Gündem: TBKP Program Tasarısı Üzerine

1 TKP bugün açıkça ortaya çıktığı gibi tarihinin büyük bölümünü sınıfa kök salmış, bir programı siyasal pratikte de savunabilen bir örgüt olarak yaşamadı. Parti tarihi yazılabilse, bu dönem sınırlı sayıda özverili insanın giderek küçülen bir çevre halinde, daha çok polisiye olaylarla sınırlı yaşantıları ile belirlenirdi.

73 “atılım”ından sonra, 77 yılında üçüncü program ortaya sürüldü. On yıl sonra da bir diğer program tasarısı. Önce el altından, sonraları da bir çok legal yayında ayrıntıları tartışıldı. Tercüman dışındaki gazete ve yayın organları nihayet Avrupa’dakilerine benzer bir “Komünist Partisinin” Türk siyasi hayatına legal olarak girme olasılığına zımni bir onay gösterdiler. TKP ve TİP dışındaki diğer sol örgütler ve çevrelerse, daha sol bir konumda olmalarının sonucu olarak (eski SDP ve TİKP’nin artık düzenin sınırlarını aşmak isteyen türden “sollar” olmadıkları eklenirse, Türkiye solunda TKP ve TİP’in daha sağında bir siyasi çizgi bulunmuyor) zaman zaman siyasi tartışma sınırlarının ötesine geçen tepkiler verdiler. Gelenek sosyalist politika ve ideolojinin özünden taviz vermeme eğiliminde olmamasına karşın, bir “program tasarısına” gösterilecek ilk tepkinin bir program tasarısı eleştirisi olması gerektiğini düşünmektedir. Yine doğaldır ki, TBKP program tasarısındaki eğilimler TKP ve TİP’in şu ana kadarki tarihsel eğilimlerinden ya da ideolojik/teorik üretiminden ayrılamaz. Fakat yine de bir örgütün programatik eleştirisi ile ideolojik-siyasal eleştirisi birbirlerine özdeş değildir. Program programdır; program tasarısı da ne eksiği ne fazlasıyla bir tasarıdır. Geleneksel solda da eleştirinin bir üslubu, bir adabı vardır, olmalıdır.

TBKP program tasarısı büyük ölçüde TİP’in 1978’lere kadar taşımaya çalıştığı ancak pratikte yükünü kaldıramadığı sosyalist siyasetin reddi ile, eski TKP programının burjuva hukuksallığına sığabilecek tarzda revize edilmesi sonucu belirlenmiştir. Ne ana tezler, ne terminoloji bilimsel sosyalizmin ana tezlerinden ve terminolojisinden ilham almamıştır. Program tasarısı, bu haliyle ve 50 sayfaya yaklaşan hacmiyle bir parti programı değil, TKP ve TİP’in Avrupa-Komünizmini yeniden üretmelerinin gerekçelerini sıralayan ve herkesin doya doya ezberlediği bir gerekçeler belgesi sayılabilir.

TKP ve TİP Avrupa Komünizmini yeniden üretmeye çalışırken, gerçekten çok büyük gaflar yapmaktadır. Muhtemelen ideologlarının yetersizlik ve sorumsuzlukları sonucu, zaman zaman Avrupa Komünizminin sınırlarını aşan “yönelimler” bile görülüyor. Başta da belirtildiği gibi amacımız dar anlamda bir “program taslağını” ele almak olmasına rağmen, söz konusu vahim yaklaşımların örneğini vermek istiyoruz. TBKP’nin “yeni yaklaşımlar”ının özünü, şu sözlerden çıkarsamak mümkündür: “Marx,  Engels kendilerinden önceki insanlık düşüncesine nasıl yaklaştıysa,  Lenin, Marksizme nasıl yaklaştıysa, bugün de Marksizm-Leninizme öyle yaklaşılmalıdır.”

