Sınıf ve Parti: İdeolojiden Siyasete Kayan Zemin

Bu çalışmada, leninist politika ve örgütlenme süreçleri ile temel olarak bunların içerildiği leninist örgüt teorisi çıkış noktası alınarak, Türkiye somutunda devrimci sosyalizmin gelişme perspektiflerine ilişkin bazı yakın dönem saptamalarına yer verilecek. Gereksiz yinelemelerden kaçınmak için Gelenek‘te daha önce yeterince ele alınmış kimi noktalara değinmekle yetinilirken, çalışmanın ekseniyle çakışan kimi noktalar açımlanmaya çalışılacak. Bunlara ek olarak da, Haluk Yurtsever’in Sınıf ve Parti kitabında yer verdiği kimi değerlendirmeler tartışılacak. Sözkonusu kitabın önem verdiğimiz yanı, Türkiye’de sosyalizmin geleceğini tartışmak gerektiğinde vazgeçilmez olduğu üzere, örgüt ve öncülüğün merkeze alınmış olması.

ÖNCÜLÜK MİSYONU

Öncülük misyonunun, marksizmin teorik bir kazanımı haline gelmesi belli bir tarihselliğin ürünü. Marks ve Engels’in, kapitalizmin gelişimine ve bu gelişimin gözlenebilir ürünlerine ilişkin yaklaşımlarında, zorunluluk öne çıkarılıyor. Kapitalizmin barındırdığı sınıf çelişkileri ve bunların ürünü olan sınıf mücadeleleri, bu zorunluluk vurgusu içinde kavranıyor. Aynı çerçevede, devrim teorisi alanı tanımlanırken, ağırlık, devrimci sınıfın nesnel gelişimine tanınıyor. Dolayısıyla da, devrimci sınıfın düşünsel-politik cephanesi bir ideoloji olarak değil, doğru bilinç olarak kavranıyor. Yine bunun uzantısı olarak komünist bilincin işçi sınıfına -en azından nesnel konumlara göre- dengeli olarak dağılacağı varsayılıyor. Kapitalizmin nesnelliğinin işçi sınıfını kendi gelişimine paralel olarak geliştirmesi ve devrimci sınıfın bu sürecin sonunda kendi kurtuluşunu komünist devrimde görmesi bekleniyor.

Marks’ın modelinde, örneğin Felsefenin Sefaleti‘nde tanımlandığı biçimiyle, komünistlerin görevi, sözkonusu sürecin gözcülüğü ve sözcülüğüdür. Sürekli devrim modelinde bile zorlanan nesnellik, bir politik öznenin değil, sınıfların konumlanışının ürünüdür.

İşçi sınıfı hareketi üzerinde, sınıfın tarihsel misyonuna ilişkin bilgiyi veri alan belirli perspektifleri taşıyan örgütlü bir öznellik, Bolşeviklerin ve Lenin’in katkısıdır.

Sözkonusu öznellik burjuvazinin toplumsal varlığına son verecek bir sosyalist kuruluşu örgütleyecek ve kuruluş, kapitalizmin nesnelliği içinde bir bütün olarak gelişmesi engellenen işçi sınıfı ile tarihsel misyonu arasındaki 19. yüzyılın paradigmaları içinde bir türlü doldurulamayan boşluğu dolduracaktır.

Sosyalist kuruluşun ana kaldıracı siyasal iktidardır ve sosyalist öncünün vazgeçilmez niteliği iktidar perspektifidir.

Yukarıdaki tabloyu tamamlamak için üç noktayı eklemek gerekiyor. Birincisi, proletaryanın sınıf bilincinin eşitsiz dağılımı. İkincisi, proletaryanın sınıf bilincinin sıçramalı gelişimi. Son nokta olan üstyapısal-özgün-dinamikler üzerinde kısaca duracağız. Sosyalizmin boy verdiği her yerde, radikal aydın geleneği sosyalizmin olgunlaşması sürecinde özgün bir yer tutmuştur. Radikal aydın geleneği, sosyalizmin kök salmaya aday olduğu bir toprak olmanın yanısıra, onun kavranmasında yerel ve özgün bazı prizmaların dikkate alınması gerekliliğini yaratır.

