Ekim’den Bugüne İdeolojik Savaşın Evrimi I

Diploması tarihi, askeri tarih ya da siyasi tarih… Bunlardan herhangi biri merkeze alınarak tarih yazılabilir. Ancak merkeze alınan hangisi olursa olsun, kimi dönüm noktaları ya da kilometre taşları ana iskeleti oluşturmak durumundadır.

Bu çalışmada ne yukarıda anılan türden bir tarih yazımı ne de kendilerinden söz etmemenin olanaksız olduğu söylenen ana iskeletin tümünü ortaya dökmek deneniyor. Denenen doğu-batı ilişkileri olarak da adlandırılan, sosyalist ülkelerle kapitalist sistem arasındaki ilişkilere, kimi nedenselliklere bugünü anlama ve geleceğin ipuçlarını arama kaygısı ile eğilmek.

İlk Kilometre Taşı: 1917

1917 diplomasi tarihinde bir dönüm noktasıdır. Ekim Devrimi’nden sonra savaşın kaderi değilse de seyri gerçekten önemli değişikliklere uğradı. İlk değişiklik İtilaf devletlerinin bir müttefiklerini yitirmesiydi: artık Çarlık, yani Rusya yoktu. İkinci değişiklik Almanya’nın kendileri ile daha fazla uğraşmasına neden olabilecek barış önerisiydi. Bu durumun mantıki sonucu olarak Almanların yeniden doğu cephesinde savaşmalarına neden olacak eski müttefiklerini diriltmek için İtilaf devletleri yeni bir cephe açmak zorunda kaldılar. Japonya 72 bin, ABD ise 8 bin asker gönderdi.

Gene de Ekim Devrimi’nden 30’lara kadar geçen dönem kelimenin bugünkü anlamında, Soğuk Savaş ya da Detant gibi iç dönemlemelere tabi tutulan doğu-batı ilişkilerinden önemli farklar gösterir. Nasıl farklar?

Ekim Devrimi’nin, ilk sosyalist ülkenin geçici bir delilik olduğuna inanan batı, ardından devrimin hemen yıkılmayacağına inandıktan sonra devrimi kesinlikle yok sayamadı. Ama Avrupa, Amerika ve Japonya’da yeni dengeleri oluşturma telaşına girdi. I. Dünya Savaşı’nın sonuçlarının sindirilmesi süreci, ilk sosyalist ülkenin başka ne zamana yayılı olarak “halli”ne giden yolların aranmasına neden oldu.

Almanya’nın silahsızlandırılması, savaş tazminatı, Alman sömürgelerinin paylaşılması gibi Almanya ile direkt ilgili kimi gelişmelerden başka bazı saldırmazlık anlaşmaları da imzalandı. Tarih anlatımına girmeksizin bu anlaşmalara ilişkin bir ortak noktanın altını çizmekte yarar var. Hemen hemen her ülke kendi güvenliğini gerekli gördüğü ülkelerle yaptığı ikili-üçlü anlaşmalarla sağlama yoluna gidiyordu. Bunda elbette bir tuhaflık yok; ulus devletler ve hatta öncesinde diplomasi şekillendiğinden beri olagelen buydu. Ama diğer yandan uluslararası ilişki ve anlaşmalarla, askeri, ekonomik ve siyasi açıdan ayrı ayrı örgütlenmiş iki “blok” ve “bloklar dönemi” diplomasisi arasındaki fark açıktır. Bu değişimin en önemli nedeni elbette sosyalizmin bir sistem haline gelmesidir. Ancak bir sistem haline gelmemiş olsa da Ekim Devrimi sonrası gündemde olan, klasik diplomasi adını verebileceğimiz uluslararası ilişkilerin bu biçimini tek bir nedene bağlamak doğru olmaz.

