Osmanlı Siyasetinde Dış Etken ve 1908

Bu yazının amacını ve temel tezini baştan yazmak istiyorum.1 Bunun için önce bir soru: 1908’de geçen olayları bir devrim saymak mümkün mü? Mümkün değil; çünkü devrim, iktidarın sınıfsal yapısını değiştirmeyi amaçlar. Abdülhamid’in devrilmesi ve meşrutiyetin yeniden kurulması ise bunu amaçlamıyor. Bilindiği gibi mutlakiyet rejiminden meşrutiyete geçiş, o ülkede sınıflar dengesini alt üst eder. Ya da başka bir deyimle, bu geçiş iktidarın sınıfsal yapısının değişimi için ortaya çıkar. 1908’de olan bu değil. Yazı bunun da ispatlanmasını içeriyor.

1908 olayları genellikle bir “tarih kesiti” içinde yorumlanıyor. Çok büyük yanılgılara neden olan bu durumu önlemek için önce, 19. yüzyılda Avrupa’daki siyasi durum yumağı içinde Osmanlı İmparatorluğu’nun nasıl bir yer aldığını görmek gerekiyor.

XIX. Yüzyılda İngiltere’nin Dış Politikası ve Osmanlı İmparatorluğu

“İngiltere’nin çıkarları uğruna yapmayacağı hiç bir şey yoktur.”

S. Münir Paşa

İngiltere’nin dış politikasını tayin eden iki önemli faktör vardır:

a- Avrupa’daki güç dengesi,

b- İmparatorluk sınır ve ulaşım yollarının savunulması ve bunlara bağlı olarak da uluslararası sularda egemenlik.

Bu iki ilkeyi gerçekleştirdiği ölçüde, üzerinde güneş batmayan imparatorluk Dünya üzerindeki egemenliğini sürdürebiliyor. Özellikle Avrupa’da güç dengesi beş ülke ekseninde belirleniyor. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Fransa, Çarlık Rusya’sı ve Prusya arasındaki ilişkilerle, İngiltere’nin bu devletler karşısında değişken olarak aldığı konumlar, Avrupa’da güç dengesini oluşturuyor. Osmanlı İmparatorluğu ise bu devamlı değişen güç dengesinden etkilenerek yaşamını sürdürmeye çalışıyor.

İngiltere’nin Osmanlı İmparatorluğu ile olan ilişkileri, bu ülkeyle yapılan kârlı ticaretten öte, Hindistan yolunun güvenliğinin sağlanmasına yönelik. İngiltere’nin Osmanlı İmparatorluğu üzerine şemsiyesini açması bununla açıklanmalı. XIX. yüzyılın ortalarında İngiltere Çarlık Rusya’nın Boğazlar’a yerleşmesine engel olabilmek için çaba harcıyor. İstanbul’u sürekli tehdit altında tutmanın aracı olabilecek bölge olan Balkanlar’ın Rus etki alanına girmesine karşı çıkıyor. Kırım Harbi bu nedenle yapılıyor. 30 Mart 1856’da imzalanan Paris Antlaşması ile Karadeniz tarafsızlaşıyor. Karadeniz’de sahili olan hiç bir devletin, bu denizde harp gemisi inşa edemeyeceği, antlaşmanın en önemli maddesi olarak yürürlüğe giriyor.

Paris Antlaşması imzalandığı sırada, “Doğu’da İngiltere’nin sesi” olarak adlandırılan, İngiltere’nin Osmanlı Büyükelçisi Lord Canning, Paris’e delege olarak gelen Lord Clarendon’a bir mektup gönderiyor:

“…İşte bu gelecek Rusya’ya karşı gerekli tedbirlerin alınması düşüncesindeyim. Bunun için de Avrupa’daki ve Asya’daki İmparatorluklar arasında tarafsız veya bağımsız devlet veya eyaletlerin kurulmasından başka çare yoktur… Harp bu safhada kalsa bile, bence, vaktiyle Fransa’dan koparılan ganimetler sırasında kurulmuş olan Varşova Dukalığı’nın ihyasını, ayrıca üzerinde ne Türkiye’nin ne de Rusya’nın fazla bir hak iddia etmemeleri gereken Kafkasya’nın bağımsızlığını istemekle hayırlı bir iş yapmış olacaksınız.” İngilizler daha 1850’lerde Hindistan yolu ile Çarlık Rusya arasında tampon görevini yapan Osmanlı İmparatorluğu’nun yanı sıra başka tampon devletler yaratmak istiyorlar. Kafkasya’ya bağımsızlık tanınması böyle anlam kazanıyor.2 Birinci Dünya Savaşı sonrasında İngiltere tarafından kurulması için çok büyük çabalar harcanacak olan Kafkasya Federasyonu’nun temelleri üç çeyrek asır önce atılmak isteniyor.

Bu arada, İngiltere, Hindistan üzerindeki egemenliğini pekiştirmek için bir dizi yeni tedbirler alıyor. Öncelikle Asya’da Belucistan’la Afganistan’ın fethini tasarlıyor. Daha sonra da Süveyş Kanalı’na el koyarak Doğu Akdeniz’deki İngiliz üstünlüğünü perçinlemeye çalışıyor.

Süveyş Kanalı 1869’da Fransızlar tarafından açılıyor. Böylece, İngiltere’nin Doğu’ya açılan ana ulaşım yolları çok daha kısa olduğu için, Akdeniz’den geçmeye başlıyor. Yeni Hindistan Yolu’nu güvenceye almak, İngiltere’yi Akdeniz’i kontrol altına almak zorunda bırakıyor. Bunun çözümü ise Akdeniz’de bulunan iki önemli stratejik noktanın ele geçirilmesidir: Mısır ve Kıbrıs.

İngiltere, Mısır’da 1875 yılına kadar süren Fransız sermayesinin etkinliğini kırmak için büyük bir mücadeleye giriyor. Hatta Fransız-Alman Savaşı’nda, Almanya’ya karşı olumlu bir tavır bile takınıyor. Nihayet 1875’de, büyük bir borç içinde bulunan Mısır Hidivi’nden Süveyş Kanalı’nın 176.000 adet senedini 100 milyona satın alıyor, İngilizler.3 Kıbrıs adasının ele geçirilmesi ise daha sonra oluyor.

Boğazlar’ın Çarlık Rusya’nın eline geçmesi ya da bir Osmanlı-Rus ittifakının kurulması sonucu, Rus savaş gemilerinin Akdeniz’de boy göstermesinden korkan İngiltere Osmanlı Devleti’nden yana bir politika izlemeyi yeğliyor.

İngiltere ile Fransa arasındaki çıkar ilişkilerinin Mısır’da keskinleştiği dönemde, Orta Asya’da Çarlık Rusya ile İngiltere arasındaki ilişkiler de gerginleşiyor. Çarlık Rusya, Hindistan’a açılan kapılara doğru, Asya’da adım adım ilerledikçe İngiltere mücadeleyi Balkanlar’a kaydırmaya çalışıyor. Çarlık Rusya’ya karşı Asya’da yalnız kalan İngiltere, Balkanlar’da çatışmaya girdiği an, arkasında müttefik olarak yalnız Osmanlı Devleti’ni değil Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nu bulabiliyor.4

Paris Antlaşması’ndan memnun olmayan Çarlık Rusya, Kasım 1870’de, bu Antlaşma’nın Karadeniz’le ilgili hükümlerini tanımadığını ilgili devletlere bir nota ile bildiriyor. Fransa Almanya’ya mağlup olmuş, Almanya, Çarlık Rusya yanlısı, Avusturya-Macaristan ise çekimser. Bu durumda yalnız kalan İngiltere’nin tepkisi yalnızlığı ölçüsünde büyük oluyor. Statükonun bozulması hiçbir zaman işine gelmiyor. Londra’da bir konferans toplamak için harekete geçiliyor. 1871’de yapılan Londra Boğazlar Sözleşmesi’ne göre, Karadeniz’de sahili bulunan devletlere harp gemisi inşa etme olanağı veriliyor. Tuna yine serbest su yolu, Boğazlar ise sulh zamanında tüm devletlerin harp gemilerine kapalı. Bu antlaşma ile Çarlık Rusyası boğazları gemilerine açamamış oluyor. Bu durum karşısında Rusya, Balkanlar’da milliyetçi cereyanları desteklemeye devam ediyor.5

15 Ekim 1876’da yapılan Osmanlı-Sırp Antlaşması’nı bahane eden Çarlık 24 Nisan 1877’de Osmanlı İmparatorluğu’na savaş ilan ediyor. İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Derby, 6 Mayıs 1877’de Çarlık Rusya’nın Londra Sefiri Suralof’a verdiği notada, Rusya’nın Süveyş Kanalı, Basra Körfezi ve İstanbul’u işgal etmemesi durumunda İngiltere’nin tarafsız kalabileceğini, aksi taktirde savaşa gireceğini bildiriyor.6

Çarlık Rusya, savaştan önce Bosna-Hersek’i Avusturya-Macaristan’a vereceğini vaat ettiği için bu ülkenin tarafsızlığını sağlıyor. Fransa, kolu kanadı kırık, ister istemez, tarafsız. Almanya’nın da Çarlık Rusya’yı desteklemesiyle İngiltere yalnız kalıyor.