ÖRGÜT

Leninist örgüt teorisi, sosyalist hareketin gelişiminin işçi hareketinden ayrı bir kanalda gerçekleştiğini gösterirken, örgütü bu ayrılığı olumlu anlamıyla korumanın bir aracı olarak görür.

Sosyalist hareketin ve örgütün belli bir nesnellikten beslendiği açıktır. Bu nesnellik, burjuva toplumunun çeşitli kesimlerinin oluşturduğu ve durgun dönemlerde işçi hareketini de içeren bir toplumsal hareketlilik nesnelliğidir. Sosyalist hareket, bu hareketliliğin belli ürünlerinden nitelik ve nicelik itibarıyla yararlanır. Ancak burada unutulmaması gereken önemli bir nokta var. Sosyalist ideoloji, burjuva toplumunun ve burjuva egemenliğinin bütünsel bir eleştirisi ve inkârını içerir. Bu hareketliliğin ifade ettiği muhalefet ise, kendiliğindenliğin ağırlığı oranında, dar ve kısmi olmak durumundadır. Sosyalist ideoloji ve örgüt, sözkonusu hareketliliğin bir üstyapısı olamaz. Burjuvaziye yönelik kısmi çıkışların konjonktürelliği, gerileme ve yokoluşları kaçınılmazdır. Sosyalist hareketin bu tür kesintilerden payını almaması ve devrimci durumda toplumsal hareketler üzerinde bir hegemonya kurabilmesi; bir başka deyişle, devrimci durumun açığa çıkardığı devrimci dinamizmi sosyalist iktidarın dayanağı haline getirmesi, politik-örgütsel mekanizmalarla kendi süreklilik ve bağımsızlığını koruması ile mümkündür.

Eklenmesi gereken önemli bir nokta kalıyor. Süreklilik ve bağımsızlık, devrimci durumda öncülüğü garanti etmek için yeterli değildir. Devrimci durumda, “egemen sınıfın tüm siyasal temsilcileri de dahil olmak üzere hiçbir siyasal yapı eskisi gibi mücadele edemez.1 Durgun dönemlerin siyasal ve ideolojik araçları yetersiz, hatta geriletici bir işlev yüklenir. Örgütlenme düzeyinde de bir yeniden inşa gerekli hale gelir. Devrimci durum, işçi sınıfı hareketi üzerinde sosyalist ideolojinin (politik) hegemonyasını temsil edecek bir öznenin yaratılmasını, ancak, sosyalist öncünün de öznel bir atılımı sözkonusu olduğunda olası kılar..

LENİNİZMİN YENİDEN-ÜRETİMİ: BOLŞEVİZASYON

Bolşevizasyon süreci, sosyalist hareketin, çeşitli nitelikleri yukarıda tarif edilen bir öznelliği yaratması -kendini yaratması ve olgunlaştırması- sürecidir. Süreç, sosyalizmin bir ülke toprağına düşüşünden iktidarına kadar çeşitli aşamalardan oluşur ve öncülüğün herhangi bir momentte yakalanması; aşamalar ve aralarındaki iç bağlantıların kavranması ile mümkündür. Bolşevizasyon sürecinin ana eksenini biçimlendiren ve sürecin bileşenlerini üst-belirleyen, siyasal iktidar perspektifidir.

Bolşevizasyon sürecinin burada üzerinde durulması gereken iki bileşeni, teorik-ideolojik reorganizasyon ve siyasal hareket.

Teorik-ideolojik reorganizasyon: Modern sınıf mücadeleleri tarihi ve uzunca bir süredir bu tarihin yazıcıları arasında yeralan marksizmin deneyimleri belli bir tarihsel yükle birlikte ortada duruyor. Bolşevizasyonun bir bileşenini, sözkonusu deneyimlerin teorik bir süzgeçten geçirilmesi ve marksist birikimin belirli yerellikte yeniden-üretilmesi oluşturuyor. Böylesi bir reorganizasyonun doğrultusunu Ekim devriminde aramak gerekiyor. Aynı anlama gelmek üzere, Ekim devrimi, reorganizasyonun sorularını belirleyecek, cevaplarını tarif edecek ana ekseni gösteriyor. 2

