Krizi işçi sınıfı için fırsata çevirmek

Kapitalizmde kriz kaçınılmaz. Krizin özü düzenin iktisadi temeli olan mülkiyet ilişkisinde saklı. Üretim araçlarının mülkiyetine sahip sınıf, mülksüz diğerlerinin emeğini sömürerek zenginlik elde ediyor. Bu el koyma biçimi, toplumsal ilişkileri düzenliyor. Hukuk, eğitim, ideolojiler bunun çevresinde şekilleniyor. Koca bir sömürü düzeni böyle ortaya çıkıyor.

Bakmayın “koca düzen” diye tanımlandığına. Alabildiğine çarpık, bütünüyle irrasyonel bir düzen bu. Bu düzende en zengin yüzde birin serveti en yoksul 3,8 milyar insanınkine eşit. Bir milyara yakın insan açlık koşullarında yaşam sürüyor. Diğer yandan sömürenler birbirleriyle alabildiğine rekabet halinde. Bu rekabet krizleri derinleştiriyor. Öyle ki geride bıraktığımız yüzyılda bu muazzam zenginliği aralarında pay edebilmek için milyonlarca insanın ölümüne yol açan iki büyük dünya savaşına neden oldu sermaye sınıfı.

Krizsiz kapitalizm olmuyor. Kapitalist sınıf krizlerle var olmayı sürdürüyor. Diğer yandan krizler devrimci dönüşümlerin de zeminini yaratıyor. Bu aslında bir yıkılma-sürme diyalektiği. İki sınıf arasındaki güç ilişkisi, örgütlülük düzeyi ve siyasal-ideolojik etki krizin nereye evrileceğini belirliyor. Devrimci duruma ya da restorasyona, devrime ya da karşı devrime, krizin nereye varacağını sınıflar mücadelesi belirliyor.

Türkiye kapitalizmi yeni bir kriz dönemine girdi. Bu krizin uluslararası bir karakteri elbette var. Kaldı ki emperyalist sisteme bu denli entegre olmuş, üstelik sanayisi mutlak dışa bağımlı bir kapitalist ekonomide krizin kendi ulusal sınırları içine hapsolması olası değil. Ancak Türkiye kapitalizminin yaşanmakta olan krizi derinleştiren özgünlükleri var. Bu özgünlüklerin başında AKP iktidarının kendisinin bir kriz dinamiği haline gelmesi yer alıyor. Bu kriz dinamiği bir yandan risk yaratıyor ama diğer yandan sermaye sınıfına kazandırmayı sürdürüyor.

Bu risk-kazanç döngüsü ne kadar devam eder bilemeyiz. Ortada güçlü bir sınıf müdahalesi olmadığı sürece belirleyenin egemen sınıf içindeki çatışma-uzlaşma salınımı olacağı kesindir. Bizim konumuz ise ilki, işçi sınıfının örgütlü müdahalesinin bir parametre olarak devreye girmesidir.

Bu konuda objektif olmak zorundayız. Devrimciler gönüllerinden geçeni değil somut durumu veri almak durumundadır. Bugün işçi sınıfı, tarihinin en örgütsüz dönemini yaşıyor. Somut durum bu. Bu örgütsüzlüğü veri almayan bir devrimci müdahalenin başarı şansı bulunmuyor.

Devrimci mücadelede sınıfın örgütsüzlüğünü veri almak, sınıftan kaçışa da kapı aralama riskini beraberinde getirir. Bu riskin kendisi bugün solda iki farklı sapmaya yol açmış durumda. Birinci sapma sınıfsız yol alma denemeleridir. İşçi sınıfı örgütsüzse, sınıfın örgütlülüğüne pek de ihtiyaç duyulmayacak mecralarda solculuğu sürdürmek elbette tercih edilebilir. Sonuçta birer toplumsal dinamik olarak kadınlar var, gençler, aleviler, Kürtler, LGBT’ler var. Toplumsal muhalefet pekâlâ kimlikler üzerinden örgütlenebilir, üstelik işçi sınıfı da bu ayrı kimliklerden biri olarak bir yerde durabilir. Bu sol görünüşlü sağlam sağ sapmanın, AKP’ye karşı TÜSİAD’la masa kurmayı normal karşılayacak kadar işçi sınıfından uzaklaştığı tecrübeyle sabittir. İşçi sınıfından uzaklaşan sermaye sınıfına yakınlaşır.