Savaş Rus ordusunun lehine gelişiyor. Edirne’ye kadar gelen Ruslar, İstanbul’a yürümeye kalkınca, İngiliz donanması Sarayburnu açıklarında demirliyor. Ayestefanos’a (Yeşilköy) kadar gelen Rus ordusu İstanbul’a İngiliz donanması yüzünden giremiyor. Çarlık Rusya ile Osmanlı İmparatorluğu arasında yapılan Ayestefanos Antlaşması, Rusya’nın nüfuzunu Ege Denizi’ne kadar uzatıyor. Karadeniz’de sahili bulunan büyük bir Bulgaristan Prensliği’nin kurulmasına yol açıyor ve Doğu’da Ermenilerin kurtarıcısı rolüne soyunmasına olanak tanıyor.7

İngiltere’nin bu Antlaşma’yı kabul etmesini beklemek mümkün değil. Çarlık Rusya’yı savaş ile tehdit ederek Berlin’de bir Konferans toplanmasını sağlıyor. Berlin Kongresi’ne göre Ayastefanos Antlaşmasının birçok maddesi değişikliğe uğruyor. Bulgaristan ikiye ayrılıyor: Birincisi muhtariyet kazanırken, ikincisi Osmanlı Devleti’ne gevşek bağlarla bağlı bir Prenslik oluyor. Makedonya Osmanlı İmparatorluğu’nda kalıyor ama buradaki reformların Müttefikler’in denetiminde yapılması kararlaştırılıyor. Doğu’da Eleşkirt ve Beyazıt, Ruslar tarafından boşaltılarak Osmanlı İmparatorluğu’na iade ediliyor. Boğazların statüsü aynen korunuyor. Ancak İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu’ndan bu yardım karşılığında Kıbrıs adasını istiyor. Böylece sıra Akdeniz’de ikinci önemli stratejik noktanın ele geçirilmesine geliyor. 4 Haziran 1878’de ada hukukça Osmanlı İmparatorluğunun sayılmasına rağmen tasarruf hakkı İngiltere’ye geçiyor. Ya da başka bir deyişle Ada İngiltere’ye kiralanıyor. Antlaşma ile ayrıca Çarlık Rusya’nın Batum, Ardahan ve Kars vilayetlerini işgal etmeye teşebbüs ettiği an, İngiltere Osmanlı Devleti’nin yardımına koşmayı taahhüt ediyor.

Berlin Antlaşmasından sonra, İngiltere için bir gerçek ortaya çıkmıştır. Artık Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü savunmakla, Hindistan Yolu’nun güvenliğini sağlamak mümkün değildir. Bu yetersiz kalıyor. Çok daha etkin tedbirlerin alınması gerekiyor. Devamlı zayıflayan Osmanlı Devleti’nin artık Rusya’nın önünde bir tampon devlet görevini yerine getirmesi zorlaşmıştır. Bunun için Avusturya-Macaristan’ın Bosna-Hersek’e yerleşmesini sağlayarak, Rusya’nın Güney’e sarkmasını önlemek gündeme geliyor. Bir yandan da Osmanlı Devleti’nin yakın bir gelecekte dağılacağını hesaplayarak, Osmanlı topraklarından kendine bağlı yeni devletlerin kurulmasını teşvik etmek ya da bu topraklarda stratejik yerleri ele geçirmek artık yeni dış politikasının temelini teşkil ediyor. Kıbrıs’a yerleştikten sonra 1882’de de Mısır’ın işgaliyle bu politikanın işlediği görülüyor.8 Bu durumu İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Derby şöyle ifade ediyor:

“Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasını çabuklaştırmak işimize gelmez. Zira bu kaçınılmaz bir sonuçsa, tedricen ve en az tehlikeli olacak bir biçimde oluşmasına çaba göstermemiz gerekir.”9

Sonuçta kaçınılmaz olarak Osmanlı-İngiliz ilişkileri bozuluyor. Bunun karşılığında Osmanlı-Rusya arasındaki buzlar erimeye başlıyor. 1878 Osmanlı-Rus savaşından beri iki ülke arasındaki ilişkilere daha gerçekçi biçimde yaklaşıyor Çarlık Rusya. Çünkü Çarlık Rusya Balkanlar’da kendi amacı için kurdurduğu devletlerin, yavaş yavaş İngiliz dış politikasının etkisi altına girmeye başladığını görüyor. Bu durumda roller değişiyor. Artık Çarlık Balkanlarda ve Boğazlarda kurmayı düşlediği egemenlik yerine, Osmanlı İmparatorluğu’nu İngilizler’e karşı “Akdeniz’i Karadeniz’e bağlayan kapıların bekçisi” olarak desteklemeyi yeğliyor. Bunun da karşılığını çok kısa bir zamanda görüyor.

İngiltere’nin Berlin Kongresi’nde kazandığı diplomatik zafer ile Afganistan üzerinde denetimi ele geçirmesine karşılık olarak, Çarlık Rusya Türkmenistan’ı işgal ediyor. 1884 yılında Merv’e giren Rus ordusu Herat’a doğru ilerliyor. Hindistan büyük bir tehlike ile karşı karşıya kalıyor. İngiltere ile Çarlık Rusya arasındaki gerginlik 1885’de sıcak savaşı zorluyor. Düşmanın en zayıf yerinin Karadeniz olduğunu İngiltere Kırım Harbi’nden beri bilmektedir. İngiliz harekât planı buna göre hazırlanıyor: Odesa’yı denizden bombalamak, Karadeniz’in Kafkasya kıyılarına çıkarma yapmak. İngiliz donanmasının Karadeniz’e çıkma hazırlıkları karşısında telaşa kapılan Çarlık Hükümeti Almanya Başbakanı Bismarck’a başvuruyor. Aralarındaki Antlaşmanın 3. maddesi gereğince Almanya’dan yardım istiyor. Almanya Başbakanı bu desteği hiç çekinmeden veriyor. Alman politikasını:

a- Rus kuvvetlerinin mümkün olduğu kadar Avrupa’dan uzak kalması,

b- İngiliz-Rus ilişkilerinin devamlı olarak gergin tutulması istekleri belirliyor. Almanya’nın desteğini alan Rusya, İngiliz-Osmanlı yakınlaşmasını engellemeyi başarıyor. Mısır ve Kıbrıs’ın işgalinden dolayı, İngilizlerle ilişkileri olumsuz seyreden Osmanlı Padişahı, bir savaş sırasında Boğazlar’ın kapalı kalacağını açıklıyor. Bu, İngiliz donanmasının Karadeniz’e çıkmasının mümkün olmadığı anlamına geliyor; İngilizler açısından Boğazların önemi bir defa daha ortaya çıkıyor.

Güç durumda kalan İngilizler, Çarlık Rusya ile Afganistan-Rus sınırında anlaşmazlıklara yol açan noktaların çoğunda tavizler vermek zorunda kalıyorlar.10

İngiltere, bu arada, 1878 Berlin Antlaşması’nın öngördüğü reformlarla yetinmeyip, Osmanlı sınırları içinde yaşayan Ermenilerin özerkliği için çaba harcıyor. Bunun üç amacı var:

a- Osmanlı Devleti’ni Mısır’ın işgalini kabul etmeye zorlamak,

b- Çarlık Rusya’nın dostluğundan Osmanlı Devleti’ni vazgeçirmek ya da başka bir deyişle, Parlmertson ve Disraeli dönemlerinde olduğu gibi, Osmanlı İmparatorluğu’nu İngiliz bölgesine sokmak,

c- Kuzey Transit yolundaki ticaret egemenliğini kaybetmemek.

Özellikle üçüncü noktayı biraz açıklamakta yarar var. Hindistan’a ulaşan deniz yolu, Mısır ve Kıbrıs üzerinde kurulan İngiliz egemenliği ile büyük ölçüde güven altına alınıyor. Ama Hindistan’a giden karayolları da var.11 Bu yollardan İngilizler daha ayrıcalıklı olarak yararlanmak istiyorlar. Doğu Anadolu ve Kuzey İran ticaretini elinde bulunduran Ermeniler’i korumak ya da kontrol altına almak için özerk bir yönetime kavuşmalarını Osmanlı Devleti’nden ısrarla talep ediyorlar. Özellikle bu yollardan biri olan Karadeniz’den Hazar Denizi’ne ulaşan ticaret yolu çok önemlidir. Rusya’da oturan Ermenilerin Çarlık Rusya Hükümetinin isteği doğrultusunda Kuzey Transit yolunu İngiliz ticaretine kapama olasılığı yüksek görünmektedir. Bu korkuya bir de Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde bulunan Doğu Anadolu Ermenilerinin böyle bir durumda kuzeydeki hemşehrilerini desteklemek için daha güneyden geçen Trabzon-Doğu Beyazıt Transit yolu üzerindeki İngiliz ticaret egemenliğini sarsabilecekleri kuşkusunu eklemek gerekiyor. Tüm bunları göz önüne alan İngiltere hükümeti, Osmanlı İmparatorluğu üzerinde baskılarını yoğunlaştırıyor, Ermeni ihtilalci komitelerini bağımsızlık yönünde destekliyor.12

İngiliz dış politikasının bir diğer yönünü Hindistan’a giden önemli yollardan biri olan İran Körfezi’ni çevreleyen ülkelerin durumu oluşturuyor. Kap-Kahire demiryolu tasarısının doğal uzantısı olarak Kahire-Kalküta demiryolu hattının yapımı ile gerçekleşecek bir Afrika-Asya İmparatorluğu’nun hayalleri düşlerini süslüyor İngilizlerin.13

