Ekranda Fransız Devrimi: Danton

Fransa’da 1982’de Sosyalist hükümet sağın diline düştü. Kültür Bakanlığı 1789 Devrimi’nin 100. yılı için planlanan geniş kültürel etkinliğin bir parçası olarak Polonyalı yönetmen Andrzej Wajda’ya bir film ısmarlıyor. Film, Fransız-Polonya ortak yapımı olarak Fransız-Polonyalı çok seçkin teknik ve oyuncu kadrosu ile Fransa’da gerçekleştiriliyor, 1982’de tamamlanıyor.

Sosyalistler dahil Fransız solu, kendini, 1789’da Bastille’i basan halk kalabalıklarının meşru sahibi olarak görmekte. Film izlendiğinde hayretlerini saklamıyorlar. Cinematheque Française’de ilk gösterimde François Mitterand kızgınlıkla çıkıyor; çünkü Wajda Danton‘u ele aldığı zaman dilimi içinde (Kasım 1793 – Nisan 1794) hikayenin tümünü anlatmıyor.

Andrzej Wajda 1926 doğumlu, 1954’den bu yana film çekiyor. Yaptığı her filmde teknik ve estetik boyutlarıyla kusursuzluğu arıyor. Bu, uzun süreli bir arayış bu onun için ve son 10 yılda bu kusursuzluğu yakaladığı da söylenebilir rahatlıkla. Kültürel köklerini savaş sonrası Polonya toprağında bulan Wajda çoğunlukla savaş temaları işlediği A Generation (Bir kuşak), Kanal, Ashes and Diamonds (Küller ve Elmas) ve Lotna gibi ilk filmlerin ardından 70’li yıllarda Man of Marble (Mermer Adam) ve Man of Iron (Demir Adam) ile özellikle gerçekçi sinema ve sinemada kahramanlar konusunda araştırmalara girişiyor. Mermer Adam’da yapmak istediği 50’ler ile 70’ler arasında bir karşılaştırma. Eski problemlerin bazı değişikliklerle sürdüğü görüşünde olduğunu sergiliyor. Zaman zaman bazı siyasi çağrışımlarla yüklü de olsa politika-dışı sayılan, Türkiye’de bazıları gösterilen ve keyifle izlenebilen filmleri de var. Yine de Wajda’yı Polonya’nın Batıcı aydın kesimlerinden, Dayanışma’dan ayrı düşünmek pek mümkün değil. Polonya yakın tarihine eleştirel yaklaşımını sunduğu filmleri için Wajda’nın muhalif konumu açıktı. Ama “Polonya’yı eleştirmesine” alışık birçok sinema eleştirmeni Danton‘da da çağdaş Polonya’yı bulduğunu sandı. Robespierre Jaruzelski ve Danton da Walesa mıdır?.. Bu soruları, Danton‘la ilgili olarak düşünüldüklerinde, yersiz zorlamalar ve gereksiz spekülasyonlar olarak değerlendiriyorum. Bu zorlama bir yana, Fransız Devrimi üzerine bir yorum bile, “Batıcı” bir Polonya aydınının entelektüel ve siyasal formasyonuna dair çok ciddi ipuçları verebiliyor…

Andrzej Wajda, Fransız Devrimi’nde, Jirondenlerin tasfiyesinden sonra, devrimin içinden kopan – kralcı isyanları ve yabancı orduların müdahalesini devrime “dışsal” sayarsak – ikinci sağ dalgaya bol prim veriyor. Film, kimi yerlerinde sağcı Danton hizbinin ezilmesine bir ağıta dönüşebiliyor. “Devrim sonrasında sağ dalga”, elde değil, Polonya’yı da hatırlatıyor. Halkın istek ve çıkarları bahanesiyle devrimi durdurma talebi, burjuva devriminin doğal bir ürünüdür. Burjuvazinin tutucu eğilimini yansıtıyor. Burjuva devriminde durağanlaşma, hep restorasyonu da çağrıştırır… Polonya’da ise farklı bir devrimden yıllar sonra, sosyal ve kültürel değişimlere hıristiyanlığa sarılarak direnen bir popWist ideoloji ve – bu kez elbette kapitalist nitelikte – restorasyon programı yükseliyor. Filmde vurgulanan temalarla çağdaş Polonya’nın sorunları arasında benzerlikler bulmak için, zorlamaya hiç gerek yok. Söylenebilecek olan yalnızca şu: Kendi ülkesinde, popülizm ve restorasyona sempati yaratan bir ideolojik ortamla beslenen bir “aydın”ın, Fransız Devrimi’nde, ülkesinde tartışılanlarla benzerlikleri bulunabilecek evrensel temalara, popülizm ve devrimcilik, demokrasi ve diktatörlük, önderlik ve kitle kavramlarına bakışında, söz konusu ortamın damgasını taşımaması düşünülemez. Bu damga, Wajda’yı Fransız tarihine bakarken, devrime kuşku duyan, devrimin yükselttiği özgürlük temalarına ise, içi boş bir evrensellik atfeden sağ bir yoruma götürüyor.