Bir Peryodizasyon Denemesi

Eğer diplomasi ya da uluslararası ilişkiler tarihinde, Ekim’den bugüne dek sosyalist ülke ve sonrasında sosyalist sistem ile kapitalist sistem arasındaki ilişkileri merkeze alan bir peryodizasyon yapılacak ise sanırım birbirinden ayrılabilen sekiz dönemden sözetmek mümkündür:

  1. 1917-22 İç savaş-dış savaş
  2. 1923-33 ticari ve diplomatik ilişkiler, “Soğuk Savaş”
  3. 1934 49 savaş hazırlığı, savaş
  4. 1950-57
  5. 1958-1969
  6. 1969-79
  7. 1979-85
  8. 1985-…

1917-1922

Bu dönemde genç sosyalist devlet batının çok yönlü askeri saldırılarına maruz kaldı. Komünizm ile ideolojik mücadele ve anti komünist söylem deneyimi açısından kimi acemilikler gösteren batının bu acemice girişimlerinden beklediği, askeri saldırının gereksindiği kitle desteğini sağlayabilmekti. Sosyalizme karşı sıcak savaşın mümkün aynı zamanda gündemde olması Avrupa kapitalizminin konuyla ilgili ideolojik söylemini belirlemişti.1

Oldukça önemli bir diğer belirleyen Sovyetler Birliği’nin iç ve dış politikasıydı.

Bu dönemde iç politikada Romanov ailesinin bilinen akıbeti var; Lenin’in ancak 1793 yılı ile kıyaslayabildiği 1921 yılı var ve en önemlisi Savaş Komünizmi var. Bütün bunlar batı kapitalizminin bolşeviklere ve sosyalizme karşı askeri olarak da saldırabildikleri bir dönemde ideolojik saldırı için kullandılar. Dış politikada ise bolşeviklerin gözü Avrupa’da özellikle de Almanya’da patlaması muhtemel devrimlerdeydi. 1920’de Polonya ordusu Ukrayna’ya kadar ilerleyip buradan itibaren geri çekilmek zorunda bırakıldığında Kızıl Ordu’nun Varşova’ya yürüyüp yürümemesi gündeme geldi. Merkez Komitesi’nin oylamasında çıkan karar yürünmesi lehindeydi.

Dış politikanın bu durumu kapitalizmin bolşeviklere ve Sovyetler Birliği’ne karşı askeri konumlanışından başka ideolojik saldırılarının da içeriğini etkiledi.

1924-1933

Bu iki tarihin sınırladığı dönemin, peryodizasyon açısından dönem olmayı haketmesini sağlayan motifler nelerdir?

Bu dönemi (çalışmanın merkeze aldığı konu açısından olduğunu unutmadan) bir önceki dönemden ayıran en önemli nokta kapitalist sistemle sıcak savaşın bitmiş olduğu bir tarihin sonrasından başlayıp, savaşsız geçen bir on yıl içeriyor olmasıdır. Yani sıcak savaşın yokluğu bu on yıla peryodizasyon açısından dönem olma özelliği kazandırmak için mutlaka bir gerekliliktir. Sıcak savaşın yokluğu ile ilgili olarak ileride açılacak diğer nedenlerin yanında dört yıldır süren savaşın askerler üzerindeki bilinen etkisi ve kitleleri yeni bir savaşa hazırlamanın olanaksız oluşundan sözedebiliriz.

1934’ü sıcak savaş yokluğuna rağmen bu dönemin dışında tutanın ne olduğu sorusu cevaplanmalı: Sıcak savaşa hazırlığın gündemde olması.

Şimdilik ileride gerektiği kadarıyla ayrıntıya girmek üzere bu noktayı atlayıp sözü edilen on yıla biraz daha yakından bakalım.

1924 genç sosyalist cumhuriyetin batıyla ilk ticari ilişkileri kuruşunun hemen ertesine rastlıyor. İlk ilişki 1921’de İngiltere ve Türkiye ile kurulmuştur. Ama İngiltere ile kurulan ilişki yalnızca ticari nitelikteydi. İngilizler Sovyetler Birliği’ni diplomatik açıdan tanımaya 1924’te başladılar. Batılı devletlerle 1928 tarihli Kellogg Paktı’nın imzalanması, Amerika Birleşik Devletleri’nin 1933’te Sovyetler Birliği’ni resmen tanıması gibi gelişmeler de bu dönemde oluyor.

Genç sosyalist devletin batı kapitalizmi ile ilişkilerinin bu dönemki seyrini etkileyen ve sonuçları açısından dış politika hanesine yazılması gereken oldukça önemli bir parametre olarak, Tek Ülkede Sosyalizmin hatırlanması gerekiyor. Tek Ülkede Sosyalizm politikası kapitalist devletlerle Sovyetler Birliği arasındaki ilişkilerde belirleyicilik açısından önemli bir rol oynadı.

