Polonya ve ‘ne yapmamalı?’ – Reel Sosyalizm deneyimlerinde kadın eşitlik ve özgürlüğü II
“Gençliğimde komünizm şeytanı ile dövüştüğümü düşünürdüm. Ama aslında ben ve arkadaşlarım o zaman özgürmüşüz.”[1]
Polonyalı kadınlar, 2020 sonbaharında pandemiye rağmen kürtaj hakları için sokağa çıktı. Sokak gösterilerinin sebebi, hâlihazırda sadece tıbbi (kadının sağlığı/fetüste malformasyon) ve kriminal (ensest, tecavüz vs) sebeplerle izin verilen kürtaj hakkını daha da daraltacak, fetüsteki malformasyon (ciddi ve geri dönüşü olmayan anomali ve sorunlar) sebepli kürtajların da yasak kapsamına alınmasına yönelik bir mahkeme kararı idi. Kadınların tepkisi sonucu mahkeme kararı yürürlüğe giremedi fakat doktorların bu kürtajlar için vicdani ret olanağı var. Bunun yanı sıra, doktorlar gebeliğin belirli dönemlerinde gerçekleştirilen fetüs sağlık taramalarını yapmayı da reddedebiliyorlar.
Sosyalist Polonya Halk Cumhuriyeti’nde kürtaj, 1956 yılında kademeli, 1959’dan itibaren ise tamamen isteğe bağlı olarak yasallaşmıştı ve bu hizmet hastanelerde ücretsiz kamu hizmeti olarak verilmekteydi. Bunun yanı sıra, ulusal sağlık sistemi doğum kontrol yöntemlerinin %70’ini de ücretsiz kamu hizmeti olarak kapsamaktaydı. Çocuk sahibi olmanın bir kaza değil, bilinçli bir tercih olması gerektiğinden yola çıkan bu süreç sadece medikal olarak örgütlenmemiş, bir kamu sağlığı başlığı olarak da ele alınmıştı. Devlet tarafından desteklenen Toplulukların (Bilinçli Annelik Topluluğu sonrasında Aile Planlama Topluluğu, Aile Gelişim Topluluğu vs) çalışmalarının yanı sıra 1959 yılında doktorların doğum yahut kürtaj yapılan her kadına doğum kontrol opsiyonları sunması, bu yöntemleri tanıtması ve bilgi vermesi zorunlu hale getirilmişti.[2] 1960 ve 1970’lerde modern doğum kontrol yöntemleri hakkında düzenlenen atölyeler ve eğitimlerle doktor, hemşire ve öğretmenlere yönelik ülke çapında bilgilendirme çalışmaları yapılıyordu. Hem sağlıkçılara özel hem de halkın anlayabileceği dilde broşürler, kitapçık vs. yayınlar çıkarmanın yanı sıra -özellikle taşrada kadınların Aile Gelişim Topluluğu Klinik ve Merkezlerine girerken görülmekten çekinmesi ihtimaline karşı- 1960’da kurulan Kadın Sağlığı Klinikleri de doğum kontrol danışmanlık hizmeti sunacak şekilde donatılmıştı. 1960’lı yıllarla beraber kilisenin karşı hamle olarak kurduğu katolik Aile Planlama ve evlilik öncesi Danışma Merkezleri faaliyet gösteriyor olsa da, 1950-1980 yılları arasında doğum ve kürtaj ile ilgili konularda kilisenin müdahale alanının çok kısıtlı olduğunu görürüz. Solidarity[3]’nin yükselişi ile birlikte kilise kaldığı yerden devam eder, örneğin Aile Gelişim Topluluğunda görev alan doktorların üçte biri topluluktan ayrılır ve ne yazık ki artık Topluluğun Krakov Kliniği, kilisenin kurduğu ‘Katolik Aile Planlaması Danışma Merkezi’nden daha az rağbet görmektedir.[4] Yaklaşık 40 yıl boyunca kadınlar kürtaja serbestçe ulaşabilirken, 1989 sonrası ‘demokratik’ hükümetlerinin ilk işinin kürtaj yasağı, kreş ve bakım evlerinin kapatılması/özelleştirilmesi, okullardan toplumsal cinsiyet ve cinsellik eğitimlerinin kaldırılması, 2002’de doğum kontrol yöntemlerinin kamu hizmeti olmaktan çıkarılması ve ücretli hale gelmesi birbiri ardına geliyor. 1997 yılında düzenlenen “Ev içi Şiddete Hayır” kampanyası ‘boşanmaları arttırdığı ve Polonyalı erkeklerin ve babaların otoritesini zedelediği’ gerekçesi ile reddediliyor. 2010’larda Katolik Eğitim Komisyonu’nun başlattığı tartışmalarda ‘Toplumsal Cinsiyet’ terimi dahi, kürtajlara sebep olmak, aile yapısını bozmak, aileyi yıkmak, eşcinselliği yaygınlaştırmak, boşanmaları arttırmak, aile ve insanlık için zararlı, totaliteryen, zaten komünist işi bir ideoloji olduğu gibi bildiğimiz bir dolu zırvalıkla mahkûm ediliyor. Kilise Katolik Eğitim Komisyonu bahsi daha da yükseltiyor ve toplumsal cinsiyet kavramının müfredatta yer almasına karşı “anavatanı savunmak için” çağrılar yapıyor ve bu yolda “şehit düşenin bile muzaffer olacağını” ilan ediyor.[5] Gericiliğin terminoloji ve zekâ kapasitesi, ‘evrensel’ ve çok kısıtlı; daha fazla uzatmaya gerek görmüyorum, CEDAW (BM Kadına Yönelik Her Türlü Ayrımcılıkla Mücadele Sözleşmesi) kabul eden ilk ülkelerden biri olan Polonya’nın şimdi İstanbul Sözleşmesinden çekilmek için sıraladığı her türlü ‘açıklama’ aynı kombinasyonda yer alıyor.
Sosyalist Bloktan ilk çözülen ülke için; farklı tahliller, değerlendirmeler, tarihlendirmeler ve dersler çıkarmak mümkün. Bu yazı ise, kadın başlığına odaklanacak.
Bu yazı, ne geçmiş güzel günlerin nostaljisine sığınmak ne de bugün sokaklarda olan Polonyalı kadınlara “sahi pişman mısınız” diye sormak için değil, ne yapmamalı sorusunun ışığında kadın mücadelesini değerlendirmek için kaleme alınıyor. “Kıymetini bilmediler” deyip geçmeyeceksek, önümüzde yanıt aramamız gereken sorular duruyor. Henüz sosyalist dönemde, 1976 yılında Varşova’da yapılan bir araştırmaya göre; Polonya Halk Cumhuriyeti vatandaşlarının %22’si doğum kontrolünü ‘doğaya karşı’ ve %23’ü ahlakdışı bulurken; yükseköğretim görmüş kadınların dahi %25’i kürtajı ‘ahlakdışı’ olarak tanımlıyordu. 1980 yılı tarihli bir diğer araştırmaya göre Varşova’da kadınların %25’i “ne olursa olsun boşanılmaması gerektiğini” ifade ediyorlar (örneğin aynı ankete Moskovalı kadınların %90’ı kötü/zarar veren bir evliliktense boşanmanın doğru olduğu cevabını vermektedir). Bir o kadar çarpıcı olan bir diğer araştırma sonucu da, Sovyetler Birliği akademilerindeki kadınlar “işlerini aile hayatları kadar önemli gördüğünü” belirtirken; 1980’de yapılan bir çalışmada Polonyalı kadın akademisyenler “annelik ve ev kadını görevlerini işlerinden daha önemli bulduklarını” söylüyor olması. Kısaca, henüz sosyalizm şartlarında dahi Polonyalı kadınlar meslek/çalışma hayatlarında daha az aktif, ev/aile dışındaki hayatla ilgilenmek için daha az istekli, sıkıntılı/zarar verici bile olsa evlilikleri sürdürmeye daha eğilimliler ve doğum kontrol önlemlerini daha az tasvip ediyorlar[6]. Bir diğer deyişle, Polonya’da sosyalist “mayanın tutmadığı” kadın cephesinden de anlaşılıyor. Kadın istihdam oranının %78’e (hatta bazı kaynaklara göre %89) ulaştığı Polonya Halk Cumhuriyeti’nde, kadın istihdam ve eğitiminde bu kadar önemli bir mesafe kat edilmişken; kadınlar nasıl bu kadar geri bir konumlanışta duruyordu? Bugün kadınların en temel haklarının bile ellerinden alındığı bu ülkede, sosyalizmin kadınlar için kazanımları neden kalıcı olmadı? Sosyalizm kadınları özgürleştirmeyecek miydi?
