Baltık rüzgarı komünistleri savurur mu?

İskandinavya’yı oluşturan 5 bağımsız ülke (Danimarka, İsveç, Norveç, İzlanda, Finlandiya) görece hâlâ korunmuş ve büyük bir kamu sektörüne sahip, seküler, insani gelişmişlik düzeyinde üst sıralarda yer alan, her biri sosyal demokrasi ve refah mitinin tarihsel kaleleri sayılan ülkeler. Bugün her ne kadar bu mitin tüm pulları birer birer dökülmekte, çok değil on yıl öncesine kadar ülkenin en büyük partileri olan sosyal demokrat partiler (ve sol liberal, yeşil, özgürlükçü çizgideki ortakları) ciddi gerileme kaydetmekte ve sağın yükselişi bu ülkeleri de belirlemekte olsa da… 1 Bir dönem SSCB’ye coğrafi olarak en yakın noktada yer almış bu ülkelerin kaderlerinde geçmişte olduğu gibi bugün de bu konumun belirleyici bir rolü var.

Her bir ülkenin özgün koşulları ve zaman zaman kendi aralarında gelişen sınır ve milli aidiyet çatışmalarını bir kenara bırakacak olursak, hem Baltık ve Kuzey Denizi’ni çevreleyen birbirine komşu bu devletlerin, hem bu coğrafyanın komünist partilerinin geçtiğimiz yüz yıl boyunca izledikleri seyirde bir ölçüde paralellik olduğu söylenebilir. Bugün de belli bir ortaklık çerçevesinde hareket eden bu partilerin tarihlerine kısaca bir göz atmak, bugünkü pozisyonlarını anlamaya yardımcı olacaktır. 

İskandinav komünist partilerinin kuruluşları aşağı yukarı bundan yüz yıl öncesine, Ekim Devrimi’nin dünyayı sarsan günlerine rastlıyor. Komintern’in çocuğu sayılabilecek Norveç İşçi Partisi (1923’teki bir ayrışmadan sonra Norveç KP olarak yoluna devam ediyor) ve İsveç Komünist Partisi art arda bu yıllarda kuruluyor. Finlandiya’nın bağımsızlığı ve iç savaşın kaybedilmesinden sonra Finli devrimcilerin iltica ettikleri Stockholm, Komintern’in bölge komitelerinin kurulduğu ilk şehirlerden biri olur, Norveç, İsveç ve Finlandiya’dan devrimcileri Komintern’in İskandinavya Komitesini oluşturmak üzere çoğunlukla birlikte hareket ederler. İskandinav devrimciler Sovyetler Birliği’nde eğitim görür.

Birleşik büyük bir “Sosyalist İskandinavya” veya İskandinav coğrafyasında devrim fikrinden ise 1920’lerde, 1918 Fin iç savaşı yenilgisi, Alman Devrimi’nin kaybedilmesi ve birbiriyle bağlantılı bu gelişmeleri takiben dünya devrimi fikrinden vazgeçilmesiyle birlikte uzaklaşılır.2

Faşizmin Avrupa’da yükseldiği 1930’larda İskandinav komünist partileri çalışmalarını büyük ölçüde yeraltında sürdürmek zorunda kalır, kadrolarının bir bölümü Sovyetler’de mülteci olarak bulunur. 1939’a gelindiğinde Finlandiya Sovyetlerle savaşa girerken, Danimarka ve Norveç’e yönelen Alman faşistleri 1940’ta Oslo’yu işgal eder. NKP üyesi komünistler, partizanlar, Nazilerin kuzeydeki ilerleyişini durdurmak için militanca direnirler.3