Belli bir yerelliğin sunduğu alan içinde tarif edilebilecek olan teorik-ideolojik reorganizasyonun uluslararası iklimi de önem taşıyor. Hatta, belli dönemlerde, bu iklimin kimi ögelerinin yerel olan üzerinde ağırlıklı etkileri olabiliyor. Örneğin Ekim devriminin sarsıcı çıkışıyla uluslararası ölçekte sosyalizmin gündemine giren bolşevik pratiğin teorizasyonu, tek ülkedeki sosyalizmin korunması zorunluluğunun ürünü olan görevlerin ideolojik yükleriyle birlikte gerçekleşmiş ve bu durum, kimi geçici ögelerin teoriye dahil olmasına yolaçmıştır. Ekim devriminin ülkesindeki sosyalistlerin politik otoriteleri, giderek, iktidarın güncel olduğu ülkelerde devrimci bir teorizasyonun gerçekleştirilmesinin önündeki engellerin, uluslararası iklime dahil bileşenini oluşturmuştur.

Bugün uluslararası iklim, sağa savurucu rüzgarlarına karşın, sözünü ettiğimiz ülkeler açısından kimi yüklerden kurtulmanın olanaklarını da sunuyor. Yeni dönemde, Ekim’in, ona yabancı tarihsel yüklerden arındırılarak, teoriye maledilmesi bu yerelliklerde mümkün olacaktır. Ülkemiz sosyalistleri de, mümkün olanı başarmak görevi ile karşı karşıyadır.

Siyasal Hareket: Sosyalist hareket, üstyapı kurumları içinde ve toplumsal hareketliliklerin oluşturduğu alanda kendisine yeraçmalıdır. Bu yeraçma, sosyalizme hitap alanları, kitlesel açılım kanalları ve kadro kaynakları yaratılmasını ifade eder. Sosyalist hareketin kadro kaynağı ve kadroların varolduğu alan esas olarak öncü işçiler ve radikal aydın kopuşu içindedir. Sosyalist hareket bu kesimler üzerindeki etkisine dayanarak bolşevizasyon sürecinde ileriye gidebilir. Bu etkinin tek tek kadroları kazanmanın ötesinde, bu alanda bir siyasal hareket yaratma ve bu hareket içinde kurumsallık kazanma yoluyla gerçekleşebileceği açıktır.

TÜRKİYE’DE BOLŞEVİZASYON SÜRECİ

Bu bölümde, Haluk Yurtsever’in bazı değerlendirmeleri tartışılırken, kimi noktalara netlik kazandırmaya çalışacağız. Öncelikle, Yurtsever’in deyimiyle “ideolojik kuşatma” sorunundan, Sınıf ve Parti‘den bir alıntı ile başlayalım: “Türkiye işçi sınıfı, nesnel koşullar açısından tarihsel rolünü oynamaya en hazır olduğu bir dönemde, belki tarihin en büyük ideolojik kuşatma hareketiyle karşı karşıyadır. Bundan da çıkan, işçi sınıfının gizli gücünün gerçek ve dönüştürücü bir enerji olarak ortaya koymasının teori ve siyasette devrimci bir atılım gerçekleştirmeye bağlı olduğudur.” 3 Buradaki teori ve siyaset vurgusu oldukça yerinde. Ancak Yurtsever’in sonraki çözümlemelerinde ideolojinin siyasetle bağlantısının zayıfladığını, ideolojik kuşatmanın kırılmasının tek başına ideolojik “mücadele”ye bağlandığını görüyoruz.

Daha önce ele alındı. Türkiye’de zorun kendisi bir ideolojik araçtır aynı zamanda. Salgıladığı ideoloji depolitizasyondur. İşçi sınıfı da depolitizasyona şerbetli değildir ve kendi başına bunu kırmasını sağlayacak bir mücadele/sınıf hareketi geleneğine sahip değildir. Eklenmesi gereken, zorun ideolojik etkisinin anlık olmadığı. Dönemsel olarak geri çekildiğinde de salgıladığı ideoloji varlık ve etkinliğini sürdürüyor.