Türkiye solunun genel ideolojik geriliği varsayımıyla bile, böyle yaklaşımların hesabını vermek “komünist” adını taşıyan bir kuruluş için mümkün değildir. Bir kere, Lenin’in kendinden önceki Marksist mirasa yaklaşımı ile Marx ve Engels’in kendilerin önceki düşümce birikimlerine yaklaşımlarını aynı çerçevede değerlendirmek, Marksist teori ve pratiğin gelişimi sürecinden hiçbir şey anlamamış olmak demektir. 19. yüzyılda Marksizmin ortaya çıkışı, bundan önceki düşünce birikimine göre niteliksel bir ayrışmayı, bir kopuşu ifade eder. Lenin’in 19. yüzyıl Marksizmine yaklaşımı ise, kesinlikle bu içerikte global bir kopuşu ifade etmez. “Marksizm-Leninizm” ifadesinde “Leninizm” sözcüğünün varlığı teori ve pratiğin gelişimini, aynı sözcüğün baştaki “Marksizm” sözcüğü ile birlikte kullanımı ise, sürekliliği ve bütünlüğü ifade eder. Önce, bunun öğrenilmesi gerekiyor.

Model olarak “Marx, Engels’in kendilerinden önceki insanlık düşüncesine yaklaşımlarını” almak ise çok daha vahim bir tutumdur. Bu, düpedüz bir sistemin reddi ile eş anlamlıdır. Avrupa’da, Marksist formasyonlarını geliştirme fırsatı bulamayanlara hatırlatıyoruz: Marx ve Engels’in sözgelimi spekülatif Alman felsefesine, Ricardo ekonomi politiğine ve ütopyacı Fransız sosyalizmine yaklaşımlarında Marksist sistemin niteliksel bir kopuş olmasını sağlayan inkar, sürekliliğe rağmen ve onunla birlikte belirleyici öğedir. ” Marx ve Engels kendilerinden önceki insanlık düşüncesine nasıl yaklaştılarsa, biz de Marksizme öyle yaklaşacağız.” demek, inkar yanı belirgin, aynı zamanda niteliksel kopuşu ifade eden yeni bir sistem kuracağız demektir. Bu durumda TBKP önderlerinin Marx’ın Hegel’e yaptığı gibi “başaşağı çevrilecek” sistem aramalarına hiç şaşmamak gerekiyor. Bu sistem Marksizmin kendisi olsa bile…

Yeni program taslağında yer alan “işçi sınıfını kendisi ve başkaları için bir sınıf durumuna getirmek” hedefi de, yeni yaklaşımların bir uzantısı olsa gerek. “İşçi sınıfını başkaları için bir sınıf durumuna getirmek” hedefi, daha doğuşunda “işçi sınıfının kurtuluşu tüm insanlığın kurtuluşudur” diyen bir sistemi cepheden sorgulamak ve yadsımak demektir. Bunun çok ciddi ekonomik, siyasal ve felsefi temellere dayanması gerekir ve “yahu ne yapalım yoldaşın biri yazmış işte” diye geçiştirilecek bir husus değildir. Yine de bilerek yazılmışsa “Büyük toprak sahipleri, büyük ve tekelci burjuvazi dışındaki tüm sosyal güçlerin sosyalizmde varlık perspektifleri vardır” diyebilen bir programın, işçi sınıfını burjuvazinin diğer kesimleri ve zengin köylülük için de “sınıf olmaya” ikna etmeye çalışacağı bu sözlerden ortaya çıkmış oluyor.

Söylediklerimizin “sekreterlik” olarak yorumlanacağı şimdiden bellidir. Nitekim TBKP programı kime yönelik olduğu pek fazla anlaşılamayan bir “sekreterlik” eleştirisi ile başlıyor. Bu hedefi belirsiz eleştiri, gerçekte, TBKP çevresine yönelmiş ve yönelecek tutumlara karşı körü körüne yapılan savunma atışları olsa gerek. Bu savunma tavrı program tasarısının bütününe damgasını vuran mülayimliğe, okuyanların duyabileceği tepkiyi tamponlamayı amaçlıyor.

Program tasarısı “evrensel insanlık sorunları”, “barış koalisyonu”, “çağdaş uygarlık düzeyi”, “kent yoksulları”, “yenilenme” gibi Marksist literatürdeki yeri ve içeriği muğlak kavramlarla doludur. Kavramsal birlikten ve sosyalist terminolojiden yoksunluk, sadece biçimsel bir sorun olmayıp, çeşitli siyasal eğilimlere değişik ve çok yönlü çağrışımlar yapma ve onay alma kaygısından kaynaklanmaktadır. Program tasarısı, bu yönüyle işlevseldir; fakat gereksiz hacmiyle bir parti programı olmaktan uzaklaşmaktadır.

