İktidar Yolu: Eleştiri Çıkmazlarında “Biraz” Aşamacılık
Türk solunun en büyük eksikliklerinden biri, çeşitli tartışma başlıklarının içsel bağlarının görülmemesidir. Bunun sonucunda iç tutarlılıktan yoksun görüşler birarada savunulmakta, sosyalist düşünce gereksindiği ideolojik-teorik netlikten uzaklaşmaktadır. Solda politika ve teori adına söz söyleyen, tartışan herkesin bir bütünsellik kaygısı taşıması gerekir. Genel bir ilkeden hareketle savunulabilecek olan bu gerekliliğin altını, burada, solun yaşadığı somut süreçler açısından çizmek istiyoruz. Teorik bütünsellik, sosyalist hareketin güncel siyasal görevleri açısından önemlidir. Son üç dört yıldır hep bir “başlangıç” dönemi yaşıyoruz. Başlangıç, hedeflerimizin gerekli kıldığı bir ciddiyeti yansıtmalıdır. Tozun dumana karıştığı, kimin diğerlerinden neden farklı ve ayrı olduğunun ayırdedilemez olduğu bir karmaşa döneminde boğulmaktan kaçınmak gerekiyor. Böylesi ortamlarda siyasal anlamda nefes alabileceklerini düşünenler alevlere körükle koşabilirler.
Bugün de solun eski bir âdetini canlandırmak isteyenlere rastlanıyor. Genel bir yelpaze içinde birbirlerine yakın konumlanan çevreler, yine birbirlerine en düşmanca yaklaşımları sergilerlerdi. Ayrım çizgilerinin bulanıklığından beslenen bu tutum bulanıklığı daha da arttırırdı. Mezhepler ve kan davaları yerleşirken, kimi siyaset cambazları ya da saf çocuklar bir vade için nefeslenme şansı bulurlardı. Türkiye’nin genç sosyalist hareketi olgunlaşma yıllarına girerken cambazların bunaklıklarından ve çocukluklardan arınacaktır.
İktidar Yolu dergisinin ilk iki sayısı yayınlanmış bulunuyor. Şimdiye dek derginin önemli bir polemik hedefini Gelenek oluşturdu. Baştan söyleyelim, İktidar Yolu‘nun yaklaşımı yukarıda tasvir edilen çerçeveye oturuyor. Siyasal çizgisi itibariyle radikal bir konuma sahip olan ve sosyalist sisteme dostça yaklaşan bir yayının Gelenek‘den sözederken pervasız bir saldırganlık sergilemesinin başka açıklaması yoktur.
Gelenek, tartışırken yarı yapay, merkezî olmayan ve görünüşe ilişkin sorunlardan yola çıkmak yerine, hep bir teorik bütünlüğe ulaşmaya, polemiklerini dahi bu bütünlüğün siyasal uzantıları ve sosyalizmin sorunlarına ilişkin bir tartışmanın parçaları olarak biçimlendirmeye çaba gösterdi. Teoride netlik, siyasette temelli ayrışma… Bu, “teoride bulanıklık ve tutarsızlık siyasette küfüre dayanan sekterizm” yolunun alternatifidir.
İktidar Yolu yazarlarının Gelenek‘e çok sık değinmelerinden kitap dizimizin sadık okurları oldukları anlaşılıyor. Ama cambaz ya da çocuklara siyasette pek fazla bir şey öğretilemiyor. İktidar Yolu yazarlarının Gelenek‘i “farklı bir şeyler söyleme” kompleksi içinde okudukları görünüyor… Bu yazıyı, cambazlar ve çocuklar için yazmıyoruz. Polemikleri kendi siyasal perspektifimizi farklı vurgularla daha da netleştirmek için bir vesile sayıyoruz. İkincisi, İktidar Yolu‘nun okurlarına, radikal bir konum ve sosyalist sisteme dostça bir bakışa sempati duyan insanlara karşı sorumluluk duyuyoruz. Yoksa sekt çıkarcılığı ile siyaseti ve teoriyi soysuzlaştırmaktan kaçınmayanların miyopilerini tedavi etmek bizim işimiz değil…
Sosyalist mi Demokratik mi?
Daha önce yayınlanan bir çalışmasında bir arkadaşımız sosyalist devrim sorununun ciddiyetinin daha baştan hissedilmesi konusunda duyduğu tedirginliği ifade etmişti. 12 Eylül’den sonra sosyalizmi seçenlerin tartışmanın önemini kavrayamama olasılığı tedirginliğin kaynağıydı. Kemal Ümitli’nin İktidar Yolu sayfalarındaki cihad yazısını okurken, duyulan tedirginliği bir kez daha paylaştık. Sorunun ciddiyetini Ümitli’nin kavrayıp kavrayamadığını bilemiyoruz, ancak yazarın, genç kuşağın söz konusu tartışmadan uzaklığından rant almayı hedeflediği kesindir.