Artık Osmanlı İmparatorluğu’na dönmek gerekiyor. Tanzimattan Berlin Kongresi’ne kadar niçin İngiltere’nin Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü savunduğunu yukarıda nedenleriyle açıklamaya çalıştık. Ama İngiltere’nin Kıbrıs ve Mısır’ı işgal etmesinden sonra, Osmanlı İmparatorluğu’nu gözden çıkarması Osmanlı Padişahını Mithat Paşa’yı tasfiye etmeye zorluyor. Böylece İngiltere, Tanzimat’tan bu yana Tanzimat paşaları aracılığıyla elinde tutmuş olduğu Osmanlı dış politikasında istediğini yapma olanağını yitiriyor. Abdülhamid, Tanzimat-öncesi Osmanlı dış politikasına geri dönüyor. Denge politikası tekrar ön plana çıkarken, bu kez Osmanlı İmparatorluğu’nu etkisi altına almaya çalışan yeni bir devletin ağırlığı hissediliyor: Almanya. Abdülhamid’in -yetersiz de olsa- yenileşme çabaları İngiltere’nin Kıbrıs ve Mısır gibi ülkelerin işgalinden sonra Mezopotamya’ya da göz dikmesi, Osmanlı Devleti’nin Ermeni komitacılığına karşı baskıcı tutumu, İngiltere’nin rakibi durumuna gelen Almanya’nın Osmanlı İmparatorluğu’ndaki yerini devamlı olarak büyütüyor.14

Bu durumda, İngiliz Başbakanı Lord Salisbury, daha 1896 yılındaki Orta Doğu bunalımı sırasında Çarlık Rusya ile bir ittifak arama çabasına giriyor. 1898 yılının Ocak ayında, yani Port Arthur’un Ruslar tarafından işgalinden hemen sonra, İngiltere Çarlık Rusya ile bir ittifak arama çabasına girişiyor. Bu çerçevede Osmanlı İmparatorluğu’nun iki ülke arasında bölüşümünü öngören bir plan sunuyor. Plan, Büyük Çin Seddi’nin kuzeyindeki Çin sömürgeleriyle, Çin’in Hoang Ho vadisine kadar uzanan kuzey kesimini, Osmanlı İmparatorluğu’nda ise Küçük Asya ve Mezopotamya’nın kuzey kısımlarıyla Boğazları Rus nüfuz bölgesine bırakırken, Çin’de Çang Çe havzası ile Osmanlı İmparatorluğu’nda Mezopotamya’nın güney kısmıyla Mısır ve Arabistan’ı İngiliz nüfuz bölgesine bırakıyor. Ancak bu paylaşım dönemin Rus dış politikasına ters geldiği için reddolunuyor.15

Osmanlı Padişahı Abdülhamid ise Avrupa ülkeleri arasındaki bu güç dengesi politikasını yakından takip ediyor. Kıbrıs ve Mısır’ı ele geçirdikten sonra Mezopotamya topraklarına göz diken İngilizlere karşı Abdülhamid’in Almanya’ya göz kırpmasını büyük İngiliz casusu arkeolog Valery Arminius Vambery, çok eleştiriyor Abdülhamid’in nezdinde. Padişahla çok sıkı ilişki içine giren bu Macar asıllı arkeologun İngiliz casusu olduğunu bilmezlikten gelen Abdülhamid, İngilizler’e bir haber göndermek istediği zaman onu Macaristan’dan çağırıyor, gerekli biçimde ağırlıyor, uzun uzun konuşuyor ve çok büyük bir dostuna anlatırmışçasına isteklerini sıralıyor. O dönemde Abdülhamit, Almanya’nın yardımıyla Çanakkale Boğazı’nı güçlendirmek için, Boğazın her iki yanına, zamanın en güçlü silahı olan Krupp toplarını yerleştiriyor. Ayrıca en dar yerlerine yerleştirdiği mayınlarla Çanakkale Boğazı’nı herhangi bir ülkenin donanması için geçilmesi mümkün olmayan bir kale haline getiriyor. Arminius Vambery ise büyük bir yüzsüzlükle asıl tehlikenin Çarlık Rusya’dan geleceğini, asıl güçlendirilmesi gereken yerin İstanbul Boğazı olduğunu bıkıp usanmadan Abdülhamid’e işlemeye çalışıyor. Hiç şüphesiz İngiltere’den aldığı talimatla Birinci Dünya Savaşı’nda, Çanakkale Muharebeleri sırasında, Abdülhamid kadar İngilizlerin de kendi açılarından ne kadar haklı oldukları ortaya çıkıyor. Sevgili casus Prof. Amirius, İngilizlere karşı bir türlü yumuşamayan Abdülhamid’den ümidi kesince gönderdiği raporlarda artık Jön Türklerin desteklenmesini salık veriyor, İngiliz Hükümeti’ne.

“Padişah’ın inadı, gururu ve intikam hırsı İngiltere ile uzlaşma imkanlarını engellediğinden Londra bugünkü krizi yatıştırmak amacıyla bazı adımlar atacağı yerde Türk İmparatorluğunun dağılmasını ve İngiltere’nin müdahalesinin kendilerini Abdülhamid’in pençesinden kurtaracağına inanan unsurlara yardım etmelidir. İşte bu nedenledir ki ben Genç Türkiye Cemiyeti’nin İngiliz yanlısı üyelerinin dikkatle izlenmesini tavsiye ediyorum. Arabistan’da, Suriye’de, Mısır’da da görülen bu grupları desteklemek, İngiltere’nin Orta Doğu’daki gelecekteki politikasının tohumlarını atmak bakımından önemli ve gereklidir. İngiliz diplomasisi tarafından desteklenen bu grupların artık geciktirilmesi mümkün olmayan Osmanlı egemenliğinin dağılma sürecinin başladığı o kritik anda İngiliz Hükümeti’nin elinde önemli bir koz olacağından şüphem yoktur.” 4 Haziran 189616

XIX. yüzyılın sonlarına doğru gerginleşen İngiltere-Rusya arasındaki ilişkiler, özellikle Uzak-Doğu’da iki önemli olayla büyük ölçüde uzlaşma yoluna giriyor. 1905 yılında Çarlık Rusya’nın Japonya karşısında uğradığı hezimet ve aynı yıl Çarlık Rusya’da patlayan devrim.Yakın-Doğu’da ise İngiliz-Rus rekabeti, Almanya’nın bölgede nüfuzunu artırmasıyla yavaş yavaş sönüyor. Geriye sadece Afganistan sorunu kalıyor.17 Bu anlaşmazlık da Fransa’nın yardımıyla 31 Ağustos 1907 yılında imzalanan İngiliz-Rus Antlaşmasıyla sona eriyor. Antlaşma İran, Afganistan ve Tibet’i kapsıyor. Karşılıklı tavizlerle, İngiltere ile Çarlık Rusya arasında bir dizi tampon devlet ortaya çıkıyor. Çarlık Rusya’nın Dışişleri Bakanı Isvolski’nin tüm çabalarına rağmen Antlaşma’da İstanbul ve Boğazlar sorunu yer almıyor. İngilizler bu konuda şimdiden bağlayıcı bir karar almak istemediklerinden, gelişmeleri beklemeyi tercih ediyorlar.18 Denizlerdeki egemenliği tartışılmaz olan İngiliz İmparatorluğu’na meydan okumak isteyen Almanlar 1905-1912 yılları arasında yeni zırhlı gemilerin yapımına öncelik veriyorlar. İki taraf arasında süren bu silahlanma yarışı İtilâf Devletleri arasındaki çelişkileri geri plana atıyor. Yakın-Doğu’da da İngiliz egemenliğine son vermek isteyen Alman Emperyalizmi Osmanlı Devleti’nden Bağdat Demiryolu imtiyazını elde ediyor. İngiltere’nin, Alman sermayesine sırtını dayayarak kendisine karşı direnmek isteyen Abdülhamid’e KIZIL SULTAN unvanını vererek, İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni desteklemesi bir ölçüde sevgili Prof. Vambery’nin öğütlerine kulak verildiğini gösteriyor. Tüm bunlara karşın Abdülhamid, Alman güvencesiyle Balkanlar’daki Slav ülkelerinde gelişen bağımsızlık hareketlerine, Küçük Asya’da Ermenilere karşı, İmparatorluğu’nun dağılmaması için mücadeleyi amansız bir biçimde sürdürüyor. Alman-İngiliz rekabetinin yavaş yavaş doruğa erişmesi karşısında Alman Genelkurmay’ı İngiltere’yi, en hassas noktası Hindistan’dan vurmak için iki yönlü bir plan hazırlıyor.