Polonya’da sosyalizm deneyimine dair diğer tartışmaları mümkün olduğunca çerçeve dışında tutarak, bu yazıda, Polonya’da yürütülen kadın çalışması, kadın örgütü ve Polonya Komünist Partisi[7] ilişkisine değinmek gerekiyor.
Kadınlar Ligi (Liga Kobiet[8])
Yaklaşık 6 milyon vatandaşını kaybettiği ve Varşova’nın bir harabeye döndüğü bir savaştan sonra, Polonya’nın kat ettiği mesafe UDKF[9] 1953 Kopenhag Kongresi raporunda şu şekilde yer alıyor: “Savaştan önce bir kadın öğretmen ya da kamu çalışanının evlenince pozisyonunu kaybettiği, çocuklu kadınların yüzüne bütün kapıların kapandığı ve kendi parasını kazanmak durumunda olan hamile bir kadının çaresiz durumda kaldığı Polonya’da şimdi kadın çalışanlar 12 hafta doğum izni alıyor, hamileliğin son 6 ayında daha kolay işlere transfer oluyor, günde iki defa bir saatlik süt izni kullanabiliyor. Hamilelik ve doğumla ilgili bebek seti, bebek bezi dahil kadınlara bebekle ilgili ihtiyaçlar ve tüm yardımlar ücretsiz olarak sunuluyor”[10] “Annelik ve Çocuk Polonya Halk Cumhuriyeti’nde korunur. Çok çocuklu ailelerle özellikle ilgilenilir. 1950’den beri aile içinde kadın ve erkek arasında tam eşitlik yasası vardır. Ebeveynler ortaklaşa çocuklar üzerinde eşit haklara sahiptir ve çocukların geleceğine birlikte karar verir. Kadının aile ve toplum içindeki pozisyonuna dair eski yasalar ortadan kaldırılmıştır. Emperyalizm, kapitalizm ve dinci gericiliğin yerel olarak ve uluslararası ölçekte ortadan kaldırılması kadın haklarında ilerleme için elzemdir.”[11]
Polonya Halk Cumhuriyeti’nde 1945’de ilk yasal düzenlemeler arasında boşanmanın yasallaşması, evlilikte Katolik kilise törenlerini değil resmi nikahı zorunlu kılan bir kararname uygulanması, kadınların kendi soyadlarını kullanabilmesi, Katolik yeminin ve okullarda zorunlu din derslerinin kısmen kaldırılması, ateist ve Katolik olmayan öğrencilerin din derslerinden muaf tutulması var.[12] Parti Kadın Seksiyonu, Komünist Parti, Kadın örgütleri ve işçi sendikaları ortaklığında bir kadın örgütlenmesi çalışması amaçlamaktadır.[13]Parti Kadın Seksiyonu sorumlusu Edwarda Orlowska’nın, “amacımız kadınları gericiliğin etkisinden çıkarmak, güçlü bir kadın örgütü yaratmaktır” dediği Kadınlar Ligi, kurulduğunda sayıları az olsa da savaş öncesi/sırasında komünist mücadelede yer almış[14] deneyimli kadroların varlığı ve/ya desteği ile yürütülüyordu.
İlk dönem programlarında, uluslararası düzlemde UDKF ile uyumlu yürütülen ana kampanyalar, ulusal ölçekte ise kadınların istihdama katılması ve ilk 6 yıllık plan (1950-1955) hedefleri doğrultusunda sanayileşme hamlesi ve kadın istihdamını arttırmak için kadınları mobilize etmek var. Kadın istihdamını arttırmak için; çalışan annelerin şartlarının iyileştirilmesi, doğum izinleri, çocuk bakım merkezleri ve kreşlerin artırılması, fabrikalarda bebek bakım merkezleri kurulması, kırsal alanda özellikle hasat vs dönemlerinde bölgesel /geçici kreşler teşkil edilmesi, boşanma ve aile yasasının özgürleşmesi, gebe kadınlar için sağlık hizmetleri, yeni doğan bakımının artırılması, kadın sağlık merkezlerinin arttırılması, süt izni ve süt bankaları ilk ele alınan konulardandır.[15] Kadın çalışması, ilk döneminde “Gerçekleri Öğrenelim” başlığı altında parti ajitatörleri yetiştirmeyi ve parti propagandasını amaçlamaktadır. Bu dönemde parti, başlarında bir partilinin bulunduğu yirmi kişilik ajitatör grupları oluşturur ve 1949 yılında Kadınlar Birliği üyelerinin yüzde onunu ajitatör haline getirmeyi hedefler.[16] İlk 6 yıllık plan sonunda tarım dışı istihdamın %33.5’i kadınlardan oluşmaktadır. 1950 yılında evli kadınların % 18’i işgücüne dahilken bu oran 1960 yılına gelindiğinde %55’e ulaşacaktır.[17]
Polonya ve sosyalizmin çözülüşünde Katolik kilisesinin rolüne başka yerlerde yeterince değinildi fakat kadınlar açısından bir kez daha altını çizmekte fayda var. Sosyalist kuruluştan itibaren Katolik kilisesi kadın eşitliği fikrine direnç gösterir. Partinin Kadın Seksiyonu devlet ve kilise arasındaki sessiz ateşkes taktiğini izlese de, özellikle yerel ve taşra teşkilatlarında, okul aile birliklerinde kilise ve kadınlar arasındaki ideolojik mücadele devam etmektedir. Örneğin 1946 yılında Kadın Seksiyonu bölge sorumlusunun partiye sunmuş olduğu bir rapor şöyledir: “Bialystok bölgesinde yoldaş Roszkowska, 100 adet Kadınlar Ligi bildirisi dağıtıyor. Papaz bunu görünce ahaliye “Kadınlar Ligi bir konsomoldur, bildirileri almayın” demiş ve ertesi hafta aynı bölgeye giden yoldaşımıza kadınlar bildirileri iade etmişler. Ardından bir grup adam Roskowska’yı ormana götürüp bildiri dağıttığı için saldırmışlar”[18].