Film Başlıyor, Montagnard Nerede?

Film, Danton’un 18 Kasım 1793’te Paris’e dönüşü ile başlıyor. Bir meydanda kumlu giyotin, devrime küskün halk toplulukları ve hasta yatağından kalkıp yoldan geçen Danton’u pencere aralığından seyreden Robespierre… Danton tüm bunları soğuk bakışlarla süzmekte… Danton’un Paris’i niye terk ettiğine ve geri döndüğüne ilişkin hemen hiç somut veri yok. Ancak yönetmen çeşitli fırsatlarda Danton’un taşrada dinlenip düşünmeye fırsat bulduğunu, devrimin izlemekte olduğu yol hakkında artık muhalif görüşler taşıdığını belirtiyor.

Danton’un döndüğü günlerde, hazır bekleyen giyotine kurbanların taşınması devam etmekte. Filmde mahkumları idam yerine üniformalı askerler sürüklüyor, halk ise bıkkınlık, sıkıntı ve soğukluğunu ifade edecek şekilde uzakta ve “bir tane daha mı?” diye söyleniyor. Filmde Danton bunlara karşıdır. Gerçekten de onun halkı sürüp giden kargaşadan bıkmıştır. Onun halkı artık dayatan bir şekilde mülkiyeti ve ekonomik bağımsızlığı savunan varlıklı tüccar ve sanayi burjuvazisidir. Onlar için devrim, savaşlar çoktan sıkıntı vermeye başlamıştır. Onlar barış istemektedir, gizlice barış görüşmeleri sürdürmektedirler. Asli işlerine, para kazanmaya dönmek, radikalizme son vermek istiyorlar. Wajda’nın Danton’u ise bu sınıfsallığın pek dışında barış ve özgürlük ideallerine sarılıyor. Ama politika yapma yönünde bir niyeti de söz konusu edilmiyor. Politikanın göbeğinde politik araçları reddediyor, reel politika oyunlarını küçümsüyor. Pek inandırıcı gözükmüyor.

Danton ile Robespierre diyaloğunda, Wajda Danton’a şunları söyletiyor: “İnsanları roman kahramanları gibi görüyorsun, onlara o denli yükseğe çıkarıyorsun ki, orada nefes almaları mümkün değil.” Danton Robespierre’in müdahaleciliğini, insanı değiştirme tutkusunu eleştiriyor. Müdahaleyi ölüme mahkum görüyor. İnsanları roman kahramanları olarak görmek.. Robespierre, gerçekten insanları böyle görmek istiyor: İhtilalin, insanları tanrı katına yükseltmeye kadir olduğuna inanıyor, bu misyonu sahipleniyor Robespierre kişisel olarak da ihtilalin yazgısını paylaşıyor, onunla doğuyor ve ölüyor… Robespierre’in arzusunun gerçekleşme şansı var mıydı, ya da burjuva devrimi insanı ne kadar yüceltebilir? Bu soruları yanıtlarken, 1790’ların Robespierre’inden daha karamsar olabiliriz. Ama bir ihtilal önderine, Robespierre’ci umudun, Danton’un “gerçekçiliğinden” daha çok yakıştığı da kesin.

Danton’un gerçekçiliği bir tür popülizmdir. Devrimden geri adım atan eski terörcü Danton, “halka inmeyi” savunuyor, popülist bir söylemi benimsiyor. Ama bir başka “halk”, Paris halkı, yoksul ve aç kalabalıklar, jakoben radikalizmini körüklüyorlar. İhanet edenleri kitleler halinde giyotine onlar götürüyor. Taşkın kalabalıkların idamları nasıl zevkle izlediği, bir kısmı edebiyatta olmak üzere Fransız Devrimi’ni konu alan pek çok kaynakta vurgulanmıştır. En canlı tasvirlerinden biri de herhalde Dickens’in İki Şehrin Hikayesi’nde yer alıyor. Romanlara “kaynaktan” saymayanlar için tarihlere de başvurmak mümkün. Danton Kasım’da Paris’te. Parislilerin bu sıra terörden sırt çevirmiş olmaları mümkün değil. Sadece Paris içinde değil, taşradaki terör önlemleri de özellikle başkentin devrimci kitlelerinde coşku ve destek buluyor. Terör, Lion’da Eylül-Aralık arasında, Nantes’da Eylül’den Ocak’a kadar sürüyor. Bordeaux, Caen ve Calvados’da Ekim ayında karşı-devrimcilerin amansız bir sertlikle bastırılmasına tanık olunuyor. 93 Kasım’ında Paris’te herhangi bir kişiyi giyotine yalnız resmi üniformalıların götürmesi olacak şey değil. Genellikle bu işi kalabalıklar yerine getiriyor.