Devrim – Strateji – Demokrasi

Programın en ciddi tıkanıklıklarından biri, siyasal-teknik terminolojideki kavramları bir ve aynı anlamda kullanmaması, birbirine geçirmesidir. Programda taktiksel strateji, “stratejik aşama”, “yenilenme programı”, kimi yerde devrim sürecinin kendisini, başka yerde bir aşamasını çoğunlukla da devrim ile ilişkisi olmayan bir “reformlar paketi uygulama dönemini” ifade etmektedir.

TBKP, TKP’nin 77 programındaki “ileri demokrasi” ve “ileri demokratik devrim” biçimindeki aşamacılığı giderek daha ileri götürmüş, devrim perspektifi çoğalttığı aşamaların ötesinde tümüyle likide olmuştur. Artık aşamaların içerisinde de basamaklar söz konusudur. Burjuva hükümet değişiklikleri, devrim aşamalarında bir yer tutar olmuştur. TBKP’nin programında geçen “stratejik aşama”nın sosyalist devrimden önceki bir aşama mı, yoksa ileri demokratik devrimden önceki bir geçiş süreci mi, yoksa burjuva demokrasisinin genişletilmesi etaplarından biri mi olduğu açıklanmamıştır. Okuyanlar, bu sorunların cevabını Haydar Kutlu ve Nihat Sargın çevresinin genel ideolojik yapısını düşününce bulabileceklerdir. TBKP program tasarısında, stratejik aşama “barış ve demokratik yenilenme”dir. “Yenilenme”nin proletaryanın öncülüğünde mi olacağına ilişkin uyanabilecek soruların cevabı aynı bölümde yarım-ağızla verilmektedir. Bu “demokratik yenilenme”, burjuvazinin bir hükümet değişikliğine tekabul etmektedir. Örneğin ANAP hükümetinin “muhalif partiler” tarafından oluşturulmuş bir koalisyon ile ikame edilmesi program tasarısının bu bölümünü geçersizleştirecektir. Demek ki bir “komünist partisi”, böyle bir durumda program değiştirmek zorunluluğunda kalabilecektir. Öte yandan eğer bu “barış ve demokratik yenilenme” bir devrim sürecinin başlangıcı ise, ortaya daha ciddi sorunlar çıkmaktadır. Çünkü TBKP’nin devrime yaklaşım biçimi, “demokratik çoğunlukçu ve politik demokrasi zemininde”dir. Bu ilkelerin sosyalizmin ilkeleriyle ilişkisi son derece inorganiktir; üstelik yukarıdaki devrim zemini, proletarya ve müttefiklerini devrimin inisiyatifini yüklenmekten alıkoymakta ve bu inisiyatifi siyasal demokrasi kuşu hangi burjuva siyasal temsilci kurumun başına konmuşsa, ona yüklemektedir. Bu tutum ise sosyalist literatürde “teslimiyetçilik”ten başka bir isimle adlandırılamıyor. Tabi eğer bu terim de “eskimiş” sayılmıyorsa…

Tasarıya göre proletaryaya ve komünistlere düşen, “devletin aygıtlarını barış ve demokratik yenilenme programı yönünde etkileme” görevidir.

Zaten bu ifade de proletaryanın ve komünistlerin, devleti “dışarıdan etkileme” gibi iktidara ortak olmayı bile gerektirmeyen bir konumuna denk düşmektedir. Bu, aczin programlaştırılmasıdır. Herhangi bir siyasal hareketin iktidara gelmeyi gözetmeden hedefler ve görevler saptaması, daha açıkçası başkaları için program yazması, aczden başka bir terimle adlandırılamaz.

Gerçekte TBKP program tasarısında hedeflenen stratejik aşama “burjuvazinin bir grubunun hegamonyasında kurulan iktidar bloklarını” burjuvazinin bir diğer grubu lehine değiştirmekten ibarettir. Peki hangi grup aleyhine, hangi grup lehine?

