Legal Parti Programlarına bir Bakış

Türkiye’de sosyalist hareketin başlangıcından bu yana ürettiği legal parti programlarının, yeni partileşme tartışmalarının gündeminden inmediği günümüzde yeniden ele alınmaları gerekiyor. Elbette yalnızca legal programların değil. Geçmişte ya da bugün açık yayınlanma şansları olmamış ya da olamayan programların da tartışılması gerekiyor. Her yeni girişim, kendinden öncekilerle hesaplaşmasını yapmak zorundadır. Bu zorunluluk legalite-illegalite ayrımının ötesinde. Ancak iki kategoriden belgelerin eşit koşullarda otopsi masasına yatırılmaları da mümkün değildir. Kimi belgeler, çaresiz, temellendikleri ideolojik arka planları itibariyle tartışılabilecek. Gelenek’in bu anlamda sonuçlar çıkarsanabilecek çalışmalara baştan beri yer verdiğini düşünüyorum.

Bu yazı bütünsel bir otopsi işlemini gerçekleştirmek iddiasında değil. Bunun bir başlangıç olarak algılanması gerekli. Yalnızca bazı belgelere değiniyor olmak nedenlerden biridir. İkincisi, yazı net bir tercihi içeriyor. Baştan söylemek gerekirse bu tercih, Türkiye İşçi Partisi’nin 1975 programının Türkiye’deki tüm siyasal programlardan en can alıcı noktalarda farklı ve göreli olarak daha ileri olduğu görüşüdür. Doğal olarak yazının ağırlığını 75 programı oluşturuyor.

Başka önkabuller de var. Bir tanesi, program sorununda geleneksel solun açık seçik bir hegemonyaya sahip olduğu. Nedenlerini ayrıntılarıyla tartışmıyorum; yalnızca şunları hatırlatmak isterim: Devrimci demokrasi temel olarak belirlenen bir harekettir. Kendi siyasal projelerinden bağımsız ve dışsal değişkenler, örneğin iktisadi nesnellik, uluslararası güçlü bir dalga, sosyalist sistemde gelişmeler, geleneksel solun kimlik anlamında en büyük zaafı, teorisinin ve siyasal perspektifinin ağırlıkla başkalarının tutumlarına gösterilen tepkilerle oluşmasıdır. Parti ve program başka ve farklı şeyler ister…

Bu saptamaya ilişkin bir de gözlem ekleyebilirim. Türkiye’de devrimci demokrasi iktidar perspektifine en fazla 12 Mart öncesinde yaklaştı. Cuntacılığa stepne yapılmak istenen dinamik unsurların bu misyonu reddetmeleri, radikalleşme ve burjuva politikasından kopma anlamında olumlu filizler içerirken, teorisiz dar aktivizme gömülerek iktidar perspektifinin uzağına düştü. 70’lerin ikinci yarısında iktidarsız bir kitleselleşme yaşandı… Ne 12 Mart öncesinde, ne 70’lerin ikinci yarısında devrimci demokrat kökenden ciddi ölçekte bir “işçi sınıf partisi” gereksinimi ve rahatsızlığı dışa vurulmadı. 1975-80 Türkiye Emekçi Partisi bu anlamda bir ciddiyeti hatırlatamamıştır. Söz konusu olan, yalnızca, devrimci demokrasinin kitleselleşme şansını artık yitirmiş eski tüfeklerinin siyasal varlıklarını koruma çırpınışlarıydı, o kadar…

Bu olgu, yazının çerçevesinin bir diğer kanadını oluşturuyor. Son olarak, ekleyeceğim nokta da şu: Bize, ve artık yalnızca bize değil, sosyalist politikanın güncel durumuna da uzak düştüğü açık olan Maocu ya da yeni sol açılımlar bu yazıda tartışılmıyor. Bunlara ilişkin değerlendirmelerin, sosyalist harekete içsel bir tartışmada değil, başka çalışmalarda ele alınması herhalde daha doğru…

61 Öncesi

Bir sürü konuda olduğu, gibi program sorununa bakarken de, 1961 bir dönemeç noktası olarak beliriyor. Dönemeçte ilk önce I. TİP karşımıza çıkıyor. TİP’in temsil ettiği -ve Gelenek’te daha önce ele alınanbir kopuş var. 1 TİP, Türkiye sol tarihinde Kemalizm/ Kadroculuk/oto-likidasyon ile biçimlenmiş bir mirasa ilk ciddi reddiye girişimine kaynak oluşturmuştur.

61 öncesinden değineceğim ve kısaca tartışacağım dört partinin, Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası, Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi, Türkiye Sosyalist Partisi ve Vatan Partisi’nin programları, farklı dozajlarda da olsa aynı eskimiş mirasın içinde yer alıyorlar.