Bunun için, Osmanlı İmparatorluğu’nun iç dinamikleri bu kez Alman dış politikasının yararlanmasına açılıyor. O dönemde Osmanlı İmparatorluğu’nda iki önemli akım var:

a- Panislamizm: Abdülhamid tarafından Osmanlı İmparatorluğu’nu ayakta tutabilmek için teşvik ediliyor. Dağılma tehlikesi ile karşı karşıya gelen Osmanlı Devleti’nin yaşam sürecini uzatabilmek için İslam Dini etrafında toplanma, bu ideolojinin temelini teşkil ediyor. Ayrıca İngiliz sömürgelerindeki halkların çoğunun müslüman oluşu, İngiltere’ye karşı bir koz olarak kullanma olanağı veriyor Abdülhamid’e.

b- Pantürkizm: Osmanlı İmparatorluğu’nu oluşturan çeşitli halkların gelişen burjuvazileri tarafından ekonomik temellere dayanarak atılan milliyetçilik sloganları ile bütünleşen kitleler, emperyalist ülkelerin desteğiyle verdikleri bağımsızlık mücadeleleri sonucunda, İmparatorluktan bir bir ayrılıyorlar. Bunlara karşıt olarak İmparatorluğu ayakta tutabilmek için tüm Osmanlı tarihinde ikinci sınıf vatandaş sayılmış olan Türklere dayanarak, dünyadaki Türklerin birleşmesini esas alan ideolojiler türetiliyor. Özellikle Çarlık Rusya’dan gelen Türk aydınlarının başlattığı bu ideolojiyi, Selanik ve Rumeli’nin kaybından sonra İttihat ve Terakki’nin içindeki aydınların çoğunluğu benimsiyor. Rum ve Ermeniler’in, Osmanlı İmparatorluğu’nda İngilizlerin işbirlikçisi olarak faaliyet göstermelerine karşı Alman yanlısı Selanik dönmeleriyle Yahudiler ve ileride İttihat ve Terakki sayesinde zenginleşen Türkler’in19 ülke içinde güç kazanması Türkçülük kavramına yeni boyutlar getiriyor. Böylece Osmanlı ülkesinde gelişen akımlar, Almanya için bulunmaz fırsatlar yaratıyor. “7B” (Berlin-Basra) olarak adlandırılan Bağdat demiryollarının yapılmasının asıl amacı olan Ortadoğu’ya yani petrol bölgesine inerek nüfuzunu buralara yerleştirmek, Alman hükümetine yetmiyor.

Almanya’nın büyük hedefi ise, İngiltere’nin göz bebeği Hindistan’ı vurmak. Bu nedenle Alman Genelkurmayı’nca hazırlanan plan bu iki ideolojik akımdan büyük ölçüde yararlanıyor. Planın iki yönü oldukça ilginç:

a- Kafkaslar’dan hareketle Hazar gölünün kuzeyinden, Afganistan yolu ile Hindistan’a inmek;

b- Filistin yoluyla, Arabistan’ı içine alarak, Süveyş Kanalı’nı ele geçirerek, Mısır’a inmek ve Hindistan yolunu kesmek.

Birinci planın yürütülmesi Pan-Türkizm’e, ikincisinin ise Pan-İslamizm’e dayanıyor.20 Birinci Dünya Savaşına kadar Almanlar bu planların gerçekleşmesi için İttihat ve Terakki üzerinde ideolojik propagandalar yürütüyorlar. Kadrolarda çok geniş yankılar uyandıran bu planların askeri açıdan uygulanması Birinci Dünya Savaşı’nda gerçekleşiyor. Sonuç: Sarıkamış ve Kanal bozgunları ve yüz binlerce ölü. Osmanlı İmparatorluğu ile Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Almanya’nın etkisi altına girmesiyle, Berlin Hükümeti’nin Balkan Yarımadasındaki egemenlik mücadelesi şiddetleniyor. Diğer yönden Almanya’nın Ortadoğu kaynaklarını ele geçirmek için Osmanlı İmparatorluğu’nda harcadığı çabaların yoğunlaşması karşısında, İngiltere’nin Hindistan’la arasındaki bağların zayıflamasına izin vermesi mümkün değildir. Çarlık Rusya açısından da durum pek farklı görülmüyor: Balkanlardaki Alman nüfuzunun artması, Karadeniz kıyılarından Kafkas sınırına kadar tüm Güney Rusya’nın güvenliğini tehlikeye düşürebilirdi. Ayrıca Slavların korunmasını üstlenmiş olan Çarlık Rusya’nın bu rolü bırakmaya niyeti de yoktu. Son olarak da Rusya, Almanların Boğazlara yerleşmesine, İstanbul’dan -hatta doğrudan doğruya Berlin’den- Ermeniler’in bulunduğu yaylalara silah ve asker taşımaya yarayacak bir demiryolu hattının yapılmasına da müsaade edemezdi. Menfaatleri birleşince, iki amansız düşman, Almanya’nın Yakın-Doğu’ya sızmasını önlemek için el ele vermek zorunda kaldılar.21 İngiltere kralı Edward VII ile Rus Çarı Nikola II, 1908 yılının Haziranında Reval’de buluşuyorlar. Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşılmasının karar verildiği bu toplantı sonunda yayınlanan ortak bildiride, tüm uluslararası sorunlar üzerinde tam bir anlaşmaya varıldığı açıklanıyor. Konferans sırasında İngilizler 7-8 sene içinde gittikçe güçlenen Alman donanmasının Avrupa’da güç dengesini bozacağını ve bu nedenle güçlü bir Rusya’nın varlığının gerekli olduğunu belirtiyorlar.

Bu sırada çok önemli bir olay, Avrupa’da yankılar yaratıyor. Padişah 24 Temmuz 1908 günü Anayasa’yı kabul etmek zorunda kalıyor. Sadrazamlığa İngiliz dostu olarak tanınan Kâmil Paşa atanıyor. Bu durum İngiltere için tam bir zafer oluyor. Avrupa’da Abdülhamid’in iktidarı kaybetmesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun Alman nüfuzundan çıkıp İngiliz nüfuz alanına girmesi olarak kabul ediliyor. Nitekim İngiltere, eski dostu Kâmil Paşa’nın iktidara gelmesiyle yeni dostu Çarlık Hükümeti’ne, Osmanlı Devleti ile olan ilişkilerini bozmamak için, artık Boğazlar konusunda eskisi gibi taviz vermek niyetinde olmadığını sezdiriyor.22

İttihat ve Terakki

İttihat ve Terakki Selanik’de gelişiyor. Selanik, Osmanlı ülkesinin Avrupa’ya açılan en önemli kapılarından biri. Büyük bir ticaret limanı olan Selanik’de çeşitli düşünce ve politik akımların kaynaştığını görmek mümkün. Yabancı konsoloslukların kapitülasyonlar sayesinde elde ettiği olanaklar bunda bir etken. Selanik’de güçlü bir ticaret burjuvazisi yetişiyor. Çoğunluğunu Selanik dönmelerinin teşkil ettiği bu işbirlikçi burjuvazi kültür seviyesi, dil bilmesi açısından kolaylıkla Osmanlı İmparatorluğu ile ticaret yapan yabancı tüccarlarla ilişki kurabiliyor. Batı kültürü ile yakın ilişkilerin kurulması nedeniyle Selanik’de önemli bir uluslararası örgütlenme merkezi de bulunuyor: Mason Locaları. Mason Locaları’nın başında Selanik’in en meşhur avukatı E. Karasu var. Karasu Abdülhamid’e Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulması için rüşvet teklif eden kişidir. Aynı zamanda ileride, Abdülhamid’in tahttan indirilmesi sırasında Meclis’in tebliğini sunan Türk olmayan dört kişiden biri. E. Karasu, Talat Paşa’yı Mason Locaları’nda örgütlenmeye teşvik ediyor, bunun mükafatını da ileride İttihat ve Terakki’nin önde gelen milletvekillerinden biri olarak siyaset sahnesine çıkmakla görüyor. Mason Locaları’nda çoğu Selanik iş çevrelerini temsil eden Selanik dönmeleri ve yahudiler hâkim. Hemen hemen hepsi Avusturya-Macaristan ve Almanya ile ticari ilişkiler içinde. Bunların çoğu İttihat ve Terâkki’ye katılıyorlar. İhtilal başarı kazandığı taktirde İngiltere ve Fransa ile uluslararası ticareti elinde bulunduran, devlet müteahhitliğini tekeli altına alan Rum ve Ermeni tüccarlarının gücünü kırıp yerlerini almayı tasarlıyorlar. Bu nedenle “milli” iktisattan yana bir tutum izler görünüyorlar. İttihat ve Terakki’ye girenler, sadece Selanik tüccarları değil, Rumeli’de büyük çiftlik sahibi olanlardan bir kısmı da (Serez Beyleri) partide yer alıyor. Bulgar, Sırp ve Yunan çetelerinin devamlı tahribatı, Rumeli Türk Beylerinin gelirlerine büyük zarar verdiğinden, bunlar, hükümet değişikliğiyle ekonomik durumlarının değişeceğini umuyorlar.23 Bir çok İttihatçı lider, bu arada Mason localarına giriyorlar. Hem devletin takibinden kurtulmak, hem de ideolojik ve ekonomik olarak kendilerine destek bulabilmek için. Böylece Mason dernekleri aracılığıyla, İttihat ve Terakki’nin ileri gelenleri ile Selanik burjuvazisi arasında ilişkiler toplumsal temeline oturuyor ve hareket yalnızca bir subay ve aydın hareketi olmaktan kurtuluyor. Çünkü İttihat ve Terakki’nin nüvesi ilk önceleri, aylıklarıyla geçinemeyen küçük taşra memurlarıyla, Makedonya’da eşkıya kovalamakla görevli küçük rütbeli subaylardan oluşuyordu.

İttihat ve Terakki’nin Selanik kanadı Alman etkisi altında gelişirken, Manastır kanadı İngilizlerin etkisi altında kalıyor. İngilizler İttihat ve Terakki’yi kontrol altına almak, Abdülhamid’i devirip, Osmanlı ülkesini Alman nüfuzundan kurtarmak için çabalarını yoğunlaştırırken, ileride, İttihat ve Terakki içinde geçecek kavgaların ilk tohumlarını da atmış oluyorlar.24

İttihat ve Terakki’nin Alman kanadının bel kemiğini teşkil eden Yahudi ve Selanik dönmelerine, Türklerin de katıldığı görülüyor. Rum ve Ermeni tehcirlerinden sonra kalan mallarla zenginleşen bu yeni işbirlikçi ticaret burjuvazisi tarihe “milli” olarak çıkıyor ya da çıkartılıyor. Tüm Türkiye solu resmi tarihin bu yanılgısını günümüze kadar paylaşıyor.

