Pandemide bilim insanları

Bu yüzyılda karşılaştığımız bir salgın hastalıkta bilimin daha etkili ve inandırıcı olmasını beklerdik. Zemin de uygundu aslında. Öncesinde aşı karşıtlığı, alternatif tıp gibi başlıklar üzerinden yükselmiş akıldışılık geri çekilmiş, sesi kesilmişti. Tüm dünya tıp dünyasının bulacağı aşıyı veya tedaviyi müjdelemesini bekliyordu. Bu kötülüğün başımıza tanrının buyruklarına yeterince uymadığımız için geldiğini iddia eden dinci gericilik önceki kadar alıcı bulamıyor, insanlar dua etmek gibi ritüellere değil somut, dünyevi önlemlere ilgi gösteriyordu. İbadethanelerin kapanmış olması da çok tepki çekmedi. Virüsün uğradığı mutasyon üzerinden aktarılan evrimsel mekanizmalara karşıt sesler yükselemiyor, yükseltebilecek olanlar zorunlu olarak susuyordu. Olağan zamanların gerici, bilimdışı siyasal ve ideolojik argümanları, alanı bilimsel düşünceye, onun bilgi ve kurallarına terk etmek zorunda kalmıştı.

Pekâlâ; bilimsel bilgiyi üretenler, onu kullananlar bu tarihsel sürecin öneminin farkında mıydı? İnsanlığı başına gelen bir dertten kurtaracak olan bilimin, düşünsel ve davranışsal olarak toplum yaşantısındaki ağırlığının artabileceğini görebilmişler miydi?

Ülkemizde neler oldu?

Sorunun cevabını ilk olarak kendi coğrafyamızda arayalım. Türkiye’deki ilk tespit edilen COVID-19 vakası Sağlık Bakanlığı tarafından 10 Mart 2020’de açıklandı. Ülkedeki virüse bağlı ilk ölüm ise 15 Mart 2020’de gerçekleşti. Sağlık Bakanı, 1 Nisan 2020’de yaptığı açıklamada korona virüs vakalarının tüm Türkiye’ye yayıldığını söyledi. 16 Mart’tan itibaren ilkokul, ortaokul, lise ve üniversite eğitimine ara verildi. 11 Nisan itibarıyla 30 büyükşehirde ve Zonguldak’ta hafta sonları sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Tüm bu dönemlerde siyasal iktidar kararları, oluşturulan bilim kurulu ile istişare ederek aldığını duyuruyordu.

Henüz salgın dünyaya yayılmamış ve vakalar Çin’de sınırlı iken, Ocak ayında tıp biliminin farklı disiplinlerinden çoğunluğu profesör ünvanlı ve önemli isimlerden oluşan bir danışma kurulu oluşturulmuştu. Bu kurulun varlığı, tedbirlerin tıp biliminin doğru kabul ettiği bilgilere göre alınacağı hissiyatına neden oluşmuştu. Fakat işler beklendiği gibi gitmedi. Vakaların geç açıklandığı şüphesi oluştu, ölüm sayılarının gizlendiği düşünüldü ve yeterince tedbir alınmadığı, alınamadığı, alınan önlemlerin de yeterli olamayacağı korkusu kısa sürede topluma yayıldı. Bu tablonun nedeni çoğu kişiye göre siyasi iktidarın kurulun önerilerine uymamasıydı. Ancak ayrıntılı bir araştırma, ortada daha farklı yapısal sorunlar olduğunu ortaya koyacaktı.

Örneğin Bilim Kurulu birçok konuda tutarsızdı ve halkı aydınlatmak yerine insanların kafasını karıştırıyordu. Henüz Türkiye’de salgın ortaya çıkmamışken bilim kurulu maske takmaya gerek olmadığını, mevsimsel gribin daha önemli olduğunu ilan ediyordu. Beklenen vaka sayısı ise yetmiş beş bindi.[1]  Bu açıklamanın yapıldığı günden dört ay sonrasında, vaka sayısı yüz yetmiş beş bine yükseldi ve maske takmadan sokağa çıkılmaması öneriliyordu. Yine aynı günlerde kurulun bir başka üyesi büyük bir tedirginlik içerisinde önlem alınmasını bekleyen insanlara okulların tatil edilmesine gerek olmadığını söylüyordu.[2] Bu açıklamanın üzerinden henüz bir hafta geçmeden aynı kurul üyesi okulların kapalı olmasının çok önemli olduğunu, bu sayede vakaların yayılmasının önüne geçildiğini, okulların uzun bir süre açılamayabileceğini söyleyecekti. İki açıklama arasındaki tek benzerlik işlerin yolunda olduğu mesajının unutulmamasıydı.[3] Yine tedbir bekleyen halkımıza bir başka bilim kurulu üyesi bu sefer “eve kapanmaya gerek yok” diye yanıt veriyordu.[4] Aynı üye, uzmanı olduğu virüsün gazabına uğrayacak ve bu sefer “uzun süre evde kalmaya hazırlıklı olmalıyız” diyecekti.[5] Çark ediş süresi diğerine göre biraz daha uzundu: Üç hafta. Ve işler yolunda gidiyor mesajı burada da unutulmamıştı.

Bilgi kirliliğinden kafası karışmış, hasta olup olmadığını öğrenmek isteyen insanlara “herkese test yapmaya gerek yok” denilecekti.[6] Temastan kaçınamayanlara “maske takmak gereksiz” denilirken[7], bir ay geçmeden vakalar artınca “otobüste, metroda maske takılabilir” önerisi sunulacaktı.[8] Korkutucu haberleri içeriğinden bağımsız tık almak için yayınlayan medyamız aradığını bilim kurulu üyelerinde bolca bulacaktı; “salgın çok uzun sürebilirdi”, “tedavi hiç bulunamayabilirdi”[9], “virüs paradan bulaşmaz ama kredi kartından bulaşabilirdi.”[10]

Bilim kurulu salgını yönetmeyi ne kadar öğrendi bilemeyiz ama medyaya demeç vermek konusunda oldukça ustalaşmıştı. Her zaman korkutmak olmaz, arada bir gevşetmek de lazım mantığıyla paniğe gerek yok açıklamaları da yapılıyordu.[11] Evde kal çağrılarına uyamayan emekçiler, işe kalabalık toplu taşıma araçlarında gitmek zorunda kalıp, kendilerine gelecek maskeleri bekleyemeden ve artık ne önerildiğine de bakmadan, buldukları herhangi bir bez parçası ile solunum yollarını koruma altına alarak riski azaltmaya çalışıyorlardı. Bilim kuruluna tepki ise iktidarın küçük ortağından geldi. Bahçeli bilim adamlarının neden sürekli ve farklı açıklamalar yaptığını anlayamamıştı ve “üyelerin aralarından bir sözcü seçerek beyanat enflasyonuna son vermelerini” istiyordu.[12]

