Sosyalist Program mı? Kampanya Metni mi?

Bir sosyalist partinin program eleştirisine esas olacak temel noktalar özellikle günümüz Türkiyesi’nin gerçekleri göz önüne alındığında neler olmalıdır?

1-Marksist-leninist teori ve pratiğin dünya çapında ve bunun bir parçası olarak Türkiye’deki sorunlarının bugünkü biçimlenişi nedir? Programda bu sorunlar hangi boyutlarda ele alınmıştır?

2-Bugünün gerçekleri ile kurulması düşünülen sosyalist toplum arasındaki sürece bakış programda nasıl ele alınmıştır?

Bir sosyalist partinin programı, sosyalizmin evrenselliği ile perspektiflerin yerelliği arasındaki geçişi ve dengeyi sağlamak durumundadır. Bunu başarabilmenin en önemli yolu, sosyalizmin evrensel sorunları ile ülkenin sosyalist güçlerinin yerel sorunları arasındaki ilişkilendirmeyi doğru bir zemine oturtmaktır. Program sorununun ikinci önemli boyutu ise bir öngörü olarak kurulması düşünülen sosyalizmin niteliklerine ilişkin çözümlemelerdedir. Bu iki önemli boyutun izdüşümünde, bir program ile yapılan, kısaca konunun genel, özgün sorunları ve bir durum saptaması ile gelecekte kurulması düşünülen düzen arasındaki sürecin tanımlanmasıdır. Bir başka ifadeyle verilen mücadelenin bugünden yarına bir çerçevesinin çizilmesidir. Bu iki boyutun, herşeyden önce siyasal ve teorik tutarlılıkla içice geçmesinin sağlanmasıdır. Bir programın “ruhu” budur.

3-Sürecin bugün ile gelecek ile bağlantılandırılması ne derece gerçekçidir? Bir diğer anlatımla, günümüz gerçeklikleriyle tutarlılığı sağlama yolunda, sınıfsal, yapısal ve politik güç dengeleri doğru olarak ortaya konabilmiş midir Yoksa programda sosyalizm yalnızca soyut bir “hedef” olarak mı kalmıştır?

4-Bir programın en önemli yanı, program hazırlayıcılarının politik perspektiflerinin sistemli anlatımı yanında bu perspektif ve öngörülere temel oluşturan düşünce mantığını ve ideolojik biçimlenmeyi de açığa çıkarıyor olmasıdır. Programın başarısı, bu açıklığın gelişkinliğinde aranmalıdır.

Bugün ve gelecek arasındaki tutarlılığın sağlanması açısından, program hazırlayıcılarının ideolojik konumları, güncelliğin ardındaki asıl gerçeklere ulaşmakta nasıl bir fayda (ya da engel) sağlıyor?

Gelenek kitap dizisinin bu kitabının diğer yazılarında da program sorununa, bir sosyalist parti programının bugün Türkiye’de neyi ifade ettiğine ilişkin çözümlemeler yer alıyor. Bu çözümlemeler sözü edilen esaslar çerçevesinde, bir süre önce kurulan Sosyalist Parti’nin programına bakacak olursak;

Herşeyden önce bu program gerçek bir parti programı olma niteliğinden uzaktır. Bir kere program oluşturucularının kendi sosyalist kimliklerinin net ve derinlemesine ortaya konulması, programın Mevlanacı esprideki genel çerçevesi nedeniyle mümkün olmamıştır. Bir sınıf partisi olma öngörüsü ile, kendi kimliklerinin bile ortaya konamadığı bir “geçici program” mantığını birleştirmek, özellikle günümüz Türkiyesi’nde çok zordur.

Programın en önemli temel eksikliği bugünkü Türkiye’nin, Türkiye’deki marksist birikimin, daha genel olarak da dünya çapında marksist-leninist politika ve ideolojinin bağlantılandırılmasındaki eksikliktir. Marksizmin evrensel düzeyde geçirdiği süreçlerden bağımsızlaşma isteği bu programın temel dayanaklarından birisi haline gelmiştir. Bu anlamda program gerçekten tam bağımsızdır. Bilimsel sosyalizmin evrensel mirasından, program ve ilkelerinden, özellikle “Türkiye özgünlüğü” öne çıkarılarak bağımsızlaşmıştır. Programda marksizme ilişkin bir çözümleme, dahası marksist bir çözümleme yoktur. Marksizmin genel sorunları tartışılmamış, bu sorunların Türkiye boyutları ele alınmamış, dolayısıyla yaratıcı hiçbir teorik çözümleme programa yön gösterir hale gelememiştir.

Bu, eklektik bir programdır.