Robespierre’in filmde gösterilen ve belki de özel hayatındaki yalnızlığını gerçek hayatta, politikada bozan, bu kitlelerdir. Kamu Selamet Komitesi gücünü yalnızca şiddetten ve baskıcı kurumlardan alıyor filmde. Ne Meclis’te, ne sokakta jakobenlerin yanında kimseler görülmüyor… Meclis’te gerçekten çoğunluğu oluşturanlar Plaine (Ova) ya da Marais (Bataklık) denilen kararsızlar grubudur. Ama solda Montagnard’lar hiç sahneye çıkmıyorlar. Robespierre, Komitenin diğer üyeleriyle birlikte Meclis kürsüsüne adeta zor kullanarak çıkıyor. Bir lider olarak hitabet gücü ve bu sayede çoğunluğu nasıl kısa sürece yanına çektiği, kontrol ettiği güzel anlatılmış, diyecek söz yok. Yine de Montagnard’sız Meclis sahnesi eksik kalıyor. Sokaklarda da Robespierre’in ardında komiteler ve jakoben kulüpleri olmalı. İktidarın en büyük kitlesel desteği bu örgütlerde şekilleniyor. Filmde ise komitelerden, yalnızca Dantoncular bunların kapatılmalarını istediklerinde bahsediliyor.

Wajda’nın estetik ve entelektüel düzeyine diyecek söz yok. Estetik düzey, seyredenlerin çoğunluğunun filmi beğenmesi için yeterli oluyor. Filmin genel yorumuna katılmayan seyirci ise düşünme ve tartışmayı körükleyen zengin bir malzeme bulabiliyor… Wajda’nın içeriğe ilişkin olarak, yansıtmakta çok başarılı olduğu bir noktaya değinmek gerekiyor. Ne Robespierre, ne de Danton, kendi grupları içinde uç görüşlerin savunuculuğunu kesinlikle üstlenmiyorlar. Heyecanlı çıkışlar, atılganlık başkalarından geliyor, Robespierre ve Danton denge ve sağduyuyu temsil ediyorlar. Son sözü kesinlikle bu ikisi söylüyor, son vuruş onların imzasını taşıyor… Tüm bunlar liderlik özellikleridir. Wajda bunu çok iyi biliyor ve anlatıyor.

Danton’un Kaygıları

Danton’un eleştirileri diktatörlüğe yöneliyor. Wajda’ya göre, Danton taşrada geçirdiği kısa sürede görüşlerini bu yönde değiştiriyor. Danton artık demokrasi ve barış istiyor. Bunların önündeki engelleri, başta Robespierre olmak üzere devrimin ilkelerinden sapmalar olarak değerlendiriyor. Kuyruklarda bekleyen aç ve düşünceli insanların ilgisi hemen Danton’a yöneliyor. Eski arkadaşları çevresini sarıyorlar. Robespierre’in üyesi olduğu Kamu Selamet Komitesi’nin neşesiz, gergin ve karanlık toplantılarına karşılık, Danton ve arkadaşlarının sohbetleri aydınlık, canlı ve çekici bir görünüm sunuyor. Robespierre’ in hiçbir ilginçliği olmayan aşırı sade dairesine karşılık, Danton şaşaalı bir evde yaşıyor, hayatı, içki ve kadınları da çok seviyor. Wajda’nınsa, Robespierre’in mum ışığında “terör hesapları” yaptığı ortama değil, Danton’un canlılığına sempati beslediği anlaşılıyor. Hikaye eksik bırakılıyor…