Bize özgü değil

“Biz zaten geri kalmış eğitimsiz bir toplumuz, bilim adamlarımız da liyakatle seçilmezler, zaten kaç tane yayınları var ki!” derseniz yanılırsınız. Çünkü evrensel bir sorunla karşı karşıyayız. Dünyanın birçok ülkesinde tıp camiası tutarsız ve çelişkili açıklamalar yaptı. Sigaranın koruyucu olduğunu iddia eden de doktorlardı, tansiyon ilaçlarının hastalığın kötüleşmesine neden olduğunu söyleyen de. Bilimsel dergilerde makaleleri yayınlanmıştı. “Olağanüstü bir süreçti, dergiler yayın kabul kriterlerini gevşetmek zorunda kalmıştı” düşüncesi de yetersiz kalacaktı. Çünkü bilimsel üretim, sadece bilgi üretmez aynı zamanda bir tutum gelişmesine de vesile olur. Gözlediğimiz tutumlar ise bilimin basitçe “güvenilir bilgi toplamı” olan tanımına bile uymayacak kadar özensiz ve tutarsızdı.

Aynı sorunlar, bünyesinde ülkelerinin “seçkin” isimlerini barındıran uluslararası düzeyde işlev gören Dünya Sağlık Örgütü’nde de gözlenmekteydi. İşe çok kritik iki hata ile başlıyordu örgüt. Kendi yayınladığı kılavuzları yok sayarak pandemi ilanında gecikiyor ve kimlere test yapılacağı konusunda belirlediği ölçütler tartışmalara yol açıyordu.[13] Maske kullanımında karar veremiyor önce hasta olmayanların takmasına gerek yok diyerek başlıyor[14], salgın yayıldıkça herkesin kullanması gerektiğini söylüyordu. Bulaştan korunma konusunda çelişkili açıklamalar yapan DSÖ’nün bulaş yolları konusunda da kafası karışıktı. Belirtisiz seyreden vakaların bulaştırıcı olup olmadığı ile ilgili çelişkili açıklamalar yapıldı.[15] Gıdadan bulaş konusunda da tatmin edici olunamadı.[16] Uluslararası seyahat yasaklarının kaldırılması konusundaki gönülsüzlüğünü ise hastalığın yeniden geçirilebileceği hipotezi ile hissettiriyordu.[17] Virüse özgü bir ilaç tedavisi geliştirilememiş olsa da değişik ajanlar üzerinden standart protokol oluşturamıyordu. Bir sıtma ilacı olan klorokinin kullanımı konusunda uzunca süre sessiz kaldıktan sonra yapılan bir çalışma ile kullanımı durdurduğunu ilan edecek[18], birkaç gün sonra bu karardan geri dönecekti.[19]

Can alıcı bilgileri sunmakta zorlanan kurum ikinci dalganın her an olabileceği[20], hastalığın uzun süre kalacağı[21], aşı üretiminin zor olduğu[22] hususunda herhangi bir şüphe barındırmamaktaydı. Kendisinden beklenenleri yapmaması hiçbir şey yapmadığı anlamına gelmiyor, virüse isim vermek konusunda oldukça hızlı ve tutarlı olduklarını es geçmeyelim![23] Üretimi zor olsa da aşı için sekiz milyar dolarlık fon oluşturma çabalarını da…[24]

Uluslararası bir kurum olarak Dünya Sağlık Örgütü

Dünya Sağlık Örgütü’nü, bünyesinde barındırdığı bilim insanlarının tutumları üzerinden kavrayamayız. Ancak bilim dünyasının nesnel durumunu sergilemesi açısından iyi bir örnek olabilir. Bu, örgütün ilk pandemi deneyimi değil. 2009 yılında domuz gribi salgını sonrasında da çok tartışılmış, halkın sağlığından çok ilaç tekellerinin çıkarlarını gözetmekle itham edilmişti.[25] Örgütün çok uzun bir geçmişi olmakla birlikte son yıllarında, kendisine finansman sunan ülkelerin ve piyasa kuruluşlarının çıkarlarını gözetmeye çalıştığı bilinmekte. Seçilen son başkanının ülkesinde yolsuzlukla suçlanan biri olduğu yine yazılanlar arasında.[26]

Kurulduğu 1948 yılından itibaren Sosyalist Blok çözülene kadar bir denge unsuru olarak işlev gören DSÖ, dünyadaki tüm insanların sağlığını iyileştirmeyi hedef olarak ilan etmişti. Ülkeler gönüllü olarak üye olur, toplanan istatistikler, sağlanan veriler analiz edilir, çıkan sonuçlar ile önerilerde bulunulurdu.

Arka planda az önce bahsedildiği üzere çeşitli konularda oluşturulan fonlar ve bunların dağıtımı söz konusudur. Emperyalist bir dünyada, sistemin halkın yararına işlemesini beklemek nafile bir çaba olacaktır. DSÖ’nün “Herkes İçin Sağlık” talebini nasıl sulandırdığı, seçilen başkanların güçlü devletler ve şirketlerce belirlendiği yazılmaktadır.[27] Sosyalizmsiz dünyada, DSÖ tarafsız görüntüsünü kaybedip Dünya Bankası’nın pazarlamacı organı haline dönüşmüştür. İnsani gelişim adı altında sadece 2000 yılında yoksul ülkelere 15 milyar dolar kredi, DSÖ aracılığı ile açılmıştır.[28] İşleyiş günümüzde de devam etmektedir.

Bilgi üretiminin dinamikleri

İnsanlığın bilime olumlu anlamlar yükleme eğilimi oldukça anlaşılır bir tutumdur. Suda yüzen devasa gemiler, uzayda yol alan teleskoplar, icat edilen motorlar sayesinde sorunsuz kat edilen mesafeler, elektrik üretimi ile yükselen hayat standartları, telefonda ilettiğimiz ses, kullandığımız internet ağı vb… Hepsi bilimsel buluşların sayesinde kullanıma girmiştir. Peki ama bütün bilimsel buluşlar insanlığın yararına mı olmuştur? Ya da bu buluşlar bilim insanlarının yaratıcılığı ile mi ortaya çıkmıştır? Bilim dışında doğru ve güvenilir bilgiye ulaşma şansımız yok mudur?