Kimi yerde karikatürize edilen örneklerle açıklanmış somut hedefler, uzakta, nasıl kurulacağına ilişkin hiçbir ciddi çıkarsama ve öngörü yapılmayan sosyalizm hedefiyle yan yana konulmuştur. Dahası, programın partisinin bu uzaktaki sosyalizm hedefiyle ilgisi belirsizdir. Sosyalizmin iktidarına doğru partinin nasıl bir işlevi olduğuna ilişkin bir çözümleme yoktur. Partinin sosyalizm anlayışı ise ancak somut hedeflerin, somut öngörülerin ardından belirsiz ve çelişik olarak çıkarılabilmektedir. Bu çıkarılabilenler de, daha çok, programın sosyalizmden “ne anlamadığına” yöneliktir.

Bu program popülisttir.

Bilimsel sosyalist örgütlenme ve partileşme kavramlarının reddi temelinde kurulmuştur. “Her somut durumda, partinin çıkarlarına göre değil, işçi sınıfı ve emekçi halkın çıkarlarına göre düşünmeyi ve davranmayı ilke edinir” (Prg. syf. 17). Parti çıkarları ile halkın çıkarları arasında çelişki olacağı başkaları gibi bu kesimde de bir fikri sabit halindedir. Her somut durumda, parti çıkarlarına göre değil emekçi halkın çıkarlarına göre düşünmeyi ve davranmayı ilke edinen bir parti, parti de değil, popülist bir akımdır. Emekçi halkın çıkarları aynı zamanda partinin çıkarları haline gelemiyorsa, dahası genel olarak partinin çıkarları emekçi halkın en doğrudan ve gerçek çıkarlarına işaret etmiyorsa, bu parti gerçeklikte sosyalist olamaz. “Kitleleri öncüleri haline getirmek” düşüncesinin uzantısı olan bu ilke, elbette öncü bir parti anlayışına değil, popülist bir kervan anlayışına uygundur.

Sosyalist parti programı bir anti-merkeziyet programıdır.

Yeni sol düşüncenin teorik etkisi altındadır. Program yapıcılarının kafalarında merkezi olan herşeye sürekli bir antipati olduğu açıkça görülüyor. Sömürü düzenlerinin ortaya çıkarttığı, kapitalizmin olgunlaştığı tüm kötülüklerin kaynağının, bu düzenin kâr ve mülkiyet anlayışından ziyade merkezi örgütlenmelerine dayandırıldığı görülüyor. Toplumsal güç dengelerinin, nesnelliklerin somut biçimleri, üstyapısal ilişkilerden doğal kimi sonuçlar bu program aracılığı ile lanetleniyor. Ancak öze ilişkin çözümlemeler ve öneriler yapılmıyor. Halkın sorunlarının kaynağı rüşvete, merkezileşmiş yönetim biçimine vb. biçimselliklere indirgeniyor. “Hayatta bulunduğu dönemde, hiçbir devlet görevlisinin heykelleri dikilemez” ,”Millet meclisi toplantıları başından sonuna kadar TV’den yayınlanır”, “Devlet… ihtiyaca yetecek kadar demokrasi panosu sağlar”, “dinler hakkındaki bilgi, felsefe, tarih ve sosyoloji derslerinde verilir”, “erozyonla toprak kaybını önlemek” gibi biçimsel öneriler bu programın en genel havasını oluşturuyor.

Bu program bir sınıf partisinin programı değildir.

Programın ruhunda işçi sınıfı değil, anlamı açılmamış bir halk kavramı vardır. Ve bu durum marksist anlamda bilimsellikten uzak sonuçlara bağlanmıştır: “Halk yönetimin efendisidir” (Prg. syf. 19). Ama nasıl? Bu yönetimin tarihsel kaynakları nelerdir? Bu “efendiliğin” nesnelliği ve sosyalizm ile ilgili nedir?Hangi ekonomik ve tarihsel veriler böyle bir yönetim biçimine, hangi güçler aracılığı ile yol açıyor? Dahası bu efendiliğin DSP’nin halkçılık anlayışından ayrılan yönü var mıdır? Bütün bunlar belli değildir.

Bu programın ruhu tümü ile kapitalist düzenin içindedir.

Program bugünkü yapılanmaları değiştirmekten ziyade bugünkü yapılanmaların ve mekanizmaların biçimsel aksaklıklarını giderme programıdır. KİT’lerde işçilerin yönetime katılımı, devlet memurlarının maaşlarının sınırlandırılması, devlet memurlarının işledikleri suçlara verilen cezaların artırılması, dilekçelere cevap verme süresi vb. sürekli olarak ayrıntılandırılmıştır. Tüm bunlardan ve bunların sosyalizme giden yolla ilişkisinin belirsizliğinden anlaşılıyor ki bu programın partisi toplumu sosyalizme götürmeye değil, sosyalist mücadelede belirli bir sürece ve kategoriye anlam kazandırmaya değil, bu düzen içinde bazı değişikliklerle “iktidara oynamayı” hedeflemektedir! Bu nedenle program bir sosyalist talep listesi niteliği taşımaktan da ayrı, bir sosyal demokrat alternatif program taslağı niteliğine uygundur.