Diğer yandan kadın çalışması toplumda ve parti içindeki erkek egemen kültüre karşı da mücadele etmektedir. Parti Genel Sekreteri Bierut’a “Umutsuz Aile Babaları” imzalı gönderilen “Maaşları arttırın ki kadınlar eve dönebilsin” içerikli anonim bir mektup kamuoyunda oldukça tartışma yaratır.[19] Kadın çalışması raporlarında “bir kadını işe almaktansa 7.kattan atlamayı yeğleyeceğini söyleyen ustabaşılar” kadar “Kieleckie parti sekreteri Kadınlar Lig görevlisi olan kadın eğitmeni parti toplantılarına davet etmemektedir. Lig görevlisi olan eğitmeni (kadın olduğu için önemli görevler vermeyip-ç.n.) ofis işlerinde kendi özel daktilosu/sekreteri olarak kullanmaya çalışıyor” uyarıları da yer almakta ve 1946 yılında Kadın Seksiyonu bir toplantısında “yoldaşlarımızın karıları ile kocalarının haberi olmadan gizli görüşmeler örgütlemeliyiz” diye çareler aramaktadır.[20]
Partinin de Kadınlar Ligi’ne dair eleştirileri mevcut: 1949 yılında, Krakow parti sorumlusu Kadınlar Ligi’ni bir orta sınıf organizasyonu niteliği taşımakla ve bu yüzden apolitik olmakla eleştiriyor ve ekliyor “(kadın çalışmasında-ç.n) İşçi Yoldaşlar gerek bize!”[21] Merkez ve parti önderliği özellikle 1950 ortalarında kadınların mobilize edilemediğinden, kadınları harekete katamadıklarından şikayet ediyorlar.[22] Oysa kadınların talepleri net: “Bize daha fazla kreş yapın, biz de hem işe hem Lig toplantılarına gidelim.”[23] 1953’te Kadınlar Ligi’nin işyeri birimleri kapatılır ve Lig çalışmasını ev kadınları örgütlemeye yönelmesi isteniyor.[24] 1952’de Çekoslovakya, 1953’de Yugoslavya’da, 1957’de Romanya vs. gibi Sosyalist Blok ülkelerinde ‘biz kadın meselesini çözdük’ deyip kadın çalışmalarını ortadan kaldırma süreci; Polonya’da 1953’de Polonya Birleşik İşçi Partisi’nin Kadın Seksiyonunun ‘siyasete dar bir düzlemle yaklaştığı, pratik kadın sorunlarına dair çalışmalarda yetersiz ve etkisiz kaldığı’ gerekçesi ile kapatılması ile yaşanıyor. Partinin bu alanı kapsamaya hazır olup olmadığı yahut yerine ‘yeterli ve etkili olarak ne konulacağına’ dair herhangi bir ufuk geliştirmemiş olması, kanımca, partinin zaten bu başlıkta net hedefler tanımlayamayıp bir politika oluşturamamasından kaynaklanmaktadır. Ara yüzeylerin kadın çalışmasında bileşen, program, takvim ya da hedeflerinde dönemsel değişim söz konusu olması anlaşılır olsa da; parti kadın seksiyonunun bu denli erken tasfiyesinin bu alanda büyük bir boşluk bıraktığını düşünüyorum. Bu bir yönden, partinin kadın çalışmasını yönlendirecek, geliştirecek deneyimli kadro yetiştirme ve kadro seçme işinden çekilmesi anlamına geliyor.
Özellikle taşrada ajitatör yetiştirme ve kadınları aktive etmekte parti yerellikleri de yetersiz kalır, 1952’lere gelindiğinde ise parti ajitatör bülteni yayınlanmasına son verilecektir.
Destalinizasyon ve Kadının Yeri…
Destalinizasyon Polonya’ya Poznan ayaklanmaları ve Gomulka’yı getirdi.[25] Gomulka’nın Polonya’ya özgü sosyalizminin (Polish Road to Socialism); savaştan önce bozulan cinsler arası nüfus dengesi tekrar kurulunca ve yarı zamanlı (hatta evden çalışma) iş olanakları ortaya çıkınca, kadınların annelik rolüne döndükleri ve bunun parti tarafından en azından sessiz bir onayla desteklendiği bir dönem olduğunu görüyoruz. Kısaca Gomulka’nın Polonya’ya özgü sosyalizmi, Polonya ulusal gelenekleri ile barışık bir sosyalist sistem iddiası, Polonya’nın zaten kamusal alanda dahi ayrılmayı başaramadığı Katolik kilisesi ve geleneksel değerleri ile sosyalizmi birleştirme amacı taşımaktadır. Gomulka ve partinin, bir yandan din görevlilerinin yayın çıkarmasına, Lublin Katolik Üniversitesinin eğitime devam etmesine müsaade ederken; kilise ile yaptığı bu pazarlığın aslında kadının geleneksel rolüne dönmesi anlamına geldiğinin farkında olmaması mümkün değil. Yine bu dönem, kilise resmi olarak yardımlaşma aktiviteleri, Hristiyan anıtları korunması ve ‘insan hakları kayıtları tutma’ işine ve Pazar ayinlerinde ise “kadınlar en kötü durumda yarı zamanlı çalışabilirler ama evde oturup çocuk bakmalılar” vaazları vermeye devam edecektir.
1950’lere gelindiğinde reel sosyalizm deneyimlerini destalinizasyonun yarattığı miladı dışarıda bırakarak düşünemiyoruz ama özellikle Polonya’da bu sürecin kadınlar üzerinde olumsuz bir etkisi daha var. İlk dönem çalışmalarda yer alan kadın kadroların önemli bir kısmının görevden uzaklaştırılması ve etkisizleştirilmesi, yahut başka alanlara yönlendirilmesinin ötesinde; sanayileşme hamlesini Stalin’le özdeşleştirilip “sanayi işkollarında erkeklerle aynı işi yapan kadın/traktörlü kız” imajı da bu süreçle birlikte sonlandırılmak isteniyor.[26] İş ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yetkilisinin ifadesi ile “En büyük başarılarımızdan biri kadınları istihdama katmaktı. Bu gerçek bir ilerlemeydi fakat şimdi karşılaştığımız bu durum (işsizlik) bizi konuyu tekrar düşünmeye sevk etti. Bu sıkıntılı operasyonlardan biri de çalışan kadınların sayısını revize etmek. İşçinin maaşının tüm aileyi geçindirecek, karısının çalışmak zorunda kalmayacağı bir miktara çekebilmek olduğunu düşünüyorum.”[27] Çalışmak artık kadınlar için “zorunda kalınan bir şey”dir. Bekâr/Dul annelerin kreş, çocuk bakımevi kontenjanlarında önceliğe sahip, maddi olarak desteklenen ve işten çıkarılması yasak olan bir kesim olması anlamlı ve gerekli bir adımken evli kadınların eşlerinin maaşına göre çalışmasının aslında gerekli olmayabileceği fikri hem toplum hem parti içinde yer buluyor. 1956’ da sadece “Umutsuz Aile Babaları” değil parti görevlileri de Stalinist istihdam politikasına (!) karşı çıkıyor ve örneğin kimya sanayii işlerinde gebe kadınları korumanın aslında mümkün olamayacağını(!) keşfediyorlar. Kadınlar Ligi de aynı dönem “eskiden eşitlik sadece anayasada kalmasın diye kadınları işe çağırırdık fakat eğer bir anne işe giderse ve 4-5 çocuğu varsa ne kendini entelektüel olarak geliştirmek ne kitap okumak ne de çocuklarını yetiştirmek için zaman bulamayacağını fark edememiştik”[28] diyor. Kadınlar Ligi, kadın ve erkek işi ayrımını sözde biyolojik sebepler öne sürerek destekliyor, hazin bir durum; Kadınlar Ligi, kadınların sırf biyolojik özellikleri sebebi ile yapamayacağı işler olduğuna inanıyor. Sağlık Bakanlığının ‘üreme sistemlerine zarar verdiği gerekçesi’ ile kadınların kamyon şoförlüğü yapmasını yasaklamasını, Krakow’da kadın kamyon şoförleri ‘çalışmanın anayasal bir hak olduğu hele ki eğitimini aldıkları bir işi yapmaktan men edilemeyeceklerini’ söyleyerek protesto ediyorlar.[29] Sanayi işkollarındaki çalışma şartlarını hem erkek hem kadınlar için düzeltmek yerine sözde biyolojik sebeplerle bu tarz işlerin kadınlara yasaklanması, her şeyi bir kenara bırakalım, ideolojik olarak kadınların kendilerine inancını sarsan bir adımdır. Erkek egemen sektörlerde çalışan emekçi bir kadın olmanın, kadınlara sağladığı özgüvenin böylesi ortadan kaldırılması ve üretimin içinde kendileri tarif eden bir kadın toplamını alıp “aman üreme sisteminiz zarar görmesin” diye bir kenara koyulduğunu görmeyi, mümkün değil, aklım almıyor.