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra hızla yeniden yapılanma sürecinde İskandinav ülkeleri Keynesyen ekonomik politikalar, kamusal yatırımların ve denetimin belirleyici olduğu refah devleti modeli ile görece adil bir bölüşümü gerçekleştirirken, legal partiler olarak varlık gösteren, emekçi halk ve sendikalar nezdinde güç kazanan komünist partiler %20’lerin üzerine çıkan oy oranlarıyla zaman zaman sosyal demokratların koalisyon ortağı olarak görev yapıyor.4Ancak aynı yıllarda, her ne kadar görünüşte ittifak içinde olunsa da, alttan alta emperyalizmle işbirliği güden sosyal demokrat iktidarların tekerine çomak sokma potansiyeli taşıyan komünistleri püskürtmek için yürüttüğü faaliyetler, sendikalardan, işçi örgütlerinden komünistleri uzaklaştırma ve itibarsızlaştırma girişimleri sosyal demokrasinin antikomünist karakterine bir örnek olarak not edilmeli.

Partilerin kitleselleştiği, sendikal hareketin güçlendiği bu süreçte bir yandan da reformizme kapı aralanıyor. Özellikle de 70’lere gelindiğinde Avrupa’da Akdeniz’den esen rüzgar, hafifçe Baltık kıyılarına da vuruyor. Ilımlılık ortodoksiyi zorluyor. Bu anlamda İskandinav partileri içindeki bazı unsurlarda devrimci hedeflerin geniş sosyal demokrat koalisyonlar lehine geri çekildiği bir çözülmeden söz edilebilir. 1969’da Finlandiya Komünist Partisi programında yapılan değişiklikle sosyalizme devrimci bir geçiştense barış içinde demokratik yollarla geçileceğinin yazılması bunun bir örneği.5 Sendikalaşma oranının çok yüksek olması ve parlamentarizm bir devrimci dinamiği oluşturmaya yetmiyor. Aksine, entellektüel düzeyi çok yüksek, seküler, toplumsal ilişkilerde gelişkin (örneğin eşcinselliğin dekriminalizasyonu İsveç’te pek çok ülkeden daha önce ilan ediliyor, transların yasal olarak cinsiyet dönüşüm operasyonları geçirmesi ve ücretsiz hormon tedavileri ilk İsveç’te başlıyor) ancak “dertsiz” bir toplum söz konusu. Bu yıllar için yine de bir parantez açmak Norveç Komünist Partisi’nin Norveç’in AB üyeliğine karşı 72 ve 94 referandumlarında gösterdiği duruşun ve komünistlerin İskandinav ülkelerinde Vietnam Savaşı sırasında Amerikan karşıtı protestolarda üstlendiği rolün hakkını vermek gerekir.

80’lerle birlikte neoliberalizm, İskandinav ülkelerinde de piyasacılığa daha çok alan açılması ile kendini gösteriyor. Eş zamanlı olarak sosyalist ideolojiler ve komünist partilerin de içinde bulunduğu ittifaklar popülaritesini yitirmeye başlıyor. Nihayet çözülüşten günümüze, büyük bir hızla sosyalizmden uzaklaşan inkârcıları bir kenara bırakacak olursak, 90lı yılların ortalarında kalıntılardan kendilerini sosyalist devrim perspektifiyle yeniden var eden komünist partileri görüyoruz. Ancak tarihsel birikimleri ve İskandinav işçi sınıfı göz önünde bulundurulduğunda ne yazık ki dar bir kesimi harekete geçirebilen ve ülke siyasetinde henüz yeterince belirleyici olmayan bir konumdalar.

Yine de niceliklerinden bağımsız olarak, kendi ülkelerinde kapitalist düzeni sorgulayan ve alternatif bir program öneren tek siyasi özne olduklarını söylemeliyiz. Emperyalizmin Irak’taki, Libya’daki, Suriye’deki işgallerine karşı çıkan İskandinav partileri (Norveç KP, İsveç KP ve Danimarka’daki KP) bugün Marksist-Leninist komünist partilerin çatısı altında toplandığı Avrupa Komünist İnisiyatifi’nin bileşenleri olarak faaliyetlerini yürütüyor. Finlandiya Komünist Partisi ise 2004’teki kuruluşundan beri Avrupa Sol Partisi’nin bir üyesi. Ancak ideolojik ve siyasi farklılıkları olan bu partilerin, geçtiğimiz yüzyılda olduğu gibi, bir tür “Kuzeylilik” ya da “İskandinavlık” birliği üzerinden, coğrafyalarını bekleyen ortak tehlikelere karşı (çevre tahribatı, barış ve güvenlik tehdidi) ortak açıklamalar yapabildiklerini görüyoruz.6