Program tasarısında, tüm muğlaklığa ve kavram kargaşasına rağmen, bu sorunun yanıtı az çok bellidir. TBKP program tasarısına göre egemen sınıf “bağımlı, tekelci-militarist oligarşi”dir. Dolayısıyla, iktidara gelmesi gereken burjuva kesimleri, bağımlı ve tekelci, militarist ve oligarşik olmayanlardır. İşçi sınıfının ve sosyalist devrim perspektifi içerisindeki müttefiklerinin dışında hangi burjuva sınıf ve katmanın bu inisiyatif ve özelliklere sahip olduğunu tartışmak ve “birilerinin” böyle olduklarını kanıtlamak ise TBKP program tasarısının yazarlarına düşüyor… Ancak, şu kadarı söylenebilir:

1) Kapitalizmin gelişmesi burjuva sınıfını kendi içerisinde bölüp, kısmi çelişkiler doğururken, bölünenler arasında karşılıklı bir bağımlılık da yaratır. Emperyalist dönemde kapitalist sınıfın ulusal-işbirlikçi, bağımlı-bağımsız, militarist-anti-militarist kesimlerini iktisaden birbirlerinden soyutlamak mümkün değildir. Sektörler ve tekil kapitalistler, hatta orta ve küçük burjuva katmanlar arasındaki ilişkiler dışsal ilişkiler değildir. İsteyen Türkiye’de kimler oldukları bilinen birkaç tekelci grupla, küçük ve orta sermaye gruplarının birbirlerini koşullayan, karşılıklı olarak birbirlerini yaratan ve varlık temellerini oluşturan ilişkilerini inceleyebilir. TİP’in yakın dönemde kaybedilen eski genel başkanının Gelenek’in 12. kitabında yer verdiğimiz yazısındaki tezler, isteyenler için böyle bir araştırmaya giriş teşkil edebilir…

2) İşçi sınıfının siyasal arenada varlığını ortaya koymasından, tarihini vermek gerekirse 1848’den beri kapitalist toplumlarda burjuva siyasal hareketler ve üstyapı kurumları, salt burjuvazinin iç çelişkilerine bağlı olarak şekillenemiyor. Demokrasiden faşizme, askeri diktalardan, oligarşilere kadar tüm devlet biçimleri burjuvazinin bütünlüğünün savunulması gereklerine göre şekilleniyor. Dolayısıyla işçi sınıfının ve sosyalistlerin mülk sahibi sınıflar arasından müttefikler aramalarının, ya da burjuvazinin herhangi bir kesimine “ilerici” misyonlar tanımalarının ciddi hiçbir nesnel zemini bulunmuyor.

3) Türkiye, bu genel yasalara istisna teşkil edebilecek derecede az geliştiği bir “muz cumhuriyeti” değildir. Türkiye’de siyasal gelişmeler modern sınıfların mücadelesiyle belirlenmektedir.

İttifaklar ve Siyaset

TBKP program tasarısı işçi sınıfından ve öncüsünden aldığı misyonları kime devrediyor? Birkaç fanatik faşist eskisinin dışında, hemen herkese… Tasarıda toplumdaki tüm sınıflar ve siyasi çizgiler tarafından a priori reddedilecek hiçbir talep veya ilke yoktur. TBKP program tasarısı yazıcıları da bunu biliyorlar; “ulusal ekonomiye katkıda bulunan iş adamları” barış ve demokratik yenilenmenin toplumsal güçleri içinde sayılıyorlar. Demokrasi ve barışın sınıf mücadelesiyle ve bu mücadelenin sonuçlarıyla, hele ki sosyalizmle herhangi bir ilişkisi kurulmuyor. Demokrasi sınıfsallıktan uzak, herkesin tuzunun olduğu bir çorbaya benziyor. Büyük kapitalistler bile demokrasiden yana oluyorlar. Sonuçta TBKP büyük burjuvaziye, bir komünist partisinin programı olması planlanan bir metinde akıl öğretmektedir: “Barış ve demokrasinin kazanılması küçük-büyük bütün işadamlarının çıkarlarıyla uyum halinde” görülmektedir. Böylece SHP’den sonra TBKP’nin de sanayici ve işadamları derneğine iyi niyet ve güven ziyaretleri düzenlemesi gereği doğuyor. Tek sorun, ev sahiplerinin daha misafirperver olabilmelerine iniyor…