Bu süreçte Kilise de elbette boş durmuyor. Kilise, örneğin kadınların madenlerde çalışmasının madencilerin koruyucu azizi “Aziz Barbara”nın lanetini üzerlerine çekeceği ve “madenlerin karanlık dehlizlerinde kadınların erkekleri baştan çıkardığı” vaazları ile kadın madencilere karşı halkı kışkırtıyor. Madenci kadınlar; işlerini sevdiklerini, madende yer üstünde yaptıkları işlerden daha verimli, daha kolay ve ekonomik olarak daha tatmin edici buldukları için madenlerden ayrılmak istemediklerini ısrarla dile getiriyor. Protestoların ardından, kamyon şoförlüğü üreme yaşını geçmiş oldukları gerekçesi ile sadece 45 yaş üstü kadınlara serbest bırakılıyor, ama 1959’da gelen yasakla kadınlar madenlere geri dönemiyor. Yine Gomulka döneminde kadınların tren, araba, ağır vasıta şoförlüğü yapması, alkollü içecek satılan yerlerde ve mezbahalar gibi bir dizi alanda çalışmaları yasaklanacaktır.
Parti Kadın Seksiyonunun etkisiz ve yetersiz bulunarak kapatılması, Kadınlar Ligi’ni daha etkili çözümler arayışına sokuyor. Parti Kadın Seksiyonunun, itirazsız bir şekilde bu ilgası, hem partiyi kadın talepleri konusunda daha duyarlı ve uyanık hale getirecek bir kaynaktan hem de parti öncülüğünün bu talepleri ileriye çekme motivasyonunun yaratacağı dinamik ilişkiden mahrum bırakmıştır. 1957 yılında Lig’e bağlı olarak kurulan Ev Ekonomisi Komitesi, gündelik yaşamda ev-iş dengesi kurmaya çalışan kadınlara yönelik çalışmalar yapmak için ortaya çıkıyor. Kadınlar Ligi artık kadınların ekonomik özgürleşmesi ile geleneksel kadın rollerini birleştiren formüller arayışındadır. 1945-55 arası gösteri, toplantılar, afiş, özellikle işyeri toplantıları ve kapı kapı gezerek örgütlenen Lig, 1955 sonrası ücret reformları, aile yardımları, doğum izinleri talepleri, kreş toplantıları, et kıtlığı, alkolizm gündemli toplantılar ile örgütlenmektedir.[30] Destalinizasyon ile sanayileşmeden tüketim maddelerine yöneltilen vurgu sonucu, Batı ile yaşam kalitesi ve sosyal hizmetler yarışına değil, tüketim yarışına giriliyor. Sanayileşmenin hız kestiği bu dönemde, tüketim ideolojisi modern sosyalist vatandaş için kabul edilebilir bir yön olmuştur. Kadınlar için ise ‘fabrika işçisi kadın’, ‘Traktörlü kız’ imajları yerini gezmeyi, kozmetiği, modayı seven ‘modern kadın’ imajına bırakır.[31] Nihayetinde, Sosyalizm Polonya’da kadın cephesinde de ideolojik mücadeleyi kaybetmeye başlamıştır, 1957 yılında Films isimli popüler bir dergi “Güzel Kızlar Ekrana” başlıklı güzellik/sinema aktrisliği yarışmaları düzenler.[32] Artık modern kadın; tüketim alışkanlıkları, moda, yaşam ve giyim tarzı ile özdeşleşecektir.
Parti gittikçe kadın çalışmasından uzaklaşmış ve kadınlar tarafından parti görevlileri 1 Mayıs, 8 Mart vs. gibi önemli günlerde kadın toplantılara gelip açılış konuşması yapıp giden bir toplam olarak görülmeye başlanmış. Polonya tarihi kadın eşitlik ve özgürlüğü mücadelesinde ‘Ne yapmamalı’larla dolu, yerel parti örgütlerinin kadın örgütlenmesini tamamen kadın aktivistlere ve Kadınlar Ligine bıraktığını görüyoruz.[33] Aradaki dengeyi sağlayacak olan şey, partinin kadın politikaları hedefleri ve kadın örgütünün bu hedefleri şekillendirmekte ve hayata geçirmekte işbirliği ve sosyalist ilkeler konusundaki titizlik kaybediliyor. Bu yıllarda, yönetici konumdaki bir partilinin eşi Kadınlar Lig çalışmalarına katılmama sebebini “(kocasına göre-ç.n.) kocası ikisine de yetecek kadar toplumsal işlerde çalıştığı için toplumsal bir çalışmada yer almak istemediğini; yemek yapmak, çocuk bakmak ve kocasının ayakkabılarını parlatmakla çok meşgul olduğu” bahanesiyle açıklıyor.[34]
1966’da Lig’e bağlı işyeri birimleri tekrar kapatılınca, Lig kendini tamamen annelik işlerine vakfediyor. Annelik Çevreleri ve Annelik/Ebeveyn Faaliyetleri temel gündemi haline geliyor, öyle ki 1968 öğrenci ayaklanmaları ile çıkarılan ders ‘annelerin çocuklarını düzgün yetiştirmesi gerektiği ve sosyalist gençliğin yetiştirilmesinde annelere düşen görevler’ oluyor. Polonya’da 1968 öğrenci ayaklanmalarının faturası, Gierek liderliği olacaktır. Artık Parti, Kilise ile aile konularına karışmayacağına dair sessiz bir anlaşma içerisindedir. 1970’lere doğru doğum oranlarındaki ani düşme Gierek’i daha da pronatal (doğum/nüfus artışı yanlısı) politikalara yönlendiriyor. 1970’lerin ikinci yarısında erkeklerin de aile içinde faal görev alması çağrıları yapılsa da, Gierek “Annelik bir seçim değil, bir görevdir” diyerek dönemin ruhunu özetliyor. Gierek’in sosyal ihtiyaçlar vurgusu, Batıdan alınan borçlarla sağlanmaya çalışılıyor. 1971-1975 yılları arasındaki 5 yıllık plan; tüketim maddelerine, barınmaya, gençler için iş olanaklarını arttırmaya odaklanmıştır. Kadın istihdamı ve kalifikasyonunun arttırılması plan ve programların oluşturulmadığını/hayata geçirilmediğini, kreş, çamaşırhane, yemekhane vs. ev işlerini kolektifleştirme girişimlerinin yetersiz kalındığını 1970’lerde partinin artık bu konuda adım atmayı bıraktığını, erkeklerin tamamen sürecin dışında kaldığı ve bu yetersizlikleri annelik izin süre ve teşviklerinin arttırarak çözmeye çalıştığını görürüz. Doğu Almanya, Çekoslovakya, Macaristan ile karşılaştırıldığında Polonya’da doğum izni süresi oldukça kısa olarak yapılandırmış, örneğin Demokratik Almanya’da özellikle küçük yaşta çocuğu olan kadınlar için kreş ve bakım merkezi gösterilemedi ise yarı zamanlı çalışma (Telekomünikasyon sektöründe %45, sağlık sektöründe %25) vb. düzenlemeler oluşturulurken bu oran Polonya’da %2.5 civarında kalmıştır. Bunun yerine (parça başı işlerde) evden çalışma modeli hayata geçirilmiş bu da kadınların üretim sürecinden daha da kopması anlamına gelmiştir. Ancak, 1975 yılına gelindiğinde 16 hafta ücretli, 36 ay ücretsiz annelik izin kullanılabildiğini görürüz.
İşçi Yoldaş Gerek Bize!