1919 tarihli TİÇSF’nın programı özünde bir ulusal cumhuriyet programıdır: “1 Teşrinisani 338 tarihinde BMM’nin müttefikan verdiği karar ile tahakkuk eden siyasi inkılâp esasatı (…) esas umdemizdir“2Program bu “esasatı” yorumlayışı şöyle: Kişisel saltanatın ilgası,egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olması, hukukun üstünlüğü ve egemenliği Millet Meclisince temsil olunması… TİÇSF programı, ne dünya görüşünün sınıfsallığını yansıtan, ne uluslararası ne ulusal bir durum saptamasını içermeyen, uzun vadeli sosyalist inşaya ilişkin herhangi bir çağrışım yapmaktan adeta özenle kaçınan, tek düze bir güncel ve genel talepler listesidir.

TİÇSF’nın kapatılmasından 22 yıl sonra kurulan ve ömrü altı ay sürebilen TSEKP programının, tüm bu açılardan çok daha gelişkin bir metin olduğu söylenebilir. Örneğin program bir sosyalizm hedef tanımlamaktan geri durmaz. Ama bu hedef olsa olsa “partinin uzak gayesidir.” Yakınlaşınca karşımıza ne çıkacağı ise herhalde aşağı yukarı kestirilebiliyor; yine de aktarmak istiyorum: “TSEKP mevcut iktisadi ve siyasi şartların, bu ana gayenin bugünden yarına gerçekleşmesi için; henüz daha gereği gibi olgunlaşmamış bulunduğunu ve memleketimizde,sosyalizme halkçı ve devletçilik ve emekçi yığınlarının, süratle genişleyen ölçülerde şuurlu ve teşkilatlı kontrol faaliyetleri ve iktisadi-siyasi savaşları yollarından ulaşmanın imkân dışı olmadığını hesaba kattığı için, yaşamakta olduğumuz devrede, yakın hedefler olarak, bütün gayretlerini şu noktalar üzerinde toplayacaktır”2 Sıralanan noktalar emekçiler ve köylüler arasında sosyalist siyasi çalışma yapılmasını içeren 6. ve sonuncusu dışında demokratik, mesleki, anayasacı ve anti-faşist niteliktedir. Programın diğer madde ve bölümlerinde, çok net olarak söylenebilir, bir karmaşa sergiler. Eşdüzeyli maddeler, eşdüzeyli olmayan faaliyet planı, sosyalist devletçilik gibi “uzak gaye”nin parçaları, güncel talepler gibi ögeleri sıralamaktadır. Uluslararası ilişkiler ve ülkenin yapısına ilişkin saptamalar da yine maddelerin içerisine emdirilmiş olarak bulunmaktadır. Bu karışıklık ve sosyalist sıfatının yalnızca partinin adında kalmasının bir nedeninin, partinin işlevini açıkça “muhalefet” sınırlamasında aranabilir.

TSEKP ile aynı zaman diliminde varlığını sürdüren TSP’nin programı ise ideolojik içeriği ile çok daha geridir. Liberal-bireyci motiflerle bezenmiş bir demokrasi programı olan bu belge, ana ilkelerini demokratlık, sosyalistlik, milliyetçilik, enternasyonalizm ve barışçılık, laisizm olarak sıralarken, dikkati çeken sosyalizme getirdiği tanım oluyor: “Türk Milletinin refah ,kültür, sağlık ve adalet seviyesini yükseltmek, vatandaşların ferdi gelişmelerini köstekleyen bütün sebepleri ve bu bakımdan mevcut her türlü iktisadi ve içtimai adaletsizliği ortadan kaldırarak emek ve kabiliyetleri değerlendirmek”3 .Diğerlerinin ideolojik geriliği bir yana, programın enternasyonalizm ilkesine, anti-emperyalizm ve ulusların eşitliği kavramlarından daha derin bir içerikle yaklaştığı da sanılmamalı.

Son örnek VP. Program “üç ana dava” çevresinde örülüyor: Hürriyet, köylülük ve sanayi sorunları. Bunların sosyalizmle nasıl ilişkilendirildiğine dair bir incelik aramak boşunadır. VP programı kendinden önceki örneklere oranla kemalist etkiyi son derece daha açık olarak sergiler: “DEMOKRASİ millete inanmakla başlar”4 “Demokrasimizin bugünkü temeli, Kuvayi Milliyeci geleneğimizin son yadigarı olan Anayasamız‘dır (…) Parolamız, hür, kuvvetli, bahtiyar Türkiye’dir” 5 Bunları ve aslında buna benzeyen programın bütününü yorumlamaya pek gerek yok. VP programı partiyi bir işçi sınıfı hareketi yemininde tanımlamamaktadır. Hedefleri, artık alıştığımız burjuva demokrasisi normlarına ek olarak, sanayileşme ve toprak reformu vb. ile sınırlıdır. 1950 sonrasında bu geri düzlemin ortaya konmasının nedenleri, partinin bir “somut” duruma hitap edebileceğinin düşünülmesinde aranabilir. Kıvılcımlı’nın 60’lı yıllarda kendi kaleminden ifade ettiği gibi, VP programı bir sınıf hareketine yol göstermeyi değil, “ilerici” bir hükümete faaliyet planı olmayı misyon edinmiştir…