Bu kesim, tasarıda varılan tek müttefik değildir. Yine son derece tehlikeli bulduğumuz bir diğer yönelim de, islamcı-gerici militan hareketlenmelerin “anti-emperyalist yönlü çıkışlar yapan dinsel akımlar” olarak nitelendirilmesidir. TBKP program yazıcıları, Türkiye’de faşist hareketin mutlaka Türkeş’in komandolarından ibaret olması gerektiğini varsaydığı için, islamik gericiliğe demokratik nitelikler atfederek tarihsel bir günah işlemektedirler. Daha önce söylendiği için, tekrar etmek yerine aktarıyoruz: “Türkiye solu mizah üretmekten vazgeçmelidir. Bir zamanlar bir TUDEH vardı. İran’da yaşanan trajediyi hafife aldı. Fiziki olarak neredeyse yok edilirken, bütün dünya televizyonlarında traji-komik bir oyunun baş aktörlüğü ne yazık ki bu partiye düştü.” (“Gündem: Gericiler ‘İlericiler’ ve Zemin’e Yanıt”, Gelenek 5 Mart 1987 içinde, s.8) “Türkiye’de sistem bugün iki ideoloji ile entegre edilmektedir. Yalnızca siyasal üstyapıya baktığımızda burjuvazinin farklı siyasal kadrolaşmalarında Kemalizm ile dinci ideolojinin, değişik biçim ve dozlar halinde bir ortak dilin ortaya çıkmasını sağladığını görüyoruz. Kemalizmin inkarına yönelen islamcı partiler, hem kapitalist sistem ile önemsiz sayılamayacak bağlar geliştirdikleri hem de siyasal yapının bir bütün olarak dinci ideoloji ile de şekillenmesi nedeniyle söz konusu entegrasyona dahildirler.” (a.g.y., s.9)

TBKP program tasarısında bu söylenen güçlerin hiçbiri eksik kalmıyor. TKP’nin burjuva ideolojileriyle koparamadığı göbek bağına yeni partinin de son derece sadık olduğu anlaşılıyor. Sınıflar mücadelesindeki konumu bilinen Kemalizm, el çabukluğuyla müttefik bir akım haline getirilmekte, kendi içinde suni bir ayrıma tabi tutulmaktadır: TKP’nin son 15 yıllık siyasetindeki “ikili yan” tekerlemesi ve yöntemi Kemalizm için uygulanmakta, ilerici Kemalizm ve biçimsel Kemalizm gibi kavramlar sözgelimi Cumhuriyet gazetesinin eski cuntacı-Kemalist yazarlarından devralınmaktadır. Ayırmak, iki yandan biri lehine tercih kullanmak için gerekli olmaktadır.

Program tasarısında yanaşılacak sınıflar ve katmanlar bitmiyor. Sosyalist ideolojinin ve bilimin ilk önemli kilometre taşı olan “köylülüğün farklılaşması” TBKP için önemsiz görünüyor. Bu politik merkeze göre “egemen güçlerin politikası köylülüğün tümünün çıkarlarıyla çelişmektedir.”

TKP’nin 77 programında işçi sınıfının müttefiklerinin önünde, iktidara gelmesinden önce burjuvazinin en gerici kesimlerinin dışında kalanlarıyla birlikte bir iktidar paylaşımı öngörülüyordu. Artık TBKP program tasarısı böyle çarpık bir iktidar perspektifinden bile yoksundur. Yukarıda sayılan bütün “tarihsel politik akımlar bir araya gelmelidir”. Bu ahenk ve huzur ortamında “parlamento sistemin en üst organı olmalıdır. Bu, sosyalist siyasetin burjuva parlamentosuna, burjuvazinin sınıf diktatörlüğünü yürüttüğü parlamento kurumuna yönelik tüm teorik birikimini ve eleştirisini reddetmek anlamına gelmektedir.

Bir komünist parti programında hedefler ve talepler partiyi iktidara yöneltecek sıçrama noktaları oldukları ölçüde değerlidir. Her talep karşı sınıfı zor durumda bırakmalıdır. Talebin elde edilmesi, talep eden partiyi daha güçlendirmesi ölçüsünde siyasal bir anlam taşır. Bir parti programını toplu iş sözleşmesi kitapçığından, bir demokratik dernek bildirisinden ya da dilekçeden ayıran, bu niteliğidir. Siyaset siyasal zora dayanır ve iktidar için yapılır. TBKP program tasarısındaki 50 sayfalık talepler yığını ise işçi sınıfı ve politik bir öncüyü neredeyse siyasetin dışına iten, onu gereksizleştiren kısırlaştırıcı hedeflerden ibarettir. Tasarıda partiye tanınan misyon da daha fazlasına olanak tanımamaktadır. NATO’dan çıkılması erken bulunur hale gelir; Türkiye’nin “NATO içinde kendi meşru güvenlik çıkarlarına ve dünya barışının çıkarlarına uygun bir politika” izlemesi yeterli görülür…

Böylesi bir mücadelenin (eğer mücadele ise) anti-emperyalist özü nerede olacak, belli değildir. Bir tasarıda bile varlığı yüz kızartıcı olan diğer bir talep de şu: “Amerikan üsleri denetim altına alınmalı ve bu üslerin kaldırılması için ABD ile görüşmelere başlanmalıdır.” Bu, acizliğin kabulü ile talepler arasındaki ilişkiyi göstermesi açısından da anlamlıdır. Sosyalistlerin örneğin bu konudaki tek talebi, ülkenin NATO’dan ve tüm diğer emperyalist kuruluşlardan kopartılmasından başkası olamaz.

