SİP Siyasi Büro Üyesi Halil Hacıalioğlu “Kriz Fantezi Değil”

GELENEK: Son dönemde, SİP yayınlarında, “kriz” bağlamlı çok sayıda yazı çıktı. Bu “yoğunlaşma”nın rasyonalitesi nedir?

Halil HACIALİOĞLU: Son dönemde, herkes “kriz” üzerine bir şeyler yazıyor ve söylüyor. Biz bir kriz nesnelliğinin oluştuğunu söyleyerek bir erken teşhiste bulunduk. Ama, -amerikan aptallığına özgü bir deyim kullanacağım için kusura bakmayın- “bu malı artık yalnızca biz satmıyoruz”. Kriz kavramlaştırması, bizim, bildik bir şeyi yeni bir adlandırma yoluyla farklı bir şekilde tanımlama fantezimizin ürünü değildir. Ortada ancak kriz kavramına başvurularak anlaşılabilecek bir nesnellik olduğu gitgide daha görünür bir hale geliyor.

Ama problemin diğer tarafı, bizim siyasal faaliyetlerimizi nasıl düzenleyeceğimiz sorusu ile ilgilidir. Kriz nesnelliği tespitimiz, bizim faaliyetlerimizin “olağan” seyrini değiştirmemiz gerekebileceğine ilişkin bir yan da içeriyordu. “Yoğunlaşma”nın rasyonalitesi budur. Bu ülkede sıra dışı birşeyler oluyor; bu durumda bizimde olağan bir örgüt yaşantısı sürerken, bir yandan da kriz üzerine bir şeyler yazan adamlar değilsek, bir miktar etkilenmemiz, belli olasılıklara hazırlanmamız doğal olacaktır. Biz bir yandan da kendimize bir yol haritası çıkarıyoruz. Bunu da sonuçta Türkiye haritası üzerine oturtmaya çalışıyoruz.

Krizi biz yaratmadık, ama kesin olan bir şey var; krizin sonrasına şöyle ya da böyle devrolacak şeylerden biri de biziz. Bu kriz isteyip istememekten bağımsız bir şey. Kriz nesnelliği üzerinde bizim bir belirleyiciliğimiz olmayabilir; esasen, işçi sınıfı hareketini yönlendiremediğimiz sürece hiç bir hareket bu gidişatı belirleyemez. Fakat, bu süreç bizim bu konuda kayda değer bir mesafe kaydetmemizi de mümkün kılabilir. Krizi atlatmak, başkalarının problemi, bizim imkanları ve kısıtları ile bu dönemi pas geçmemek ve “atlamamak” gibi bir yükümlüğümüz var.

“Kriz”in görünür hale gelmesi, gördüklerinden başkasına inanmayanları ikna edebilmektedir gerçi, ama bir de gördüklerine de inanmayacak kadar uyanık olanlar var; bunlar için, ya gök kubbenin altında yeni bir şey olması mümkün değildir, ya da belki, daha beterini görmüş oldukları için olan bitenin pek kıymeti harbiyesi yoktur.

Herkesin, krizden söz etmesi bizi “vallahi kriz var” diye yırtınma derdinden kurtarıyor olabilir, ama çok sayıdaki “krizci”nin aralarındaki ortaklık, çoğu durumda aynı sözcüğü kullanmaları ile sınırlıdır. Dolayısıyla, bizim kendi derdimizi ifade etme sorunumuz sabittir.

Bugün Türkiye burjuvazisi, kaynak eksikliği nedeniyle aşmakta güçlük çektiği ve çekeceği bir iktisadi krizle boğuşmaktadır. Ama bu tek başına çok şey ifade etmez; bu, karşılaşılan ne ilk krizdir, ne de -keşke öyle olsaydı, ama- sonuncusu olacaktır. Kapitalizm, zaten krizle yaşar ve aslında mevcut kriz, önceki krizlerin bakiyesini de içerir ve aşılması da yok olması anlamına gelmeyecektir; ileriye devrolacaktır. “Kriz” bu anlamıyla, çözümsüz bir durum ve katastrofik bir son değildir ve nihayetinde, kapitalizmin bir halden bir başka hale geçme dönemi olarak kavranabilir. Sonuçta, kapitalizmin, bir halden bir başka hale geçme, ya da krizle birlikte yaşamayı becerme konusundaki yeteneklerinin yüksek olduğunu gösteren çok sayıda örnek var. Türkiye kapitalizminin de, şu anki krizini atlatması mümkündür.

Fakat bir halden bir başka hale geçmeye zorlanan, eskisi gibi devam edemeyen yalnızca “iktisat” değildir. Üzerinde durulması gereken şey de budur; Türkiye eskisi gibi yönetilememektedir, ama bir şekilde yönetilmektedir. Ortada bir siyasal kriz vardır, ama bu, burjuvazinin sınıf iktidarının sallanması anlamında bir siyasi kriz değildir: Bu iktidarın sallanması için birilerinin sallaması gerekir. Bugün, dikkat edilmesi gereken bir kaç nokta var: sınıf -siyasal iktidar, siyasal iktidar- devlet örgütlenmesi fazla omuz omuza görünmektedirler. Bu ilk bakışta zannedilebileceğinin tersine, kırılgan bir yapıdır; bu durum sürgit devam edemez; herkes farkediyor mu bilemiyorum, ama klasik “teşhir” faaliyetini olağanüstü kolaylaştıran bir durumdur bu. Siyasal kriz başlığının temizlenmesi, bir bakıma bu sıkışmanın tasfiyesine bağlıdır.

Ortada bir toplumsal kriz var mı? Hayır. Ama, mevcut iktisadi krizin atlatılması, işçi sınıfına ve emekçi kesimlere yönelik ciddi bir saldırının başarıya ulaşmasına fazlası ile bağlıdır. Sınıf, bu saldırıyı ne ölçüde göğüsleyecek, bunu göreceğiz. Ama kesin olan şu: Sınıfın büsbütün tepkisiz kalması mümkün değil. Yine de, bunun kendiliğinden hareketlere özgü doğal bir üst sınırı var. Sınıf hareketiyle sosyalist hareket arasındaki fiziki uzaklık, sosyalistlere, bu saldırıya karşı ülke ölçeğinde örgütlenme başlığını sınıfın gündemine hızla sokma şansı vermemektedir. Ama, sınıf hareketinin gündemi ile, sosyalist hareketin gündemi arasında belli çakışmaların ve ortak rezonansların arttığı bir döneme giriyoruz. Bu sosyalistler için bir imkandır; sosyalistler sınıfın öncü kesimleri ile buluşmak için, öncü kesimlerin biçimlendiği uğraklarda onlara öncülük edebilmelidirler.

Bir de, her şeyden önemlisi, geçiş -ya da geçemeyiş- dönemleri olarak kriz dönemleri, bütünün sarsıldığı dönemler olarak, bütünsel modellerin muhataplarının da arttığı dönemlerdir. Sosyalizmin muhataplarının artacağı yolunda bir beklenti, bugün bir züğürt tesellisi olmaktan uzaktır. Bugün toplumda belirgin bir politizasyon eğilimi vardır ve sosyalist hareket belli bir sıçrama yapamazsa, bu politizasyon akacak başka mecra bulma sıkıntısı çekmeyecektir, zaten çekmemektedir.