“Sosyalist devrim-demokratik halk devrimi tartışması gerçekten can alıcı önemde bir tartışma mı? Eğer söz konusu olan iki farklı programın, iki farklı eylem hattının tartışılması ise elbette böyledir. Çünkü böyle bir durumda, bütün temel eğilimlere damgasını vuran iki farklı bakış açısı tartışılıyor demektir.”1 Ümitli’nin girişinden tam da bu ayrımların netleştirilmesine yönelik bir tartışma açtığı sanılabilir. Ancak devamında programatik, politik ya da taktik düzeylerde hangi ayrımların önemsendiği, sosyalist devrimin neden red, demokratik devrimin neden kabul edileceği vb. sorular cevapsız kalıyor. Ümitli’nin yazısı bir eleştiri yöntemi ve teori-program-somut politika üzerine vecizlerden oluşuyor; bunları çeşitli küfürler süslüyor…
Önce bir önerisini hatırlayalım: “‘Gündemdeki devrimin ne olduğu’ sorusu böyle savrulmalara (daha önce Gelenek‘e öznelci ve apolitik sıfatları yakıştırılmıştı- S.A.) neden olduğu teori-pratik diyalektiğinin kavranmasını güçleştirdiği için bir kenara bırakılmalıdır”2 Bu öneriyi geri çevirmek durumundayız. Bir inatlaşma adına değil. Hatta sosyalist devrim savunumuzun ayrıntılı içeriğini öne sürerek bile değil. Red gerekçemiz maalesef çok daha sade: Sosyalizmden bilimsel sosyalizmi anlıyoruz; Ümitli’ninki pozitivizmi ve ampirizmi çağrıştıran bir garip bilim düşmanlığı oluyor. Buna aşağıda döneceğiz. İşe, Ümitli’nin sosyalist devrim eleştirisi ile başlayalım…
Ümitli, Gelenek‘in sosyalist devrimi soyut bir devrimci eylem hattının programatik ifadesi olarak değil, iktidar perspektifi, devrimci ruh, siyasal kimlik ve öznel tercih olarak formüle ettiğini söylüyor. İsteyenler ve Ümitli’nin yazısını akla yatkın bulanlar önceki kitaplarımızı, özel olarak da Devrim Teorisi ve Sosyalist Devrim başlıklı 15. kitabımızı inceleyebilirler. Burada yalnızca Ümitli’ye cevap olacak kadarı tekrar edilecek. Gelenek sosyalist devrimi belirli bir örgütlenme anlayışı ve iktidar perspektifi bağlamında formüle etti. 1960’ların tartışmalarını da Leninist örgüt teorisi ve iktidar perspektifini netleştirmeyen, bir sosyo-ekonomik analizle sınırlı kaldığı noktasında eleştirdi; sınıfsal özü vurguladığı, milliyetçi projeleri, uzlaşmacılığı dıştaladığı ölçüde 60’ların SD safına sahip çıktı. İktidar Yolu yazarının horgördüğü ruh, kimlik, tercih ve iktidar nosyonları, hem sosyalist hareketin soyut teorisiyle, hem Türkiye solunun hayati sorunlarıyla, hem de Türkiye toprağının sunduğu nesnel ortamla ilintilidir.
1)Türkiye sosyalistlerinin iktidarı düşündüren ve sosyalist militanların kollektivitesi anlamında kendilerine misyon veren bir ruha ihtiyaçları vardır. Hiçbir demokratik devrimcilik bu ruhu kimseye veremez. Nedeni de basittir demokratik devrimcilik “asli” olanı sosyalistlere gündemde olanı başkalarına yükler. Ertelemelerle ve ortalamalar la yetişen kadrolarda bir ruh eksik kalır.
2)Sosyalistlerin bu ülkedeki kısa geçmişleri harekete ülke siyasetinde kendine özgü sağlam bir yer kazandırmadı. Bunun yolu nicelikten değil, nitelikten geçiyor. Sosyalizm teorik gelişkinliğiyle, nitelikli kadrolarıyla, bağımsız ideolojisiyle, kişilikli siyasetiyle bir kimlik kazanacaksa, bu oluşumun hamuruna en sağlıklı malzemeyi sosyalist devrim perspektifi koyabilir.
3)Çünkü sosyalistlerin iktidar perspektifinin en özlü anlatımı bu formülde vücut buluyor. Her demokratik devrimcilik sosyalist hareketin ve işçi sınıfının dışına misyon biçer. Sosyalist devrimcilik başkalarının misyonları üzerine değil, kendi gücü üzerine hesap yapmaktır.
4)Leninist örgüt devrimin güncelliğiyle ilişkilidir. Bu, bir perspektiftir. Sosyalistlerin kendilerini olağan dönemlerin statükosuna değil altüst oluş momentlerine göre hazırlamalarını, her güncel adımı devrimin merceğinden analiz etmelerini anlatır.
