşte
Engels’in tasaları da yasaları da tam bu nedenle bir kez daha günümüzün sıkıcı isimleriyle uğraşmaya
çağırmaktadır. Ve bu çağrı mutlaka karşılığını bir kez daha bulacak, adını
duyuracaktır. Kuşku olmasın.
Dipnotlar:
[1] Friedrich Engels problemi/sorunu/meselesi. Bu yazının başlığını da bu tanımlamaya gönderme olarak seçtim: Almanca’dan Engels Probleminin Sorunu diye çevirebiliriz.
[2] Engels’in günah keçisi ilan edildiği sıradan bir arkadaş sohbeti benim de başıma gelmişti. Hatta Engels adı ile tanışmam da o günlere, 1995’teki o arkadaş sohbetine dayanır. Üniversitede ilk yılı geçirmenin ve 19 yaşın verdiği heyecanla Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi anfilerinden birisinin önünde hararetle hayata, bilip bilmediğimiz konulara dair konuşurken anne ve babasının “eski solcu” olduğunu söyleyen arkadaşım (ki o dönemde hangimiz “eski solcu” çocuğu değildik ki!) birden durmuş ve gözlerimin içine öfke ile bakarak “Engels doğa yasalarını topluma uygulamış; sonuç ortada işte!” demişti. Böylece yüce bilimi basite indirgeyen ve solun yenilgisinden sorumlu olan Engels ile tanışmış olmuştum. Engels ise yaşama veda ettikten tam 100 yıl sonra, Ankara’da, bir üniversite amfisine böyle konuk olacağını bilseydi eğer sakallarını sıvazlayarak gülerdi muhtemelen ama o dönemde arkadaşım için mesele açık ve netti: Engels, çıbanın başıydı!
[3] Tristram Hunt. Fraklı Komünist – Friedrich Engels’in Devrimci Hayatı. Çev. Işıl Eliçin, Mehmet Ratip. İletişim Yayınları, İstanbul, 1. Baskı, 2018. Tam bir felaket kitap. Bir yandan hiçbir ayrıntıdan kaçınılmamış, milletvekilliği yapılırken oturulmuş ve Engels’in hayatı didik didik edilmiş ama bir yandan da anti-komünist ne kadar klişe varsa satır aralarına, bölüm içlerine serpiştirilmiş. Okuyun ve komünist olun. Ya da okuyun ve anti-komünist olun!
[4] Robert Owen, 1771-1858, Galler doğumlu sosyalist, girişimci, sermayedar, hayalperest komüncü. 18. yy başlarında peşinde koştuğu, gerçekleştirdiği, ortaya attığı projelerle büyük etki yaratan öncü ütopyacı. Sosyalizmin naif çocuksu aklını temsil eden yanıyla hep sevilmiş ve ilgi uyandırmıştır. Sosyalizmi bir maddi üretim sorunu olarak değil de ahlak, davranış sorunu olarak ele almıştır.
[5] Pierre-Joseph Proudhon, 1809-1865, Fransız sosyalist, anarşist, düşünür. Proudhon bir Fransız olarak hiç bir zaman diyalektiği, tarihsel gelişimi ve sınıf mücadelesinin dinamiğini anlamamıştır ama güçlü hitabet gücü sayesinde histerik Fransız soluna hep iyi gelmiştir.
[6] Wilhelm Weitling, 1808,1871, Alman terzi, mucit, devrimci, sosyalist, gönül insanı. Etkili dili ve aklıyla komünizme hep bağlı kalmıştır ama materyalist tarih anlayışını, sınıf mücadelesinin işleyişini bir türlü yaklaşımına sindirememiştir.
[7] Louis Auguste Blanqui, 1805-1881, Fransız devrimci, sosyalist. Daha çok şiddet içeren doğrudan eylemleriyle bilinir. Fransız sosyalizminde neredeyse 50 yıl boyunca etkili olmuştur. En önemli etkisi Paris Komünü üzerinedir ve fikirleri ayaklanmaya ilham vermiştir.
[8]Mihail Bakunin, 1814-1876, Rus devrimci ve anarşist. Anarşizmin ilk kuşak düşünürlerindendir ve özellikle I. Enternasyonal sürecinde Marx ve Engels’in en çok uğraştıkları ekibin başını çekmiştir.
[9] Özgür Şen, Marx’ın Marksizmi – Tarih ve Devrim, Yazılama Yayınevi, İstanbul, 1. Baskı, 2018. Özellikle kitabın ilk bölümü siyasal Marx ve Engels’e ayrılmış.