Solun aklında nadasa bırakılan işçi sınıfının, örgütlenme değil dayanışma unsuru olarak ele alınması ise bu sapmanın bir başka özelliğidir. Son dönemde bu özellik kendisini “saf dayanışmacılık” olarak göstermektedir. Başkanı tutuklanan işçi sendikasının bağlı olduğu konfederasyonun 3. havalimanı işçileri için örgütlenme değil, dayanışma kampanyası başlatması herhalde bu nedenle yadırganmamaktadır. Örgütlenme fikri rafa kaldırılmıştır.

İkinci sapma, günün gelmesini bekleyeduran yaklaşımdır. Açık pasifizmdir. Bu sapma sınıfın kendiliğinden hareketi için çokça alametler belirdiğini tespit eder. Üstelik şimdi bir de kriz gelmiştir ve bu kriz öyle bir vuracaktır ki hem AKP duvara toslayacak, hem de sınıf kaçınılmaz olarak hareketlenecektir. İşte o zaman kendisinin günü gelmiş olacaktır.

Evet kriz sınıfı vuracak ve tepkiler ortaya çıkacak. Ama kriz işçi sınıfını en örgütsüz halinde yakalamışsa kazananın karşı sınıf olacağı da sınıflar mücadelesinin yasasıdır. Bu beklenti açık pasifizmdir. Devrimcilikle yakından uzaktan ilişkisi yoktur. Ve elbette sınıfla.

Peki ne yapmalı?

Ağır bir krizin eşiğindeyiz, işçi sınıfı alabildiğine örgütsüz, sermaye cephesi tüm iç çelişkilerine rağmen ayakta durmayı sürdürüyor. Sermaye sınıfı krizi bir sorun olarak görüp çözme peşinde değil, krizden fırsat çıkarmaya bakıyor. Rekabet yasası işleyecek, zarar eden ya da eskisi kadar kazanamayan patronlar kazanmaya devam edenler tarafından kenara itilecek. Sermaye bir sınıf olarak bu ortamı sonuna kadar daha fazla kâr için değerlendirecek. Bir kısmı elenecek, kalanlar ortadaki büyük kârı paylaşacak. Ama krizin ortaya çıkardığı toplumsal maliyet tümüyle işçi sınıfının sırtına yüklenecek. İşsizlik, yoksulluk, pahalılık olarak. Krizi fırsata çevirmek dedikleri şey bu sınıfsal refleksin kendisi aslında.

Tersi mümkün değil mi? Kriz, işçi sınıfı için bir örgütlenme fırsatına çevrilemez mi?

Sınıf mücadelesinin güncel sorusu budur.

Bu sorunun yanıtı ise ancak pratikle verilebilir. İşçi sınıfının örgütlülüğünü güçlendirecek her çaba, işyerinde-mahallede her yan yana geliş, birlikte hareket etme girişimi bu soruya verilen olumlu yanıttır. Karşılığının olmayacağı fikri ise tümüyle sermaye cephesinin ideolojik salgısıdır.

Patronların Ensesindeyiz Ağının birkaç hafta içinde ortaya çıkardığı örnekler Gelenek dergisinin ait olduğu siyasi hareketin yanıtı oldu. İzlemek, ders çıkarmak, daha fazlasına cüret etmek için henüz başlangıçta yeterince veri sunmaktadır: patronlarinensesindeyiz.org

Kriz, sınıf ve parti üzerine güncel değiniler

1- İşçi sınıfı krize en örgütsüz haliyle yakalandı. Sınıf hareketsiz. Bunu veri almak ama bu tabloyu hızla değiştirmek için harekete geçmek zorundayız.

2- Halen devam eden az sayıda işçi direnişinin bu denli değer kazanması aslında bu hareketsizlikten kaynaklanıyor. Çok değerliler ama azlar. Çoğu, uzun süreye yayılan mücadelenin yorgunluğunu taşıyorlar.