İttihat ve Terakki ancak ordunun koruyucu gölgesi altında var olabiliyor. Gücünü ordudan alıyor. Meşrutiyetçi akım, Makedonya’da III. ordunun, Edirne’de II. ordunun genç mektepli subayları arasında dal budak salıncaya kadar, İttihat ve Terakki uzunca bir süre, Avrupa’daki bir avuç aydının kişisel hareketi olarak kalıyor. Kuran’ı Kerim ve kılıç üzerine edilen yeminlerle üye kabul eden İttihat ve Terakki’nin kimi örgütsel özelliklerine de değinmek faydalı olacak. Örneğin, tüzüğe göre parti fedailerinin yaşamlarını kaybetmeleri durumunda ailelerinin bakımı, evlatlarının tahsil masrafları parti tarafından üstleniliyor. Parti militanlarının mücadeleciliği örgütsel mekanizmalarla besleniyor. İdeolojik yapıları, Fransız İhtilali’nden esinlenen, burjuva ideolojisinin kötü bir kopyasından ileri gidemiyor. Parti üyelerinde anayasa rejimi ile her şeyin düzeleceği fikri sabit hale gelmiş durumda. (Tanzimat’dan 27 Mayıs’a kadar aydın geçinenlerin ideolojik yapılarını etkileyerek, onları anayasaların her şeye çare olduğuna inandıranlar kimler acaba?) İttihat ve Terakki üyelerinin büyük çoğunluğu özellikle Arnavutluk’da, Manastır’da Drag ve Kosovo’daki liderlerinin büyük bir kısmı koyu İngiliz taraftarı ve Alman aleyhtarı. Hatta Basri Bey’in yazdığına göre;

“Buralarda gizli komiteye giriş yemini şöyle: Mithat Paşa Anayasasını getirmek ve Türkiye’yi Almanya’nın pençesinden kurtarmak.”

İnönü ise hatıralarında;

“Meşrutiyet ilân edildiği zaman sempatimiz daha çok Fransa ve İngiltere’ye karşı idi… Almanya’ya gelince, biz Almanya’yı ilk zamanlar istibdadın yardımcısı olarak görüyorduk.” diyor.25 Başka bir deyişle, İ.İnönü, İttihat ve Terakki’nin İngilizci kanadından olduğunu söylemek istiyor.

İttihat ve Terakki içinde İngiliz ve Alman kanatlarının mücadelesi zaman zaman çok sert geçiyor. İttihat ve Terakki’de Alman kanadının zaferi, Hürriyet ve İtilâf Partisi’nin doğmasına neden oluyor. İngiliz taraftarlarının kurduğu bu parti, daha sonraları, eski rejimin nimetlerinden yararlananları da bünyesinde topluyor. Bunlar, Abdülhamid’in nimetlendirdiği aşiret reisleri, şeyhler vs ile birlikte Hürriyet ve İtilâf Partisi’nin desteğini oluşturuyor.26 İttihat ve Terakki artık ordudan aldığı güçle Abdülhamid’e kafa tutabileceğini hesaplarken, önünde çok büyük bir engel bulunmakta: Batı’nın büyük devletleri. Onların izni olmadan iktidara geçmesini olanaksız olduğunu çok iyi biliyor. Bunu konsolosları aracılığıyla Avrupa devletlerine sunduğu bir yazı çok iyi gösteriyor:

“… Ama Avrupa bize ve dolayısıyla insanlığa bir yardımda bulunmak istiyorsa bize en önce yarayacak hizmet: Bir yönden Makedonya’daki her çeşit teşebbüslerden vazgeçmek, diğer yönden de Abdülhamid’in baskı idaresine bir an önce son vermesi için İstanbul üzerinde gerekli girişimleri yaparak, Makedonya’daki her çeşit kötülüklerin önlenmesini sağlamak için Sofya, Atina ve Belgrad hükümetleri üzerinde etkisini göstermektir.”27

İttihat ve Terakki, büyük devletlere “Makedonya’ya karışma ama Abdülhamid’e karış” diyor. Bu deyiş ise Mayıs 1908 tarihini taşıyor. Reval’den önce.28 Tarihi bir tesadüf mü? Seksen yıl sonra Türkiye solunda kimileri, bu kez Avrupa Parlamentosu’na, şöyle çağrıda bulunuyorlar: “İktidarın sol üzerine baskılarına karış, ama ülke üzerindeki sömürüye karışma.” Neredeyse üç çeyrek asır geçiyor, ama bazı saplantılar açısından pek fazla bir şey değişmiyor!…

İttihat ve Terakki, iktidardan önce emperyalist ülkelerden yardım istiyor, Abdülhamid’i devirmek için. Yardım geliyor ama karşılığı da emekçi halka oldukça pahalıya mal oluyor. Örneklemede yarar var. 1909 yılında, İttihat ve Terakki iktidarda iken, yabancı sermayeye teminat vermek zorunda kaldığı için, 25 Eylül 1324 tarihinde Tatil-i Eşgal Muvakkatı’nı tanzim ve ilan ediyor. Yayılan grev dalgasının önü alınıyor. Hukuki bir belgeye dayanmak için çıkarttığı bu kanunla birlikte, hükümet işçilerin üzerine polis ve asker gönderiyor, grevleri zorla bastırıyor.29

Abdülhamid devrildikten sonra, anayasanın uygulamaya konması, Hıristiyanlar, özellikle Rumlar arasında çok büyük ümitler doğuruyor. İon Dragounis’e göre Rumlar’da, İmparatorluğu “birlikte yönetmek” düşleri uyanıyor. İngiltere, bu arada, bir yandan Çarlık Rusya’yı frenlerken, bir yandan da Dışişleri Bakanı Sir Edward Grey vasıtasıyla İstanbul Büyükelçisine bazı tavsiyelerde bulunuyor:

“Jön Türkler’i teşvik için elinizden geleni yapınız ve dilekler ileri sürerek onlara güçlük çıkartmaktan çekininiz.”30

1908’den sonra Osmanlı İmparatorluğu’nda kurulan yeni rejime ilk darbe Almanya’nın müttefiki Avusturya-Macaristan’dan geliyor: Bosna-Hersek ilhak ediliyor. Avusturya’nın cesaretlendirdiği Bulgaristan ise bağımsızlığını ilân ederek Osmanlı Devleti’ne ikinci darbeyi vuruyor. Bu duruma çok kızan İngiliz Dışişleri Bakanı Grey Viyana’ya bir nota gönderiyor:

“Son olaydan özellikle zarar görmüş olan Osmanlı Devleti başta olmak üzere diğer devletlerle önceden anlaşmaya varmadan Berlin Antlaşması hükümlerinin çiğnenmesi ya da değişikliğe tek taraflı olarak uğratılması, Majesteleri Hükümeti tarafından asla kabul edilemez.”

Ama bu sert notadan öte fazla bir şey yapamıyor İngiltere. Durumdan faydalanan ise Almanya oluyor. Osmanlı Devleti’ne verilen bu gözdağı, artık İngiltere’nin dünya üzerindeki hâkimiyetinin bittiğini, ancak Almanlarla dostluk ilişkileri korunduğu sürece uluslararası antlaşmaların yürürlükten kalabileceğini gösteriyor.31 Osmanlı İmparatorluğu’nda ise bu olay halk arasında bir galeyana yol açıyor, Avusturya mallarına boykot başlıyor. Avusturya’dan getirilen fesleri atıp beyaz keçe külah giyme modası başlıyor. Selanikli tüccarlar, fes fabrikası kurmak için harekete geçiyorlar. Meşrutiyet döneminin iktisat otoritesi Cavit Bey, bir makale yazarak, bu Selanikli tüccarlara fes imalinde tekel tanınmasını istiyor.32

31 Mart Olayı

Avrupalı ülkeler arasında Osmanlı İmparatorluğu’ndaki çıkar çelişkileri iktidar kavgasında da kendini gösteriyor. İttihat ve Terakki içinde, İngilizci Manastır Kâmil Paşa’yı destekliyor, Almancı Selanik ise onu düşürmeye çalışıyor. Manastır’a dayanarak Selanik’e kafa tutabilen Kâmil Paşa, deniz kuvvetlerinin reorganizasyonunu İngilizlere veriyor. Jandarma eğitimini İngiliz-Fransız subaylarına, kara ordusunu ise Fransızlara vermek için çaba gösteriyor. Selanik kabine değişikliği yapılmasını, Mahmut Nedim Paşa ile Talat Paşa’nın kabinede yer almasını talep ediyor; Kâmil Paşa reddediyor. Berlin ateşemiliteri Enver, Berlin-Selanik ve İstanbul arasında mekik dokuyarak, Selanik’in tertipleyeceği düzmece bir karşı-devrim hareketini bahane ederek bir darbe hazırlıyor. Enver Paşa bu darbe için, yeni rejimin güvenliğini sağlamak amacıyla Makedonya’dan getirilen üç avcı taburunun kullanılmasını planlıyor. Berlin planına göre, İstanbul’a Almanlara en yakın Osmanlı paşası Mahmut Şevket’in kumandanlığında büyük bir Rumeli ordusunun gelmesini sağlamak üzere bir cins “ufak bir karşı devrim” düzenleniyor. Bu kuvvetle İstanbul’da bir diktatörlüğün kurulması ve Selanik’teki İttihat ve Terakki liderlerinin Osmanlı İmparatorluğu’nda tek hâkim olması amacı güdülüyor.