Bu programın bilimsel zaafları vardır.

Bu zaafların kaynağında radikal olmadan sosyalist bir yaratıcılığa sahip olunamayan Türkiye toprağında, ehlileşmiş bir sosyalizm anlayışını programatize etme kaygısı yatıyor. “Demokrasi ve toplumsal dönüşümlerle özgürleşen emek” seferber edilerek “karma ekonomi inşa ediliyor” (Prg. syf. 36). Marksist iktisat bir bilim olarak reddediliyor. Hangi anlama geldiği anlaşılamayan “özgür emek”, bir yanı üretim araçlarının özel mülkiyetine dayanan karma ekonomi ile birbirini bütünlüyor. Böyle bir marksist iktisadi çözümleme olur mu? diyenlere verilecek yanıt ise, bu karma ekonominin “dengeleri gözeten” bir ekonomi olması. Elbette gözetilen bu dengelerin, toplumsal dönüşümlerle özgürleşen emeğin, burjuvazi tarafından sömürüsünü nasıl önleyeceğini anlamak mümkün değildir.

Bu program demokrat bir partinin programıdır.

Programda burjuva demokratik devrimi ile sosyalist devrim arasındaki ayırım silinmiş, sosyalist devrim BDD’nin yalnızca bir uzantısı olarak ele alınmıştır. Sosyalist devrimin diğer bütün devrimlerden niteliksel farkı ve bir niteliksel kopuşu ifade etmesi gözardı edilmiştir.

Sosyalist toplumun temelleri enternasyonalist bir ideolojinin, işçi sınıfının mücadelesinin ve kazanımlarının değil, Kemalist devrimlerin üzerine bina edilmiştir. Sosyalist Parti program ve tüzüğünden ortaya çıkan genel çerçeve, meşrutiyetlerle başlayan demokratik devrim sürecinin devam etmekte olduğudur. Yapılması gereken de, bu süreci başarıya ulaştırarak durmaksızın sosyalizme yürümektir. Sosyalist Parti programının sosyalizm ile ilgisi işte bu “durmaksızın yürümek”ten ibarettir. Gelenek’in diğer kitaplarında demokratik devrim ve Türkiye sorunu etraflıca ele alındı. Bu nedenle programın çerçevesini oluşturan MDD teorisinin eleştirisini yapmak yersiz oluyor. Ancak genel olarak söylenebilir ki, bu programın hazırlayıcılarının politik öngörüleri, sosyalizm öncesi süreçlere hapsolmuştur. Türkiye insanının sorunlarının çözümünü sosyalizm öncesi süreçlerde aramaktadır.

Bu programda sınıf uzlaşmacılığının kökleri mevcuttur.

“Toprağı modern yöntemlerle ve çağdaş ücret ilişkisiyle bizzat işleten yöntemlerle ve çağdaş ücret ilişkisiyle bizzat işleten zengin köylülerin toprakları, dağıtım kapsamı dışında tutulacaktır” (Prg. syf. 31). Anlaşılıyor ki bu parti çağdaş ücret ilişkisinden yanadır. Kapitalist ücret ilişkisi de önüne çağdaş kelimesi gelince istenir bir durum oluyor. Bu arada bizzat işletiyor olmanın da hiçbir anlama gelmediği hemen anlaşılıyor. Bu programın partisi açıkça, sözde işbirlikçi olmayan burjuvazinin, zengin köylünün, kapitalist çiftçinin yanında yer almaktadır. Toprağı modern yöntemlerle bizzat işleten Adanalı milyarder ağalarının Harran’da binlerce dönüm arazi satın alan holdinglerin bu partinin programına karşı çıkmaları için fazla bir neden kalmıyor…

Sosyalist Parti kuruluş tartışmalarından bu yana sürekli olarak birleşiklik tezini savunmuş ve program çatısı bu birleşiklik temel esprisi altında gelişmiştir. Bu belgenin programdan çok bir seçim bildirisini andırıyor olmasının ana nedeni yanlış bir birlik anlayışına sahip olmasıdır.