Açıklamalarına bakılacak olursa, İskandinav partileri, ABD, AB ve NATO karşıtlığının, Rusofobik İskandinav burjuvazisinin karşısında olmanın mantıksal sonucunu, Rusya ile iyi komşuluk ilişkileri yürütmeye, barış içinde bağların geliştirilmesine ve bu noktada Rusya’nın emperyal eğilimlerini görmezden gelmeye götürmüş görünüyor. Bir yandan NATO’nun kuzey ülkelerinde yaptığı askeri tatbikatları, yığınakları eleştirirken, NATO’nun çözülmesi ve kendi ülkeleri için silahsızlanma çağrıları 7 yaparken eş zamanlı olarak “potansiyel düşman olarak Rusya’nın görülmesini” tehlikeli bulduklarını ifade ediyorlar. 2015 yılında İskandinavya, Rusya, ABD ve Kanada partilerinin ortak çağrısı “NATO’nun kutuplardaki artan askeri faaliyetlerinden ciddi derecede endişe duyuyoruz. NATO tüm kuzey ülkelerini üyesi haline getirmeyi, onları askeri tatbikatlarına katmayı ve potansiyel bir savaşta düşman bir Rusya imajı yaratma kampanyasına dahil etmeyi hedeflemektedir” diyor 8,9 . Danimarka’daki Komünist Parti tarafından ABD ve AB arasındaki gerilim kapitalizmin doğasında bulunan kâr kavgası olarak yorumlanıyor10 . Biliyoruz ki bu kavga bugün tüm dünyaya şekil veriyor.

Pek çok ayrıntıya yer verememiş olsak da İskandinav komünist partilerini okuyucunun gözünde canlandırmayı hedefleyen bu girişten sonra,  tüm NATO üyesi ülkeler ile İsveç ve Finlandiya’nın katıldığı ve ana sahası Norveç olan, NATO’nun bu zamana kadarki en büyük tatbikatı sayılan Trident Juncture 2018’in başlamasından kısa bir süre önce yayımlanan bir yazının çevirisini paylaşıyoruz. NATO’nun 2020 ve sonrasında bir savaşa hazırlandığının ipuçlarından biri diyebileceğimiz tatbikat ve ev sahibi ülke Norveç’teki militarizasyon hakkında Norveç Komünist Partisi’nden Terje Alnes’in kaleme aldığı yazı TKP İskandinavya örgütü tarafından Türkçe’ye çevirildi. NKP’nin iki haftalık dergisi Friheten (Özgürlük)’te yer alan 11 Ekim 2018 tarihli bu yazı yukarıda açıkladığımız durumu örnekleyen bir belge niteliğinde. Norveç savunma güçlerinin NATO savaş makinesinin yedek lastiğini oluşturduğunu ifade eden Alnes, müttefiklerinin “arka bahçe” olarak gördükleri Norveç’in olası bir savaşın ön cephesini oluşturacağını tedirginlikle belirtiyor. Bu notun arkasından,  Rusya’nın da duruma tepkisiz kalmasının beklenemeyeceğini söylerken kullandığı dil ise dikkat çekiyor.

İkinci Dünya Savaşı’nda Nazilerin Sovyetler’e saldırısının önemli bir cephesi olan Norveç bugün de konumu itibariyle olası bir büyük ölçekli savaşın ön cephesi olma potansiyeli taşıyor. Ancak arada önemli bir fark var; bugün aynı coğrafyada Sovyetler Birliği yerine emperyalist düzende kendi yerini sağlamlaştırmaya çalışan, jeopolitik çıkarlarının gerektirdiği müdahalelerde bulunmaktan çekinmeyen, dünyanın dört bir yanına silah ve askeri mühimmat satan, ciddi bir nükleer güç haline gelmiş olan ve tüm bunların diplomatik nüfuzunu beslediği Putin Rusya’sı duruyor. Bu konu, önümüzdeki günlerde uluslararası komünist harekette yürüyen tartışmaların merkezine oturacak gibi görünüyor.