Atlanmaması gereken bir nokta da 192l’den itibaren iç politikanın eksenini oluşturan NEP’tir. Batı’da basının NEP’i nasıl değerlendirdiğini bugün hatırlamak gerçekten çok ilginç olacak. Sonraki onyıllar boyunca da kullanılan “sosyalizm çöküyor” türü haberler biranda ortalığı kapladı. Hatta 1,5 yıllık Plan’ın bilinen başarılarından sonra bile bu söylem varlığını korudu. 25 Eylül 1935 tarihli Le Temps‘da şunlar yazıyor: “Sovyet ailesi ve Sovyet toplumu içinde devrimci alışkanlık ve gelenekler yerlerini, adlarına kapitalist denen ülkelerde hüküm sürmeye devam eden duygu ve alışkanlıklara bırakmaktadır. Sovyetler burjuvalaşmaktadır.”2

Bu dönemi de iç politikada Savaş Komünizmi’nin, dış politikada ise Kızıl Ordu’nun aktif roller almayı denediği 1917-22 dönemi ile birlikte ele alıp buraya dek yazılanların işaret ettiği kimi sonuçlara bakalım. Bunun için önce Soğuk Savaş‘a bir dönem adından öte genel karakteristiklerini içeren bir ilişki biçimi olarak bakmayı deneyen yeni bir tanım yapmaya çalışalım.

  • Soğuk Savaş, varolabilmek için kapitalist dünyada en az bir tane sosyalist ülkeyi gereksinir.
  • Soğuk Savaş, sıcak savaşa kitlelerin ideolojik açıdan hazırlandığı bir dönem değildir.
  • Soğuk Savaş, sıcak savaşın mümkün olmadığı, bu anlamda sosyalist devlet ve sonrasında sistemle uzun vadeli mücadelenin kabul edildiği dönemin mücadele biçimidir.

Bu tezlerden hareketle 1924-33 dönemini bir tür soğuk savaş dönemi olarak adlandırabiliriz. Dahası belirli bir soyutlama düzeyinde Sovyetler Birliği’ne karşı bir “blok”tan da sözedebiliriz. Bloktan belirli bir soyutlama düzeyinde de olsa sözedebilmemize olanak veren gelişmelerin bir sonraki dönem de (1934-49) nasıl daha da netleştiği üzerinde durulacak. Bu dönem için şimdilik Kellogg Antlaşmaları’nda İngiltere’nin Almanya’ya “Doğu”ya doğru büyüme izni vermiş olduğunu söylemekle yetinelim.3

1934-49

Hitler iktidara geldiği günden itibaren bolşevizmi “en büyük can düşmanımız” olarak nitelemiş, 1936’da ise açık açık Ukrayna, Urallar ve Sibirya’nın doğal zenginliklerinden ve Nasyonel Sosyalizm sayesinde bu toprakların ulaşacağı refah seviyesinden sözetmişti.

Komünist partilerin katılımıyla oluşan Komintern’e karşı Almanya’nın öncülüğünde, 1938’de anti-Komintern Pakt kuruluyor. Sonradan İtalya’nın da katıldığı bu Pakt’a Almanya ve Japonya bulunuyor. Bu dönemde batı elbette Sovyetler Birliği’ne karşı toplu tavır alabilmiş değil. Bu en fazla Almanya-Fransa karşıtlığı olarak bilinen çelişkiyle ilgili. Ancak yine de Almanya’ya doğuya doğru yürüme izni verenin İngiltere olduğunu unutmamak gerekiyor. Sovyet diplomasisinin karakteristiklerinden birinin düşman kamptaki çelişkilerden yararlanmak olduğu yaygın olarak biliniyor. Sovyetler Birliği-Fransa anlaşması bu çerçevede değerlendirilmelidir.

Artık alenen savaş hazırlanılan bu dönemde, (aykırı gibi görünen Fransa-Sovyetler Birliği anlaşmasına yukarıda değinmiştim) batının sosyalizme ve Sovyetler Birliği’ne karşı kullandığı ideolojik argümanlar, bir önceki dönemden farklı bir biçime büründü.