TİP ve Bir Deneme

“… Bütün emekçilerin ve emekten yana olanların hızla teşkilatlanarak bağımsız bir siyasi kuvvet haline gelmeleri şarttır.7Türkiye sosyalist hareketinde TİP ile açılan yolun can alıcı başlangıç noktası oldukça basit: İşçi sınıfı.Program kendinden öncekileri bu sınıfsallık vurgusuyla aşar. Bu gecikmiş vurgunun bir kez yapılması, kuşkusuz beraberinde dünya ve ülke ölçeğinde sağlıklı temellere oturan saptamalar ve talepler getirmemiştir.

1961’e kadar tüm sosyalist partiler,dünyaya ve Türkiye’ye işçi sınıfı hareketi ve sosyalizmin merceğinden değil, burjuva iktidarının gelişimi açısından yaklaştılar. Yaklaşmayı savundular. TİP’in mütevazı ama oldukça önemli yeniliği, bir başka bakış açısını savunmasındadır. TİP savunduğu işçi sınıfı ve sosyalizmin çıkarlarından bir bakış geliştirebildi mi? Program çerçevesinde bu soruya verilebilecek tek yanıt, hayır’dır. TİP programı, çok net olarak ve defalarca tekrarlayarak kemalizmi sahiplenir. Doğal uzantısı olarak Kurtuluş Savaşı, cumhuriyetçilik, 27 Mayıs konularında methiyeler içerir. Anayasacıdır, kanun yolundan iktidara gelmenin altını çizer, demokrasi, sınıfsal içeriğiyle değil sınıflararası bir denge rejimi anlamında algılanır. Kaçınılmaz olarak ordu’culuk yapılır. Sosyalizm değil, planlı devletçilik ile otarşiden oluşan, tarım sektörüne 60’lı yıllar için bile anlamsız kaçacak aşırı önem atfeden bir kalkınma yolunu savunur. Üstelik Mustafa Kemal’e referansla. Bu kalkınma biçiminin niteliği “Türkiye’ye özgü” olması; adı ise “kapitalist-olmayan yol”dur…

Bütün bunlar bilinen şeyler, işçi sınıfı söz konusu olduğunda sınıf vurgusu, bunun dışında, her yerde sınıfsal analiz yoksunluğu… İkisi birlikte olur mu? Olursa, ortaya çıkan oluşuma marksist sıfatını vermek de zor olur. Bir de, böyle bir garip durumun kalıcı olması mümkün değildir. TİP hareketi ile TİP programı arasında da, başından sonuna bir örtüşme olduğunu düşünmemek gerekiyor. Süreç içinde, TİP’de şekillenen hareket programı aşmıştır: Bir, başlangıçtaki sendikal kökenin aşılmasıyla; iki, Türkiye’de bir sosyalist birikimin süratle ortaya çıkmasıyla; üç, bu birikimin varlık koşulu olarak yarım asırlık geçmişin sınıfsallığa ve sosyalizme yabancı mirasından kopmak gerektiği için…

TİP hareketinin, sınıf vurgusuyla atıl gelenekten ayrılan, ama tüm içeriğiyle Kemalizme geri dönen programını aşması ile Türkiye’de sosyalizmin kendini tanımlama çabasına girmesi eşzamanlı ve eşanlamlıdır.

TİP, çabucak eskiyen programı ve içerdiği yoğun arayış ve mücadelelerle bir geçiş dönemini simgeler. Geçiş döneminin sonlarında ve 12 Mart sonrasına açılınırken, kopuş denemesinin artık yeni bir programı zorlayan adı konmuştur: Sosyalist Devrim.

1970’ler ve Geri Dönüş

12 Mart çıkışında artık birkaç yıl öncesinin sınırları kaba, ama dolayısıyla oldukça net çizili sosyalist devrim-milli demokratik devrim tablosu yoktur. MDD’nin cuntacılık tıkanıklığı, kendi içerisinden radikal kanallar türetti. Radikalizm, kör bir maocu köycülüğe kayanlar hariç, Türkiye’de feodalizmin baskın karakteri vb.’den dem vurmanın giderek olanaksızlaşması, artı, işçi sınıfının varlığını daha fazla hissettirmesi gibi etkenlerle birleştiğinde çeşitli Demokratik Devrim varyantları doğmaya başladı. Bunların genel rotası, işçi sınıfının rolüne ve burjuva demokratizminin eleştirisine adım adım yaklaşan geniş bir hat üzerindedir. Reel sosyalizme saygılı bir bakışla birleştiğinde bu kesimlerin kimilerinin bugün Geleneksel Sol’a dahil oldukları ya da kapıyı zorladıkları da görülmekte. Ama şurası açık, bu yolculukta devrimci demokratların dönüp en son bakacakları başvuru kaynağı TİP’dir. Sosyalist devrim çizgisinin kategorik olarak ve büyük ölçüde eski hesaplaşmaların yansısı olarak dıştalandığı bir süreç, kendi içerisinde yüzlerce skolastik tartışma ve bir dolu anlamsız ayrışma yaratmıştır. Devrimci demokratiğin iç hesaplaşmalarının pek azında tarihsel boyutu olan bir anlam gizlidir.