Program tasarısı proletaryanın görevlerini, demokrat ilan ettiği değişik burjuva katmanlara devrederken, bir taraftan da burjuvazinin misyonlarına ve sorunlarına sosyalizm adına sahip çıkmaktadır. Barış ve demokratik yenilenme programı, özünde, bir burjuva iktidar altında kalkınma programıdır.

Demokratik talepler ile sosyalist devrim mücadelesi arasındaki bağlar koparılmaktadır. “Kalkınma”, kurulalı 64 yıl olmuş bir burjuva devletinde sosyalistlerin sorunu olmamalıdır. Anti-emperyalist ve sosyalist görevlerin bu kalkınmanın sonrasına ertelenmesi ise, Türkiye solunun egemen aşamacı anlayışının iflah olmaz bir tezahürü olarak tasarıda şekillenmiştir. NATO’dan çıkılması ertelenirken, AET ile ilişkilere dair söylenen de “kalkınma yolunda adımlar atıldıktan sonra” yeniden değerlendirilmeye havale edilmektedir. Tüm bunların pratik anlamı, emperyalizme bağımlı bir kapitalist ülkenin kalkınmasını burjuva iktisatçıların bile ciddiye almadıkları bir çağda, ülkenin emperyalist ilişkilere bağımlılığının onaylanmasına indirgenebilir.

TBKP program tasarısı, hiçbir talebi net, sosyalizm perspektifi ile bağlantılı ve sonuna kadar götüren bir tarzda öne sürememektedir. Bütün gelişmeler evrimsel bir süreç sonucudur, bütün siyasal akımların “ikili” yönü vardır, bütün talepler ise “iyileştirme derecelerini” ifade etmektedir.

Uluslararası İlişki ve Sorunlara Bakış

Tasarıyı oluşturanların, sosyalizmin emperyalist kuruluşlara ve uluslararası ilişkilere yönelik teorik birikiminden de habersiz oldukları anlaşılmaktadır. Çözümler, soyut bir “adil uluslararası düzene” havale edilmektedir. Bu tezlerin hiç de yeni ve yaratıcı olmadığını, sadece sınıfsal bakış açısından her uzaklaşıldığında düşülen tuzakları yansıttığını belirtmek gerekiyor. Açıkça ifade edilmeli: Hangi düzeydeki hangi yetkili, hangi gerekçelerle söylerse söylesin, barış sorunu da dahil, “sistem farkı tanımayan evrensel insanlık sorunları” yoktur. Tersini söylemek, Vatikan’daki Pazar vaazlarında yer alabilecek filantropik tezlerin bir komünist parti programına sızması anlamına gelir. Bu durumda “Her şey çalışan insan için”; ya da dinsel akımlara çiçek atarken ulvi bir terminoloji ile “faziletlere saygı” vb. den söz etmek kaçınılmaz olur.

TBKP program tasarısı, ulusal plandaki bakışıyla, uluslararası sorunlara ilişkin çözümleri arasında tutarlıdır. Her iki alanda sınıfsız, nötr, üçüncü bir perspektif üretilmeye uğraşılmaktadır. “Sistem farkı tanımayan evrensel insanlık sorunları”, “sistem farkı gözetmeme”, “uygarca uluslararası yaşam tarzı” vb., bunlar program tasarısının hakim söylemini yansıtmaktadır. Ana çelişki sosyalizm ve emperyalizm arasında değil, savaş ve barış arasında tanımlanmaktadır. Sosyalist teoride ve pratikte, sosyalizm ve sosyalist devrim barışı kurma ve geliştirmenin toplumsal zeminidir. Dünya barışına hizmet sosyalizme daha çok ülke ve proletarya kazanmakla gerçekleşir. Oysa TBKP program tasarısı “barış” sorununu devrimin evrensel geçerliliğini ve güncelliğini likide edecek bir tarzda ele almaktadır. Önerisi “dünya çapında barış koalisyonu”dur. Sınıfsallığı likide olmuş bir bakış açısının ürünleri ise “dış borç ödemeleri ve taksitlerinde reform” beklemek, “IMF, Dünya Bankası, OECD gibi kuruluşlarla ilişkilerin tekrardan düzenlenmesi” gibi tevazu açısından sosyal-demokrasi ile liberalizm arasında dengelenmiş taleple oluyor. Uluslararası emperyalist kuruluşlardan kopmak için o ünlü “süreç meselesi” tekerlemesi gündeme gelmekte, diplomatik yumuşama siyaseti sosyalizmi ve devrimleri uyuşturucu siyasetine tercüme edilmektedir.