Norveç’te Militarizasyon

Yabancı askeri güçler Norveç topraklarında askeri üs kuruyor. Aynı zamanda Norveç askeri savunması Amerika ve NATO’nun savaş makinesine daha güçlü bir şekilde entegre ediliyor. Her ne kadar ülkeyi yöneten politikacılar bu durumu inkâr etseler de,  kamuoyuna ülke topraklarının yabancı askeri güçlere açılmasını kabul ettirmek için bir savaş propagandası yürütülmekte.

Norveç’te olanları anlayabilmek için dış basının bu konuda yazdıklarına bakmak gerekiyor. The Telegraph, Britanya Savunma Bakanı ile bir röportaj yaptı, Bakan Kuzey Norveç’e 800 komando askerini kapsayan bir askeri üs kuracaklarını söyledi.  Bunun nedeni olarak ise Rusların onların «arka bahçelerindeki» muhtemel saldırganlıklarını gösterdi. Bu ifadeye göre Kuzey Norveç, İngilizlerin «arka bahçesi».

Britanya Savunma Bakanı’nın Norveç’in kuzeyini kendi arka bahçeleri olarak görmesi, müttefiklerimizin bize bakış açılarını net bir şekilde ortaya koymaktadır.

Norveç, muhtemelen gelecek bir savaşta, savaşın ön cephesini oluşturacaktır. Bu süreçte bizim kendi politikacılarımız ise sömürge bir devletin kuklalarıymış gibi davranıyor. Norveç topraklarını Amerikalılara ve İngilizlere açarak herhangi bir bombalamada Norveç’in de hedef olmasına neden olmaktalar.

Britanya Savunma Bakanı bu gelişmeleri «bir askeri üs» olarak tanımlasa da, onun Norveçli meslektaşları klasik açıklamalarla konuyu geçiştirmeye çalışmaktadır. Savunma Bakanı Frank Bakke-Jensen İngilizlerin Kuzey Norveç’te kendi askeri üslerini oluşturmalarının söz konusu olmadığını ifade etmektedir. Eğer kendi savunma bakanımıza inanacak olursak bunun açıklaması varolan uzun erimli tatbikat planlarının Åsegaerden askeri alanından alınarak, Norveç askeri birimleriyle Troms bölgesinde birleştirileceğidir.

Bakke-Jensen’in bu açıklamaları pek inandırıcı değildir.  Kaldı ki İngilizlerin kendileri Troms bölgesinde gelecek on yıl için kalıcı olacaklarını ifade etmektedirler.  Başka bir deyişle, bunu adı ortak bir askeri tatbikat değil, kalıcı olarak yerleşmektir.

Gerçeklerin inkârı

2017 Ocak ayında Amerikalıların Værnes bölgesine 330 askerle yerleşmelerinden bu yana Norveç yetkilileri yabancı askeri güçlerin Norveç topraklarında üs kurmalarının söz konusu olmadığını iddia etmektedirler. Klassekampen gazetesinin Amerikan belgelerine dayanarak yazdıklarına göre ise Amerika’nin kendi deniz kolordusunun amacı Værnes bölgesinde kalıcı olmak. Burada anahtar kelime dönüşümlü olmak değil, kalıcı olmaktır. Eski Savunma Bakanı Ine Eriksen Søreide Almanların 1945’te ülkeyi terk etmelerinden bu yana ısrarla yabancıların askeri üs kuramayacaklarını ifade etmiştir.  Norveç hükümet yetkilileri, Norveç’e herhangi bir saldırı ya da tehdit olmadığı durumlarda, yabancı bir ülkenin askeri güçlerinin Norveç topraklarında üs kurmalarının söz konusu olamayacağını ifade etmektedir.  Bu, Norveç’in Soğuk Savaş dönemi için (ne kadar soğuk olursa olsun) geçerli olan politikasıydı.