Ne var ki, tehlikeyi sezen Sadrazam Kâmil Paşa avcı taburlarını başkentten çıkarmak istiyor. Avcı taburlarının başkentten ayrılacağı gün, Talat Paşa ve arkadaşları bir buhran yaratıyorlar. Kabinedeki içişleri Bakanı Hüseyin Hilmi Paşa, Talat’ın sadrazamlık vaadi üzerine kıyametler koparıyor. Meclis karışıyor. Selanik’den bazı subaylar, tabancalarıyla Meclis koridorlarında milletvekillerini sindirme çabalarına giriyorlar. Meclis Başkanı Ahmet Rıza, Abdülhamid’e giderek, İttihat ve Terakki’nin Hüseyin Hilmi Paşa’nın sadrazamlığını istediğini bildiriyor. Padişah bu oldu bittiyi kabulleniyor.33 Böylece Hilmi Paşa Kabinesi kuruluyor. Hükümet, bütün elçiliklere şimdiye kadar sürdürülen dış politikanın değişmeyeceğini ya da başka bir deyimle İngiliz dostluğunun devam edeceğinden kimsenin şüphesi olmaması gerektiğini vurguluyor. Tüm bunların İngilizleri tatmin etmeyeceğini bildiğinden, İttihat ve Terakki adına Mehmet Arslan Bey de İngiliz Büyükelçiliğine giderek İngiliz dostluğunun bâki kalacağını açıklıyor. Ayrıca İttihat ve Terakki, Times ve Daily Telegraph gazetelerine İngiliz yanlısı olduğunu açıklayan telgraflar çekiyor. Tüm bunlara rağmen İngilizlerin Osmanlı Hükümeti’ne ve özellikle İttihat ve Terakki’ye karşı tavırlarında şüphecilik ağır basmaya başlıyor. 17 Şubat günü Hilmi Paşa Kabinesinin programı Meclis’te okunuyor ve güven oyu alıyor.34

Hilmi Paşa Kabinesi, Selanik’in istediği biçimde kurulmuş değil. Ama bir geçiş hükümeti olduğu belli. Her şeye rağmen Kâmil Paşa’nın sadaretten düşürülmesi, Almanya ve Avusturya-Macaristan’la gittikçe gelişen ticari ilişkileriyle güç kazanan yeni işbirlikçi burjuvazi için önemli bir zafer ve iktidara yürüyen ilk adım oluyor. Bunun somut göstergeleri var. Örneğin, 26 Şubat 1909 tarihinde Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Almanya’nın desteği ile Osmanlı Devleti ile bir anlaşma imzalayarak büyük bir başarı kazanıyor. Söz konusu anlaşma gereğince, Osmanlı Devleti Bosna-Hersek üzerindeki egemenlik hakkından 2.5 milyon sterlin karşılığında vazgeçiyor. Zaten uzun süredir sadece gösterişte kalmış olan bu egemenliğe karşılık, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu da Berlin Antlaşması’na göre işgal ettiği Yenipazar Sancağı’ndan vazgeçiyor. Osmanlı gümrük tarifelerinin yükseltilmesini ve kapitülasyon rejiminin ilgasını kabul ediyor. Ancak bu iki ödüne diğer ilgili devletlerin onayı ile yürürlüğe girme kaydı konuyor.35

Osmanlı İmparatorluğu’nda Almanya’nın etkisi yavaş yavaş hissedilmeye başlıyor. Tam bu sırada 11 Aralık 1908’de Volkan gazetesi yayın hayatına giriyor. Gazetenin sahibi ve başyazarı Derviş Vahdetî. Gerek resmi tarih, gerekse Türkiye solu onu bir gerici ve dinci bir yazar olarak damgalıyor. Ama aslında gazete oldukça modern görüşlere sahip nitelikte yazılarla donatılmış olarak piyasaya sürülüyor. Özellikle Prens Sabahattin’in taraftarı olarak, başta Ahmet Rıza olmak üzere İttihat ve Terakki’nin Almanya’yı tutan sivil ileri gelenlerinin şiddetle aleyhinde bulunuyor. Buna karşılık Prens Sabahattin’in fikirlerinin yaygınlaşması için çok büyük çabalar gösteriyor. Bu düşünce çerçevesinde Kâmil Paşa’nın tekrar iktidara gelmesi için elinden gelen tüm propagandayı yapıyor. Derviş’e göre güdülecek en isabetli siyaset İngiliz siyaseti. Kıbrıs’ta İngilizlerin ademi merkeziyetçiliğinin bu ülkeyi küçük bir İsviçre yaptığını hatırlatıyor, Derviş Vahdetî.

Kıbrıslı Derviş Osmanlı ülkesinin de böyle bir ülke olmasının, ancak İngiliz siyasetini tatbik etmekle mümkün olacağını ileri sürüyor. Ama arkasından islami görüşler konusunda çok titiz davranılmasını söyleyerek şunları ekliyor: İngiltere ve Çarlık Rusya’nın müslüman tebasını asla hükümetleri aleyhine kışkırtmayacak bir politika yürütülmelidir. 36

Osmanlı İmparatorluğu’nda İngiliz-Alman çatışması doruğa erişiyor. Ölüm kalım savaşı veriliyor. Böyle bir ortamda 31 Mart olayını, bu çatışmanın dolaylı bir sonucu olarak görmek mümkün. Önceden planlanan -karşı devrim- beklenmedik biçimde gelişiyor. Harekâtın asıl hedefi olan Abdülhamid’i tahttan indirerek İttihat ve Terakki iktidarını perçinlemek birden bire yön değiştiriyor. Olaylar, İttihat ve Terakki’yi İstanbul’dan silkip atmak, Kâmil Paşa’nın sadaretini, Nazım Paşa’nın Harbiye Bakanlığı’nı sağlamak, kısacası İngiliz taraftarlarını iktidara getirmek yönünde gelişiyor. Böylece 31 Mart, İttihat ve Terakki içindeki iki kanat arasındaki çelişkilerin su yüzüne çıkmasına neden oluyor. Artık iki taraf da kozlarını paylaşmak istiyor. Kontrolden çıkan ya da çıkartılan “karşı devrim” katiyen anayasa rejiminin kaldırılmasını istemiyor.

Önce 31 Mart olayında İngiltere ve Almanya’nın tutumlarına göz atmak gerekiyor. İngiliz Intelligence Service’in 31 Mart günü ayaklananlar arasında kışkırtıcılık yaptığı ileri sürülüyor. Örneğin Yüzbaşı Bettelheim’ın o gün Ayasofya civarında şüpheli bir biçimde dolaştığı tespit ediliyor. Nitekim yakalanan âsi askerlerin üzerinden anormal miktarda paraların çıkmış olduğu iddiaları bu varsayımı kuvvetlendiriyor.37 İngiliz basını ve İngiliz Büyükelçiliği de ayaklanmayı resmen destekliyorlar. İngiliz elçisi, kendisine bağlı konsolosluklara bir genelge göndererek, olayın “yanlış” anlaşılmaması için çalışıyor. Bir yandan da ayaklanma süresince elçi ile Dışişleri Bakanı Rıfat Paşa çok yakın ilişkilerde bulunuyorlar. Hem Paşa, hem İsmail Kemal38 için elçilik, sanki teklifsizce akıl danışılacak, yardım istenecek bir komşu kapısı durumuna geliyor. Elçinin konsoloslara yolladığı genelge, İsmail Kemal’in isteği üzerine hazırlanıyor. Yine İsmail Kemal, Harekât Ordusu’nun İstanbul’a girmesini önlemek üzere İngiltere’nin duruma müdahalesini istediğinde Elçi Lowther bu öneriyi olumlu karşılayarak, Selanik konsolosuna gerekli direktifi gönderiyor. Alman Büyükelçisi’nin bir raporuna göre, Selanik’teki İngiliz konsolosu Lamb, Mahmut Şevket Paşa’yı iki kez ziyaret ediyor. Birincisinde dostça, ikincisinde resmen. İkinci konuşmada, İngiliz konsolosu açıkça İstanbul üzerine yürümenin, Osmanlı Devleti’nin parçalanması anlamına geleceğini uyarı ya da tehdit biçiminde söylüyor.39

Almanlara gelince: 31 Mart ayaklanması çıkınca, Goltz Paşa, Alman basınında çıkan yazılarıyla, başta Mahmut Şevket olmak üzere eski öğrenci ve arkadaşlarına yazdığı mektuplarla duruma çok yakın bir ilgi gösteriyor. 18 Nisan’da Neu Freie Press gazetesinde çıkan ve Goltz’un hazırladığı söylenilen bir incelemede, Rumeli’den İstanbul’a ulaştırma olanakları göz önüne alınırsa, 16 Nisan’da başlayacak harekâtın 21 Nisan’a kadar İstanbul önlerine 15.000 askeri yığabileceği tahmininde bulunuluyor. İnceleme, Edirne’deki ordunun tutumunun önemli olacağını ve İstanbul üzerine yüründüğü zaman, yabancı devletlerin müdahalesine yol açmamak için mutlaka sokak çarpışmalarından kaçınmak gerektiğini de ileri sürüyor. Goltz Paşa, Die Woch dergisinde 24 Nisan 1909’da çıkan bir mektubunda ise Mahmut Şevket Paşa’nın başarı gösterebilmesi için hızlı ve sert biçimde bir saldırı yapması gerektiği yönünde tavsiyede bulunuyor. Ramsey’e göre Harekât Ordusu’nun masraflarını Almanlar ya da Almanlarla Avusturyalılar birlikte yükleniyorlar. Para sıkıntısı içinde bulunan ve demiryolları kendine ait olmayan Osmanlı Devleti’nde binlerce askeri Rumeli’den İstanbul’a getirmenin birçok güçlüklerle karşılaşması doğaldır. Bu yardımın yapıldığını kabul etmek gerekiyor.40 Bu sırada Abdülhamid olayları yakından takip ediyor. Tecrübeli Padişah, çatışmanın özünü anlıyor ve tarafsız kalıyor. 31 Mart günü, Birinci Ordu Kumandanı Mahmut Muhtar Paşa, Sadrazam’a,