Yazının çerçevesi “kadın penceresinden” çizildiği için, burada bir ara verip, kadın eşitlik ve özgürlüğü yönünde ileriye doğru bir kopuş gerçekleştirmeyip, aksine geriye çekici üç somut unsura değinmek istiyorum. Bunlardan birincisi 1957’de kurulan ve çözülüşe kadar devam eden Ev Ekonomisi Komitesi, ikincisi kadın istihdamının ilk önceliklerden biri olmaktan çıkarılması/ kadınlara belli meslek dalları ve sanayi işlerinin yasaklanması, üçüncü olarak da kadınların kısa ya da uzun süreli işgücünün dışında kalmasına yönelik (Kreş, kolektif yemekhane vs gibi kolektif hizmetleri arttırmak yerine kadınların evden çalışabileceği formlar üretilmesi, erken emeklilik teşvikleri, 14 yaş altı çocuğu olan anneler için ayda 2 gün ücretli ev işi/çocuk izni, birçok iş kolunda kadınlara dair istisnaların arttırılması gibi) düzenlemeler diyebiliriz. Tümünün ortak bileşeni kadınların “geleneksel rollerinin” devam etmesinde sorun görülmemesidir. İstihdamda kısıtlamaya gidilecekse önce kadınlar gözden çıkarılmış, 1970’lerde Polonya sosyalizmi, Polonya’nın geleneksel değerleri ile yine kadınlar pahasına uzlaşmıştır.
1960 sonlarında ne yazık özellikle savaş sonrası deneyimli kadrolar gidip genç yeni bir nesil görev alınca özellikle hedefsiz, birikimsiz kalan Kadınlar Ligi aktivistleri, Ev Ekonomisi kursları aracılığı ile kadınlara saç bakım, hijyen, dikiş nakış/ el işi, yemek yapma kursları düzenlemek gibi sosyal aktivitelerle uğraşıyor. Kadınlar Ligi özellikle yerelliklerde danslar, festivaller, anneler günü kutlamaları, tarihi bölgelere geziler, tatil kampları, çaylar düzenleyerek kadınlara sosyal bir alan tanımlamış, kadınlara çocuk gelişimi bilgilendirmeleri, evlilik içi danışmanlık, nafaka problemlerine hukuksal ve hatta psikolojik destek sunmuş olsa da; özellikle iş yeri birimlerinin kapatılması ile tek ufukları kurdukları Apartman Birimlerinde merdiven temizleme günleri düzenlemek olan, ev kadınları ile özdeşleşen bir örgüt olarak kalıyor. İşyeri birimlerinin Lig’den alınması ile sadece nicelik değil niteliksel bir düşüş de yaşıyor. Lig, gittikçe kadınlara her gün yatakları havalandırmanın, radyatörleri silmenin, perdeleri nasıl daha beyazlatılacağının önemi üzerine bilgiler sunarak; kimin evinin daha düzgün ve uygun temizlenmiş olduğuna dair ‘normlar’ geliştiren bir merkez durumuna geliyor. Gittikçe üye yapısı apolitikleşiyor, evin içinde ve ‘mutluluğu evlilikte’ aramaya koşullanan kadın kuşakları yetişiyor. Ne yapmamalı sorusunun bir diğer cevabını buradan görüyorum, kadınları daha “hamaratlaştırmak” dışında bir sonuca çıkmayan bu çalışma, sadece kadınları hedefleyip siyasi politik çalışmalarla beslenmeyince; kadınları geleneksel rollerine daha da ‘gömüyor’. Bu kurs ve aktivitelere kadınların yoğun şekilde ilgi göstermesi, Kadınlar Ligi’ne doğru yolda olduğu duygusunu vermektedir ama aslında ortada sadece ‘her şeye koşturup hiçbir şey yapmayan’ bir kadın örgütü görüyoruz.[35]1980’lerin sonunda doğrultusuz, hedefsiz, birbirinden kopuk birimler, gerçek anlamda örgütlü olmayan kadınlar ve kadrolaşamayan komünistlerden oluşan bir kadın örgütü hali buradan başlıyor. Üye olması için ziyaret ettikleri çalışan kadınların, Lig’in bu aktiviteleri sebebi ile Lig’i küçümsenmesi ve “aidat ne kadarsa iki katını vereyim ama beni rahat bırakın” dedirtmesi ilk dönemin mücadeleci ve geliştirici özünü yitirmesinin somut göstergelerindendir. Ev kadınları dahi Lig’in bu görüntüsünden şikayetlerini “bulaşığı yıkayıp rafa kaldırdığım zaman onları unutmak istiyorum ama Lig beni tekrar buraya getiriyor” diyerek dile getiriyor.[36] Hedefin ve programın, ilerleme perspektifin yoksa söylemlerin ne kadar siyasal olursa olsun apolitikleşirsin, Ne yapmamalı’nın ikinci cevabı budur. Sovyetler Birliğinde “eşlerinin maddi durumu yeterli olsa dahi çalışmaya devam edeceğini söyleyen” kadın oranı %83 iken; Polonya’da yapılan benzer araştırmalarda Polonyalı kadınlar için bu oranın %40’da kalmasının[37] sebebi aslında kafalarının “evde” kalmasıdır. Aynı zamanda Polonyalı erkeklerin de %46’sı eşlerinin çalışmasından mutlu olmadıklarını dile getiriyorlar.[38]Polonyalı kadınların çalışma hayatına bakışındaki bu olumsuzluk, farklı idealler benimsemiş olmaları ile mümkün. 1967’de Gençlik Mücadelesi (Komsomol dergisi) nin yaptığı bir araştırmaya göre genç kızların büyük bir çoğunluğu en büyük hayallerinin “zengin bir koca ile evlenip yurtdışına tatile çıkabilmek” olduğunu dile getirmektedirler.[39] Sadece bu araştırma sonucunun bile şapkaları önüne koyup düşündürme zamanı geldiğini göstermesi gerekirdi.
Bir diğer önemli husus, Polonya’da kadın işsizliğinin dönem dönem artmasına göz yumulabilmiş olunmasıdır. Parti ve kadın çalışması, örneğin Doğu Almanya’da uygulanan kadınları önce istihdama kazandırıp kadınların eğitim ve kalifikasyonunu arttırma programları ile destekleme politikaları[40] yerine özellikle kreş, bakım merkezleri ve işyeri/ okul yemekhaneleri başlığında Polonya’nın geri kalmasına göz yumabilmiştir. Kadınların iş hayatından bu geri çekilişi daha fazla kreş, kolektif hizmetler ve yaşlı hasta bakımevi açmak yerine kadınların doğum ve annelik iznini 3 yıla kadar çıkarmak ve “iyi anne” nin evde çocuğunu bakan anne olduğu idealini pekiştirmek oluyor. Kilise kışkırtmalı ve bol provokatörlü olsa da, 1956 Poznan eylemleri taleplerinden birisi de, çocuk kreş ve bakım merkezleri sayısının arttırılması, anneler vardiyalı çalıştığı için çocuk bakım merkezlerinin 24 saat açık olması, günlük yatılı okullar ve bakım merkezleri açılması ve okullarda akşam yemeği konmasıdır. 1972 yılında Doğu Almanya’da her 1000 çocuğun 492‘si, Macaristan’da ise 148’i kreşe giderken, Polonya’da bu sayı 45’tir.[41] 1960’larda %10 olan kreşleşme oranı (aynı tarihte Bulgaristan ve Demokratik Almanya’da %30’dur) 1973 yılına gelindiğinde %23’e çıkartılıyor ama hala Doğu Blok’ u içerisinde en düşük orandadır (Aynı yıl Demokratik Almanya’da bu oran %60). Kadınların gericiliğin her türlü formuna karşı güçlendirilmesi, onların istihdamın merkezinde yer alması ile gerçekleşecektir. Solidarity’ye bu alanı açan sebeplerden birisi de, 1970-75 arası bireysel tüketim %50, bireysel gelir %59 artarken, Polonya dünyanın onuncu büyük sanayisine sahip bir ülke haline gelmişken, partinin bu alandaki ihmalidir. 1975’de devlet işletme ve kurumlarında işyerinde yemek olanağı sadece işletmelerin %7’sinde bulunmaktadır (Bu oran SSCB için %70). Kadınların ağırlıkta olduğu Lodz tekstil bölgesinde ise bu oran %3’e düşüyor. 1971 Lodz tekstil grevi taleplerinden birisi de iş yerlerinde yemek büfelerinin (yemekhane bile değil!) olması ve kadınların işten çıkınca bir de alışveriş kuyruğunda beklememesi için fabrika mağazalarının açılmasıdır.[42] Kadınların bu ikili yükten bunalmasının ve ‘eşimin maaşı yetse evimde otururum’ açıklamalarının sebebini sadece gericilik ve erkek egemen kültür kaynaklı değil, burada aranması gerektiğini düşünüyorum. Polonyalı kadınlar kötü giden bir evlilik olsa bile neden boşanılmaması gerektiğini açıklarken dinsel gerekçeler kadar toplumsal dışlanma korkusu, tek ebeveyn ile çocuk büyütmenin zorluğu, maddi durumları vs gibi unsurları sıralıyorlar. Polonya’da kolektif çamaşırhane /yemekhane gibi hizmetler popülerleşemiyor, bunda kadınların geleneksel rolü olarak ‘iyi ev hanımı olma’ ideali kadar bu alanda bırakılan büyük eksikliklerin rolü düşünülmelidir. Kadınların öncelikle emek sürecinde örgütlenmesi gerekiyor. Yeni proleterler fabrikada yetişecekse, kadın çalışması da yeni proleterlerin yetişmesi için inşa edilmeli. Sosyalizmin kadın çalışması temelini “daha fazla işçi yoldaştan” aldığı müddetçe sağlam bir duruşa sahip olacaktır.