Kalkınma, Sınıflar ve Program

Kanımızca, “önce kalkınma ve ulusal ekonomi” perspektifi bugün tamamen burjuvaziye terk edilmesi gereken bir siyasettir. Sosyalistleri diğer siyasal hareketlerden ayıran, üretimin niceliği değil, bölüşümün niteliğini siyasetin merkezine almalarıdır. TBKP program tasarısındaki iktisadi hedef CHP devletçiliği, korumacı politikalar ve popülist bir merkantilizmin eklektik bir tarzda yoğrulduğu eski bir restorasyon reçetesidir. Bu reçete, faşist bir iktidardan, burjuva liberal bir iktidara kadar geniş bir mekanda ve zamanda uygulama alanı bulabilir. Tüm bu sahte alternatifler sosyalist düzenlemelerin savunulmasının erken ve pek aşırı bulunmasından kaynaklanmaktadır. Üretimin özünü ve dağılımın karakterini değiştirmeyen yönleriyle, siyasal planda talep edilen konsensusa tekabül etmektedir. Türk solunun kendinden saymadığı başka çevrelerce “ulusal uzlaşma” ya da “konsensus” terimleriyle ifade edilen sağ konumlanış, program tasarısında ” ulusal mutabakat” halini almaktadır.

Tasarı Türkiye’nin iktisadi gelişkinlik düzeyinden söz ederken “küçük meta üretiminin egemenliği”nden sözediyor. Küçük meta üretiminin egemenliğinden söz edilince de akan sular duruyor. Bu tespit, sınıf işbirliği, sosyalist devrimin ertelenmesi, burjuvaziden demokrat imali vb. ye yolların açılması oluyor. Bu mekanizma artık yalama olmuştur. Sosyalizmin tarihi, deyim yerindeyse, küçük meta üretiminin “egemen olduğu” ülkelerdeki devrimlerin tarihidir. Kapitalizmin kendi iktisadi programını mantıksal sınırlarına kadar geliştirmeye muktedir olamayışının sonucu, iktisadi yaşam alanında işçi sınıfından başka düzene muhalif olma potansiyeli taşıyan emekçi kitlelerin varlığı, siyasal alanda da “ittifaklar politikası”dır. “Zayıf halka” denilen ülkelerden anlaşılması gereken, kapitalizmin metropollerde olduğu kadar gelişmediği, yoksul köylülüğün ve kısmen diğer emekçi halk kitlelerinin burjuvaziye angaje olamadığı, düzenin siyasal istikrarı ve iktisadi refahı sağlayamadığı toplumlardır. Bu olgu, işçi sınıfının diğer muhalif sınıflarla, burjuva düzeni ile sosyalizm arasında ne idüğü belirsiz bir “demokrasi”ye birleşmesi sonucunu yaratmaz. Bu sınıfların işçi sınıfının öncü partisinin hegemonyası altında sosyalizm yoluna çekilmeleri ile sonuçlanır. Sosyalistlerin ittifaklar politikasından anlamaları gereken, özünde bu olmalıdır.