Dolayısıyla, Türkiye sosyalist hareketinin, ideolojik kuşatmayı salt ideolojik mekanizmalarla aşması mümkün değildir. Sorunun çözümünde vazgeçilmez bir adım sosyalizmin bir siyasal güç olarak sahneye çıkmasıdır.

Yurtsever, partinin üç temel işlevinin bulunduğunu söylüyor. Bunlar, siyasal, ideolojik ve toplumsal işlevlerdir. Ancak, tanımlanan işlevler arasındaki bağlantıların ele alınmamasının önemli bir sorun yarattığını düşünüyoruz. Örneğin, “devrimi gerçekleştirecek, ‘devrimci bir yığını’ oluşturmak, sosyalizmden çıkarı olan toplumsal güçlerin bilincini köklü biçimde değiştirmek, bir ideolojik devrim gerçekleştirme sorunudur.” 4 ,ya da “bakışını değiştirmeden insanı değiştirmek, bir devrimden çıkarı olan edilgen kitleleri hareketlendirmek mümkün değil.” 5 önermelerinden yola çıkılarak “Kemalizm başta olmak üzere her türlü burjuva ideolojisinin, Türkiye toplumu, halk yığınları ve devrimci hareket üstündeki etkilerini kazımak için yoğun bir ideolojik savaş yürütmek” 6 gerekliliği sonucuna ulaşılıyor. Şurası açık ki, ideolojik düzeyde elde edilecek ciddi kazanımlar, siyasal düzeydeki kazanımların açtığı alanda yaratılabilir. Kitlesel düzeyde, sosyalizmin siyasal bir güç olarak girdiği bir devrimci durum öncesinde, sosyalizm yönünde ciddi ideolojik dönüşümlerin yaşanması mümkün değil. Hele köylülük ve küçük burjuvazinin devrimde pozitif konumlanışı, ideolojik değil siyasal olarak mümkündür.

Yurtsever’in sözünü ettiği toplumsal işlev üzerinde de durmak gerekiyor.

“Bugün dünya çapında milyonlarca insana, kapitalizmin, insanın insancıl özüne yabancı bir toplumsal düzen olduğunu göstermek o kadar zor değildir. Daha zor olan önerdiğimiz yeni düzenin gerçekten bir toplumsal kurtuluş olduğunu daha bugünden kanıtlayabilmektir. Yaşayan sosyalizmin somut pratiğindeki bozuklukların, tüm dünyada sosyalizmin çekim gücünü tartışılır duruma getirmesi önemli bir sorunumuzdur.

Daha bugünden, hiç olmazsa kendi içinde ve yakın etki alanında sosyalizmi bir yaşam biçimi, yeni ve ileri bir ilişkiler sistemi durumuna getiremeyen, daha kapitalist toplumda bir muhalefet gücü olarak savaşırken sosyalist örgütlenme ve sosyalist insanın başkalığını pratikte gösteremeyen bir partinin, iktidarı aldıktan sonra toplumun sosyalist örgütlenmesini gerçekleştirmesi, yeni insanı yaratması nasıl düşünülebilir?” 7

Sosyalizmin toplumsal kurtuluş vaadinin sosyalist örgütlenme içindeki ilişkilerle kanıtlanamayacağı kanısındayız. Birincisi; böylesi bir “kanıtlama”, somut bir örnek, bir model oluşturma anlamına gelecektir. Sosyalist ilişkilerin sosyalist toplumun maddi temeli dışında oluşturulması çabasının sosyalist örgütlenmenin teorik-politik temellerini yanlış tanımlamaya götüreceğini düşünüyoruz. Leninist örgütün biçimlenişi ve iç ilişkileri, iktidar mücadelesinin gereklerine göre belirlenir. Leninist örgüte siyasal iktidarın kazanılması dışında işlevler yüklemek konusunda oldukça ihtiyatlı davranmak gerekiyor. Yurtsever’in deyimiyle “gelecek toplumun embriyonik özelliklerinin” taşınması, kanımızca, bir öncül değil, ancak bir sonuç olabilir.