Danton’un filmde çizilen görüntüsünün ardında başka şeyler de var. Yukarıda sözü edilen politik hesapları pek olmayan, ilkeli Danton’ un Paris’e geri gelişinin nedenlerine ilişkin diğer kaynaklarda başka veriler mevcut… 24 Ağustos 1793’te bir kararnameyle hisse senetli şirketler kaldırılmıştı. 8 Ekim’de Konvansiyon Meclis’i Hindistan Kumpanyasının tasfiyesinin devlet tarafından yapılmasını kararlaştırdı. Oysa kesin metin yayınlanarak yürürlüğe girdiğinde, tasfiyenin Kumpanya eliyle yapılmasını öngörüyordu. Bu değişikliğiyse, kanunun Meclis’te son halini almasında en büyük payı olan Fabre d’Eglantine’in tahrifatı yaratmıştı. D’Eglantine ve arkadaşlarının rüşvet aldıkları tespit edildi. “… Danton, Basine ve Fabre d’Eglantine gibi dostlarını daha şimdiden lekeleyen Hindistan Kumpanyası işinin kendisine de dokunacağını hissederek, etekleri tutuşup, 30 Brumaire’de (20 Kasım 1793) acele Paris’e döndü…” 1 Danton’un sempatik kişiliğinin ardında ahlak düşkünlükleri bile gizlenebiliyor…

Robespierre’in soğuk, sert kişiliğinin yalnızca reel politik manevraların ilkesizliğine yol açtığı da doğru değil. Jakobenlerin lideri, devrimin asli sınıfını karşısına alabilecek denli ideallere bağlılık ve ilkelilik taşıyor. Robespierre, ne pahasına olursa olsun, hangi yöntem kullanılırsa kullanılsın, Danton’u giyotine yollamaya and içmiş bir pragmatist değil. Robespierre’e göre, “terör acele, sert, bükülmez adaletten başka bir şey değildir.” 2

Wajda’nın Danton’u, “ideal”e Robespierre’den çok daha yakın. Filmin yansıtmadığı alan Dantonun küçük hesapları ve devrimden tersyüz etmesine dair ipuçlarıyla dolu. Yalnızca filmin çerçevesinde düşünüldüğünde bile, Danton politik araçları kullanmasını beceremeyen, bile bile ölüme gidebilen, halka hitap etmekten başka bir yönteme yanaşmayan bir romantik olarak kalıyor. Reel politikaya hiçbir köprüyle bağlanamayan bir ideal ne anlam taşıyabilir?… Robespierre’e ise gündelik politikayla uzun vadeli idealler arasındaki çatışmadan bakılıyor. Meclis konuşması Robespierre’in, reel politikayı teorikleştirme yeteneğine işaret ediyordu. Robespierre’e göre terör ve diktatörlük demokrasinin inşasında birer araç, hatta katılım gösteren kitleler için bizzat demokrasi idi. Reel alanın teorikleştirilmesi olanaksız bir bölümü mutlaka olacaktır. Bunu doğal karşılamaktan başka ne yapılabilir? “Amaç” güncele olduğu gibi uygulanabilseydi, “amaç” olmanın anlamı kalır mıydı? Robespierre, Danton’un ifade ettiği gibi yükseklere çıkmak istiyor, üstelik bunun politik araçlarını da kullanmayı biliyor. Danton ise filmde araçlardan yoksun bir idealist, gerçekte ise burjuva taleplerini temsil eden, “halka” teslim olmuş bir aşırı-gerçekçi. Belki de Danton, burjuva devriminin yarım kalmaya mahkumluğunu, burjuvazinin tutuculuğunu yansıtması açısından demokratik devrim sürecinin daha tipik bir örneği bile sayılabilir.

Robespierre, Danton ve arkadaşlarının idamından çok etkileniyor. Özellikle eski dostu, iyi gazeteci ama kötü bir politikacı olduğu söylenen Desmoulins’in de bu grup içinde yer alması, filmde, Robespierre için büyük bir üzüntü ve hatta yıkıma yol açıyor. Bu, duygularını gizlemeyi iyi bilen dengeli adamın krallığı birlikte devirdikleri yol arkadaşlarının idam edilmesinden kişisel olarak etkilenmesi doğaldır. Fakat Soboul’un deyimiyle “1789 vatanseverleri” ile “1793 vatanseverleri” arasında bir zıtlık mevcut. Yatağa düşecek denli aşırı üzgün, geleceğe dair umutsuz ve soğuk terler döken bir Robespierre acaba gerçeğe ne kadar yakın? Teorik olarak sağ muhalefetin ezilmesi, bunu yapabilecek güce henüz sahip bulunan ve bu şekilde güçlendiği düşünülebilecek devrimci merkezi böyle mi etkiler, yoksa geleceğe güveni mi artırır? Robespierre, Nisan 1793’te sağ dalgaya karşı gelecek kadar güçlüdür. Yine şunu da söylemek mümkün, eğer Danton’un ölümü Robespierre’i korkutuyorsa, bunun tek anlamı Danton’u besleyen ve Jakobenizmin sonunu getirecek olan nesnelliğin gelişme potansiyelini – belki de kaçınılmazlığını- Robespierre’in sezmesi olabilir.