Teori sınıf kazanmak için değil nesnellik içinde kendimizi ve sınıfı belli bir sürece sokmak içindir. “Teori sınıfı kazanmak içindir” formülasyonu, teorik ayrılıkları, bu ayrılıklardan çıkan ilkesellikleri anlaşılmaz hale getirir.O zaman birleşmenin önünde hiçbir engel kalmaz. O zaman ayrılıklar yalnızca işçi sınıfının içindeki farklı işkollarının izdüşümüne göre anlaşılır.1 O zaman teorinin bütünselliği, varolan ortak noktalar ile ayrılık nedenlerinin birbiriyle olan ilişkisi koparılır. “Teorinin sınıfı kazanmak için olduğunu” tespit etlikten sonra, iki düzlemi birbirinden ayırmamız gerekiyor. Bir temel düzlem vardır: Bir sınıf partisi için gerekli, olan bizleri birleştirecek olan teori ve program. Bir de ikinci kat vardır. Bu ikinci kat ise, bizim aramızda varolmaya devam edecek farkların ifade bulduğu kattır” (Doğu Perinçek; Sosyalist Parti Tartışmaları’nda syf. 154). İşte bu iki düzlem  diyalektiği inkar edercesine ayrılır. Hiçbir ilke artık sınıfı kazanmak için birleşmenin önüne konulamaz. Gerçekte ise sınıfı kazanmak için bütün sosyalistlerin birleşmesinin neden gerekli olduğu da pek belli değildir!

İlkesel ayrılıkların birlik zemini olduğu doğrudur. En işlevli birlikler ayrımları en çok netleşmiş olanlar arasında yapılandır. Birliğin kalıcılaşması, ayırımların daha üst düzeyde bir teorik-ideolojik yakınlaşma sağlamasıyla mümkün olur. Birliğin en kötüsü ise ayrımları muğlaklaştıran “hepimiz sosyalistiz” anlayışıdır. Bu, zararlı bir yaklaşımdır.

1980 sonrasında geçmişin örgütlü ve örgütsüz deneyimlerini bir kenara bırakarak, bir biçimde bunların üzerinde yükselinmeden “yeni bir parti olmak” 12 Eylül partilerine benzemektir. Sosyalist solda bunun tutması mümkün değildir. Ve tutmamıştır. Sosyalist sol artık eskisi kadar deneyimsiz değildir.

Sağlıksız -ve belki de samimi olmayan bir birlik temelinden hemen hiçbir önemli çözümleme yapamayan bir program ortaya çıkarılmak zorunda kalmışlardır. Program öncesi tartışmalar, saptamaların doğduğu subjektivizmi vs. ne olursa olsun, bugün sonuç olarak ortada duran belgeden daha düzeylidir. Belli bir Türkiye ve dünya değerlendirmesinin üzerine ve belli çözümlemelere oturmuştur. Ancak sonuçta çıkan belge bu partileşme sürecinde birleşiktik sıfatını kazanamayan Sosyalist Parti, elde, bir seçim bildirgesi bırakmıştır.

Programın böyle bir bildirge halinde çıkmasının bir diğer nedeni hazırlayıcılarının bu partinin işlevine bakış açılarından da gizlidir. Sosyalist Parti’nin kadroları için bu parti, herşeyden önce, bugünün Türkiyesi’nde siyasal dengeleri yerli yerine oturtmak için vardır. Partinin işlevi esasen bu düzenle sınırlandırılmıştır. Bu nedenle partinin programatik çerçevesi, ideolojik ve örgütsel öncülüğü değil, bizatihi “SP” olarak varlığı önemlidir. “Öte yandan sosyalist bir, parti sosyal demokrasi için de sağlık ve dinamizm etkenidir. “…Sosyalist solun örgütlenmesi, Türkiye’nin siyasal dengesini kurması ve gelecek perspektifinin açılması için gereklidir” (Abç. Doğu Perinçek Sosyalist Parti Tartışmaları syf. 147).

Bu parti sosyalizm düşüncesi ve eyleminin, bu düzenin dışından;’ içine basan ayakları olarak değil, tümüyle bu düzenin içinden ve yalnızca bir perspektif olarak bu düzenin “sosyalizm” adına rötuşlanmış haline bakan bir partidir.

Bir soru ile bitirmek mümkün: “Eğer parti kitleleri izleyecekse, onun kitlelerin bilinç düzeyinden bağımsız program ve tahlilleri olmayacaksa o zaman partiye ne gerek var” (Perinçek a.g.e. syf. 147).

 

Dipnotlar

  1. “Öbürü laboratuarda çalısıyor, bir parça daha ılımlı. Daha modern olanı vardır, 40 yıldır isçilik yapıyor… Buna karsılıkdaha toplumsal olan büyük fabrikalarda çalısanlar vardır. Türkiye’nin çesitli fraksiyonları da aslında bu farklılıkları belliölçülerde temsil ederler.” (D. Perinçek, Sosyalist Parti Tartısmaları’nda, syf. 155).