Öncelikle şunu hatırlayalım. Bilimsel üretimin olmadığı, bilim insanlarının bir meslek olarak ortaya henüz çıkmadığı dönemlerde de insanlar bilgiye ulaşabildiler. Yüz binlerce yıl boyunca hangi hayvanların tehlikeli olduğu, hangilerinin nasıl avlanabileceği, hangi bitkilerin nasıl üretileceği, çok geniş coğrafyalarda kaybolmadan istenilen yönün nasıl tayin edileceği bilime ve bilim insanlarına ihtiyaç olmadan bulundu, uygulandı ve kuşaklar arasında aktarıldı. Bu süreç tamamen insanların topluluk halinde, birlikte hareket etme becerisiyle gerçekleşebildi. O nedenle insanlığın ihtiyacı olan bilgi ve sorunlarını çözebilme becerileri, toplumsal organizasyonlarına bağlıdır diyebiliriz. Kendiliğinden bilgi üretimi olarak adlandırılan bu süreçte bilgi üretmenin kendisi amaç olarak görülmez. “Kendiliğinden bilgi üretme sürecinin kendisi hiçbir zaman bir amaç değil, toplumsal sorunların üstünden gelmeye yönelik insan emeğinin ürünüdür.”[29]

Günümüzde egemen olmasa da bu şekilde bilgi üretiminin sürdüğünü söyleyebiliriz. Hiç okuma yazma bilmese de toprağı eken köylü, evinde yemek pişiren insan, ihtiyacı olan bilgiye kendi deneyimleri ve sezgileri ile ulaşabilecektir.

Bilginin üretimi uzunca bir süre zanaatçıların emeği üzerinden devam etti. İş bölümünün artması, ticaretin ortaya çıkması, karşılıklı yağmalama ve savaşların oluşması ve özellikle silah talebinin de artması ile metal işlemeciliği gibi alanlar gelişti. Bugün hâlâ kullanmakta olduğumuz oda, banyo ve mutfakları ile ahşap, kerpiç, taş evler, torna tezgahı, vida, eğik düzlem MÖ 6000-4000 yılları arasında yaşamış zanaat ustalarının eserleridir.[30]

Sınıflı toplumların oluşması ile köleci dönemde filozofların yönetimi altında bilim, eylemden bir teori olarak ayrıldı.[31] Her ne kadar filozof adı ile toplumsal iş bölümünde ayrı bir grup olarak bilimsel düşünce üretimi kendini göstermiş olsa da bilim insanları toplumsal organizasyonlarda da önemli görevler üstlenmişlerdir. Siyasal yöneticilik, egemen sınıfın ideolojik argümanlarının üretimi gibi işler yapan filozoflar aynı zamanda mimarlık, askeri mühendislik gibi alanlarda da çalışmışlardır. Örneğin Arşimet sadece teori üreten bir bilim insanı değil aynı zamanda büyük bir askeri araç gereç ustasıdır.[32]

Felsefe ile bilimin iç içe oluşu 17. yüzyıla kadar sürecektir. Çeşitli filozof/bilim insanlarının kendini gösterdiği ilk çağda, geometri ve gökbilim alanında önemli ilerlemeler kaydedilmiştir. Bu dönemde maddeyi atom düzeyinde tarif eden materyalist düşünürlerin yanı sıra mevcut sınıfsal ilişkileri egemenler çıkarına rasyonalize eden idealist filozoflar da mevcuttur. Ki bu idealist görüş, filozofların tıpkı savaşçı askerler gibi bebeklik döneminden seçilip geliştirilmesini ve devletin bu kişilerce yönetilmesini önerir.[33]

Kişisel eğilimler ve bilim

Bilimin ilerletici unsurlarından birisi olarak insanın merak duygusunu giderme çabası gösterilir. Kısmen kabul edilebilir. Machiavelli’nin kişisel arayışlarının, Floransalı seçkin aileleri etkileme ve onların gözüne girme çabasının, siyaset teorisini geliştirme motivasyonu olduğu söylenir. Örneğin T. More  ile arasındaki ilişki Erasmus’a “Deliliğe Övgü” kitabını yazdırmıştır. Bilim insanları üzerine söyledikleri çarpıcıdır: “Kişinin kral olmaktan çok kral olduğunu sanması mutluluk vericidir ve bu nedenle tüm bilim profesörleri kibirli ve mutludur” der.

Bilimin felsefeden ilk ayrıldığı dönemde, teorileri günümüze dek uzanmış gök bilimciler yetişir. Bu dönemde elde edilen başarıların fiziğin ve kimyanın temel olgularının kavranmasının önünü açtığı düşünülür. Galileo, Kepler, Newton ilk akla gelen isimlerdir. Örneğin Kepler’in, az çok düş gücünü doyurmak için güneşe tapınmaya yönelmiş olmasından dolayı, güneş merkezli bir kuram geliştirdiği, ortaya atılan iddialar arasındadır.[34]

Kişisel merak duygusu da bilimsel üretimin öznel faktörleri arasında sayılabilir. Bilimin, psikolojik rasyonel ve toplumsal olmak üzere birbirinden kopuk olmayan üç amacı olduğunu söyler Bernal:

Bilim insanının alacağı haz ve merak duygusunun tatmini; dış dünyanın tanınması ve hakkındaki bütünlüklü bir kavrayışa ulaşılması ve insanlığın refahı ile ilgili sorunların çözümünde bu kavrayıştan yararlanılması. Bunları bilimin psikolojik, rasyonel ve toplumsal amaçları olarak adlandırabiliriz.[35]

Genelde insanların bu tatmini yaşamayı umdukları için bilim insanı olmayı seçtiğini, ancak aynı tatmini farklı mesleklerle de yaşayabileceğimizi ekler. Tarihte ve günümüzde bilim insanlarının sayısındaki artışı, meraklı insanların artmasına değil de bunun sağlayacağı faydaların “finanse edenlerce” kavranmış olduğuna bağlar. Bilimi üreten dinamikler içerisinde bireysel unsurlar olsa da bunu manipüle edecek çok daha baskın bir ekonomik işleyişi görmek gerek.