TİP’in kopuş denemesinin bilinç örgüsünden çok, nesnel ve kendiliğinden yönü ağır basmıştır. Sonuçta kadroların büyük çoğunluğunun elinde kopuşun ideolojik zemininden çok, kalıbı kalmıştır. Sosyalist devrim teziyle özdeşleştiği sanılan kadrolar için, ideolojik içerik, MDD-SD çatışmasının canlılığının azalmasıyla birlikte boşaldı. İçi boş kalıplar yılların Kemalist-aşamacı-demokrat geleneğinin rüzgarıyla savruldu. Önce TKP’ye kadro transferleriyle belirdi bu olgu. 1978’e kadar bir arada tutucu yeni motifler varlığını korudu. 78 yeni bir boşalmayı ve bu kez tekil kadroların değil, hareketin savrulmasını getirdi.

Bu, bir geri dönüştür. Hangi noktadan dönüldüğünü net olarak görmek için TİP’in 1975 programına göz atmak gerekiyor. Ama önce 12 Mart çıkışında geleneksel solda ilk legal oluşum TSİP’e bakmak yerinde olacak.

TSİP programı Türk solunun legal programları arasında dünyaya bakışını sosyalist sistem-kapitalist sistem çelişkisine oturtan ilk metindir.

I. TİP programının dünya tahliline ilişkin halen hiçbir şey söylemeyen, salt ülke ölçekli bir belge olduğunu hatırlatmak isterim. Programların biçimsel karşılaştırılmasında gözlemlenebilen ciddi ilerleme aynı zamanda TİP programının hareketin ne denli gerisinde kaldığının da bir göstergesidir. Ama TSİP programının bilimsel sosyalist literatürün içerisinde yer alması, işçi sınıfının önderliği, sosyalizm tanımı ve nihai hedef konularında net olması, TSİP’in 6171 dönemi arayışlarından alınabilecek tüm verimi elde edebildiği anlamına da gelmiyor. En önemli açık, devrim perspektifindedir: “(…) işçi sınıfımızın yakın hedefi, emperyalizme bağımlı tekelci burjuvazinin ve müttefiklerinin egemenliğine son vererek bağımsızlığın ve demokrasinin gerçekleştirilmesidir. Bu hedef, işçi sınıfının örgütlü öncülüğünde halkın demokratik iktidarını mümkün ve zorunlu kılar. Halkın demokratik iktidarının kurulması için sürdürülen mücadele, ülkemizde çıkarları bağımsızlık, demokrasi ve özgürlükten yana olan tüm toplum kesimlerinin birlikteliğini gerektirir. Bu gereksinim HALK CEPHESİ’nde somutlanır. Halk Cephesi’nin temelini işçiköylü ittifakı oluşturur”6

Bu bölümün öncesinde bağımsızlık ve demokrasi mücadelelerinin bütünselliği, sonrasında da demokratik halk iktidarının “daha ilk adımda, sosyalizm doğrultusundaki köklü dönüşümlerinin mümkün ve zorunlu” olduğu işleniyor.

Burada söz konusu olan ilk bakışta bir netlik eksikliğidir. Soruna değişik açılardan yaklaşmak mümkün. Birincisi, I. TİP’in son dönemlerine özgü sosyalist devrim çizgisinden buraya gelişte bir gerileme olduğu kesindir. “İlk adım” eklemesi ve işçi sınıfı önderliğine konulan vurgu, gerileme mesafesini kısaltmakta, “yakın hedef” (dolayısıyla sosyalizmin şöyle ya da böyle “uzak hedef” sayıldığı ima edilmiş oluyor) ifadesiyle ise ara açılmaktadır. TSİP programı yukarıda açıklamayı denediğim 71-74 değişimleri çerçevesinde bir yerde anlam kazanıyor: İçi boşalan kalıpların savrulmasından söz ettim; TSİP sosyalist devrim tezinin kritik önemini elinden kaçıran, ama 60 öncesine kadar da gerilemeyen bir programla ortaya çıkmıştır. Biçimsel olarak, radikalizmine işçi sınıfını katma yolundaki devrimci demokrasinin -elbette, dünya sosyalist sistemine bakış noktasını hariç tutuyorum- tavanıdır, TSİP programı.