“Mitralyözlerim yeterli. Asileri temizleyeceğim. Kaybedecek bir dakika yok. Bana emir ver.” diyor. Sadrazam Hilmi Paşa, on saat tereddüt ediyor ve sonunda “hayır” diyor. Sadrazam’ın “karşı devrim”den haberli olduğu biliniyor. Ama olayların aldığı biçimden habersiz olması nedeniyle, asilerin ezilmesine karşı çıkması, İttihat ve Terakki’nin aniden İstanbul’dan silinmesine yol açıyor.41 31 Mart’ın ilginç bir yanı var. Olaylar, Abdülhamid’in güçlenmesine yarıyor. Ama Abdülhamid, Mahmut Şevket Paşa’nın derme çatma ordusunu durdurması mümkünken, bunu yapmıyor. Tıpkı 1908’de olduğu gibi. Telgraflarla bir iki bölüğün dağa çıkmasıyla, bir iki kişinin öldürülmesiyle, mücadele olanakları tükenmeden, hangi ülkede görülmüş bir Padişah’ın tahtına ortak olarak yeni bir gücü kabul etmesi? Resmi tarih bunun üzerinde durmuyor. Abdülhamit’in devrilmesinden sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun aniden dağılışını İttihat ve Terakki’nin kötü idaresine bağlıyor. Şeriatçı çevreler de bu varsayımı kabul ederek Abdülhamid’i göklere çıkarıyor. Oysa asıl sorun başka yerde. Abdülhamid, seneler boyunca, Avrupa ülkeleri arasında sürdürdüğü denge politikasının artık sona erdiğini görüyor. Ya da başka bir deyişle Osmanlı İmparatorluğu’nun ömrünün bittiğini anlıyor. İktidarı bu nedenle çok rahat bırakıyor, mücadele etmeden. İkinci defa eline fırsat geçtiği halde iktidarı gene almak istemiyor. Harekât Ordusu’na karşı, Nazım Paşa’nın direnme teklifini de reddediyor.

Harekât Ordusunun başındaki Mahmut Şevket Paşa koyu Alman yanlısı. Vonder Goltz Paşa’nın yanında çalışırken onun tavsiyesiyle, Almanya’dan satın alınmakta olan silahları teslim alan komisyonun üyesi, daha sonra da başkanı olarak Almanya’da 9-10 yıl kalıyor. Almanların çok güvendiği Mahmut Şevket Paşa aynı zamanda İttihat ve Terakki’nin askeri kanadının çok tuttuğu bir kişidir. Mahmut Şevket Paşa’nın Harekât Ordusu’nun başında İstanbul’a girmesiyle isyan bastırıldıktan sonra kurulan Harp Divanı, asileri cezalandırırken, asıl sorumluların bulunması için hiç çaba gösterilmiyor. Konuyu aydınlatmaktan bilerek kaçınılıyor. İsyanı çıkartanların ucu İttihat ve Terakki’ye kadar uzanacağından, olayın tarihin karanlıklarında kalması yeğleniyor. Hatta tutuklanan Prens Sabahattin özür dilenerek bırakılıyor. Mahmut Şevket Paşa ile Almanlar, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki etki alanlarını genişletmeye başlıyorlar. Bunun en önemli göstergelerinden biri de Von der Goltz Paşa’nın kara ordusunun modernizasyonu için yeniden gelişi oluyor. Ziyaret, 31 Mart’tan sonraki günlere rastlıyor. Bu tarihten Birinci Dünya Savaşı’na kadar, ordunun modernizasyonu çerçevesinde, komuta kademelerinde yapılan gençleştirme ve alaylı subayların tasfiyesi, orduyu tamamen İttihat ve Terakki’nin emrine sokuyor. Ya da başka bir deyimle ordu ile iktidar özdeşleşiyor.42 Bundan sonra artık ordu fiilen siyasetin içinden hiç çıkmıyor. Yeni Kabineyi Roma Elçisi İbrahim Hakkı Bey kuruyor. Talat Bey İçişlerinde, Cavit Bey Maliye’de yerlerini koruyorlar. Harbiye Bakanlığı’na ise Mahmut Şevket Paşa getiriliyor. Osmanlı Hükümeti bozulan mali durumunu düzeltmek için Fransa’dan borç istiyor. Fransa ise Fransız bankalarının akde razı olduğu istikrazın tahvillerini borsaya kabulü için Osmanlı Devleti’nden altından kalkamayacağı istekler ileri sürüyor:

a- Osmanlı maliyesinin bütün hesaplarını Fransa kontrol edecek.

b- Maliyenin İslahı için Fransız uzmanların ileri sürdüğü tedbirler alınacak.

c- Borca karşılık alınan para ile gerekli siparişler Fransa’ya verilecek.

d- Osmanlı Devleti, Tunus ve Cezayir’in Fransa’ya katılışını resmen tasdik edecek.

Osmanlı Devletinin bu şartları kabul etmesi mümkün değil. O zaman aranan borç Almanya’dan bulunuyor. Karşılık olarak, İstanbul gümrükleri gösteriliyor. Faiz nispetinin %4, ihraç fiyatının %81.5 olarak saptanmasıyla 7 milyon borçlanılmış oluyor ama hazineye ancak 5.7 milyon giriyor. Artık her yönüyle Almanya’nın borusu Osmanlı İmparatorluğu’nda ötmeye başlıyor.43 Bu arada emperyalist ülkeler arasında yeni ittifaklar ortaya çıkıyor. 19 Ağustos 1911 günü imzalanan Alman-Rus Antlaşmasına göre, Almanya İran’daki Rus etki alanına karışmamayı kabul ederken, Çarlık Rusya da, Bağdat demiryolu’nun yapımına engel olmamayı taahüd ediyor. Bu karşılıklı anlaşmanın sonucunda Almanya Bağdat demiryolu hattının Osmanlı-İran sınırına kadar uzanan kolunu bitirir bitirmez, Çarlık Rusya Hükümeti, bu kolun bitim noktasından Tahran’a kadar uzanan bir demiryolu hattının yapımı için İran Hükümetinden imtiyaz isteme olanağına kavuşuyor.44

26 Eylül günü İtalya Osmanlı Devleti’ne bir ültimatom vererek, Trablusgarp’ı ve Bingazi’yi iltihak etmeye karar verdiğini bildiriyor. Bu durumda toplanan hükümet, Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa’nın Almanya Büyükelçisiyle görüşerek Kayzer’in tavassutunun istenmesine karar veriyor. Ama İtalya’yı İtilâf Devletleri’ne katmak amacında olan Almanya’dan İtalya’ya çoktan gerekli izin çıkmıştır bile. Savaş ilanından sonra, Trablusgarp’daki kuvvetlerin başka yere nakli konusunda suçlanan Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa istifa ediyor, yerini Said Halim Paşa’ya bırakıyor. 12 Ekim 1911 günü Rus Büyükelçisi, Osmanlı sadrazamı Said Halim Paşa’ya bir Osmanlı-Rus Antlaşması tasarısı sunuyor. Bu tasarıda Çarlık Rusya Hükümeti, 1900 Rus-Osmanlı Antlaşmasıyla yasaklanmış olan bölgede demiryolu yapımına karşı çıkmayacağını, buna karşılık İstanbul ve Çanakkale Boğazları’nda yürürlükte olan rejimin korunup sürdürülmesi için Osmanlı Hükümeti’ne etkili biçimde yardımda bulunmayı ve bu yardımı, diğer ülkelerin tehdidi altında kaldığı an Boğazlar’ı çevreleyen topraklar için de geçerli kılmayı taahhüt ediyor. Ayrıca kapitülasyonların lağvı ve Balkan Devletleri ile Osmanlı Devleti arasında iyi komşuluk ilişkileri kurulması için de çaba göstermeyi kabul ediyor, Çarlık Rusya. Bu olumlu teklifleri, Osmanlı Devleti Almanya ile olan ilişkileri nedeniyle red etmek zorunda kalıyor.45 Bunun üzerine Çarlık Rusya ile İngiltere’nin ağır baskılarıyla gerçekleşen Balkan İttifakı doğuyor. Bir İngiliz ajanı olduğu sanılan Times muhabiri Bourchier’nin aracılığıyla 1912 yılı baharında Yunanistan ile Bulgaristan bir antlaşma imzalıyorlar. Belgrad ve Sofya’daki Rus Büyükelçilikleri’nin ısrarlı çabalarıyla Sırp-Bulgar ittifakı sağlanıyor. Birbirlerine diş bileyen düşman Balkan Devletleri’nin, İngiltere’nin Almanya’yı çemberleme planına uygun bir biçimde gerçekleşen birleşmeleri, Balkan Savaşı’nı kaçınılmaz hale getiriyor.