Sosyalizm kadın eşitlik ve özgürlüğü için ön koşulsa, kadın eşitlik ve özgürlüğünün geliştirilmesi ve desteklenmesi de sosyalizmin ilerlemesi için bir ön koşul olduğunu görmek gerekiyor. Tekrarlıyorum, kadınların asli görevinin evde çocuk büyütmek olduğu bir toplum, geri bir toplumdur. Kadınların mutfak saflarından destek sunduğu bir sosyalizm, çöker. Kadınların akşama çocuğa yemek hazırlamam gerek diye koşa koşa işten çıktığı, üretim toplantılarından, eğitimlerden kaçmak zorunda olduğu bir üretim süreci sosyalizmi ilerletmeyecektir. Sosyalizm koşullarında, örneğin kadınlara özel evden çalışma modeli, kısa iş günü, ev işi izni, erken emeklilik ya da vardiyalı çalışmanın yasaklanması gibi talepler geri taleplerdir. Kapsamlı bir çözümlemede, kısaltılacaksa kadın erkek herkes için iş saatlerinin kısaltılması, herkesin erken emekli olabilmesi, kadın erkek herkese ayda bir gün ev işi izni, çocuk izinlerinin (çocuğun hastalanması durumunda verilen izinler, doğum sonrası vs) her iki ebeveyn için de dönüşümlü kullanılabilmesi anlamlı adımlardır. Ev ekonomisi çalışmaları, kursları erkekleri ve oğlan çocuklarını da kapsarsa verimlidir. Başka bir deyişle, sosyalizmde ancak “ev erkeği olma” tercihi söz konusu olabilecekse “ev kadını olma” seçeneğinin var olabilmesi gerekiyor. Bireysel bir seçimden ancak o zaman bahsedebiliriz. Kadınların evde kaldığı süre, sosyalizmin yerinde saydığı süredir.
Partinin önünü açacak bir kadın örgütü, kadın örgütünü ilerletecek bir parti ve çalışmayı geliştirecek bir program yok. Destalinizasyonla başlayan bu süreçte Polonya’da, adım adım “İlerleme perspektifinin yitiminin tökezleyen bir sosyalizm ve sığlaşan bir kadın temsili yarattığını” görüyoruz.[43] Uluslararası alanda UDKF çalışmalarına aslında oldukça aktif olarak katılan Polonya Kadın Ulusal Konseyi, bu heyecanı da içeriye taşıyamıyor.
Ne yapmamalı’nın ilk sırasında geliyor fakat Polonya sosyalizmin çözülüşünde Katolik kilisesi etkisine başka yerlerde fazlasıyla değinildi. Uzatmayacağım, Parti ne yazık ki, kadınları pençesine almak için sürekli pusuda bekleyen/bekleyecek olan dinci, milliyetçi ve ürettikleri erkek egemen gericilik formlarına karşı tetikte olmayı bırakıyor, özellikle sosyalist laikliğin kadınlar için hava kadar, su kadar önemli ve vazgeçilmezliğini en iyi anladığımız örneklerden birisi Polonya’dır. Gericilikle uzlaşılmaz, gericilikle tartışılmaz, gericilikle mücadele edilir hele ki kadınlar ve çocuklar söz konusu ise…Yoksa tarih büyük bir bedel ödetiyor.
1980’ler ve Solidarity
Polonya’da 1982’de Kadınlar Ligi işyeri birimleri tekrar açılıyor. 1983 “Çalışan kadınların Korunması” sempozyumunda Lig, kadınlar kaç yaşında olursa olsun 30 yıllık çalışmanın ardından emekli olabilmesi, zaten hamilelere yasak olan gece vardiyasının, çocuklu annelere ve emekliliği yakın olan kadınlara da yasaklanmasını talep etmektedir.[44] İsmi Polonyalı Kadınlar Ligi olarak değişen Lig, sorunların çözümüne yönelik değil, ‘kadınlar bu sorunlarla evi nasıl idare edecek’in peşindedir, artık devlet kurumları ile kadınlar arasında bir aracı kurum konumundadır. Partinin gittikçe dağıldığı bu dönem, Solidarity’nin siyasal rejimin niteliğinin belirlenmesi amacı ile halkoylaması talep edecek kadar ortalığı boş bulduğu bir dönem. Parti, Solidarity’nin kuruluşunda parti üyelerine Solidarty’de yer alıp almamaları konusunda dahi net bir hedef gösteremiyor ve sessiz kalıyorken, kadın çalışmasını toparlaması zaten mümkün görünmüyor. 1982’de Merkez Komiteye bağlı olarak kurulan Kadın Komisyonu da, 1986’ da kurulan Bakanlar Kuruluna bağlı Kadın İşleri Tam Yetkilendirme Ofisi de kitlelerde karşılık bulmuyor. 1957’lerde ‘her şeyi devletten beklemeyelim’ diyerek çözüm arayışında olan kitle, 1980’lere gelindiğinde ‘nerede bu devlet’ diye soruyor. Özne’nin dağılma süreci, kadın çalışmasında da kendisini göstermiştir.
“Sosyalizm kelimesini duyunca kapanıyorum. Sosyalizmden hoşlanmıyorum. Sosyal devlet ve sosyal politikalardan hoşlanmıyorum. Sosyalizm beni iğrendiriyor… ‘Muhalefet hareketi ve serbest pazar konuşma özgürlüğünü garanti eder’ kabulü ile büyüdüm… Bir yandan sosyalizm itici geliyor diğer yandan sosyalizmin kadınları özgürleştirdiğini biliyorum.”[45]
Solidarity‘nin yükseldiği günlerde tersanelerde asılı olan Papa ve Bakire Meryem ikonalarının yanında Solidarity’nin “Kadınlar önümüzden çekilin! Polonya için savaşıyoruz!” afişleri yer almaktadır. Önlerine kimse geçmiyor ve Solidarity’nin Kilise ile el ele girdiği seçimlerden sonra ilk çiğneyip geçtiği de kadınlar oluyor. Solidarty’nin sözde yeraltı çalışmasında aktif yer aldıkları, yeraltı yayınları çıkardığı, saç topuzlarında gizli bildiriler taşıdıkları anlatılarak methiyeler düzülen kadınlar, birdenbire kendilerini Yuvarlak Masa tartışmalarının dışında bulur. Yüksek işsizlik, sosyal hakların kaybı, kreşlerin kapatılması/özelleştirilmesi sürecini getiren serbest pazara açılma “Şok terapi”sinin kadınlar için şok edici bir diğer tarafı da, Solidarity ve Kilisenin amaçlarına ulaşınca maskelerinden sıyrılıp özüne dönmesi, Solidarity lideri çapsız ve narsist Walesa’nın kadın düşmanlığı ve kapitalizmin vaat ettiği konuşma özgürlüğünün ancak “sosyalizm yıkılana kadar” geçerli olduğunu fark etmeleri oldu.