Almanya’nın Ukrayna, Urallar ve Sibirya’yı işgal edeceğini açık açık söylediğini hatırlayalım. Bu girişimin kitleler nezdinde destek görebilmesi için “kapitalizm, komünizmden iyidir” türü argümanların yetmeyeceği çok açık. Dolayısıyla cins isim olarak kullanıldığında soğuk savaşın mücadelede kullandığı argümanlarla sıcak savaşa hazırlanılan dönemin argümanları farklıdır. Bu yüzden 1930’ların başından savaşın çıkmasına kadar geçen süre soğuk savaş olarak nitelenemez.

Bundan başka 1934-49 başlığı altında incelediğimiz dönemde savaş öncesinde, 1933’te Almanya’nın Silahlanma Konferansı’nın ardından Milletler Cemiyeti’nden çekilmesi gibi önemli bir olay yaşandı. 1936 İspanya’sı II. Dünya Savaşı’nın küçük bir provasıydı. Fransız ve İngilizler karışmama politikası yürüttüler, Franko’dan başka Almanlar ve İtalyanlarla çarpışmak İspanyol ve çoğu Sovyetler Birliği’nden olmak üzere dünyanın her yerinden gelen gönüllülere kalmıştı.

Bir önceki dönemi incelerken belli bir soyutlama düzeyinde Sovyetler Birliği’ne karşı oluşturulmuş bir “Pakt”tan sözedilebileceği yazılıp bu olgunun 1933 sonrasında netleşmeye başladığı eklenmişti. İşte bu durum en net ifadesini 1935’te İngiltere ve Almanya arasında, Alman Deniz Kuvvetleri’nin yeniden kurulmak bir yana neredeyse Fransız filosuna eş güçte olmasına olanak veren anlaşmada buldu.

Sovyetler Birliği ve komünizme karşı düşmanlığını iktidarının ilk gününden beri gizlemeyen Hitler Almanya’sı ile İngiltere, Fransa ve İtalya arasında Roma’da 1933’te Uyum ve İşbirliği Anlaşması imzalandı. 1933-39 arası sıcak savaşın yokluğuna rağmen bu yüzden soğuk savaş olarak nitelenemez. Batı, Almanya’yı doğuya doğru ilerlemek için teşvik ediyordu.

Burada Sovyetler Birliği’nde Stalin’in Avrupa’da olup bitenleri nasıl gördüğüne ilişkin ilginç bir noktayı hatırlamakta yarar var. Stalin’in sonradan vesveseciliğine yorulan bir düşüncesi vardı: Avrupa’da İngiltere’nin mi, yoksa Almanya’nın mı Sovyetler Birliği’ne saldıracağı sorusunu uzun uzun düşünmüştü. Hatta doğruluğu tartışmalı olan bir görüşe göre Avrupa’dan, Almanya’nın saldıracağı yolunda haberler getiren ajanları Stalin kendisini yanıltmaya çalıştıklarını söyleyerek öldürtmüştü. Eğer doğruysa bundan Stalin’in vesveseci yönünden başka Ekim Devrimi’ni nasıl kıskandığı sonucu da çıkar. Ayrıca İngiltere’nin saldırma olasılığını Stalin’in ciddi ciddi düşünmesini yalnızca vesveseci yönü ile açıklamak yöntemsel açıdan kesinlikle yanlış, Stalin’e karşı da büyük bir haksızlık olur. İngiltere’nin uluslararası politikada ağırlığını ancak 1947’den itibaren kaybettiğini hatırlatmakta yarar var.

Zaten hem İngiltere, hem de Amerika savaş öncesi bu tutumlarını savaş sırasında da gösterdiler. Batılı “müttefikler” ciddi olarak savaşa katılmak için savaşın seyrinin değişmesini beklediler. İki yıl boyunca hava muhalefeti türü gerekçelerle ertelenen Normandiya çıkarması başladığında Kızıl Ordu faşistleri önüne katıp Avrupa’ya sürmeye başlamıştı bile. Aynı tutum savaşın hemen ertesinde bu kez çok net tezahür etti. Batının içine girdiği tutum üç aşağı, beş yukarı “öküz öldü, ortaklık bozuldu” türü bir şeydi. Batı Berlin’in önce belediye başkanı, sonra devlet başkanı olan Adenover, Almanların geleneksel Fransız düşmanlığını inatla ve sabırla değiştirip Sovyet düşmanlığına çevirmeye çalıştı. Batı’da çok takdir topladı. O kadar ki 1953’te Time onu “yılın adamı” seçti.