TBKP program tasarısını oluşturan mantığın sorunu başkadır. Sonucu ise oldukça eski bir tezi yeniden cilalayıp piyasaya sürmek olmuştur: Burjuva devriminin tamamlanmadığı ve bu sınıfın içinde kapitalizme göre geri üretim faaliyetlerine karşı, ilerici bir kanat bulunduğu yanılsaması. Böylelikle işçi sınıfının müttefikleriyle birlikte iktidara gelmesinden önce burjuvazinin en gerici kısımlarının dışında kalanların hükümeti öngörülür. Yukarıda da söylendi; eski TKP bu hükümette yer almasını vazgeçilmez görüyordu; yeni TBKP için bu “koşulların uygunluğu”na bağlanmıştır. TBKP liderlerinin dillerinden düşürmedikleri “artık zaman değişti, eskisi gibi değil” sözleri herhalde sosyalistlerin güçsüzleştiği, iktidardan uzaklaştıkları anlamına geliyor. Sonuç, bu güçsüzlüğe uygun, kolay ve “gerçekçi” yollar aramak oluyor. Güçsüzlük konumundan kurtulmak değil, bu konumun teorileştirilmesi yoluna gidiliyor.

Bu “geleceksizlik”, geçmişi çarpık görme ve gösterme ile besleniyor. Türkiye’de 70’li yıllar “terörün tırmandırılması” olarak tasvir ediliyor. Ortaya kesin karşılaşma düşmanı, adeta devrim fobisi içinde bir komünist partisi çıkıyor. Aynı itidal ve barışseverlik, Kürt sorununa bakışta da ortaya çıkıyor. Bu sorunun çözümü de Türkiye’nin demokratikleşmesine bağlanıyor.

Böylece büyük kapitalistlerle kol kola, milim milim demokratikleşmelerle, huzur ve güven ortamı içinde, kimseyi incitmeden, sosyalizme vasıl oluyoruz. Program taslağının son bölümündeyse, “burjuva demokrat partilerin varlıklarını sürdürdükleri”, “büyük köylülerin üretim araçlarının devletleştirilmediği”, “İslam kültürünün insancıl öğelerinden” feyz alan bir sosyalizm hikayesi anlatılıyor. Bunların yanı sıra kitaplardan alınmış genelgeçer ve ülkedeki sınıf mücadelesiyle ne tür bir ilişkisi olduğu belirlenemeyen, sosyalizm üzerine soyut-kitabi cümleler serpiştiriliyor. Geriye elimizde ne kaldı diye düşündüğümüzde, programı ve savunanı olmayan, kerhen kaydedilen ve herhalde “modasının geçtiği” düşünülüp de, nasıl ifade edileceği bilinemeyen bir garip sosyalizmle karşılaşıyoruz.

Sonsöz Yerine

TBKP program tasarısı, bir legalizasyon programıdır. TBKP program tasarısı, iddia edildiği gibi yeni ve yaratıcı bir kavrayışın değil, Avrupa Komünizmi ile sol sosyal demokrasi arasında, ayrımları muğlaklaşmış bir ideolojinin program tasarısıdır. İçerdiği motifler, değişen dünyaya ve Türkiye’ye özgü olamayacak denli tanıdık tezlerdir. II.Enternasyonal’in dejenere partilerinden, Rus Menşeviklerine, 70’lerin Avrupa Komünizmi savunucularına kadar sayısız kaynakta bunları daha rafine formülasyonlarını bulmak mümkündür.

Tasarı, gerçekte bir komünist partisinin programı değil, bunun dışarıdan desteklendiği bir izafi burjuva demokrat koalisyonun, olması istenen hükümet programıdır.

TBKP program tasarısı 70 yıl sonra Türkiye’de bilimsel sosyalizme ve sosyalistlere hak edilmeyen bir figüranlığı layık görmektedir.

Tasarı, TBKP’nin ilk kongresinde reddedilmeli, Türkiye sosyalist hareketi ise bu program tasarısından daha ileride, daha ileriye layık olduğunu, başka oluşumlarla ve gerçekten sosyalist programlarla kanıtlamalıdır.

Elimizdeki müstakbel program, bir ölçüde ıslah edildiği koşulda bile, bir tarafta savunanı olmayan bir sosyalizm bırakmaktadır. Sosyalizmi, onu savunabilecek olanlara terk etmesi belki de TBKP adını taşıyan kuruluşun Türk soluna yapabileceği en değerli katkı olacaktır.

Dipnotlar

  1. Not: Bu yazıda yapılan alıntılar için kaynak “Türkiye Birleşik Komünist Partisi Program Tasarısı, Düsseldorf 1987″dir. Başlığın altında “TİP (Türkiye İşçi Partisi) ve TKP (Türkiye Komünist Partisi) Merkez Komiteleri tarafından hazırlanmıştır” şeklinde bir not bulunmakta, ayrıca metnin parti üyeleri ve partisizler tarafından tartışmaya açıldığı ifade edilmektedir.