Bilim insanının meraklı olması kaçınılmaz. Bir örnek verelim: Ülkemizde jeoloji alanında profesör ünvanlı, çokça “sevilen” bir bilim adamı, 1980 askeri darbesi ile tutsak edilen solculara, cuntacılarca dışkı yedirilmesinin işkence olmadığını iddia edecek[36]; bundan birkaç sene sonra kendi dışkısını yediğini söyleyecektir.[37] Ortada bir merak olduğu kesin. Ancak yaşanan toplumsal olaylara mı yoksa kendi beden üretimlerine mi yönelik olduğu kestirilemeyen bu merakın dışında da etkileyici faktörler olmalı. Yoksa koca adam böyle bir haltı neden yesin? Evet alanında yaptığı çalışmaların, düşüncelerinin ve davranışlarının ardında daha güçlü belirleyicileri var. Söz konusu kişi 1994 yılında TÜSİAD’la birlikte kalkınma raporları hazırlarken, dönemin YÖK Başkanı Kemal Gürüz’e methiyeler düzmektedir. Raporda Küreselleşme güzellemeleri yaparken, Cumhuriyet kurumu olan Maden Tetkik Arama’yı işlevsizleştiren, ona bağlı Etibank’ın parçalanıp özelleştirilmesini sağlayan bürokratlarla birlikte çalışmıştır. Yine SEKA fidanlığını Koç Grubu’na veren Süleyman Demirel’i övmeyi de ihmal etmez.[38] Psikolojiden öte oldukça somut maddi dayanakları olan bu “üretkenliğin”, “beslenme kaynaklarını” sağlamış olan seksen darbesi ve darbecilerini savunması kaçınılmaz olacaktır.

Bilimsel bilginin üretilmesi faaliyetinde, sorunun tarif edilmesi, buna yönelik çözümlerde üretilen hipotezler, yapılan gözlem ve elde edilen veriler, bunların sınanması, evrensel bilgi birikimine ulaşmayı gerektirir; dönemine özgü üretim aleti ve teknik kapasiteye ihtiyaç duyar.  Bundan dolayı toplumsal üretim ilişkilerinden ayıramayacağımız bilimsel bilginin oluşum süreci, sorunun çözümünün her aşamasında insan beyninin hayal etme gücünü, sezgi ve yaratıcılığını da barındırır.[39] Buradan hareketle geliştirdikleri kuram veya yarattıkları tarihsel keşiflerle bilinen bilim insanları aynı zamanda politik bir sürecin, sınıfsal bir işleyişin parçası olarak da hatırlanmalı. Buna örnek olarak Galileo ve Leonardo da Vinci’nin bilim insanları olmalarının yanı sıra topçuluk ve istihkam sanatını geliştirme savları nedeni ile hükümet katında aldıkları görevler verilebilir.[40]

Bilim her zaman ilerletici mi?

Rousseau’nun düşünsel üretimlerinin yanı sıra arkadaşları ile kamuoyu önünde yaptığı tartışmalar ilginçtir ki bozuştuğu kişiler arasında Voltaire ve Hume gibi isimler de bulunur. Belki de bu yüzden bilimin ve erdemin uyuşmadığını, kaynağını insanın gururundan aldığını, birçok bilim dalının, belagat hırsı, boş inanç ve meraka dayandığını söyler. Bilim, edebiyat ve sanatın gereksinimlere yol açarak köleliğe aracılık ettiğini ve insanlık için zararlı olduğunu düşünür. Bu düşüncelerini yazdığı deneme, dönemin akademisinden ödül de alır.[41]

Bernal de bilimdeki gelişmelerin yıkıcı etkilerinin olduğuna dikkat çekenler arasındadır. Bilimin ürettiği yeni yöntemlerle işsizliğe ve aşırı bolluğa yol açarken, yoksulluk ve sefaleti dindiremediğine dikkat çeker. Bilim yardımı ile geliştirilen silahların savaşı çok daha yakıcı hale getirdiğini, bu durumun uygarlığı tehdit ettiğini, kişilerin güvenliğini ortadan kaldırdığını hatırlatır. Olay sadece bilimin kötüye kullanılması değildir. Yıkıcı sonuçlara ve kötüye kullanıma yol açan toplumsal koşulların irdelenmesi gerektiğini söyler.[42]

Görülen iki büyük dünya savaşı, bölgemizde ülkemizin de dahil olduğu ve dünyanın birçok bölgesinde devam eden çatışmalar, Hiroşima’ya atılan atom bombası, nükleer silahlanma ile oluşan tehdit, bilimsel ilerlemeler sonucunda edinilen tekniklerin doğaya verdiği zarar, çözülemeyen sağlık sorunları, durdurulamayan pandemi, ulaşılamayan teknolojik imkanlar… Karamsar olmamak, umutsuzluğa düşmemek kolay değil.

Günümüzde bilimsel üretimin koşulları

Sınıfsız toplumlarda tüm toplumun ortak üretimi olan bilim, özellikle zanaatçıların çalışmaları ile gelişir. İlkçağlarda filozofların düşünsel bir uğraşı haline gelir. Orta çağda yine ayrıcalıklı, çalışmak zorunda olmayan insanların varlığa anlam bulma çabaları ile karışık bir faaliyeti olarak sürerken, aydınlanma ile felsefeden ayrılır. Artık bilim adamları eğitim kurumlarında veya kendi özel imkanları ile belli bir alanda çalışabilmektedir. Kapitalizmin gelişimi ile de her türlü emek gücü, ücretli işçi haline gelir ve bilim insanları da buna dahildir.

Günümüzde bilim insanları üniversitelerde, enstitülerde, holdinglerin ar-ge laboratuvarlarında araştırmalarını sürdürmektedir. Bu çalışmalar doğrudan veya dolaylı bir biçimde sermaye kuruluşları ile bağlantılı bir biçimde sürmektedir. Yakın zamanda ülkemizde vakıf üniversiteleri ve sermaye ağını sergileyen bir çalışma görselleştirilmiştir.[43] Vakıf üniversiteleri mütevelli heyetlerinin bağlı olduğu şirketlerin ve sermaye ilişkilerinin yer aldığı ağ haritası; 68 özel üniversite, 625 mütevelli heyeti üyesi, 970 kurum (şirketler, vakıflar, dernekler, siyasi partiler, devlet üniversiteleri) ve kurumlar ile kişiler arasında taranan 2001 ilişki içeriyor. Bu çalışmada yapılan analizler, eğitimin paralılaştırılması, bilimin sermaye odaklı üretimi ve metalaşmasında başrolü alan vakıf üniversitelerinin ve rektöründen, akademisyenine, üniversitenin bütün kadrosunu belirleyen mütevelli heyeti üyelerinin, şirketler, kurumlar ve iktidar odaklarıyla ne kadar içli dışlı olduğunu gözler önüne sermektedir.