5)Sosyalist devrim ile Leninist örgüt gerçekten bir tercihtir. Başkaları sınıfın çoğunluğunun düzenin olağan koşullarında kendi yanlarına çekilebileceğine inanabilir, yerleşik muhalefet olmayı seçebilirler, iktidar ve sosyalizm düşüncesini demokratik devrim ertesine bırakabilirler. Bu da bir tercihtir.
6)Ve sosyalist devrim yolu, aynı zamanda Marksistler için bir zorunluluktur. Burjuvazinin devrimciliğini tamamiyle terkettiği, kapitalizm ile sosyalizm arasında geçici ara çözümlerin tarihsel anlamdan uzak olduğu, iki sistemin damga vurduğu çağımızda demokratik devrimi savunmak bir zorunluluğu da görmemektir.
Gelenek‘in yeni olan sosyalist devrim tezi bunlarda temelleniyor. Peki ya İktidar Yolu‘nun yılların MDD’ciliğinden ve DHD türevlerinden farklı olan tezi nedir? Ümitli’nin yazısında ya da başka bir yazıda bunun yanıtı bulunmuyor. Ama herkes bu yeni dergiyi, yazarlarının Gelenek‘i okudukları gibi üstün körü okumak zorunda mı? Başka dergiler söz konusu olduğunda eleştiri malzemesi bulmak için satır aralarına gömülenlerden, kendi seçtikleri bir tartışma alanında özgün olarak ne söylediklerini açıklamalarını beklemek hakkımız değil mi?
Yine de haksızlık etmeyelim. Ümitli ortaya bir tez atmak için belli bir çaba da gösteriyor. Bu çabaya daha yakından bakmadan önce bir küçük uyarı ve tavsiyede bulunmak istiyoruz. İsteyen “demokratik devrim”i, isteyen bunun “milli” ya da bir diğeri “ileri” biçimlerini savunabilir. Yine isteyen başka şeyler savunanlarla tartışmaz. Ama şunu bilmek ve üstünde düşünmek gerekiyor: Sosyalist devrim teorisine karşı “sistem” kurmaya çalışmak kaçınılmaz olarak teoride orijinalliklere, aynı anlama gelmek üzere ilkelliklere, siyasette sağa iter. Bu yönüyle biz İktidar Yolu yazarlarının Gelenek‘in sosyalist devrim tezlerine karşı başkalarının daha önceden tutmuş bulundukları bir yola girmelerini tercih ederdik: Sessizlik… Evet, kendi alışılmış jargonunla “önce şu aşama, sonra bu, ama aralarında Çin Seddi yok haa” diyerek ve bu işe başkalarını hiç bulaştırmadan idare etmek mümkündür.
Teoriye Hayır!
İktidar Yolu için “orijinalliği” Ümitli başlattı bile. Aynı yazı orijinalite arayışının sağa çekici etkilerini de sezdiriyor. Ümitli, “temel saptamalar, hedef, programatik ilkeler ve devrimci talepler”den söz ediyor. Bunlar arasında belli bir sıralamanın olması gerektiğini haklı olarak ileri süren yazar, Gelenek‘in işe tersten başladığını söylüyor. Gelenek‘de nihai hedef ve devrim perspektifinden başlayarak siyasal programa ve güncel mücadeleye doğru inen çizgi, iddiaya göre bir apolitiklik çizgisi oluyor. Ümitli sıralamanın tam tersten çizilmesini istiyor. Güncel mücadelenin içinde şekillenen devrimci talepler, programın oluşturulmasında “anahtar rol oynuyor” ve “teorik faaliyetin yöneleceği alanları işaret ediyor”. Program mücadele hattının, ittifaklar politikasının saptanmasıyla tamamlanıyor. Sonuç olarak “Devrimci hedefin formüle edilmesi, işin başında yapılacak keyfi bir tercih değil, oluşan programın özünün ifadesidir. Hedef, programı oluşturan, işçi sınıfına ve emekçi kitlelere devrimci bir aktivite kazandıracak taleplerin bütünsel karakterinden çıkarsanır.”
“Türkiye’de bu devrimci talepler bütünü sosyalizme giden yolda anti-tekel, antiemperyalist, antişoven ve antifaşist karakterde dönüşümleri gerçekleştirecek bir demokratik halk devrimini gerektirmektedir.” 3
Demokratik halk devriminin gerekliliğine, mantık zincirini kırarak ulaşılabilir elbette. Ümitli bunu “dogmatizmden” kurtuluş sayabilir, ama geride bıraktığı mantık boşlukları, kurtulduğu şeyin bilimsellik olduğunu düşündürtüyor. Sorulacak o kadar çok şey var ki… Örneğin, “sosyalizme giden yolda” sözü edilen dönüşümlerin nasıl bir aşama, nasıl bir iktidar, nasıl bir devlet biçimi gerektirdiği; anti-tekel olmanın anti-kapitalist olmayı gerektirip gerektirmediği; anti-faşist ve anti-emperyalist mücadelelerin sosyalist olmayan bir iktidar altında nihai çözüme kavuşup kavuşamayacağı… Bunların hepsine Gelenek‘de cevap verildi. Burada tekrar etmeksizin sürdürüyoruz.