İkincisi; “kanıtlama”, bilimsel ya da daha doğrusu ampirik göstergelerle değil ideolojik mekanizmalarla gerçekleştirilebilir. Sosyalizmin kendini kanıtlaması proletaryanın kendi tarihsel sınıf çıkarını kollektif çıkar olarak kabul ettirmesi ile mümkündür. Bu da, devrimci durum ve bilincin sıçramalı gelişimi ile birlikte düşünülmeli. Sonuç olarak, bu kanıtlama pratiğinin ideolojik-politik araçlarla gerçekleştirilebileceği söylenmeli.

Son olarak, Yurtsever’in, Türkiye’de devrimci marksizmin gelişme perspektifleri üzerine söylediklerini tartışacağız. Aşağıdaki alıntıların Yurtsever’in bu konudaki görüşlerini kısmen özetlediğini düşünüyoruz.

“Türkiye’de artık fikirlerin gücünün otoritenin gücüne dönüştürülmesinin zamanı gelmiştir. Devrimci bir örgütsel merkezileşmenin veri temeli devrimci sosyalist birikimimizdir. İdeolojik-örgütsel ayrışma ve kopma süreçleri genel çizgileriyle varacağı noktalara varmıştır. Yeterli bulunmayabilir. Ama bir temel var ve geliştirilebilir. İdeolojik savaşım her zaman önemlidir; her zaman da olacaktır. Ama bir programa sığabilecek görüşlerin tek bir merkezi parti oluşturma hedefini açıkça önlerine koymaları da artık gereklidir.

Tutulacak halka budur.”8

“Bizim için birlik, en başta devrimci sosyalizmin tekleşmesidir. Gündemdeki adım partileşme, parti birliğidir.

Bizim için birlik, ikinci olarak devrimci hareketin ve halkın savaş birliğidir. Bugünkü adımı sosyalist ve devrimci demokrat güçlerin eylem birliğidir. ” 9

İçinde bulunduğumuz tıkanıklığı, fikirlerin gücünün otoritenin gücüne dönüştürülememesi olarak tanımlamak mümkün. Ancak, bu sorunu basitleştirmemek ve çözüm aranışında kolaycılığa düşmemek gerekiyor.

Birincisi, Yurtsever’in deyimiyle “ideolojik-örgütsel ayrışma ve kopma süreçleri” açısından bakıldığında, henüz katedilmesi gereken bir mesafenin bulunduğunu düşünüyoruz. Daha doğrusu bugün gelinen noktada, reformizmin, en azından programatik yaklaşımlarında, bir netliğe ulaştığından sözedilebilir. Ancak, devrimci marksizm için aynı şeylerin söylenebileceğini düşünmüyoruz. Devrimci marksizmin kendi dışındaki alanlardan ayrışması, bolşevikleşme sürecinin bir boyutu ve ürünüdür. Sözkonusu olan bir kimlik netleştirme ve örgütsel birlik sorunudur; buna karşın kendi kimliğini oluşturmada yeterince gelişkin olmayan kesimler arasında örgütsel birlik sorununun gündemin baş köşesine yerleştirilmesinin daha çok sorunları karmaşıklaştırmaya hizmet edeceği kanısını taşıyoruz.

İkincisi, kanımızca bugün sosyalist hareketin önündeki temel sorun, kimlik netleştirme sürecini de ilerletecek bir siyasal hareket boyutunun yaratılmasıdır. Siyasal hareket boyutu, devrimci marksist kadrolar açısından kendi çevresinde bir hareket yaratma, kendi kaynaklarını yaratma ve kullanma süreci içinde, kendini yaratmayı ifade ediyor. Türkiye sosyalist hareketi marjinallik koşullarında, marksist teorik-politik mirasın ayrıştırılması ve bu birikimin reorganizasyonu konularında, kesimler arasında eşitsizlikler olduğu halde, belli bir yol aldı. Bu sürecin biriktirdiklerinin birer kazanıma dönüştürülmesi ise, ancak, dışa dönük politikalar üretme sürecinde sınanmalarıyla mümkündür. Bu anlamda da sosyalist hareketin içe dönük süreçleri henüz tamamlanmamış; ama ülke siyasal gündeminde sosyalizme bir yer açma ve sosyalizmi bir siyasal güç durumuna getirme süreçlerine bağlanmıştır. Bugün örgütsel birliğin öne konması, sözkonusu süreçlerin farklı kanallarda yürütülebileceği varsayımına dayanmaktadır ve bu varsayımı gerçekçi bulmuyoruz.