Üniversiteler dolayımı ile bilimin piyasa ile bütünleşmesinde göze çarpan diğer bir husus, esnek üretim koşullarının akademik yayın üretimine sirayet etmiş olmasıdır. Türkiye üniversitelerinin akademik yükselme ve atama süreçlerinde başvurduğu puanlama sistemi, esnek üretimde parça başı ücret sistemine benzerlik göstermektedir. Akademik açıdan önemli olan içeriğin niteliği ve kalitesine bakılmaksızın yeterli sayıda yayın sahibi olmak, asgari koşul sayılmaktadır. Bu sayede sermaye sınıfının hizmetine binlerce bilimsel çalışmadan oluşan makale havuzları sokulmakta, bilim üreticileri ise emeklerinin ürünlerinden kolayca koparılmaktadır. Bu havuzlar aynı zamanda ideolojik olarak da önemli görevler üstlenir:

Her dinin rahipleri bulunur. Burjuva biliminin rahipleri ise “bilimsel dergi” kurullarıdır. Bir araştırmanın bilimselliğinin kriteri “bilimsel bir dergide” yayımlanması için kabul edilip edilmediğidir. Doğa bilimleri ile ilgili dergilerde daha farklı sorunlar varken, sosyal bilimlerde dergi kurulları bir ideolojik biçme makinesine dönüşmüştür. Toplum bilimlerinde bilimselliğin ölçütü kullanılan matematiksel modeldir, ancak sosyalist devrim, sınıf mücadelesi, artı değer sömürüsü, merkezi planlama, üretim araçlarının kolektivizasyonu gibi kavramlar bunlara küfretmediğiniz sürece yasaklanmıştır.[44]

Bu arada akademi alanında iş bulan bilim emekçileri, tüm bunlara rağmen “şanslı” kabul edilebilirler. Bir doktora programını bitirmiş olup da akademide çalışmak çok zorken, herhangi bir iş kolunda istihdam edilebilme ihtimali de gün geçtikçe azalmaktadır. Habere göre geçen sene yüksek lisans tamamlamış 18 bin 802, doktora programı tamamlamış 831 yurttaş, İşkur’a iş başvurusunda bulunmuştur. Başvuruda bulunanların bir kısmına işsizlik maaşı bağlandığı da haberde yer alan bilgiler arasında.[45] Finans ve akademi bütünleşmesi sanıldığı gibi sadece gıda, giyim, ulaşım, barınma gibi tüketim alanlarında değil, NATO dolayımı ile emperyalist ülkeler ve şirketlerin çıkarlarına hizmet edecek şekilde silah sanayisi adına da  gerçekleşmiştir.[46]

Tüm dünyada bilim insanlarını bilimsel düşünceden koparan ve onları sermayenin çıkarları doğrultusunda bilgi üreten emekçiler haline getiren süreç, kapitalist üretim ilişkilerinin sonucudur. Sosyalizmin siyasal etkisini yitirmesinin ardından artan emperyalist saldırganlık, büyük oranda gözünü kamusal kurumlarda birikmiş, insanların temel ihtiyaçlarının karşılandığı sektörlere çevirirken, bir yandan da gerekli teknolojik gelişmelerin ucuza sağlanması, kar oranını arttırıcı bilgilerin kolayca edinilmesi amacıyla üniversitelere de yönelmiştir. Bu bağlamda akademik özerklik ilkesi ile hareket eder gibi görünüp kurumların mali açıdan sermayeye bağımlı hale gelmesinin yolu açılmış, gerekli düzenlemeler yapılmıştır. Sonuçlarını günümüzde daha net görmüş olduğumuz bu model, 1990 yılından itibaren işletilmektedir. Dünya Bankası marifeti ile sermayenin ve emperyalist merkezlerin kendi çıkarları doğrultusunda üniversitelere ve dolayısıyla bilimsel bilginin üretimine tamamen yön verdiği artık oldukça yalın bir gerçektir.[47]

Marksistler ve bilim

Marx’ın, insanları ve toplumu gözleyerek var olanı anlama çabası, tüm bilimlerin işleyişini kavramasına kadar uzanır. Doğa bilimleri, teknik ilerlemeler, bunların kullanılış şekilleri, birbirlerini etkileme biçimleri ve elbette toplumsal üretim ilişkilerinde kapladığı yer her zaman üzerine çalıştığı konulardan birisiydi.[48] Ve elbette yorumlamakla kalmadı, asıl olanı yapma çabasını sergiledi; değiştirmeye çalıştı. Yapılan bilimsel icatların insanların doğayla ve birbiriyle kurduğu ilişkiler çerçevesinde geliştiğini, toplumsal üretim ilişkilerine bağlı olduğunu ve tüm dünyayı etkilediğini anlattı.[49] En başından işçi sınıfının devrimci pratiğini ve onun üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti kaldırarak yol açacağı gelişmeleri, bundan sonraki tarihsel ilerlemeleri sağlayacak yegane yol olarak savundu.[50] İnsanlık ancak bu şekilde özgürleşebilir, tüm emek ürünlerini ve bu emeğin ürünlerinden birisi olan bilimsel bilgiyi tüm toplumun ihtiyaçlarını karşılamak üzere ancak bu şekilde kullanabilirdi.

Ve bu yapıldı da. Hatta yapılıyor da…

Sovyetlerde ilk kuruluş yıllarından itibaren bilim, kârın arttırılması için değil insanlığın refahı için kullanılmış ve bu, kapitalizmin sunabileceğinin çok ötesinde yarar sağlamıştır. Kuruluş yıllarında Stahanov Hareketi gibi özgün yöntemlerle işçilerin bilimsel üretimin bir parçası olması sağlanmıştır. Bu sayede bilimsel düşüncenin toplumsal alandaki yaygınlığı artırılırken, emeği üretenlerin emeğinin ürünleri ile olan ilişkisi derinleşmiş, toplumsal iş bölümü dayanışmacı bir şekilde yapılandırılabilmiştir.[51] Ülkedeki kalkınmayı hızlandırmakla kalmayan bilimsel bilgi üretimi, dünya bilimine de belli alanlarda önemli katkılar sunmuştur. 1934 yılında Sovyetler Birliği’nde bilime ayrılan bütçe, ABD’nin üç ve İngiltere’nin on katıdır. Bilimsel üretim bir lüks değil toplumsal dokunun vazgeçilmez parçasıdır. Üretimin her alanında olduğu gibi bilimsel üretim de toplumsal sorunların çözümü, ihtiyaçların karşılanması üzerine belli bir plan doğrultusunda gerçekleştirilmiştir.[52] Sovyetler Birliği’nde, bilimsel üretim sürecinin oldukça önemsendiğini, toplumsal faydayı gözeterek yapıldığını, planlı, tüm insanların olabildiğince katılımının sağlandığı ve örgütlü bir biçimde gerçekleştiğini söyleyebiliriz.[53] Sosyalist bir sitemden beklendiği gibi…