Genelde anlaşılması güç bir sorun daha var. Devrimci talepler neden sosyalist devrim teorisinin çürütülmesinde temel argümanı oluşturuyor? Son yıllarda Türkiye’de yalnızca Gelenek‘de sosyalist devrim görüşü savunuldu. Bu tez başka dergilerin içinde yalnızca bir iki yazıyla sınırlı ele alındı. Peki, Gelenek ne zaman güncel politik mücadelenin araçları ve siyasal perspektifin yansıları anlamında “talepler” sorununu reddetti ki? Sosyalist devrimi savunan bir politik hattın güncel taleplere ilgisiz kalacağını kim nereden çıkarttı? Ümitli tartışmaya bunu varsayarak giriyor. Bu varsayım ancak belli bir çerçevede doğruluk kazanabilir. O da devrimci taleplerin her tür teoriden bağımsız olarak formüle edilmesi gerektiği görüşüdür. Ümitli bunu savunuyor. Ama, yalnızca güncel mücadelenin içinde ve onun gerekleriyle ortaya çıkartılacak birtakım taleplerin, sadece sosyalist devrim ile değil, başka stratejilerle de ilişkisi rastlantısaldır. Hatta bu taleplerin “devrimci” olabilmeleri bile rastlantısaldır. Eğer kitlelerin sağduyusuna vb. tapınmaya başlamayacaksak, bunu kabul etmek durumundayız.
Sosyalistlerin somut talepleri belirlerken üç kıstasa başvuracakları söyleniyor. Bunların ne olduğunu uzun uzun aktarmak gerekmiyor. Kıstasların sınıf kitlesinin aktif çoğunluğunu hareketlendirici, düzeni sarsıcı ve sosyalizmi kitlenin gündemine taşıyıcı olmaları gerektiğinin ifade edildiğini tekrarlamakla yetiniyoruz. İtirazımız şu: Bu kıstasları kullanmak için bir teorik süzgece yani sisteme (ya da Ümitli’nin deyimiyle “temel saptamalar”a) ihtiyaç olduğunu söyleyeceğiz. Hangi talepler aktif çoğunluğu hareketlendirir, düzeni sarsar ve sosyalizmi kitlenin gündemine sokar? Bu sorunun yanıtını yalnızca sendikalistler kitlenin günlük pratiğinde arayabilir. “Sağlam” yanıtlar bulmak için önce gündeme sokulması hedeflenen sosyalizme nasıl gidileceğini, sosyalizme nasıl geçileceğini, geçilecek sosyalizmin ne olduğunu… bilmek ve tasarlamak gerekir. Teori bu tür şeylerden oluşur. Teori, Ümitli’nin düşündüğü gibi “pratikte bir şeyler yapmaktan” çıkmaz. İktidar Yolu sayfalarında sosyalistlere teorisiz, programsız, yalnızca nereden keşfedildiği belli olmayan kıstaslara uymak kaydıyla kitle içinde politika yapma önerisi getirilmektedir. Teorik tartışmanın bir kenara bırakılması istenmektedir. İsteyen bırakabilir…
Ama üzerinde bu kadar kavga kopartılan bir konuda hiç olmazsa aynı derginin yazarları arasında bir uyum olmalıdır. Bir başka yazıda Işıklı’nın şu ifadesi Ümitli’nin “sıralaması”nı reddeder niteliktedir: “Sorun mücadelenin bu boyutunun (demokratik hak ve özgürlükler -S. A.) reddedilmesi değil, onun ne tür bir stratejik yaklaşım içine yerleştirileceğidir.
Sosyalist hareket, güncel politik görevlerini nihai amacıyla uyum içinde üstlenmelidir.”4 Işıklı’nın hemen yanı başında “nihai amaç” tartışmasını pasifizm sayan bir arkadaşı bulunmaktadır. Bu durum, ne yazık ki Işıklı’nın da inandırıcılığını azaltmaktadır.