Bir sonraki bölüme geçmeden, Haluk Yurtsever’in kitabında sosyalizmin gelişme perspektifleri açısından önemli bir yer tanınan devrimci demokrasiyle ilişkiler sorununa ilişkin bir parantez açmayı gerekli görüyoruz. Birincisi, bugünün devrimci demokrasisinin küçük burjuvazinin gelecekteki siyasal temsilciliğine kesin gözüyle bakmanın çok anlamlı olmadığını düşünüyoruz. Kitlelerin siyasal hareketliliğinin ve bu hareketliliğe paralel olarak siyasal kavrayışlarının da sıçramalı gelişimi, siyasal temsilciliğin de bu sıçrama noktalarında kazanılmasının hayatiliğini ifade ediyor. Bir adım daha atarsak, proletaryanın öncüsünün küçük burjuvazinin devrimci dinamizmini sosyalist iktidar mücadelesine doğrudan kanalize etmesi, bir başka deyişle, devrimci durumda bu sınıfı kendi siyasal hegemonyası altına alması mümkündür. İkincisi, bolşevizasyon sürecinde, bağımsız siyasal kimliğin korunmasının temel bir önemi bulunuyor. Özellikle kimlik netleştirme sorununun ön planda olduğu dönemlerde, bağımsızlığın korunması, sosyalizm dışı kanallardan mümkün olduğunca uzak durmayı gerektirebiliyor. Bağımsızlık aynı zamanda bir güç, siyasal güç sorunu. Sosyalistler, belirleyemedikleri ittifakların belirlenimi altına girmek durumunda kalırlar.

LEGAL SOL PARTİ

Leninist örgüt teorisi, öncülüğü bir süreç olarak görür. Bolşevizasyon süreci dediğimiz sürecin bizce Türkiye sosyalist hareketi açısından güncelleşen adımı, Leninist bir öncülüğün beslenebileceği bir siyasal hareketin yaratılmasıdır. Sözkonusu siyasal hareketi oluşturacak olan unsurlar, esas olarak, öncü işçiler ve radikal aydın kopuşu içinde bulunuyor.

Bu unsurların bir siyasal hareketin parçası haline gelmesi, sosyalizmin ülke siyasal gündeminde kendine bir yer açması ile mümkün. Öncü işçiler ve sosyalist hareketin potansiyel aydınlarının harekete kazanılmaları için, sosyalist hareketin bu kesimlere somut perspektifler ve siyasal güç vaad etmesi gerekiyor.

Ancak, bu “vaad”in de somutluk kazanması “ilk çıkış”a bağlı görünüyor. Sözkonusu ilk çıkışın da yalnızca kadro hareketliliği ile gerçekleştirilemeyeceği söylenebilir.

Bugün, Türkiye’de sosyalist hareketin, doğrudan sosyalizm mücadelesi çerçevesinde harekete geçirebileceği bir taban vardır. Sözkonusu tabanın bir bölümünü yine öncü işçilerin bir kesimi oluşturmaktadır. Bir diğer bölümü, çeşitli nedenlerle, ki kanımızca bu nedenlerin en önemlilerinden biri sosyalist hareketin şu ana dek vaad ettiklerinin sınırlılığıdır, sosyalist hareketin örgütlü kadroları arasında yer alma seçimini yapamayan, daha çok yeni unsurlar oluşturuyor. Üçüncü ve önemsiz olmayan bir bölüm ise, sosyalist hareketin örgütlü kadroları arasında yer alamayacak, ancak mücadeleci ve sosyalizme çeşitli nedenlerle bağlı insanlardan oluşuyor. Bu son bölümün içinde yeralanlar arasında, örnek olarak, Türkiye solunun yenilgiyle savrulan, ama şu ya da bu şekilde diriliğini muhafaza eden kesimleriyle taşranın, mücadele olanakları oldukça sınırlı ama inançlı ve kendi çevrelerinde saygın insanları bulunuyor. Kimi bileşenlerini andığımız bu tabanın, sözünü ettiğimiz ilk çıkışta önemli bir işlev kazanması beklenebilir ve hedeflenmelidir.