Guardian’a göre Polonya’da, çözülüşün ardından kadın istihdamı 1990 yılında %68 e, 2011’de ise % 45’e düşer.[46] İşe alımlarda kadınlarla “gebe kalmama” anlaşmaları yapılıyor. Elde kalan annelik izinlerini de kadınlar maddi şartlar ve işlerini kaybetme korkusu ile kullanamıyor. Lodz da yapılan 1985 tarihli bir araştırmada genç kadınlar ‘işi bırakıp evde çocuk bakmayı tercih ettiklerini’ söylerken 1993 yılında aynı soruyu “güçlü bir çalışma arzusu taşıdıklarını” söyleyerek cevaplıyorlar.[47] Kürtajın yasaklanması ile birlikte doğum izni zorunluluk haline getirilir, kadınların emeklilik yaşı düşürülür fakat diğer yandan emeklilik maaşları ve kapsamı da daraltılacaktır. Uluslararası Kadın Kuruluşu Lodz Şubesi ya da Varşova Kadını Destekleme Merkezi iş bulmak için kendilerine başvuran kadınlara, iş görüşmelerinde ‘çocuklarınızla ilgili bir şey söylemeyin’ telkininde bulunuyor.[48] Kasiyer, sekreter, asistan vs iş alım ilanlarında “genç, güzel ve iyi görünümlü” kadın adaylar arandığı bildiriliyor.[49]
Tarihin bir ironisi demek gerek, Polonya’da 1990’larda en cazip meslek iş garantisi sunduğu için devlet memurluğu oluyor.[50] Solidarity hareketinin başladığı Gdansk tersanesi 2007 yılında AB yasaları uyarınca diğer tersanelerle birlikte kapatılmak istenince yaklaşık 23 bin işçinin çalıştığı tersane ancak işçilerin % 95’inin işine son verilmesi şartı ile faaliyetine devam ediyor.
Bunun kapitalist dünya için yeni bir şey olduğunu sanıyor olmalılar ki, kadın aktivistler 1999’da kaybolan hakları için “anayasayı değiştiremiyoruz ama uluslararası kamuoyuna gerçekleri iletebiliyoruz” diye avunuyordu. Bugün Polonyalı feministler, kadınlara yurtdışında kürtaj olanağı sağlamak için dayanışma ağları ve evde kimyasal yöntemlerle kendi kendine kürtaj olanaklarını bir ‘strateji’ olarak öneriyor. Akıl alır gibi değil… Sosyalist rejimin laikliği aslında Polonya’da Katolik kilisesinin kadın bedenine el koymasına karşı da bir önlemdi. Gerisi çorap söküğü gibi geliyor…
Eski Doğu Bloku ülkelerinde yaşanan şey, Polonya’da da yaşanıyor… Kadınlar, sosyalizmde sorgulanamaz olan hakları için bugün yeniden mücadele ediyorlar.
Dipnotlar
[1] Sosyalizmin çözülüşü sonrası Polonyalı bir kadının sözleri; aktaran Mishtal, Z. Joanna (2009) “How the Church Became the State. The Catholic Regime and Reproductive Rights”, Gender Politics and Everyday Life in State Socialist Eastern and Central Europe içinde, s.146.
[2] Markowska S. ve Ignaciuk A.(2020) “Family Planning Advice in State Socialist Policy Family Planning Advice in State-Socialist Poland, 1950s–80s: Local and Transnational Exchanges”, Medical History, 64(2).
[3] Solidarty (Solidarnosc-Dayanışma Sendikası) 7 Ağustos 1980’de vinç operatörü Anna Walentynonicz’in Gdansk tersanesindeki işinden çıkarılması ile başlayan grev dalgası ile kurulmuştur. Solidarity’nin ekonomik talepleri kadar siyasi taleplerinin de aralarında bulunduğu 21 Talep Manifestosunun taleplerinden biri de bağımsız sendikalar kurulmasıdır. Solidarity adına Walesa ile yönetim arasında imzalanan Ağustos anlaşmaları sonucu 17 Aralık 1980’ de Bağımsız ve Özerk Dayanışma Sendikası (Solidarity) kurulmuştu. 1981 yılında 34 milyon nüfusa sahip Polonya’da Solidarity’nin üye sayısı 10 milyondur.
[4] Markowska ve Ignaciuk, s.32.
[5] Odrowaz-Coates, Anna (2015) “Gender Crisis in Poland, Catholic Ideology and the Media”, Sociology Mind, 5(5), s.31.
[6] Bu paragraftaki SSCB-Polonya araştırma istatistikleri için bkz. Bystydzienski, Jill M.(1989) “Women and Socialism: A Comparative Study of Women in Poland and the USSR.” Signs, 14(3).
[7] (PZPR-Polonya Birleşik İşçi Partisi- Polska Zjednoczona Partia Robotnicza) 1948 yılında Polonya Sosyalist Partisi ve Polonya İşçi Partisinin birleşmesiyle kurulmuştur. Birleşen her iki örgütün de kendi kadın seksiyonları bulunmakta ve birleşene kadar Kadınlar Ligi’nde birlikte çalışma yürütmekte ve zaman zaman rekabet etmektedirler.
[8] 1945 yılında kurulan Kadınlar Ligi (kısaca Lig), Polonya’nın resmi merkezi kitlesel kadın organizasyonudur. Diğer Doğu Blok’u ülkelerinde olduğu gibi parti ile birlikte ve parti önderliğinde hareket eder. İlk etapta 1945 yazında kurulan Sosyal ve Sivil Kadınlar Birliği (SOLK-Społeczno-Obywatelska Liga Kobiet) partiler arası bir oluşum olarak tasarlanır ancak o dönemki adıyla Polonya İşçi Partisi (Polska Partia Robotnicza, PPR), 1948 sonrası adıyla Polonya Birleşik İşçi Partisi (PZPR) örgüt içerisinde çok daha güçlü bir konumdaydı. SOLK, faaliyetlerine üç temel birim organize ederek başladı: Şehirdeki ev kadınları, kırsal alandaki ev kadınları ve işyerindeki kadınlar için çalışma planı çıkardı. Bu üç birimin kurulmasının ardından ise sendikalar ve Çiftçilerin Öz-Yardım Birliği içinde kadın birimleri ve konseyleri kurulur. Eş üyelik sistemi ile Lig bileşiminde Tarım Kesimi Kadın çalışması olan Kırsal Kesim Ev kadınları Çevresi (Circles of Rural Housewives), Kooperatifler Birliği Kadın Kolu, Askeri Personel Aileleri Yardımlaşma Kulüpleri, Ulusal Sendika Kadın Komisyonları da yer almaktadır. Partili olmayan kadınları da kapsayan Lig, aynı zamanda 1966-1983 arası faaliyet gösteren ve tüm kadın örgütlerini birleştiren Ulusal Kadınlar Konseyi bileşenidir. Lig Doğu Blok’unda sosyalizmin çözülüşünden sonra da faaliyetlerine devam eden ender organizasyonlardandır. Kendisine komünizm öncesi kökler bulmaya çalışarak komünist geçmişini unutturmaya çalışan Lig bugün, diğer kadın grupları akademide elitlerle çalışırken, ev kadınlarına yönelik çalışmalarına bu sefer AB fonları ile devam ediyor.
[9] UDKF (Uluslararası Demokratik Kadın Federasyonu) ile ilgili bkz. Feride E. Tetik “Soğuk Savaş ve Sosyalizmin Kadın Cephesi”, Gelenek, 157, Ağustos 2021.
[10] Grabowska, Magdalena (2017) “Bits of Freedom: Demystifying Women’s Acitivism under State Socialism in Poland and Georgia”, Feminist Studies, 43(1), s.153.
[11] A.g.e.
[12] Mishtal, s.135.
[13] Bu bağlamda yazıda kısaca kadın çalışması olarak ifade edilecektir.