Teori-program-talepler sıralamasında baş aşağı bir model önermek, metodolojik düzeyde, yalnızca görünen, yaşanan olguların dar anlamda bilgi kaynağı sayılmaları ile Marksizm öncesi pozitivizme geri dönüştür. Siyasal düzeyde ise yönelimi belirsiz bir kitle çizgisi izlemek anlamına gelir. Bunun adı duruma göre ya popülizmdir, ya uvriyerizm. Bir de, hiç bir düzeyi olmayan bir anlamı var: “Pratiksiz sosyalist olunmaz!” Tüm dolambaçlardan ulaşılmak istenen sonuç bu ise, bu çok doğru. Ama sosyalist olmadan sosyalist pratik hiç yapılmaz…
Yöntem üzerine son noktaya geliyoruz. Devrimci taleplerle başlayıp program ve teorinin biçimlenmesiyle devam eden yolun, en sonunda demokratik halk devrimine denk düştüğü iddiasını yukarıdaki bir alıntıda hatırlatmıştık. İki sayısı teorik planda ansiklopedik bilgi, güncel değerlendirme adına tekrarlar, siyasi tartışma adına da geçersiz ya da zaman aşımına uğramış polemiklerle dolu olan İktidar Yolu, bu iddianın nedenleri hakkında hiçbir ipucu vermiş değildir. Üstelik devrimci taleplerin belli bir devrim stratejisine denk düştüğünü, yazarak kanıtlamak da modelin (talep-program-teori sıralaması) kendi doğası gereği olanaksızdır. Çünkü söylenen şey, devrimci taleplerin uzun bir sınıf mücadeleleri pratiği içinde gelişip, imbikten geçirilip, önce programa sonra teoriye dönüşeceği ya da ışık tutacağıdır… Ama artık bu noktada bir parça utanıp durmak gerekir! Uçsuz bucaksız bir ülkede yaşamıyoruz. Kimse kalkıp da devrimci talepleri ürettiğini, pratiğe uyguladığını, bunlardan yola çıkıp ülke analizi yaptığını, bunun da tarihsel olarak DHD’ye denk düştüğünü iddia etmesin! Hele Ümitli, hiç iddia etmesin! Tekrar ediyoruz, çizilen model ancak “uzun vadede” realize olabilecek tarzda kurgulanmıştır. Ümitli’nin sözlerinin tek anlamı DHD’nin “tarihsel” olarak kanıtlandığı iddiası olabilir. Türkiye’de böylesi bir tarihsel kanıtlama sürecinin yaşanmış olduğuna ise kimse inanmaz… Hadi diyelim ki, biz zaten modelin kendisini eleştiriyoruz da, ondan inanmıyoruz. Modeli doğru bulanların demokratik halk devrimini kabul etmeleri için sunulan bir gerekçe var mı?
Eleştiri mi?
İktidar Yolu dergisinin Gelenek‘e yönelttiği bu teorik itirazlarla haddinden fazla uğraşmış olduğumu düşünülebilir. Çünkü İktidar Yolu, gerek satır arası sataşmalarının düzeyiyle, gerekse Ümitli’nin yazısının bütünüyle sorununun başka bir yerde olduğunu belli etmektedir. Teorik tartışma bölümleri, baklanın ağızdan çıkartılmasından önceki hazırlığa denk düşmektedir. Bakla ise şudur: “Reel’den kopuş, hayatın içinde varlık göstermek, devrimci talepleri hiç tartmadan teoriyle sorunları çözmeye çalışmak; safça iyimserlik; bomboş beklentiler”… Tüm bunlar İktidar Yolu‘nda oldukça cömertçe kullanılan ifadeler. Samimiyetle söylüyoruz, ne bu küfürler, ne bu düzeysizlik bizim için şaşırtıcı olmadı. İktidar Yolu okuyucularının dikkatine sunacağımız nokta, bu sözleri daha önce Yeni Çözüm, Çağdaş Yol vb.’den de duymuş olduğumuzdur. İktidar Yolu‘nun Gelenek eleştirisinin bu çevrelerle aynı paralele düşmüş olması düşündürücü olmalıdır5
Bu eleştiri türü, yöneltenlerin, bizim görüp duymadığımız bir yerlerde işçi sınıfının önderlik sorununu çoktan çözmüş bulunduklarını varsayar. İkinci olarak da, bunların ciddiye alınmaları için tek koşul, sosyalist mücadelenin göz boyama ve efsane düzmeden ibaret sayılmasıdır. Biz sosyalist mücadeleyi ciddiye almayı, bu “eleştiri”leri ciddiye almamayı seçiyoruz.
Bir polemik yazısının “teorik” bölümü ısınma turları, özü ise mücadele ve pratik efsanelerinin ardından gelen bir küfürnameden ibaretse, dikkat edilmesi gereken şeyler olur. Böyle bir eleştiri çıplak olarak ortaya konmamalıdır. Okuyana “yaa, adamlara bravo, neleri bulup çıkartmışlar” dedirtecek, küfürname özünü göze batırmayacak bir gürültü de kopartmak gerekir. Vülger, ama vülgerliklerinde samimi devrimci demokratlar bunu akıl etmezler; ama İktidar Yolu‘nun inkar ettiği geleneksel sol mirastan, en çirkin öğeleri devralmış daha doğrusu terketmemiş olduğu görülebiliyor.