İkinci bir açı da şöyle: Program ile bir tarihsel deneyim arasında benzerlik kurmak mümkün. Sözünü edeceğim deneyim ve model Doğu Avrupa’dan… Halk Cephesi kavramı da özellikle bu tarihsel deneyimin iktidarla sonuçlanmasının ürünü olarak dünya sosyalist hareketinin literatüründe yer etmiş bulunuyor. Kimi ciddi teorik sakıncaları da beraberinde taşıyarak… Bu deneyimin özünde, bir kere, cephe ve ittifakın tehlikeli biçimde özdeşleşmesi vardır. “Halk Cephesi güçsüzlük ve zaafın yol açtığı bir politikadır”7 Alıntının yapıldığı kaynak Halk Cephesi’nin analizi ile ilgili sorulara yeterli yanıtlar getirebilecek nitelikte, burada tekrar etmeyi gerekli görmüyorum.

İttifak ise leninist içeriğiyle ele alındığında güçsüzlük ve zaafa değil, iktidarın ele geçirilmesi ve elde tutulması sürecine denk düşen bir kavram ve olgudur. Bu noktanın da şu ana kadar defalarca Gelenek‘te ele alındığını hatırlatmakla yetiniyorum. Cephe ile iktidar nasıl yanyana gelirler? “Orta ve Doğu Avrupa’da Alman ve İtalyan işgalinin demokrat güçleri birleştirici etkisi ve bu birlikte sosyalistlerin rolü tek başına fazla şey açıklamaz. Dışsal faktör Sovyet Ordusu’nun Doğu Avrupa taarruzu yalnızca Hitler’in sonunu getirmekle kalmamış, birçok ülkede varlığı ancak partizan birliklerin onurlu direnişi ile hissedilen ‘cephe’lerin iktidar yolunu da açmıştır”8 . İktidar aygıtı olmayan cephelerin bu tarihsel özel anda iktidara tırmanmaları, bir dolu sorunun da kaynakları arasındadır. Bu sorunlar bugün reel sosyalizmin baş ağrılarını oluşturuyorlar.

O halde bir soru daha sormak gerekli oluyor: Halk Cephesi, neden evrensel teorik katkı mertebesine ulaştırıldı? Yanıtının kısaca şöyle olabileceğini sanıyorum: Çeşitli nedenlerle, özellikle de Bolşevizasyonun pek az ülkede hakkıyla yaşanmış olması nedeniyle, bugüne kadar sosyalizm sürekli biçimsel demokrasi mesajlarına muhtaç oldu. Cephe, onunla birlikte demokratik devrim, halk ve çoğunluk kavramları bolşevikleşme eksiği yüzünden açık kalan boşlukları örtmeye yaramıştır.

Türkiye’de geleneksel solun bunlara ihtiyacı olmamalıdır.

Programa dönersek, TSİP için cephe ve demokratik halk iktidarı kavramlarının bir anlamının da, bunların, uluslararası sosyalist hareketin parçası olmayı tescilleyen terimler olduğu eklenebilir. Bir ölçüde gerçekten böyledir de. Ama bu özellik,açıklamaya çalıştığım teorik sakıncanın maliyetinden daha yüksek bir kazanç sağlamıyor.

TİP VE 75 Programı

Artık II. TİP’e ve 75 programına gelebiliriz.

Birincisi gibi ikincisinin de kendinden öncekileri aştığını söyleyebiliriz. Dünya tahliline sistemler, Türkiye tahliline de emeksermaye çelişkisi damga vurmuştur. Asli hedefin sosyalist devrim olduğu; bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelelerinin bütünselliği, dolayısıyla ilk iki ögenin sınıfsallıktan arınmış halleriyle hiçbir ilerici ton taşımayacağı programın açık ifadeleridir.

Programın can alıcı noktası “Türkiye kapitalizmi(nin) bir sistem olarak kapitalist dünya ile ekonomik, teknolojik, mali, politik ve askeri bağımsızlık ilişkileri içinde” bütünleştiği 9 saptamasıdır.Bu saptama ile birlikte eski programın kalkınmacı kapitalist-olmayan yol tezi de tarihe karışıyor. Söz konusu tezin “özünde bir burjuva demokratik devrimi” olan MDD ile bağının vurgulanması 10 ayrıca önemlidir. Bu vurgu I. TİP’in kopuş denemesindeki muğlaklığın bir eleştirisi olarak da anlaşılmadır.