[14] Helena Kozlowska, Jadwiga Ludwinska, Regina Kobrynska, Maria Kaminska, Pelegia Lewinska, Wanda Markowska, Edwarda Orlowska vs. Savaş öncesi Komünist Parti üyelerinden oluşan bu jenerasyonun ortak noktası yeraltı çalışmalarında bulunmuş, defalarca hapse girmiş, ikinci savaşta partizan mücadelesinde yer almış yahut Kızılordu ile birlikte savaşmış, hatta toplama kampına atılmış ve “çelikleşmiş” kadrolar olmaları. Daha sonra “Devrimin Teyzeleri” olarak adlandırılacak bu jenerasyon Bilim, Kültür, Propaganda, Parti Okulu sekreterlikleri, MK üyelikleri ve MK merkezi organlarda görev almışlardır. (Bkz. Jarska (2020) Büyük bir kısmı destalinizasyonla daha geri görevlere alınmış ve hatta yargılanmış, 1960’lar sona erdiğinde yerlerini yeni bir jenerasyon almıştır.
[15] Grabowska, s.156.
[16] Nowak, Basia (2004) Serving Women and the State: The League of Women in Communist Poland, Doktora Tezi: Ohio State University, s.86.
[17] Jarska, Natalia (2019) “Female Breadwinners in State Socialism. The Value of Women’s Work for Wages in Post-Stalinist Poland”, Contemporary European History, 28, s.474.
[18] Grabowska, s.157.
[19] Nowak, s.129.
[20] Fidelis, Malgorzata (2004). Equality through Protection: The Politics of Women’s Employment in Postwar Poland, 1945-1956. Slavic Review, 63(2), s.314.
[21] Nowak, s.49.
[22] A.g.e.,52.
[23] A.g.e.,55.
[24] Lig iş yeri birimleri 1956’da Kadınlar Ligi’nin baskısı ile tekrar kurulacak ama 1966’da yeniden işyerlerinden çıkarılacaktır. 1981’de ise Partinin tekrar Merkez Komiteye bağlı bir Kadın Komisyonu kurduğunu ve lig üyeleri girişimi ile işyeri çalışmalarının tekrar başlatıldığını görüyoruz. Bir ara yüzün neden bu kadar çok şekil, bileşen ve format değiştirdiğini anlamak için Polonya tarihine yakından bakmak gerekiyor. Her türlü siyasal değişimin Lig bünyesine bu kadar yansıması çalışmalarda sürekliliğin kopması, her dönem yeni baştan bir şeylerin keşfedilmesi, Lig’ in üyeler nezdinde de inandırıcılığını kaybetmesine neden oluyor. Kadınlar giderek Lig’ i sadece devletin bir hizmet kurumu olarak algılayıp, sahiplenmiyorlar. Bir diğer deyişle özellikle parti güçsüzleştiği dönemlerde kadın çalışması yapısal değişime uğruyor, yapısal değişim nihai hedefe değil dönemin ihtiyaçları üzerine kurgulanıyor. Polonya 1951, 1956, 1970, 1976 ve 1986 yıllarında özellikle gıda maddelerinde fiyatlarda yükselişlerle senkronize eylem döngülerine sahip, bunların 1956, 1968, 1970 ve 1976 grev ve ayaklanmaların fitilini yaktığını görüyoruz. Kadın çalışması ise 1953, 1957, 1966, 1981 ve 1983 yıllarında yapısal değişimlere gidilmiştir.
[25] (Bierut’un halefi) Ochab’ın kısa yönetiminden sonra Genel Sekreter olan Gomulka, Stalin döneminde ‘ulusalcı sapma’ denilerek partiden tasfiye edilmiş, Stalin’in ölümünün ardından tekrar partiye kabul edilmişti. Kruşçev’ in 20.kongre gizli konuşmasının tüm ülke çapında halka açık toplantılarla, anlaşılmaz bir hevesle açıklandığı destalinizasyon sürecinin Polonya’ya; Poznan’da tüketim maddeleri fiyatları ve maaşların düşüklüğüne karşı başlayan grev dalgasının kolaylıkla geleneksel Rus düşmanlığı ile birleştiği bir ayaklanmaya mal olduğunu ardından Gomulka’nın Genel Sekreterliğe getirildiğini görüyoruz. Polonya’da destalinizasyon ve Gomulka’nın bu ‘yerli ve milli sosyalizmi’nin kadın çalışması açısından da milatlardan biri olduğunu düşünüyorum.
[26] Burada atlanmaması gereken bir süreç de, 1968 yaşanan (kimi kaynaklara göre anti-semitik tasfiye) parti kadrolarındaki kitlesel tasfiye dönemidir.
[27] Jarska, s.476-477.
[28] Fidelis, s.321.
[29] A.g.e., s.307.
[30] Nowak, s.52. Ayrıca ara yüzler söz konusu olunca, nereye, nasıl örgütlendiğin kadar önemli olan şeyin hangi taleplerle örgütlendiğin, bu talepleri ne kadar ileri örgütleyebildiğin olduğunu da geçerken bir kenara not etmek gerekiyor.
[31] Perkowski, Piotr (2017) “Wedded to Welfare? Working Mothers and the Welfare State in Communist Poland”, Slavic Review, 76(2), s.457.
[32] Fidelis, Malgorzata (2009) “Are You a Modern Girl? Consumer Culture and Young Women in 1960s Poland”, Gender Politics and Everyday Life in State Socialist Eastern and Central Europe içinde, s.176.
[33] Kemal Okuyan’ın Sovyetler Birliği’nin Çözülüşü Üzerine Anti-tezler (Yazılama Yayınları, 2011) kitabında yer alan tespitlerden birini burada Polonya’ya uyarlayarak tekrar etmek istiyorum. Polonya’da da, Marksizm Bilimler Akademisine, İdeoloji Propaganda Bakanlığına, Kadın sorununu kadın örgütlerine havale edecek, aydınlara müdahale etmeyecek, kilise ile hesaplaşmayıp, sadece arada sırada didişecek… Direk uygulamaya koyamadıkları, açıkça programlayamadığı başlıklarda, desteklediği bir dizi toplulukla toplumsal çalışma yapan (Aile Planlaması Topluluğu, Seküler Okul Topluluğu, Ateizmi Geliştirme Topluluğu vs), hedefsizliğin getirdiği uyuşukluk içinde, memnuniyetsizliklerden doğan ayaklanma, grev dalgaları ve kriz üstüne krizlerle boğuşan bir parti görüyoruz.
[34] Nowak, s.54.
[35] A.g.e., s.204.
[36] A.g.e., s.218.
[37] Bystydzienski, s.674.
[38] Jarska, s.474.
[39] Fidelis, s.180.
[40] Doğu Almanya ve Macaristan için bkz. Feride E. Tetik “Tahtını da Bahtını da Kendi Kuran Kadınlar. Reel Sosyalizm Deneyimlerinde Kadın Eşitlik ve Özgürlüğü” Gelenek, 156, Haziran 2021.
[41] Bystydzienski, s.682.
[42] Mazurek, Malgorzata (2011) “From Welfare-State to Self-Welfare: Everyday Opposition among Textile Female Workers, Lodz 1971-1981”, Gender Politics and Mass Dictatorship içinde, s.286.
[43] Yazı taslağı üzerinde yaptığımız fikir alışverişi sırasında Evrim Gökçe’nin yapmış olduğu bu tanımlamayı izniyle, burada kullanıyorum.
[44] Nowak, s.157-158.
[45] Solidarity (Solidarność) ile aktivizme başlayan Polonyalı bir kadının sözleri -aktaran Grabowska, s.166.
[46] https://www.theguardian.com/world/2011/apr/08/polish-women-communism-better-equality
[47] Heinen, Jacquelin (1995) “Unemployment and Women’s Attitudes in Poland”, Social Politics: International Studies in Gender, State & Society, 2(1), s.96,98.
[48] A.g.e., s.102.
[49] A.g.e., s.103
[50] Mazurek, s.298.