Gerçekleri reddetmesine rağmen hükümet, Norveç savunma politikasının bu belirleyici ilkesini hurdaya çevirmiştir. Savunmamız NATO’nun savaş makinesinin yedek lastiği işlevini görmektedir. Norveç savunması adım adım karakter değiştirmiştir. Norveç topraklarını savunan ulusal bir savunma gücü olmak yerine son yıllarda NATO savaşlarına destek vermeyi amaçlayan bir güç haline dönüşmüştür.

Sonuç olarak da bizim kendi savunmamız gitmiş, yerine savunma bütçesi artan bir güç gelmiştir. F-35 savaş uçaklarını alınması kararının Norveç çıkarlarına hizmet ediyor olması söz konusu değildir. Bu 52 savaş uçağının 12’si Amerikalıların iç işlerine karışmak istediği yerlerde NATO’nun operasyonları için kullanılacaktır (savaşları için diye okuyunuz).

Savunma analisti John Berger F35’lerin Amerikalıların global süper güç stratejisine hizmet vermek amacıyla tasarlandığını yazmaktadır. Başka bir deyişle, bu uçaklar ufak bir ülke olan Norveç’i savunmak için yapılmamıştır.

Bu uçakların alımı için 68 milyar ödenecektir. Ama burda asıl büyük gider uçağın harcama giderleridir. Toplam giderlerin 268 milyar Norveç kronu olacağı hesaplamaktadır. Savaş uçağı alınması bu ülkede bugüne kadar yapılmış en büyük resmi harcamadır. Bu uçakların alınması önümüzdeki 20 yılın askeri bütçesini silip süpürmekte, ülkeyi savunmasız ve çıplak bırakmaktadır.

Bu uçakların alınması yabancı askeri güçlerin topraklarımızda kalıcılaşmalarına neden olacaktır. Kendi askeri yeteneğimiz zayıflatılmıştır. İngilizlerin Tromso bölgesinde kuracakları askeri üsle birlikte NATO’nun Rusya’ya yapacağı bir saldırıda birçok açıdan köprü başı işlevi görecektir:

  • Amerikan deniz donanması genişletilecek ve 3 değişik bölgeye dağılacak bir şekilde 700 askere çıkartılacaktır.
  • Amerikan savunmasının Trønderlag bölgesinde bulunan askeri depoları yenilenecektir.
  • Vardø’de bulunan Radar sistemi Globus ADB tarafından başlatılmış ve finans edilmektedir. Yeni radar sistemi Globus III ise 2020’ye kadar yenilenecek ve doğrudan ABD’nin stratejik komandosunun emrine verilecektir.
  • Vardø radarları ve Norveç sivil uyduları ABD atom stratejisine dahil edilecektir.
  • Amerikalıların P-8 Poseidon istihbarat uçağı Andöye hava istasyonunu kullanacaktır.
  • ABD NATO operasyonu «Atlantic Resolve» ve Avrupa Caydırıcı İnisiyatifi EDI (European Deterrence Initiative) için Rygge hava istasyonunun kullanılmasına onay çıkmıştır.

«Propagandayı sadece Ruslar yapar»

Norveç savunma politikasında oluşan bu dramatik hedef değişikliğinin amacı olası bir Rus saldırısına karşı bir  harekettir. Ekim ve Kasım’da 31 ülkenin askerlerinden toplanacak 45000 asker, 150 uçak ve 70 gemi ile Norveç’te yapılacak «Trident Juncture» NATO’nun 1980’li yıllardan sonraki en büyük tatbikatı olacaktır.

Ruslar bu konuda ne düşünüyor? Rusların ve NATO’nun askeri gücü arasındaki güç ilişkilerine nesnel olarak bakacak olursak, Rusların bırakın Norveç’i, herhangi bir batı ülkesine saldırma kapasitesi bulunmamaktadır. 