Truman Potsdam’a Japonya’da kullanılacak olan atom bombasının denemelerini ve rapor sonuçlarını beklemek için dört gün geç katıldı. Pazarlık için kozlarını arttırmaya çalıştığı açık. İşte bu olaydan, hele Japonya’da “başarı”sı kanıtlandıktan sonra atom bombasının, sahip olanlar üzerinde başdöndürücü etkisi ortaya çıktı: “Atom bombası bizim hava kuvvetlerimizin eline yıkıcı gücü muazzam bir silah verdi. Amerika Birleşik Devletleri bu güce dayanarak bütün dünyaya kendi otoritesini kabul ettirecektir.”4 Bunu takiben ABD Kara Kuvvetleri kurmay başkanı konvansiyonel silahların önemsizleşeceğini ve hatta hiçbir değeri kalmayacağını yazıyordu.

İşte bu yüzden doğu-batı ilişkilerini gene belirli bir soyutlama düzeyinde 1933-39 arasına benzetebiliriz. 1949 bir dönüm noktasıdır. Çünkü atom bombası tekeli bu tarihte kırıldı; Sovyetler Birliği ilk bombasını bu tarihte patlattı. Diplomatik sonuçları açısından ele alındığında gene bomba gibi etkili oldu demek doğru olur. Ehrengburg ünlü üçlemesinde, içinde gene “şu bombayı Rusların tepesine atalım” teması işlenen bir konuşmayı yanlış hatırlamıyorsam Kaliforniya valisi yapmak üzereyken danışmanlarının pusulayla ilettikleri haberden nasıl etkilendiğini anlatır.

Yukarıda konvansiyonel silahların öneminin azaldığını söyleyen ABD Kara Kuvvetleri kurmay başkanının görüşünün tersine atom tekelinin kırılmış olması nedeniyle konvansiyonel silahlar gene önem kazandı; NATO 1949’da kuruldu.

Bu dönemle ilgili atlanmaması gereken bir nokta daha var.

İngiltere 1947’de Türkiye ve Yunanistan’ı açıkça “artık yükümlülüklerini yerine getiremeyeceği için” Amerika Birleşik Devletleri’ne devretti. NATO’nun kurulması için inisiyatifi ABD’nin alması, sonrasında Truman doktrini ve Marshall yardımı kapitalist dünyanın lidersiz olmadığını gösterme amacı da taşıyordu.

Soğuk Savaş sıcak savaşın mümkün olmadığının kabul edildiğini 1949’da başladı.

Serüvenin 1949’dan bugüne uzanan kısmı çalışmanın ikinci bölümünü oluşturacak.

Dipnotlar

  1. Bu döneme ilişkin bu kısa değinmede, sonraki dönemler incelenirken de kullanılabilecek, kapitalist sistemin sosyalizm veya sosyalist sisteme karşı argümanlarının belirleyenlerinden biri olarak altı çizilmesi gereken bir nokta var: Batının sözü edilen ideolojik argümanlarını belirleyen sıcak savaşın mümkün olup olmamasıdır. Soğuk savaşı sıcak savaşın mümkün olup olmamasına bağlayan bu bakış ileride ayrıntılandırılıyor.
  2. Le Temps’dan aktaran Leon Trotskiy; “İhanete Uğrayan Devrim”, Köz yay., İst. 1980, s.181
  3. İngiltere, Almanya’nın batı sınırındaki komşuları olan Fransa, Belçika ve Lüksemburg’a saldırması durumunda bu ülkelerin lehine savaşa karışacağı konusunda taahhütte bulunuyordu. Benzer bir yükümlülük Almanya, Çekoslavakya ve özellikle de Polonya’ya saldırdığında gündeme gelmiyor.
  4. (Aktaran) Fahri M.; Amerikan Harp Doktrinleri, Yön yay İst., 1966 İst, s.31
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×