[10] Ferdinand Lassalle, 1825-1864, Alman kökenli sosyalist ve siyasetçi. Günümüzün ulusal solu diyebileceğimiz bir çizgi tutturmuştur ve Alman emekçilerinin yükselen siyasi arayışlarında etkili olmuştur. Öyle ki etkisi ölümünden sonra uzun yıllar devam etmiştir.
[11] Otto van Bismarck, 1815-1898, Alman muhafazakar devlet adamı. Angela Merkel’in ve neredeyse tüm Alman sermaye siyasetçilerinin prototipi. Halâ! Almanya’yı tek bir yönetim altında toplamış ve ülkeyi büyük hırpalanmalardan uzak tutarak büyütmeye çalışmıştır. Alman kapitalizminin depar attığı öngünler Bismarck zamanında yaşanmıştır ve yerini sonrasında dünya savaşına bırakacak bir nesnellik ortaya çıkmıştır.
[12] Hatta 1875’te Gotha Programı’nın Eleştirisi’nde Marx ve Engels yine Lassalle düşüncesi ile uğraşacaktır.
[13] Komünist Birlik, Komünistler Ligi. İlk uluslararası komünist örgütlenmedir. Haziran 1847 tarihinde Londra’da Engels ve Marx’ın bastırması ile bu ismi alarak Birlik’in ilk kongresi gerçekleştirilmiştir. Komünist Parti Manifestosu bu birliğin siyasi programı olarak yazılmıştır.
[14] Daha çok Birinci Enternasyonal adıyla bilinen birlik. 1864’te farklı sol, sosyalist, anarşist grupların bir araya gelmesiyle kurulmuştur. Özellikle Marx’ın artan etkisi sürekli hissedilmiştir. Birlik en çok Bakunin ile temsil olunan anarşistlerle uğraşmak zorunda kalmıştır. Anarşistler 1872’de birlikten uzaklaştırılmıştır ve 1876’da birlik sona ermiştir.
[15] 1 Haziran 1848 ve 19 Mayıs 1849 tarihleri arasında Karl Marx tarafından Almanya Köln’de yayınlanan bir Alman gazetesidir. Adını, Marx’ın daha önce editörlüğünü yaptığı Rheinische Zeitung gazetesinden almıştır. Engels de gazetenin yazarları arasındadır.
[16] Yazıyı hazırlarken aslında birçok kaynağa gidip geldim. Bunların başında Bilim ve Aydınlanma Akademisi’nin bilimsel dergisi Madde, Diyalektik ve Toplum geliyor. MDT’nin 2. cilt, 4. sayısının dosya konusu “Engels ve Bilim”di. Daha doğrusu BAA Engels ve dönemi üzerine 2019 Ağustos’unda bir yaz okulu düzenlemişti, derginin ilgili sayısı da bu yaz okulundaki sunumlardan oluşuyordu. Açıkçası bu yaz okulu ve MDT’nin ilgili sayısı Engels için atılmış büyük iki adımdı. Anmadan geçemem. Mutlaka ilgili sayı dönüp yeniden ve yeniden okunmalıdır. Tüm makaleleriyle. Bu yazı ana fikrini ve esin kaynağını o dosyada yer alan yazılara borçludur.
[17] Émile Bottigelli, Sunuş, Anti-Dühring içinde, çev. Kenan Somer, Sol Yayınları, Ankara, 5. Baskı, 2010. Bilmem belirtmeme gerek var mı? Engels’in sosyalizm mücadelesine eşsiz katkısını anlamak için en iyi kaynaklar kendi yazdıklarını okumak. Ama Sol Yayınları hem Anti-Dühring’i hem de Doğanın Diyalektiği’ni basarken zamanın önde gelen Marksist yazarlarından, kurumlarından önsözler de eklemiş. Bu yazıda söz konusu önsözlerden oldukça yararlandım.
[18] Lassalle’nin 1863’te kurduğu Alman Genel İşçi Birliği (Allgemeiner Deutscher Arbeiter-Verein ADAV) ile Marksist August Bebel ve Wilhelm Liebknecht önderliğinde 1869’da kurulan Alman Sosyal Demokrat İşçi Partisi (Sozialdemokratische Arbeiterpartei Deutschlands SDAP) 1875’te Gotha’da birleşir. Ortaya Almanya Sosyalist İşçi Partisi (Sozialistische Arbeiterpartei Deutschlands) çıkar. Sosyalist ve liberal tezleri içeren bir programı vardır. Parti adını 1890’dan sonra Almanya Sosyal Demokrat Partisi olarak değiştirir.
[19] Karikatürize etmek istemem ama Dühring’in durumunun daha iyi anlaşılması için kendisini günümüze uyarlamak istersek söz konusu olan tam anlamıyla bir Oytun Erbaş’tır diyebiliriz. Görüşleri hızla ve kolaylıkla yayılmaktadır. Arkasını toplamak için ise yıllar ve ciltler dolusu laf gerekmektedir.