Stockholm International Peace Research Institute (SIPRI)  dünyadaki askeri harcamalar üzerine yaptığı araştırmalar, Rusları bizlere karşı askeri tehdit olarak göstermek isteyenlerin tekerine çomak sokmaktadır. 

ABD ve NATO askeri güçlerini arttırırken, Ruslar 2017’de askeri giderlerinde kesintiye gittiler.  ABD askeri harcamalarda tek başına %35 ile başı çekerken, Rusların  askeri harcamalardaki payı %3,8’dir. Başka bir deyişle, onda biri kadardır.

Başbakan Erne Solberg Trident Juncture tatbikatının Norveç ile Rusya arasında bir gerginliğe yol açmasından endişe etmemektedir. Solberg Amerikalıların Værnes’te bulunan üslerini eylül ayında ziyaretinde; «Ruslar bu konuda bir şeyler söyleyeceklerdir. Ama bu Rusların propagandasının bir parçasıdır» demiş, Amerikan askerlerinin topraklarımızda bulunmasına övgüde bulunmuştur.

Ağır bir NATO saldırganlığı var

NATO propagandası tüm kanallarda günlük olarak yayınlanmakta ve karşıtlık da artmaktadır. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg az önce iktidardan çıktı, çünkü Rusya orta menzilli füzelerini ülkenin batısında konuşlandırdı. ABD’nin NATO büyükelçisi, Rusya’nın gönüllü olarak kaldırmaması halinde ABD’nin füzeleri “kaldırmak” durumunda kalabileceğini söyledi. Füzeleri “kaldırmak” – savaşa gitmekten başka bir şey ifade ediyor mu? Bu durumda Rusya’nın sakin bir şekilde oturmasını ve NATO’nun sınırlarını doğuya doğru, bir Varşova Paktı ülkesinden diğerine genişletişini izlemesini bekleyebilir miyiz? Rusya’nın Doğu Avrupa ile sınırına ve şimdi de Norveç’e yığınak yaparken, Rusya’nın tepkisiz kalması beklenebilir mi? NATO saldırganlaşmakta, Rusya’nın da kendi «arka bahçesindeki» gücünü pekiştirmesi için nedenler birikmektedir.

Dipnotlar

  1. İskandinavya kapitalizminin bugünü ve işçi sınıfının kazanımlarındaki gerilemelere dair ayrıntılı bir betimleme için soL dergi’nin 27. sayısındaki “İskandinavya Yalanları: Kapitalizmin İyisi Olur Mu?” başlıklı yazıya göz atılabilir.
  2. İleride görülebileceği gibi, bu kayıpların aslında ne kadar kritik rolde olduğunu tarih çeşitli vesilelerle gösterir.
  3. Zafer Günü temalı Avrupa Komünist İnisiyatifi toplantısında NKP temsilcisinin aktardığına göre dönemin merkez komitesininin %80’i bu direnişlerde hayatını yitirir.
  4. Sovyetlerin de yanıbaşında sosyalist olmayan ancak barış içinde birlikte yaşadıkları, ticari ilişkiler içinde oldukları nötral bir devlet modeli olarak İskandinav ülkelerinde Doğu Avrupa’daki gibi bir dönüşümü zorlamadıkları biliniyor.
  5. https://www.jacobinmag.com/2018/08/finnish-communist-party-socialism-cold-war
  6. https://www.skp.fi/artikkelit/meeting-communist-parties-nordic-region
  7. https://skp.se/english/defend-the-military-neutrality-of-sweden/
  8. Bu ortak açıklamanın altında imzası bulunan RFKP’nin de bilhassa Rus dış politikasında devletin ana akım tutumunu izlediğini, iç politikada ise çoğunlukla halkın tepkilerini düzen içi sınırlara kanalize etme refleksleri gösteren bir muhalefet partisi olduğunu hatırlamak gerekir.
  9. http://icp.sol.org.tr/international/communist-parties-high-north-declare-arctic-initiative-peace
  10. http://kommunisterne.dk/2018/10/22/hvordan-bekaemper-vi-imperialismen/