Osmanlı İmparatorluğu’nda da İngiliz faaliyetleri durmuyor. Başlarında Prens Sabahattin gibi İngiliz taraftarı çeşitli muhaliflerin bulunduğu “Halâskâran” adlı bir subay grubunun Trablusgarp Savaşı’nı bahane ederek giriştikleri baskı üzerine, önce Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa, daha sonra da İttihat ve Terakki’nin desteğine sahip Abdülhamid’den kalma sadrazam Said Paşa iktidardan ayrılmak zorunda kalıyorlar. İktidara Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın “orta yolcu” Büyük Kabinesi geliyor. Ancak ok çoktan yayından fırladığı için, Almanya’yı çemberleme planı gereği gerçekleştirilen Balkan İttifakı, kaçınılmaz biçimde savaşa yol açıyor. Osmanlı Ordusu beklenmedik ağır bir yenilgiye uğruyor. Yenilgi sonucu iktidara gelen İngiliz taraftarı Kâmil Paşa Hükümeti’ne yenilginin ağır sonuçlarını kabul etmekten başka çıkar yol kalmıyor.46

1912 yılının Aralık ayının ortasında aynı anda Londra’da iki uluslararası konferans toplanıyor. Birinde Avrupalı altı devlet, diğerinde Osmanlı Devleti’nin temsilcileriyle Balkan bloku ülkelerinin temsilcileri bulunuyor. Almanya ile Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Osmanlı Devletini desteklerken, üçlü itilâf ile Çarlık Rusya Balkan Ülkelerinin yanında yer alıyorlar. İngiltere’de Osmanlı Devleti konusunda farklı politikaların uygulanmasını isteyenler de var. İngiliz-Yunan Antlaşmasından çok, İyonya Adalarındaki deniz üssüyle ve İtalyan donanmasının tehdidi ile ilgilenen Churchill bunların başında geliyor. Balkan Savaşı sırasında Llyod George gibi düşünmeyen bu devlet adamları, Osmanlı İmparatorluğu’nu gözden çıkarmanın İngiltere’nin dış politikası için son derece zararlı olduğunu ileri sürüyorlar.47 Birinci Balkan yenilgisi üzerine İttihat ve Terakki, hükümeti düşürmek için bir darbe hazırlıyor. 23 ocak 1913 günü kır atına binen Enver, silahşorlarıyla birlikte Babıâli’yi basıyor. Kâmil Paşa’nın istifasını alarak Mahmut Şevket Paşa’yı sadrazamlığa getiriyor. Mahmut Şevket-Enver ikilisinin kurduğu ittifak ile Alman nüfusu Osmanlı İmparatorluğu’nda yeniden güç kazanıyor. Bu durumu çok büyük bir sevinçle karşılayan Almanya, Petersburg’a bir uyarıda bulunarak, Çarlık Rusya tarafından Osmanlı Devletine karşı girişilecek bir savaşı, Avrupa çapında bir savaşın başlangıcı olarak yorumlayacağını, tıpkı 1908’de İngiltere Hükümeti’nin yaptığı gibi açıklıyor.48 Yeni Osmanlı Hükümeti, Almanya’nın kışkırtmasıyla uzlaşmaz bir tutum takınıyor. Bunun üzerine Balkan Devletleri 3 Şubat 1913 günü Osmanlı Devleti’ne karşı yeniden savaşa giriyorlar. Savaşın ikinci yarısı da Osmanlı Devleti için kötü geçiyor. Ama Balkan ülkeleri arasında toprak paylaşılması konusunda çıkan anlaşmazlık sayesinde Edirne’ye kadar olan bölge tekrar Osmanlı’nın eline geçiyor. Balkan ülkeleri arasındaki anlaşmazlığın temeli Avusturya-Macaristan ile Rusya’nın arasında geçiyor. Bundan sonra Osmanlı İmparatorluğu’nda Mahmut Şevket Paşa ordunun ıslahı için Almanya’dan yardım istiyor. Alman Büyükelçisi Wangenheim sadrazamın bu teklifini şu yorumla Almanya’ya bildiriyor:

“Orduyu kontrol eden kuvvet, Türkiye’de en büyük kudret olacaktır. Hiç bir Alman düşmanı hükümet, ordu tarafımızdan kontrol edildikçe iktidar mevkiinde kalamayacaktır.”

Liman Von Sanders Paşa ve Alman subayları kara ordusunun kumandanlığını almak için Osmanlı İmparatorluğu’na geliyorlar. Donanma ise hâlâ İngiliz amiralinin kontrolü altında bulunuyor. Alman nüfuzunun birden bire artması, sırtlarını İngiltere’ye dayayan muhalif grupları harekete geçiriyor. İngiliz ajanlarının desteği ile Almancı İttihat ve Terakki liderlerine ve Mahmut Şevket Paşa’ya suikastlar düzenleniyor. İttihatçılar bu suikastları evvelden haber almalarına rağmen, Mahmut Şevket Paşa’nın öldürülmesine engel olmuyorlar. Ardından terör havası estirerek muhaliflerini susturmak için bu olay bahane ediliyor. İstanbul muhafızı Cemal Paşa hatıralarında, Mahmut Şevket Paşa’nın öldürülmesi ve İttihat ve Terakki iktidarının düşürülmeye çalışılmasıyla ilgili komplolara İngiliz Büyükelçiliği baş tercümanı Fritz Maurice ve karaateşesi Tyrell’in katıldıkları soruşturma sonucu bilfiil sabit olduğunu ve bu kişilerin hükümetin talebi üzerine İstanbul’dan uzaklaştırıldıklarını yazıyor.49

***

Yazı burada bitiyor. Osmanlı İmparatorluğu’ndaki çatışmaların nasıl emperyalist ülkeler arasındaki çatışmaların bir yansıması olduğunu görmek, sanırım mümkün. 1908 olayını da bir devrim olarak nitelemenin nasıl yanlış olduğu ve resmi tarihin Türkiye sosyalist hareketini nasıl aldattığı, bu yorumla 1960 sonrasında nasıl hatalar yapıldığı bir kez daha ortaya çıkıyor. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül’ü daha iyi anlamak dileğiyle…

 

Dipnotlar

  1. Bu yazı, üzerinde çalıştığım “XX. Yüzyılın başlarında Ön Asya Sorunu” adlı incelemenin ilk bölümünün özeti. Dergi sahifeleri için oldukça kısaltıldı, ama özünden hiçbir şey kaybetmedi kanısındayım.
  2. Kocabaş Süleyman; Türkiye ve İngiltere, Vatan yay. S.63
  3. a.g.e., s.69
  4. Uluslararası İlişkiler Tarihi, c.II, ss.103-4
  5. Kocabaş; a.g.e., s.73
  6. a.g.e., s.73
  7. a.g.e., s.81
  8. Armaoğlu Fahir; Siyasi Tarih 1789-1919, Ankara Ünv. SBF yay. Ankara 1961, s.378
  9. Engelhard; Tanzimat, Milliyet yay., çev: A.Düz; sf.144
  10. Uluslararası İlişkiler… c.II, ss.177-8
  11. a.g.e., s.242
  12. Avcıoğlu Doğan; Milli Kurtuluş Tarihi; c.III; ss.1074-5
  13. Uluslararası… c.II, s.243
  14. a.g.e., s.256
  15. a.g.e., s.256
  16. Öke Dr. Mim Kemal; İngiliz Casusu Prof. Arminius Vambery’nin Gizli Raporlarından; s.102
  17. Uluslararası… c.II, s.331
  18. a.g.e., s.339
  19. Bu yeni Alman işbirlikçilerini daha sonraları İttihat ve Tarakki “milli” burjuvazi olarak lanse edecektir.
  20. Berkes Niyazi; Batı Sorunu, Bilgi yay., ss.76-77
  21. Uluslararası… c.II, s.331
  22. a.g.e., ss.347-8
  23. Avcıoğlu; Türkiye’nin Düzeni; s.121
  24. Avcıoğlu; a.g.e., s.120 ve Milli Kurtuluş Tarihi, c.III, s.1112
  25. Avcıoğlu; Türkiye’nin Düzeni, s.122
  26. a.g.e., s.122
  27. Resneli Niyazi Bey’in Anıları; s.75
  28. Küçük Yalçın; Türkiye Üzerine Tezler, c.II; Tekin yay., ss.35-6
  29. Tuncay Mete; Türkiye’de Sol Akımlar, Bilgi yay. s.22
  30. Uluslararası… c.II, ss.351-2
  31. a.g.e., ss.352-3
  32. Avcıoğlu; Türkiye’nin Düzeni, s.123
  33. a.g.e., s.123
  34. Akşin Sina; Jön Türkler ve İttihat ve Terakki; s.115
  35. Uluslararası… c.II, s.356
  36. Akşin; a.g.e., s.116
  37. Zara, Philippe de; Moustafa Kemal Dictateur adlı eserinden aktaran Akşin a.g.e., s.139
  38. Ahmet Rıza’dan sonra 31 Mart sırasında Meclis Başkanı
  39. Akşin; a.g.e., s.138
  40. a.g.e., s.139
  41. Basri Bey; Le Monde Oriental et l’avenir de la paix, 1920; aktaran Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni, s.12
  42. Akşin; İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele, s.212
  43. Mufassal Osmanlı Tarihi, c.VI, s.3462
  44. Uluslararası… c.II, ss.365-6
  45. a.g.e., ss.375-6
  46. Avcıoğlu; Türkiye’nin Düzeni, s.124
  47. Smith M.L.; Anadolu Üzerindeki Göz; s.47
  48. Uluslararası… c.II, s.403
  49. Avcıoğlu; a.g.e., s.125
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×