TİP’in özellikle 1978’e dek sürdürdüğü siyasal hattın programdaki ana dayanakları bunlar. Somut siyaset sahnesinde bu hat, CHP dahil burjuva siyasetlerine ve “İlerleme” dahil kimi yönleri reddedilen mirasa karşı sınır çizgilerinin kalınlaştırılmasında somutlanıyordu. Biliniyor. 77 seçim yenilgisi beraberinde partinin tutumunun sorgulanmasını da gündeme getirdi. Pratikte bir seçim başarısıyla solun diğer çizgilerinin nihai olarak tasfiye edileceği beklentisi üzerine kurulan hesapların tutmamasıyla bir içerik boşalması gözlenmeye başlandı. Ne denli önemli olursa olsun, bir hesabın açık vermesinin faturasını, henüz üç yaşındaki bir programa ödetmeye kalkışan bir partinin, seçim başarısızlığı öncesinde nereye oturduğu da ciddi olarak sorgulanmalıdır.

Cemal Hekimoğlu’nun bir değerlendirmesi bu ihtiyacı global olarak karşılıyor. Aktarıyorum: “Türkiye’de özellikle 1985 sonrasındaki sosyalist devrim-MDD tartışmasında, birinciden yana tavır alan sosyalistler, bu tartışmayı büyük ölçüde ‘Türkiye kapitalist mi feodal mi’ tartışmasının bir fonksiyonu olarak gördüler. İstisnasız bütün ülkelerde devrimci hareketin doğum sancısına tekabül eden ‘sosyo-ekonomik yapının analizi’, Türkiye sosyalist hareketinin doğum değil, açılım sancılarına denk düştü.

“Ve bir eksikliği doğurdu! (…)”

“1971 sonrasında Türkiye sosyalist hareketinin gündeminde (bu tartışma) daha az yer almaya başlamıştı (…)”

“MDD çizgisi kendini ıslah etme yoluna gitmişti.Peki ya sosyalist devrim tezi?”

“Belli bir süre, sosyalist devrim perspektifini tek başına omuzlayan 1975 Türkiye İşçi Partisi Programı, bu anlamda kendini yenilemiş olmaktan çok uzaktı.

“Kendini yenilemeyen aşılır…” 11

Türkiye İşçi Partisi, sosyalist devrimi, örgüt teorisi ve siyasal mücadele pratiğiyle bütünselleşmiş olarak algılamadı ve savunamadı. Bu ciddi çatlak, bir pratik yenilgiyle derin bir yarığa dönüşmüş, sosyalist devrim perspektifinin boşluğa düşmesi için birkaç ay yetmiş, programın belge olarak reddi içinse uzun yıllar gerekmiştir. İlk sürenin kısalığı, sorunun içsel ve ilkesel olmasından ve belli tasfiyelerle hal yoluna konmasından kaynaklanıyor. İkincisinin uzunluğu ise, herhalde bitmek tükenmek bilmeyen kariyer savaşlarından…

Ancak, TİP’in 78-88 oto-likidasyon sürecinin maddi dayanaklarının bu kadar olduğu da düşünülmemelidir. Program sosyalist devrimin eksikli savunusunu tamamlayan ve hatta görünüşte bu noktadan daha derin olan çatlaklar da içeriyor. Bunları örneklendirmeye ve yine bu noktaların “kendini reddetme” sürecinde nasıl yeni açılımları beslediğine geçmeden bir parantez açmak istiyorum.

Her program kalıcı olmayı hedeflemelidir. Programın tanımında bu özellik yer etmek zorunda. Bu böyle, ama kimi yönlerin eskimesi ya da yeni araştırmalarla aşılabilmesi bu genel saptamayı ihlal etmiyor. Bu türden noktalara 75 programından örnekler bulmak mümkün. Banka sermayesi ile kapitalist tekellerin henüz bütünleşmediği saptaması 12 geçtiğimiz yıllar boyunca aşınmıştır. Aynı şekilde Türkiye işçi sınıfının ağırlığını birinci kuşak işçilerin oluşturduğu 13 olgusu da eskimiştir. Yeni kuşak bir sanayi proletaryasının ortaya çıkışının etkileri araştırılmayı bekliyor… Benzer bir yeniden değerlendirme tarım politikası için de geçerlidir. Toprak ve tarım reformları kavramlarından ne anlaşılması gerektiği, bugüne dek Türkiye sosyalist hareketinin ve işçi sınıfının güçsüzlüğü veri alınarak düşünülmüştür. Tarım sorununun politik içeriğinin tam da tersine sosyalizmin iktidarına doğru yakıcılaşacağı düşünülürse, somut biçimlenişlerin bugüne kadar tasarlananlardan farklı olabileceği ortaya çıkar. Son bir değinme de programın ittifaklar sorununa yaklaşımıyla ilişkili. Sergilenen eğilim, diğer emekçi sınıflarla ittifakın bizzat işçi sınıfı partisinin içine taşınabileceği doğrultusundadır 14 Türkiye’de diğer emekçi sınıfların aktif olarak siyaset alanında etkilerini fazla hissettiremiyor olmalarından kaynaklanan ve partinin özgüven dozajını yükselten bu yaklaşımın teorik ve tarihsel temelleri açıklanmaya, ittifaklar politikasının ülke nesnelliğinde olası somut biçimlenişleri irdelenmeye muhtaçtır.