[20] Wilhelm Liebknecht, 1826-1900, Alman komünist önder. Gençlik yıllarından itibaren Marx’ın ve Engels’in yakın dostu olmuştur. 1865’te Almanya’ya geri dönüp Alman sosyalizminin kurucu önderlerinden birisi haline gelmiştir. Marx ve Engels’ten farklı olarak sürgün çekmemiş, bir çok kez hapis yatmış ama bir yandan da yaşamının neredeyse son 25 yılını Alman meclisinde sosyalist milletvekili olarak geçirmiştir. Kendisinin yazdığı ve Yazılama Yayınevi’nin bastığı Karl Marx: Biyografik Anılar mutlaka okunmalıdır. Dostluk, yoldaşlık ve tarihsel bir tanıklık için.
[21] Georgi Plehanov, 1856-1918, Rus sosyalist düşünür, siyasetçi. Rus Marksizmi’nin kurucusu olarak da anılır. Özellikle tarihsel materyalizm, işçi sınıfı ve devrim konusunda Rus toprağını ve tabii ki Bolşevikleri, Lenin’i çok etkilemiştir. Bolşeviklerin iktidarı almasına ise karşı çıkmıştır.
[22] Karl Kautsky, 1854-1938, Alman sosyalist siyasetçi ve devrimci önder. Özellikle Bernstein’ın sözcülüğünü yapacağı uzlaşmacı arayışlara karşı çok etkili olmuştur. 1895’te Engels’in ölümüyle birlikte Alman sosyalist hareketinin önde gelen “otorite”si durumuna geldi. Ve işçi hareketinin bağımsız kimliğini savunan Kautsky, bir dizi başlıkta Rus Bolşevik devrimci hareketinde sivrilmeye başlayan Lenin’i etkiledi. Ama Ekim Devrimi’nde Bolşevikleri, Bolşevizmi kesinlikle desteklemedi.
[23] Eduard Bernstein, 1850-1932, Alman sosyal-demokrat siyasetçi. Revizyonizmin kurucusu olarak geçer. Engels’in 1895’teki ölümünden sonra Marksizm’i kıyasıya eleştirmiştir. Erken dönem Marx ve geç dönem Marx ayrımını ortaya çıkarmıştır.
[24] Yine Anti-Dühring’e dayanan ama Engels’in daha geniş emekçi kesimlere ulaşılması için yazdığı Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm da bu yeni kuşağı etkilemiştir.
[25] György Lukacs, 1885-1971, Macar Marksist ve düşünür. Lukacs 1919’da kısa süre yaşayan Macar Sovyet Cumhuriyeti’nde Eğitim ve Kültür Bakanlığı yapar. Bu kısa ömürlü cumhuriyetin yenilmesinin ardından uzun yaşamı boyunca Marksizm üzerine hem üretmeye devam edecek hem de birçok çalkantının parçası olacaktır. En önemli kitabı olan Tarih ve Sınıf Bilinci’nde (1923) Engels’in diyalektiği doğa bilimlerine uygulamasının hata olduğunu ifade eder. Ama esas polemik yaptığı Sovyet sosyalizmidir.
[26] H. Stuart Hughes, Toplum ve Bilinç – Avrupa’da Toplumsal Düşüncenin Şekillenişi (1890-1930), çev. Güzin Özkan, Metis Yayınları, İstanbul, 1985. Baskısı bir daha hiç yapılmayan bu eski kitap küçük bir hazine gibidir. Sosyalizm mücadelesinde çok da üstünde durulmayan bir dönemi anlamak için müthiştir. Kitabın tamamına ama özellikle Marksizm Eleştirisi başlıklı üçüncü bölüme bakılabilir.
[27] H. Stuart Huges, a.g.e., sf. 67.
[28] Émile Durkheim, 1858-1917, Fransız düşünür ve burjuva sosyolojisinin kurucusu.
[29] Vilfredo Pareto, 1848-1923, İtalyan iktisatçı.
[30] Benedetto Croce, 1866-1952, İtalyan düşünür.
[31] George Sorel, 1847-1922, düşünür, sosyolog ve sendikalist devrimci.
[32] M. Nuri Durmaz, Marx’ın Yasaları, Metis Yayınları, İstanbul, 1. Baskı, 2019. İyi niyetli ama bir başka vahim kitap daha. Bir doktora çalışmasının kitaplaşmış hali. Doktora hocası bir şey dememiş, yayınevi editörü de atlamış. Tekrarlardan, klişelerden ve tüm vaatlerine rağmen derinleştiremediği tezlerinden oluşan bir kitap. Üzgünüm. Öyle olmamasını tercih ederdim.