3- İşyerlerinde kriz etkisini gösteriyor. Birçok işyerinde işçilere çeşitli kriz tedbiri adı altında hak gaspı dayatılıyor. Bu dayatmalara yönelik küçük ve lokal tepkilerin dışında henüz bir hareketlilik yok.

4- Devam eden direnişlerin hiçbiri kriz koşullarının ortaya çıkardığı hak gasplarına yönelik değil. Tamamına yakını geleneksel sendikalaşma girişimine patronların müdahalesi sonucu.

5- Örgütlü kriz tepkileri arasında öne çıkan örnek Anı Tur. Ücret alamadıkları için Amasra’da vinç kulesine çıkan enerji işçileri, İstanbul’da birkaç küçük şantiyede işyerini terk etmeyen inşaat işçileri ve belki birkaç örnek daha. Patronların kriz uygulamalarına karşı işyeri tepkileri bundan fazla değil.

6- Bundan fazla değil ama sorun yaşanan her yerde yapılacak örgütlü müdahale karşılık buluyor. Türlü hak gaspına maruz kalan işçiler, bulundukları yerde yalnız ve çözümsüzler. Birlikte adım atmaya açıklar. Israr ve her temas sonuç veriyor.

7- Sendika, dernek, meslek birliği gibi hak koruyucu ve geliştirici örgütler devre dışı kalmış durumda. Bu yeni bir olgu değil. Ama örgütsüzlüğü perçinliyor.

8- 2008-2009 krizinde işçi sınıfı daha korumacıydı. AKP’nin kimi tedbirleri (kısa çalışma ödeneği, işsizlik sigortası, sosyal yardımlar vb.) bu tutumu besledi. Şimdi böyle değil. Daha önce açtıkları hava deliklerini de kapatacaklar. İşsizlik sigortası fonunun patronlara açılması, BES ve gündeme yeniden gelen kıdem tazminatı fonu bunların başında yer alıyor. Sınıfın memnuniyetsizliğini dikkate alacak durumda değiller.

9- Memnuniyetsizliğin örgütlenmeye dönüşmesini beklemek yerine, onu provoke etmek en iyisidir. İşten atılıp evinin yolunu tutmuş işçiyi evinden çıkarıp atılan diğer arkadaşlarıyla buluşturmaya çalışmadan, kalanları bir araya getirip içerideki hoşnutsuzluğu büyütmeyi denemeden işçi sınıfının kendiliğinden örgütlenme refleksi gelişmeyecektir.

10- Mevcut örgütsüzlüğün partiye alan açtığı doğru. Ancak açılan alan küçük ve dar. Ama her biri daha büyük hareketlenmeler için önemli bir mevzi işlevi görecek. Parti, krizin yarattığı memnuniyetsizliği örgütlenmeye tahvil edebildiği her örneği tutmak durumunda.

Devam eden direnişler (1 Kasım 2018)

Flormar direnişi- Sendikalaşma. İşten atılan işçi sayısı 132. Fabrika önü direnişin 171.günü

Cargill direnişi- Sendikalaşma. İşten atılan işçi sayısı 14. Fabrika önü direnişin 199.günü

Babacanlar Kargo direnişi- Sendikalaşma. İşten atılan işçi sayısı 9. İşyeri önü direnişin 429.günü

Muğla Tüvtürk. Sendikalaşma. İşten atılan işçi sayısı 18. Fabrika önü direnişin 80.günü

Aydın Belediyesi İmar AŞ. Sendikalaşma. İşten atılan işçi sayısı 9. Fabrika önü direnişin 116.günü

Aygün Aluminyum. Sendikalaşma. İşten atılan işçi sayısı 11. Fabrika önü direnişin 124. günü

Real-Makro-Uyum Market. Toplu çıkış. Ücret ve tazminat hakkı için mücadele. Real 16, Makro-Uyum 6.ayında

Süper-Pak. Grev. Grevi sürdüren işçi sayısı 250. Grevin 135.günü

Anı Tur. İşten atma. 350 işçi ve stajyer. Genel Müdürlük önünde 11 işçinin direnişinin 15.gününde alacaklar ödendi. İki hafta sonra yaklaşık 150 stajyer alacaklarını aldı.

3.Havalimanı. Hak talebi, işten atma, tutuklama.

Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×