Unutulmaması gereken bu tabana da, somut ve gerçekçi bir siyasal çıkış projesiyle gitmenin zorunluluğu…

Türkiye’de, en azından kısa dönemde siyasal alanda yapılacak bir çıkış için elde bulunan araçların sınırlı olduğu kanısını taşıyoruz. Aşağıda tartışacağımız göstergeler, bu tür bir çıkışın legal siyaset alanında mümkün olduğuna işaret ediyor.

Birincisi; depolitizasyon, toplumsal hareketliliğin bileşenlerinin siyasallaşmasının önünde dikkate alınması zorunlu bir engel durumunda. Bu nesnellik, çıkış ve depolitizasyonun kırılmasının bu bileşenlere yaslanılarak gerçekleştirilemeyeceğini ifade ediyor. Siyasetle doğrudan bağlantısı olmayan dinamiklerin, içinde bulunduğumuz dönemde siyasal bir çıkışa kaynaklık etmesi olası görünmüyor. Bunun ötesinde, kanımızca, sosyalizmin bu dinamiklerden kendi doğrultusunda yararlanması, siyasal bir güç olarak varlık göstermesi ile mümkün.

İkincisi; özelde işçi sınıfının da depolitizasyonun dışında olmadığına değinmiştik. Bugün, sosyalist hareketin, işçi sınıfıyla siyasal bir gündem ekseninde ilişki kurma olanakları da oldukça sınırlıdır. Son birkaç yılın deneyimi, işçi sınıfının önemli bir dinamizm potansiyeli taşıdığını ancak, yolunu kendi başına açarak depolitizasyonu kıramadığını ve işçi hareketinin, siyasal boyutun eksikliği nedeni ile, tıkanıklıklarla karşılaştığını gösteriyor. Bu tıkanıklığın aşılması, hareketin siyasallaştırılması, sınıfın yüzünü siyasete çevirmesi, legal siyaset alanında sergilenecek siyasal güce bağlı görünüyor.

Üçüncüsü; bugün, ne yazık ki Türkiye’de, siyasal gündemin merkezinde, politizasyon düzeyinin tüm geriliğine karşın, açık siyaset alanı duruyor. 1980 sonrasında bu alanın etkinlik ve gücünün daralmış olması kimi boşlukların doğmasına yolaçıyorsa da bu boşlukların sözü edilen alanın dışında doldurulması (özgün dinamiklere sahip Kürt ulusal hareketini dışarıda tutarsak) sözkonusu olamıyor. Burjuva siyasal kurumlarının soğuramadığı dinamikler daha çok depolitizasyon içinde eriyor. Oysa nesnel olarak tüm zayıflığına rağmen, açık siyaset alanının toplumsal meşruiyetinin dayanaklarını ortadan kaldırabilmek onun ortaya çıkardığı kimi olanakları da kullanabilmekle mümkündür. Depolitizasyonu kırmak gerekiyor. Türkiye’nin gündemini burjuvazinin bu denli belirleyebilmesinde kimi eksikliklerini tüm sosyalist çevreler olarak görmek gerekiyor.

Dördüncü gösterge daha güncel. Kriz nesnelliği, burjuva siyasal kurum ve kadrolarının itibarını son derece azaltırken siyaset alanındaki boşlukları genişleterek ve yenilerini ekleyerek, bu boşlukların düzen açısından oldukça hassas noktalar durumuna gelmesine yolaçıyor. Kriz nesnelliğinin yarattığı boşlukların ve bu boşlukların düzen için yarattığı tehlikenin kalıcılık kazanması mümkün değil. “Zaman sosyalistleri sıkıştırıyor”. Düzenin gediklerini sömürme becerisini gösteremeyen bir sosyalist hareketin siyasal bir güç yaratması olanaksız.