Salt “gürültü kopartmaya” yönelik öğelerin örneklenmesine geldi sıra… “En başta devrimin öznel gücünün, yalnızca işçi sınıfı partisi olarak tasarlanmasının yanlışlığını vurgulayalım”6 Gelenek‘de öncü örgütün temsil ettiği öznel güç ile sınıf mücadelesinin diğer özneleri, bu arada sınıf kitlesi ile ilişkiler, ittifaklar sorunu vb. konular iki yıldır işleniyor. Onlarca sayfalık analizden Ümitli’nin aklında bu kadarı kalmış olamaz. Ümitli’nin eleştirmek istediği şey sınıf inisiyatifinden bağımsız bir öznellik tasarımı ise, bunun muhatabı Gelenek değildir.
“İşçi sınıfı partisi sahip olduğu sosyalist perspektife nasıl hayatiyet kazandırır? Devrim sorunu üzerine düşünmek burada başlar.” Bu uyarının Gelenek ile bir ilişkisini kurmak mümkün değildir.
Aynı sayfada bu kez bir soru: “Devrim yapmak için yüzlere, binlere değil, yüz binlere ihtiyaç vardır. Acaba Gelenek yazarları, devrimi gerçekleştirecek yüz binlere ‘geri hedeflerle sınırlı olmayan bir politik eğitim’ vermeyi sosyalizm kursları ile sağlayabileceğini mi düşünüyor?”7
Naif sorular gülümsetiyor. Gelenek yazarları “politik eğitim” konusunda yazarken, oldukça somut kadrolardan sözediyorlardı; İktidar Yolu yazarları yüksek sayılar telaffuz etmekten hoşlandıklarına göre onları hayal alemlerinde yalnız bırakmaktan başka çaremiz kalmıyor…
Bir örnek daha verip bu konuyu kapatacağız. “İdeolojik ve örgütsel bağımsızlık işçi sınıfına ve emekçi halka pratik önderlik çabasının dışında korunamaz.”8
Bunları okuyunca ister istemez birtakım sorular akla geliyor. Acaba Gelenek‘in yayınlarında Türkiye sosyalist hareketinin teorik sorunlarını çözmeye uğraşmak yerine durmaksızın, “halkımızın mücadelesi yükseliyor” edebiyatı yapılsaydı, İktidar Yolu yazarı bunu mu doğru bulacaktı? Kitlelerin devrimci özleri üzerine ezelden beri yapılagelen çığırtkanlığa ortak olmamak apolitiklik ve pasifizm mi oluyor! Sosyalist hareketin ideolojik ve örgütsel bağımsızlığı için mücadele etmek için sınıfın ve halkın pratik önderliğinin mümkün olduğu günleri mi beklemek gerekiyor? Yoksa Ümitli sosyalistlerin düzenin durağan momentlerinde de pratik bir önderliğin mümkün ve gerekli olduğu iddiasında mı? Eğer iddia buysa İktidar Yolu TBKP’ye neden bu kadar kızıyor ki?
Eleştirilerin altında teorik bir arkaplan bulunmuyorsa, ister istemez patolojik kimi belirtiler de su yüzüne çıkıyor. İktidar Yolu‘nda, ele alınan konu her ne olursa olsun Gelenek ile yaklaşım farkını (!) vurgulama saplantısı var. Farklılık diye altı çizilen noktalar “taş atmak”tan öte olsa buna da bir itirazımız olmayacak. Ama şu örnekler basit sataşmadan başka şey değiller: Zeki Şerifoğlu, 6-7 yıllık bir “örnek metin”i eleştirmeye giriştiğinde, önce İ.Suphi Candemir’in eski bir Dev-Yolcu’ya karşı kullandığı üslup nedeniyle Gelenek‘e terbiye dersi vermeyi gerekli buluyor.9 Aslında tuhaf sayılması gereken durum Akçam ve avenesiyle tartışırken sert bir dil kullanılması değil, “arkadaş” diye hitap edilmesi olmalıdır. Öte yandan, Şerifoğlu’nun sivil toplumcu “arkadaş”larına yaptığımız haksızlığa yönelttiği itirazın birkaç sayfa öncesinde bir diğer İktidar Yolu yazarı devrimci demokratların “sivilleşmemiş” ve çok daha fazla saygı hakeden kesimlerinden “sol oportünist” diye söz edebilmektedir.10 Derginin ikinci sayısından bu nitelemenin özenle ayıklanmış olması da bir başka ilgi çekici tuhaflıktır.11
Serhan Özdemir, hiçbir açıklık getirmeksizin, M. Çulhaoğlu’nun bonapartizm kavramına ilişkin yazdıklarına “merak tatmini” diye lâf atmaya neden ihtiyaç duyar?12 Murat Işıklı TBKP program tasarısını eleştirirken yine Çulhaoğlu’nun bir cümlesini “bilinmez durum” yaratmakla, neden suçlar?13 Aynı yazı, içerdiği tezlerin % 90’ı daha önce Gelenek‘de işlenmiş iken neden sonuç bölümünü Gelenek‘e küfretmeye ayırır?14
Neyin Yolu?