Aynı yöntem günümüzde Küba tarafından sergilenmektedir. Sovyetler Birliği’ne göre oldukça düşük bir bütçe ile az sayıda nüfusla, ABD’nin ağır abluka koşulları nedeni ile çok kısıtlı imkanlarla da olsa çok büyük işler başarılmıştır. Küba sağlıkta dünyanın en başarılı ülkesi olup, gelirine göre en iyi sağlık düzeyine sahiptir. Bunu sağlık hizmetlerinin adil ve toplumun ihtiyaçlarını gözeten şekilde organize etmiş olmasına borçludur. Okuryazar oranı gelişmiş ülkelerden yüksek, eğitimli iş gücü oranı OECD ülkeleri ile benzer seviyelerdedir. Biyoteknoloji alanında çok önemli başarılar elde etmiş olup, dünyanın geri kalanına bilimin bu dalında üretmiş olduğu ürünleri sunabilmektedir. Bunlar arasında kolesterol ilacı, viral enfeksiyon tedavilerinde kullanılan ajanlar, AIDS tedavisinde kullanılan ilaçlar, meningekok aşıları ve akciğer kanserlerinin bazı tiplerinde etkili ilaçlar bulunmaktadır.[54]

Bu başarılar güncel sorunların çözümünde de sergilenmektedir. Gündemdeki pandemi süresince Küba’da az sayıda vaka ile karşılaşılmış buna bağlı hayatını kaybedenlerin sayısı da yüzü bulmamıştır. Bu yazının yazıldığı günlerde salgın Küba’da bitmiş kabul edilirken dünyanın birçok ülkesinde yayılımını sürdürmekteydi. Bu süre zarfı içerisinde, pozitif vakaların bulunması nedeniyle pek çok ülke tarafından reddedilen bir yolcu gemisi Küba tarafından kabul edilmiştir. İhtiyacı olan birçok ülkeye aralarında doktorların da bulunduğu sağlık emekçilerini yollayarak adeta tek başına dünyaya insanlık dersi vermiştir.

Kübalı bilim insanları bunca başarıya rağmen, üretim sürecindeki kazanımların kişisel özelliklerden değil toplumsal organizasyon yeteneğinden kaynaklandığının farkında olacak kadar bilinçlidir de. Onlara göre bu başarılar kendilerinin “süper kahramanlar olmalarına değil, devrimci olmalarına” bağlıdır.[55]

Sonuç

Aydınlanma mücadelesinin ne kadar önemli olduğunu hissettiğimiz karanlık günlerden geçiyoruz.

1800’lü yıllardan bu yana okuryazarlık dünyanın her tarafında artmış ama kapitalist ülkelerde okunanların ve yazılanların niteliği sürekli bir gerileme içinde olmuştur. En gerisinden en ilerisine tüm kapitalist ülkelerde en çok satan gazeteler en pespaye olanlarıdır. En gerisinden en ilerisine tüm kapitalist ülkelerin ‘çok satanlar’ listeleri fal kitapları, dinsel kitaplar ve ucuz romanlarla doludur.[56]

Tespitler geçerliğini korumaktadır. Böylesi bir çürümeden, yaptığı işe yabancılaşmış bilim insanlarının nasibini almadığını düşünmek hayalcilik olacaktır. Salgın hastalıkla yöresel çorbalarımızı içerek baş edebileceğimizi söyleyen insanlar da veya genetik yapımızdan dolayı sorun yaşamayacağımızı düşünenler de ünvanlı, eğitimli insanlardı. Güncel örnekleri tıp alanından verdik.

Tıp disiplinin bir bilim olup olmadığı elbette tartışılabilir. Almış oldukları eğitimin uzun olması, alanda çalışan meslek uzmanlarını bilimsel üretimin parçası yapmaya elbette yetmez. Mesleği seçenlerin belli bir alanda teknik bilgi ve beceriye sahip olma yeterliliği ile faaliyetlerini icra ettikleri alanın, teorik bilgi üretimine katılmadığı da bir veridir. Birçok şarlatanın elinde, farklı amaçlara hizmet edecek kadar yaygın bir bilgi haline gelmiş, ilaç firmaları ile tıp disiplini arasındaki organik ilişkiler de göz ardı edilemez. Ancak asıl konumuz, bilimsel bilginin üretilmesi, uygulanması, öğretilmesi ve halkın yararlanımından sorumlu olanlar. Profesör, doçent, öğretim üyesi unvanı olan en az bir doktora programı tamamlamış düzeyde şahsiyetlerden söz ediyoruz. Kapitalist gericilik ve çürüme buraları da etkilemektedir. Elbette ki bu insanların da görünür olma çabası, popüler olma isteği olabilir. Ancak bunu sosyal medya hesaplarından dudaklarını büzerek profil resmi veren ya da başını hafif yana yatırıp saçlarını öne dökerek kolundaki dövmeyi sergileyenler gibi yapması beklenemez. Uzatılan her mikrofona aklına ilk geleni söyleyerek, sosyal medya hesaplarından bir bilgiyi ilk veren olmaya çalışarak, her konuda bilgili olduğunu düşünüp bunu göstermeye çabalayarak benzer duygularını tatmin etmeye çalışacaktır. Bilimsel düşüncenin güvenilirlik, evrensellik, toplumsal fayda gibi ilkelerinin dışında hareket edilince ortaya her türlü boş belagat çıkabiliyor. Milyonlarca insanda yarattığı karamsarlık, endişe ve umutsuzluğu fark etmeden…

Sorunun çözümü elbette ki bilimsel düşünce ve üretimin, diğer tüm üretim alanlarının da gereksindiği gibi, toplumsal yarar gözeterek yeniden şekillendirilmesidir.

Bunca söylenen karşısında refleks olarak siz de hiçbir şeyi beğenmiyorsunuz, her şeyi sosyalizme erteliyorsunuz, zaten söyledikleriniz de “ideolojik” tepkisi ile karşılaşılabilir. Bu tepkiler ne yazık ki gerçeklik, halkın ihtiyaçları, bilimsel düşünce, aydınlık, adalet, vicdan gibi insanlığın en çok ihtiyacı olan değerlerden uzaklaşma göstergesidir. Bu değerleri önemsemeden yapılan her şey, (maddi ve manevi olarak beslendiğiniz, her gün yaptığınız  işiniz, mesleğiniz de dahil buna), siyasal olarak karşı çıkılan sarayların, diktatörlerin masasına yerleştirir kişiyi; oraların politikalarını halka kabul ettirmenin bir aracı olur, “iktidarın propaganda aracına dönüşürsünüzgüvenilmez, istifa çağrısına dahi değer bulunmazsınız.”[57]

Sosyalizmi beklemeden de çözümler var elbette. Tıpkı emekçiler için geçerli olduğu gibi: Bilim insanlarını da sermaye sınıfının ideolojik karanlığından kurtarmak.