Tüm bu göstergelerin kanımızca işaret ettiği, sosyalist hareketin, siyasal gündemdeki boşlukları ve dolayısıyla da siyasal gündemin merkezini parlamenter alanın dışına çıkarmasının, legal siyaset alanında göstereceği etkinliğe bağlı olması.

Bizim görebildiğimiz kadarı ile, siyasal hareketin yaratılmasını sağlayacak temel araç bugün, legal sol partidir. Ya da, daha doğru ifade ile legal sol parti bugün, siyasal hareket boyutuna denk düşüyor.

Legal sol partiye yönelik olarak “radikalizm” adına yapılan eleştirilere ilişkin birkaç şey söyleyelim. Legal bir partinin legalizmin sınırlarını aşamayacağını savunmaları, kanımızca, bu eleştirileri yapan kesimlerin bir zaafına işaret ediyor. “Radikal”liklerini legal siyaset alanında yeniden üretemeyecekleri kuşkusunu taşıyanların radikalizminden kuşkulanmamak için hiçbir neden göremiyoruz. Bu da, radikal kesimde ayrışma/kimlik netleştirme süreçlerinin sona ermemiş olduğuna ilişkin saptamamızı doğruluyor. Legal sol parti gerçekten bir sınama alanı işlevini de görecektir. Bu sınavdan kaçanların “radikal” söylemlerinin gelecekte de ciddi bulunması beklenmemelidir.

Buraya dek söylenenler, sosyalist hareketin önündeki kimi olanakları dile getiriyor. Bu olanakların kullanılması sorununa gelince; şu ana dek reformizm, yukarıda sözünü ettiğimiz gedikleri, ifade ettikleri tarihsel dinamizmi öldürerek yamamaya soyunmuş durumda. Devrimci sosyalistler bu gedikleri, tarihsel hareket içinde kavramayı ve bu gediklerden sızarak düzeni parçalamayı hedefliyorlarsa, buna izin vermemeleri zorunlu. Gelecekte, boşlukların yamanmış, köşe başlarının tutulmuş olduğu bir siyaset alanına giriş elbette olanaksız olmayacak; ama, bu girişin sağlayabilecekleri çok daha mütevazı kalacak ve süreç gerektiğinden çok fazla uzatılmış olacaktır. Belki de bundan çok daha önemlisi, içe dönük olarak yaşanılan süreçlerin biriktirdiklerinin belirli açılım kanalları yaratılarak ülkenin siyasal gündemine yansıtılamaması durumunda bu birikimin sınanması mümkün olmayacak ve bunun ötesinde, sosyalist hareketin kadroları düzeyinde de yozlaşma ve savrulmaların yaşanması kaçınılmazlaşabilecektir.

Zaman, sosyalistleri her açıdan sıkıştırıyor.

Dipnotlar

  1. Hekimoğlu, Cemal; Devrimci Durum ve Kitleler; Gelenek 28; s.31
  2. Ekim devrimi sürecinde birbirinden farklılaşabilen pek çok bileşenin varlığından sözedilebilir. Bu da Ekim devrimi sürecinde tarihsel olmayan bir yaklaşımla bakan pek çok kesimin aradığını bulabilmesini sağlıyor. Ancak, bu süreci tarihe maleden, bolşevik ayaklanma olmuştur. Bolşevikler söz konusu bileşenlere de önemli yardımlarda bulunmuş, sürecin sosyalist devrimle noktalanmaması gibi bir durumda kaçınılmaz olan soysuzlaşmalarını, dolaylı olarak, engellemiştir. Ekim devrimi süreci içinde ‘seçilecek’ birşey varsa, işte bu nedenle bolşeviklerin müdahalesidir. Ekim’in bugün de bize gösterdiği ana doğrultu işte bu müdahalenin temelinde yatan iktidar perspektifidir.
  3. Yurtsever, Haluk; Sınıf ve Parti; Dönem Yayıncılık; s.74
  4. a.g.e.; s.125
  5. a.g.e.; s.125
  6. a.g.e.; s.125
  7. a.g.e.; s.126
  8. a.g.e.; s.145
  9. a.g.e.; s.158
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×