Açık Noktalar, Açık “Kapı”lar…

Parantezi kapatıp devam ediyorum.

75 programının “sorunlu” bölmelerinden derlediklerimden birinci alt-başlık T.C. tarihine bakışla ilgili. Birkaç alıntıyı peşpeşe sıralamak durumundayım: “… Türkiye, bir ulusal kurtuluş savaşı vermiş, bir süre politik bağımsızlığına titizlikle sahip çıkmış ve mali alanda da dışa bağımlılığını en az düzeye indirmiş bir ülkedir”15

“… Türkiye burjuvazisi ve küçük burjuva yönetici kadroları Batı’ya karşı bağımsızlıklarını ve güvenliklerini sağlama bağlamak için Sovyetler Birliği ile yakın ilişkiler içinde oldular…”

“Ulusal bağımsızlık açısından Kurtuluş Savaşı’nın anlamı ve önemi küçümsenemez…

“Türkiye burjuvazisi 1930’ların sonundan itibaren esasen ilişkilerini koparmamış olduğu Batı dünyasına açıklıkla yönelmiş…”16

“Türkiye burjuvazisi özellikle 1940’lardan itibaren yabancı sermayeye karşı çıkmamış(tır)”17

Muğlaklıklar kuşku yaratıyor. Türkiye burjuvazisi emperyalizmden ne kadar ve ne zaman bağımsızlaşıyor? Yanıtlar birden fazla… “1930’ların sonu” ifadesinin ardında Mustafa Kemal’i bu “işler”in dışında tutma kaygısı ne kadar var? Kurtuluş Savaşı’nın değeri ve anlamı nerede başlar, nerede biter? Kemalist yönetici kadro burjuvaziyi temsil eder mi yoksa “küçük burjuva yöneticiler” tamlaması bir özerkliği mi ima ediyor?…

Bu sorulara verilecek belli türden yanıtların, kapıları Kemalist etkiye aralayacağı açıktır. Sonrasında, bu olasılığın gerçekleştiği biliniyor. Muğlaklık, bir kopuşun hâlâ netleştirilemediğini yansıtırken, yeni bir dönemle birlikte yeni yorumlara malzeme sunmuş oluyor. Siyasal programın net ve karışıklıkları çözücü olması gerekir.

İkinci konumuz direkt olarak sosyalist devrim perspektifini zorlayıcı nitelikte: (TİP) “Tekel dışı burjuvazinin tekellere karşı çıkışında, büyük toprak mülkiyetinin vergilendirilmesi, vergi kaçakçılığının önlenmesi, dış ticaretin devletçe düzene sokulması taleplerinde destekleyici olacaktır” 18 Şimdi adım başı sistem olarak bağımsızlıktan söz etmek ve sistemin bir parçasına daha baştan destek biletlerini rezerve etmek, olmaz. Eğer sistemin bütünleştiği saptamasına sadık kalınacaksa, burjuvazinin iç çelişkilerinden “yararlanma”nın yolunun aktif destek olmadığını kabul etmek gerekir.

Örneklere devam ediyorum. “Milli savunmamızın, yalnızca ‘yurt savunması’ gerekleri açısından yeniden düzenlenmesi ve örgütlenmesi (…)

“Ulusal sanayiimizi emperyalist tekellerin güdümüne koyan bütün yabancı sermaye yatırımlarının kamulaştırılması (…)”19

Bu ifadeler sınıfsal bakışı ne denli içerdikleri açısından sorgulanmalıdır. Yanıtın bilimsel sosyalist anlamda olumlu olabileceğine pek inanamıyorum.

“Tartışılacak hiçbir yanı olmayanlar” sınıfından bir ifade de Tüzük‘ün “Karakter ve Amaç” başlıklı 2. maddesinde geçiyor: “Yirminci yüzyılın ikinci yarısında belirli toplumsal koşullarda (sosyalizme) geçişin barışçı yoldan olabileceği bir imkan olarak ortaya çıkmıştır” 20 Devam ediliyor ve TİP’in iktidara gelişinin bu gözlemden hareket ederek gerçekleşeceği ekleniyor. Siyasette hiçbir sözcük boşluğa atılmıyor. Barışçıl geçişin olanaklılığından tüzüğünde söz eden bir parti, en azından yönetici kadrolarının önemli bir kesimiyle, bu olanağa yatırım yapmayı düşünüyor, demektir…