[M]ücadelenin ideolojik cephesine Türkiye’nin ilerici aydınlarının, bilim insanlarının, akademisyenlerinin, öğretmenlerinin, sanatçılarının ve yazarlarının aktif bir şekilde katılmalarını sağlamak, bir diğer vazgeçilmez görevdir. Bugün, ülkenin aydınları ile emekçiler arasındaki bağları yeniden kurabilecek ve aydınların gerçekten de halkı aydınlatmalarını sağlayabilecek olan tek güç, komünist harekettir.[58]


Dipnotlar

[1] “Koronavirüs Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Azap: Türkiye’de korona değil grip daha önemli bir sağlık…” https://www.haberler.com/koronavirus-bilim-kurulu-uyesi-prof-dr-azap-12884521-haberi/

[2] “Bilim Kurulu üyesi Prof. Kara’dan son dakika corona virüs açıklaması! Okullar neden tatil edilmedi?” https://www.sabah.com.tr/gundem/2020/03/12/son-dakika-haberi-bilim-kurulu-uyesinden-canli-yayinda-koronavirus-aciklamasi-okullar-neden-tatil-edilmedi

[3] “Bilim Kurulu Üyesi Kara’dan açıklama: Corona virüsü nedeniyle okulların kapalı kalma süresi uzayabilir.” https://www.hurriyet.com.tr/gundem/son-dakika-bilim-kurulu-uyesi-ates-kara-okullarin-kapali-kalma-suresi-uzayabilir-41470614

[4] “Korona Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Özlü: Hastalığı sosyal medyadan takip etmeyin.” https://www.aa.com.tr/tr/koronavirus/korona-bilim-kurulu-uyesi-prof-dr-ozlu-hastaligi-sosyal-medyadan-takip-etmeyin/1764584

[5] “Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Tevfik Özlü’den flaş açıklama: Uzun süre evde kalmaya hazır olun.” https://www.ahaber.com.tr/gundem/2020/04/10/bilim-kurulu-uyesi-prof-dr-tevfik-ozluden-flas-aciklama-uzun-sure-evde-kalmaya-hazir-olun

[6] “Bilim Kurulu Üyesi Profesör’den son dakika açıklaması! “İlk corona testleri negatif çıkarsa…” https://www.sabah.com.tr/yasam/2020/03/23/son-dakika-bilim-kurulu-uyesi-prof-azaptan-corona-testi-aciklamasi-eger-ilk-testler-negatif-cikarsa

[7] “Corona Virüsü Bilim Kurulu üyesi Prof. Kara’dan ‘maske’ açıklaması.” https://www.sozcu.com.tr/2020/gundem/corona-virusu-bilim-kurulu-uyesi-prof-karadan-maske-aciklamasi-5602067/

[8] “Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Taşova’dan koronavirüsten korunma uyarıları.” https://www.aa.com.tr/tr/koronavirus/bilim-kurulu-uyesi-prof-dr-tasovadan-koronavirusten-korunma-uyarilari/1771547

[9] “Koronavirüs Bilim Kurulu Üyesi Azap’tan korkutan açıklamalar: Tedaviye yetişemeyiz.” https://www.internethaber.com/koronavirus-bilim-kurulu-uyesi-azaptan-korkutan-aciklamalar-tedaviye-yetisemeyiz-2090505h.htm

[10] “Bilim Kurulu Üyesi uyardı! Kredi kartına dikkat.” https://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/bilim-kurulu-uyesi-uyardi-kredi-kartina-dikkat-41524327

[11] “Bilim Kurulu üyesi ‘en büyük tehdit’ diyerek uyardı: Bu şekilde kazanamazsınız!” https://www.hurriyet.com.tr/gundem/bilim-kurulu-uyesi-en-buyuk-tehdit-diyerek-uyardi-bu-sekilde-kazanamazsiniz-41484635

[12] “Devlet Bahçeli’den Bilim Kurulu’na sözcü tayin edilsin önerisi.” https://www.ntv.com.tr/turkiye/devlet-bahceliden-bilim-kuruluna-sozcu-tayin-edilsin-onerisi,NWIJETT1rEq7vaxhJEA9tg

[13] “Dünya Sağlık Örgütü pandemiyle mücadelede başarılı mı?” https://haber.sol.org.tr/dunya/dunya-saglik-orgutu-pandemiyle-mucadelede-basarili-mi-282927

[14] “DSÖ: Hasta değilseniz maske takmayın.” https://haber.sol.org.tr/dunya/dso-hasta-degilseniz-maske-takmayin-283997

[15] “DSÖ’den Covid-19 belirtisi göstermeyen hastalara ilişkin açıklama.” https://sol.org.tr/haber/dsoden-covid-19-belirtisi-gostermeyen-hastalara-iliskin-aciklama-6796

[16] “Dünya Sağlık Örgütü’nden açıklama: Koronavirüs gıdadan geçer mi?” https://sol.org.tr/haber/dunya-saglik-orgutunden-aciklama-koronavirus-gidadan-gecer-mi-4060

[17] “DSÖ: İyileşenlerin Covid-19’a yeniden yakalanmayacağına dair kanıt yok.” https://sol.org.tr/haber/dso-iyilesenlerin-covid-19a-yeniden-yakalanmayacagina-dair-kanit-yok-2693

[18] “Dünya Sağlık Örgütü, Covid-19 tedavisinde sıtma ilacı kullanımını durdurdu.” https://sol.org.tr/haber/dunya-saglik-orgutu-covid-19-tedavisinde-sitma-ilaci-kullanimini-durdurdu-5356

[19] “DSÖ’den sıtma ilacının Covid-19’da deneysel kullanımına devam kararı.” https://sol.org.tr/haber/dsoden-sitma-ilacinin-covid-19da-deneysel-kullanimina-devam-karari-6205

[20] “Dünya Sağlık Örgütü: İkinci dalga her an gelebilir.” https://sol.org.tr/haber/dunya-saglik-orgutu-ikinci-dalga-her-gelebilir-5400

[21] “DSÖ’den açıklama: Büyük başarı elde edildi ancak bedeli var.” https://www.trthaber.com/haber/koronavirus/dsoden-aciklama-buyuk-basari-elde-edildi-ancak-bedeli-var-483724.html