Başta Ümitli olmak üzere, İktidar Yolu‘nun bütününde “devrim tartışması”na ilişkin yeni bir saf açmak arzusu da seziliyor. Sağa sola saçılmış öğelerini biz derlersek ortaya söyleşi bir tablo çıkıyor:
1)Devrim stratejisini tartışmak gereksizdir.
2)Eski MDD-SD tartışmasında “haklı” yoktur.
3)Önemli olan kitle mücadelesidir.
4) Önemsiz tartışmada doğru adlandırma DHD’dir.
5)DHD anti-tekel, anti-emperyalist, anti-faşist ve anti-şovendir.
6)DHD durağan bir aşamayı ifade etmez..
7)DHD mücadelesi verilirken anti-kapitalist bir sosyalizm mücadelesi de veriliyordur.15
Burada bizim söyleyebileceğimiz tek bir şey var: İktidar Yolu, Gelenek ile gerçekten hesaplaşmak istiyorsa gayrı ciddi bir biçimde serpiştirdiği bu perspektif öğelerini tutarlı bir bütünlükte biraraya getirmelidir. Bunu yaparken gerçek bir Gelenek eleştirisi de oluşturmuş olacaktır. Bir ek kazancı da kendi kendisini netleştirmekte bir adım atmak olur. Yukarıdaki yedi noktanın bu kitap dizisinde daha önce tartışılmamış tek bir nüansı olduğunu sanmıyoruz.16 Bu nedenle bu sonuç bölümünü İktidar Yolu‘nun DHD’sinin farklı boyutlarına ayırıyoruz.
İktidar Yolu‘nun, eğer altından kalkabilirse savunacağı görüş kesintisiz ya da “biraz” aşamacı bir devrimdir. DHD’yi sosyalizme bağlamaya çabalayan ve durağan yönü vurgulayan ilk yayın organı değildir söz konusu dergi. Bu sonuca varmanın farklı yolları olabiliyor. Kimileri için ulusal demokratik platformdan sosyalizme geçişi ifade eden “kesintisiz DHD”, geleneksel sol hareketlerde Doğu Avrupa modelinin taklidi niteliğine bürünmektedir. İktidar Yolu örneğinde ise geleneksel solun parlamentarist eğilimine duyulan tepki doğruda durmayı becerememiş, devrimci demokrat radikalizme ve onun siyasal programına öykünmeyi beraberinde getirmiştir. Oysa geleneksel solun kendine özgü ve sosyalist devrim perspektifi ile programlaştırılabilecek bir radikalizmi vardır.
İktidar Yolu‘nun DHD’ye varan tepkiselliği başka noktalarda da kendini dışa vuruyor. Birincisi TİP’in sağ politikalarını sosyalist devrim teziyle uyumlu sayan, hatta bu politikaların kökeninde sosyalist devrim tezini keşfeden değerlendirme. Bu tek kelimeyle safsatadır. Türkiye işçi Partisi’nin son onyıllık politikalarında sosyalist devrim programıyla uyumlu tek bir öğe olduğu kanıtlanamaz.
İkincisi de İktidar Yolu‘nun geçmişin mirası karşısındaki vurdumduymazlığıdır. Bu derginin yazarları bugün geleneksel sola ilişkin ne düşünürlerse düşünsünler, eski değerlendirmelerin de hesabını verebilmelidirler.Yeni değerlendirmelerde bulunmak elbette mümkündür; ama ortada değerlendirme yerine inkâr kol geziyorsa, bunun da başka bir kompleksin yansıması olduğunu düşünenler çıkacaktır. Bu kompleks, geleneksel solun sağ yönelimine tepki vermekte tarihsel olarak gecikmiş olmanın yaratabileceği bir telaş, bir aceleciliktir.