TİP yeni yoluna girdikten sonra, tüm bu çatlakların da yetersiz kaldığı yerde gereken manipülasyonları da yapmaktan kaçınmadı. Dürüstlük sınırları fazlasıyla zorlansa da… Tarih, artık 1980 Şubatı; kaynak Sorunlarımız Görevlerimiz Tek Parti Tek Cephe broşürü. Artık, anlatılan emek-sermaye çelişkisinin tek çelişki olmadığı. Bu çelişki sosyalist devrime havale edilirken, parti başka çelişkilerin çözümünü kendisine görev biliyor. Programdan dayanak aranıyor: “İçinde bulunduğumuz dönemde, demokratikleşme sürecini, hızlandırıp geliştirme, demokratik hak ve özgürlükleri koruyup genişletme, toplumu demokratikleştirme, kısacası demokrasi için mücadele ve ülkeyi emperyalizmin boyunduruğundan kurtarma görevi ve mücadelesi gündemdedir.” Broşürün programdan yaptığı alıntı burada noktalanıyor. Onun kaldığı yerden, program aktarmaya devam ediyorum: “Kapitalizm çerçevesinde kalındıkça bu mücadele başarıya ulaştırılamayacağından, bağımsızlık ve demokrasi mücadelesi zorunlu olarak sosyalizm için mücadele ile birleşmekle, içiçe girmektedir”21 TİP 74 programını taşıyamıyor ,ve açıkça program, artık tahrif edilerek okunuyor, okutuluyor.

TİP’in, “Tek Parti, Tek Cephe”nin iyi bir örneğini sunduğu yeni açılımlarının içinde, CHP’ye anti-tekelci ve demokrasi gücü olma misyonları 22 ,UDC’ye mahcup paslar 23 ,dağıtmak temel eksiği anti-faşist, anti-emperyalist cephe olarak saptamak 24 ,demokratik iktidar, anti-faşist burjuva kesimleri, faşizm tehlikesi, demokrasi mücadelesi vb. üzerine Türk solunun doğumundan bu yana pek aşina olduğu bir literatür derlemesi hazırlamak var. Bu süreç böylece devam ediyor…

I. TİP programının hareket tarafından aşıldığını söyledim. II. TİP’de program hareketin çok yükseklerinde kalıyor. I. TİP marksist olmayan bir programa sahipken bilimsel sosyalizme zengin kanallar açtı. Marksist bir işlev gördü. II. TİP bilimsel sosyalizm açısından daha ileri ve Türkiye’de üretilen nispeten ve doyurucu programa sahipken, bilimsel sosyalizmin tasfiyesine yöneldi, sol tarihin derinlerinden gelen oto-likidasyon kervanına katıldı. I. TİP yaşadığı nesnel sıçrama sırasında, kadrolarının bütünüyle ve kalıcı olarak kaldıramayacakları bir noktaya ulaştı. II. TİP aynı kadroların üzerine çöktü. Önce, evrensel normlar açısından geri bir program partiyi bir dönemin ana öznesi haline getirdi. Sonrasında, hâlâ yazılı belge olarak aşılmamış bulunan bir program, sahipsiz kaldı.

Yeni adımların geçmiş zenginlikleri kendilerine maledebilmeleri gerekiyor. Geçmişle siyasal hesaplaşmalar ne denli net ve derinlemesine gerçekleştirilebilirse, sol tarihin geleceğe açılan geçmiş değerleri o denli yaygın olarak kullanıma açılacaktır.

Dipnotlar

  1. Burada özellikle belirtmek istediğim Gelenek’in bir bütün olarak 15. sayısı ve özel olarak da bunun içinde yer alan Çulhaoğlu’nun “Solda Kimlik Arayısları” baslıklı yazısı.
  2. “Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi” a.g.e.; s. 6.
  3. “Türkiye Sosyalist Partisi Programı” a.g.e.; s. 12.
  4. “Vatan Partisi Programı” a.g.e.; s. 16.
  5. a.g.e.; s. 17.
  6. TSİP Program, Ocak 1977 (2. baskı); s. 12.
  7. Vurmaz Cemil – Özdemiroğlu Fırat; “Cepheler… Geçmis ve Bugün”, Gelenek 9 Temmuz/Ağustos 1987;s. 68.
  8. a.g.y.; s. 71.
  9. TİP Program ve Tüzüğü, İstanbul Haziran 19785; s. 9.
  10. a.g.e.; s. 8.
  11. Hekimoğlu Cemal; “Bir Tartısmada Yeni Ufuklar”, Gelenek 15, Subat 1988; ss. 42, 43 ve 44.
  12. TİP Program….; s. 15.
  13. a.g.e.; s. 25.
  14. a.g.e.; s. 38. .
  15. a.g.e.; s. 9.
  16. a.g.e.; s. 10.
  17. a.g.e.; s. 12.
  18. a.g.e.; s. 17.
  19. a.g.e.; ss. 40-41.
  20. a.g.e.; s. 61.
  21. a.g.e.; s. 8 ve (eksik aktaran) Sorunlarımız Görevlerimiz Tek Parti ve Tek Cephe, Subat 1980; s. 53.
  22. Sorunlarımız….; ss. 34 ve 77.
  23. a.g.e.; s. 56.
  24. a.g.e.; s. 49.
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×