[22] “DSÖ’den Covid-19 aşısı açıklaması.” https://sol.org.tr/haber/dsoden-covid-19-asisi-aciklamasi-4173

[23] “DSÖ yeni koronavirüsün adını açıkladı: COVID-19.” https://haber.sol.org.tr/dunya/dso-yeni-koronavirusun-adini-acikladi-covid-19-280290

[24] “DSÖ Başkanı: Asıl sorun aşının nasıl dağıtılacağı olacak.” https://sol.org.tr/haber/dso-baskani-asil-sorun-asinin-nasil-dagitilacagi-olacak-3511

[25] “DSÖ yöneticisi: Domuz gribi abartıldı.” https://haber.sol.org.tr/dunyadan/dso-yoneticisi-domuz-gribi-abartildi-haberi-23698

[26] İ. Belek, “Sosyalizmsiz dünyada Dünya Sağlık Örgütü’nün hali.” https://www.sol.org.tr/haber/sosyalizmsiz-dunyada-dunya-saglik-orgutunun-hali-1881

[27] G. Aksakoğlu, “Herkes İçin Sağlıktan Hedef 21’e: Dünya Sağlık Örgütü Değişiyor”, Toplum ve Hekim, 17(2), s.95.

[28] A. Soyer, “Dünya Sağlık Örgütü, Alma Ata Bildirgesi, İdeoloji vb. Üzerine…”, Toplum ve Hekim, 17(2), s.114.

[29] E. Nalçacı, “Bilimsel Yöntemde Bilgi ve İnanç ilişkisi”, Sağlıkta Sınıf Tavrı, 13, s.67.

[30] J.D. Bernal, Bilimin Toplumsal İşlevi. (T. Ok, Çev.) İstanbul: Evrensel Basım Yayın.

[31] A.g.e.

[32] A.g.e.

[33] B. Russell, Batı Felsefesi Tarihi 1 – İlkçağ, 5. Baskı, (M. Sencer, Çev.) İstanbul: Say Yayınları. Cilt 1, s.165 ve 219.

[34] B. Russell, Batı Felsefesi Tarihi 2 – Ortaçağ, 5. Baskı, (M. Sencer, Çev.) İstanbul: Say Yayınları. s.255-256.

[35] Bernal, a.g.e.

[36] “Prof. Celal Şengör: Dışkı yedirmek işkence değil.” https://www.birgun.net/haber/prof-celal-sengor-diski-yedirmek-iskence-degil-95775

[37] “Prof. Şengör: Kendi dışkımı yedim.” https://tr.sputniknews.com/turkiye/201810101035596762-prof-sengor-kendi-diskimi-yedim/

[38] M.Y. Barkurt, “Celal Şengör Hakkında Gecikmiş, Ama Zorunlu bir Eleştiri”. Gelenek 62. https://gelenek.org/celal-sengor-hakkinda-gecikmis-ama-zorunlu-bir-elestiri/

[39] Nalçacı, a.g.e.

[40] Russell, Batı Felsefesi Tarihi 2 – Ortaçağ.

[41] B. Russell, Batı Felsefesi Tarihi 3 – Yeniçağ, 5. Baskı, (M. Sencer, Çev.) İstanbul: Say Yayınları. s.26-27.

[42] Bernal, a.g.e.

[43] Yüksek Öğrenim Endüstriyel Kompleksi. http://burak-arikan.com/ozeluniversiteler/

[44] E. Nalçacı, “Bilgi Üretme Süreci Olarak İşçi Sınıfı Siyaseti-‘Bilim’ İlişkisi”. Gelenek 93. https://gelenek.org/bilgi-uretme-sureci-olarak-isci-sinifi-siyaseti-bilim-iliskisi

[45] “Doktora ve yüksek lisans mezunları İŞKUR’da iş kuyruğunda bekliyor.” https://tr.euronews.com/2019/05/14/doktora-ve-yuksek-lisans-mezunlar-iskur-da-is-kuyrugunda-bekliyor

[46] K.B. Vural, “NATO ve Bilim”. Madde, Diyalektik ve Toplum, 2(3). http://bilimveaydinlanma.org/nato-ve-bilim/

[47] R. Yang ve L. Vidovich, “Üniversiteleri Küreselleşme Bağlamında Konumlandırmak”, Kuram ve Uygulamada Eğitim Bilimleri, 2(1).

[48] J.D.  Bernal, Marx ve Bilim, 4. Baskı, (O. Arman, Çev.) Ankara: Bilim ve Sosyalizm Yayınları, s.9, 38 ve 47.

[49] K. Marx ve F. Engels, Alman İdeolojisi, 4. Baskı, (S. Belli, Çev.) Ankara: Sol Yayınları, s.87, 92 ve 94.

[50] K. Marx ve F. Engels, Komünist Manifesto, 5. Baskı, (G.D. Görsev, Ed.) İstanbul: Yazılama Yayınları, s.29-30.

[51] Y. Krimov, Kızıl Tanker. (L. Özübek, Çev.) İstanbul: Yazılama Yayınevi.

[52] Bernal, Bilimin Toplumsal İşlevi.

[53] Z.Ö. Durmuş, “Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde Bilim Kültürü”. Madde, Diyalektik ve Toplum, 1(4). http://bilimveaydinlanma.org/sovyet-sosyalist-cumhuriyetler-birliginde-bilim-kulturu

[54] İ. Belek, “Küba Sağlıkta Neden ve Nasıl Başarılı Oldu?” Madde, Diyalektik ve Toplum, 2(1), http://bilimveaydinlanma.org/kubanin-saglikta-neden-ve-nasil-basarli-oldu

[55] “İtalya’ya yardıma giden Kübalı doktor: Dayanışmamızı göstermeye geldik.” https://haber.sol.org.tr/dunya/italyaya-yardima-giden-kubali-doktor-dayanismamizi-gostermeye-geldik-283333

[56] “Burjuva Aydınlanmacılığının Tükenişi ve Sosyalist Aydınlanmacılık”, Gelenek 83, https://gelenek.org/burjuva-aydinlanmaciliginin-tukenisi-ve-sosyalist-aydinlanmacilik/

[57] Bilim Kurulu İktidarın Propaganda Aygıtına Dönüşmüştür http://bilimveaydinlanma.org/bilim-kurulu-iktidarin-propaganda-aygitina-donusmustur

[58] “Burjuva Aydınlanmacılığının Tükenişi ve Sosyalist Aydınlanmacılık”.