İktidar Yolu‘nun bu soru işaretleriyle karartılmış kimliği sağa sola pervasızca saldırılarda bulunma hakkını elinden almaktadır. Son olarak bir de, Gelenek‘in açtığı sosyalist devrim tartışmasının muhatabının bulunmadığı yolundaki eleştirinin öylesi bir yazı içinde oldukça gülünç durduğunu söylemekten kendimizi alamayacağız. Gelenek‘in açtığı tartışma ve ortaya attığı tez kendi muhataplarını yaratmışa benziyor…
Dipnotlar
- Ümitli Kemal; “Devrimci Politika ve Apolitiklik: Gelenek Yazarlarının Sosyalist Devrimi”; İktidar Yolu 2; s.19
- a.g.d., s.20
- a.g.d., s.2l
- Işıklı Murat; “Geleneksel Sağın Dayanılmaz Hafifliği: TBKP ve ‘Yeni’ Yönelimleri”; a.g.d., s.63
- Örneğin Yeni Çözüm’den kimi örnekler şunlar: “Gelenek yazan sınıf mücadelesinde etkili bir güç olarak var olmamanın sıkıntısıyla olsa gerek…”; “Kitleden ve devrimci pratikten kopuk 3-5 bürokrat reformistin çıkardığı bu ‘kitap dizisi’…”; “…sosyalist devrim programıyla çeliştiği için proletaryanın asgari programını (yadsıyan) Gelenek…” (“THKP-C Eleştirileri Üzerine Değinmeler”, Yeni Çözüm, s. 12, Nisan 1988) Eleştirilerin benzerliği hem üslubu, hem içeriği kapsamaktadır…
- Ümitli, a.g.d., s.22
- a.g.d., s.22
- a.g.d., s.24
- Şerifoğlu Zeki; “‘Sosyalizm-sever Demokrat’ Olmak” iktidar… 1; s.16
- Dervişoğlu Sinan; “Sosyalist Hareketin Tarihine Nasıl Yaklaşmak Gerekir?”, a.g.d., s.5
- Şerifoğlu’nun 1988 yazında kalkıp 6-7 yıl öncesinin bir metnini eleştiri malzemesi seçmiş olması akla yatkın görünmüyor. Devrimci demokraside gözlemlenen 80 sonrası liberalleşme eğilimleri yazının genel çerçevesini çiziyor. Süreç geçen zaman içerisinde oldukça ilerlediğine, örnek metin de zaman aşımına uğradığına göre, Şerifoğlu’nun eleştirisinin de eski tarihli olduğunu varsaymak bize mantıklı geliyor. Ama yazarın yazısını Gelenek’in üslubuna laf atarak “güncelleştirmesi” hiçbir mantığa sığmıyor.
- Özdemir Serhan; “Eylül’ün Farklı Tarifleri”, a.g.d., s.8
- Işıklı; a.g.y., İktidar… 2, s.59
- Işıklı’nın TBKP eleştirisi içerikte Gelenek’i tekrar etmekte, “farklı şey söylememiş olmak” açmazından ise son sayfa küfürleriyle sıyrılmayı denemektedir. Başlıca son sayfa küfürü Gelenek’e radikal sol içinde sağ sapmanın Truva atı misyonunun yüklenmesi… İçerik tekrarlarına gelince, uzun bir liste yapmak gerekiyor: TBKP programının düzene güvence sunma çabası, legalizmi, TİP ve TKP’nin geçmişi ile “yeni açılımlar” arasındaki süreklilik, yenilik jargonunun inandırıcı olmaması, TBKP’nin var olmak için legalleşmeye ihtiyaç duyduğu, sosyal-demokratlaşmayı yansıtması, köklü dönüşüm adı altında hükümet değişikliği önerilmesi, “değişiklik” için hükümete girmeye bile gerek duymaması, kişiliksiz enternasyonalizm anlayışı, SBKP’nin yönelişlerinin diğer ülkelere taşınmasının sağa kayma anlamına geldiği, kapitalizm altında çoğunluk desteğine ulaşılabileceği yanılsaması, iktidar perspektifinden yoksunluk, “Marksizm-Leninizm’e, Marx’ın kendinden önceki birikime baktığı gibi bakmalıyız” türü önermelerin vahameti… Tüm bunlar daha önce ve birkaç kez Gelenek’de işlendi. Işıklı’nın sevdiği, Gelenek’in özenle kaçındığı tek farklı öğe -TBKP’ye yönelik olanlar da dahil- yazarın küfür alışkanlığıdır.
- Bu son nokta Şerifoğlu’nun yukarıda adı geçen yazısında şöyle ifade ediliyor: “sosyalistler Türkiye için DEMOKRATİK HALK DEVRİMİNİ VE SOSYALİZMİ, faşizmin ve kapitalizmin alternatifi olarak yükseltmeye çalışıyorlar” (İktidar yolu no.l s.28) Bu ifade tam bir karmaşayı ve ciddiyetsizliği yansıtmaktadır. İki siyasal perspektif ve program aynı cümlenin içinde virgülle ayrılarak kullanılırsa, bu ya okuyucuyla alay etmek olur, ya da kafa karışıklığı…
- Ümitli’nin yazısında Gelenek’in tüm Türk solunu demokratik devrimcilikte eşitlediği iddiası var. Bu şaşırtıcı bir iddiadır. Gelenek’te solun çeşitli kesimlerinde farklılaşan içerik ve tarihsel kökenleriyle ayrı DD programlarının üzerinde durulmuştur.