Robespierre filmde, Mecliste ve evinde çok farklı karakterde insanlar olarak gösterilmiş. Kişilikte böyle büyük ikilemler olamayacağını, bunların ancak görünüşe dair farklılıklar olduğunu -içine kapalı veya demir iradeli Robespierre- ya da tarihe geçip diğer özellikleri gölgede bırakanın doğru bildiği şeyleri acımasız bir sertlikle ve bükülmez bir iradeyle ortaya koyan, “incorruptible” Robespierre karakteri olduğunu düşünüyorum. Hiç kimse devrimin ideallerine onun kadar güçlü sahip çıkmamıştır. Korkular, bu çapta bir devrim liderine mal-edilmek istenirse, ortada bir çarpıtma olduğundan kuşkulanmak gerekir.

“Germinal faciası” ile “Thermidor” arasında bir bağlantı, bir süreklilik görmeye, bunları aynı tutarlı sürecin iki adımı olarak değerlendirmeye gelince… Sağın ezilmesi neden devrimin tükenişine giden yolu belirlesin? Teorik olarak bu iki olgunun bütünleyici değil, birbirlerini dıştalayıcı olduğu söylenebilir. Çok açık, Germinal’de kaybeden Dantoncular olmasa, Jakobenler olacaktı…

Teorik düzeyde bir kopuşu ifade eden iki liderin idamları arasında somutta bir bağ kurulabilir: Uzun bir süreç boyunca jakoben iktidar farklı tonlarda görüşlere sahip, sağ ve sol kanatlan barındıran siyasi kadrolar ile geniş ve hareketli bir devrimci kitle birikiminin üzerinde temelleniyordu. Kralcı hiziplerin bastırılması ve Jirondenlerin tasfiyesi ile başlayan Terör döneminde önce sol kanadın, “enrage”ler ve ardından “Hebertist”lerin tasfiyesi ile yola devam edildi. Robespierre’in temsil ettiği merkezin dışında, ama gene de bir genel devrimci çerçeve içinde yer alan son grup olarak Dantoncular kaldı. Germinal sonrasında ise Jakoben iktidarın temellendiği ittifak iyice çatladı ve sonra tam anlamıyla sona erdi. Jakobenizmin yıkılışı, burjuvazinin devrimden yüz çevirmesi ve önderlere karşı cephe almasıyla belirlendi. Burjuvazinin bu kopuşunun bir göstergesi, iktidarın geniş temellerinin adım adım erimesidir. Dantoncuların giyotine gönderilmeleri, bu erime sürecinde çok önemli bir adımı oluşturuyor. Sonuncu adım ise Thermidor’da atılacaktır… Söz etmek istediğim somut ilişki devrimci merkezin sınırlarının bu şekilde daralmasındadır.

İstenen Restorasyon mu?

Finalde Danton idam edilmiş, Robespierre evinde korkulu gözlerle yatağında yatmaktadır. Kiracısı olduğu “iyi bir Jakoben olan marangoz Duplay”in 3 küçük oğlu başucuna gelip, ezberlediği İnsan Hakları Bildirisini okumaya başlar, görüntü silikleşir ve kaybolur… Çocuk okumaya devam eder…

Bu sahne ve bu son, Wajda’nın kendi yorumu ne olursa olsun, devrimin kazanımlarını gelecek nesillere aktarmış olduğunu simgeliyor. Gerçekten, kazanımlar gelecek nesillere güçlü bir yapılanma ile aktarıldığı sürece, devrim evlatlarını yiyor, diye ağıt yakmak boşunadır. Jakobenizmin bıraktığı miras, her devrimci girişimde tekrar tekrar su yüzüne çıkıyorsa, bu mirasın şekillenmesi sırasında esen ve insanları da saran fırtınalara üzülmek neden?… Wajda herhalde tarihin başka türlü akmış olmamasına, Danton’cu restorasyonların kazanmamasına hayıflanıyor…

Dipnotlar

  1. Soboul Albert; 1789 Frauiu İnkılabı Tarihi, Cem yay. İst. 1969, s: 397-8.
  2. “Convention’a kılavuzluk edecek siyasi ahlak prensipleri”nden aktaran Soboul, a.g.e., s:407.
  3. Soboul, A.; a.g.e. s: 298.
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×