Trotskiy,Troçkizm ve Eşitsiz Gelişme

Trotskiy isminin yakın dönemde bir güncellik kazandığı doğru. Güncelliğin bir kaynağı Sovyetler Birliği’nde. Kısa bir süre önce SBKP’nin kendi tarihini yeni bir gözle ele alacağının sinyalleri verildi. Yeni değerlendirmenin içinde, boyutları henüz kesinleşmemiş olsa da, Trotskiy’e yönelik bir “iade-i itibar” da söz konusu… Bu uluslararası güncellik kaynağının dışında bir de Türkiye solundan söz etmek gerekiyor. Devrimci demokratların, 80 şokunun etkisini atlatırken bir arayışa yöneldikleri hatırlanır. Bu yöneliş sosyalist sisteme kuşku ile birleştiğinde, kapılar ilk önce liberal sivil toplumcu etkilere açılmıştı. Politizasyonun artması ile paralel olarak bu sağa kayış, şimdi yerini radikal tonlara bıraktı. Yeni solun bir “sol” varyantı olarak Troçkizmin bu kesimlerde etkisi hissedilmeye başlandı.

Ne Sovyetler Birliği’nden gelen sinyalleri, ne de devrimci demokrasi içindeki Troçkizan tonları fazla abartmamak gerekiyor. Bu yazı da, bu anlamda söz konusu “güncelleşmeye” hitap edebilmeyi hedeflemiyor. Çalışmayı motive eden gerekçeler, geleneksel solun Trotskiy’in kişiliği ve Troçkist harekete ilişkin konumlanışında aranmalıdır. Bu alanda Türkiye’de sosyalistlerin dağarcığının dar olduğunu düşünüyorum, bu bir. İkincisi, Trotskiy’e bakmak, öncesi ve sonrasıyla Rus devrimine bakmaktır. Yine Türkiye solunun, her fırsatta bu tarih dilimini tartışmaya ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Üçüncüsü, bu tarih dilimine pragmatist bir seçmecilikle eğilmenin yaygın bir tutum olduğu daha önceleri çok söylendi. Pragmatizmin tasfiyesinde bir yol da, konuya değişik hareket noktalarından kalkarak yaklaşmak olabilir. Bolşevizmi bir kez de, odağa Trotskiy’i yerleştirerek gözlemlemenin zenginleştirici olabileceğini umuyorum.

Zorlama Yaklaşımlar

Konuya teorik arka planı unutulmuş, unutulduğu sürece de değerinden çok şey yitirmiş olan kemikleşmiş Trotskiy eleştirilerinden girilebilir. Rus devrimi sürecini Trotskiy’siz düşünmeye dayanan bir yaklaşımda, Trotskiy ismi, ihanet, oportünizm, sekterlik ve örgütsüzlük anlamına geliyor. Geleneksel solda “Troçkist” sıfatı her türden “sol” sapmayı anlatmaya yarıyor. Terimin bu kullanımı uzun süredir artık yalnızca saf Troçkizme karşı yönelmiyor; daha ziyade, herhangi bir siyasal rakibi kısa yoldan safdışı etmekte işlevsel olduğu için bu kullanım varlığını sürdürüyor. Yine aynı kullanımı, devrimci demokratların kimi çevreleri de -kendi sığlıklarının bir fonksiyonu olarak- pek gönülden benimsemiş, bu konuda Stalin’in üslubunu bile geride bırakmışlardır. Burada öncelikle şunu belirtmem gerekiyor: Troçkizmi bilimsel sosyalizmden a priori olarak dıştalayan bir tutumu eleştirmeye, ters yüz etmeye ne niyetim var ne de buna ihtiyaç olduğuna inanıyorum. Siyasal mücadelede ifadelerin keskinleşmesi ve bu keskinliğin teorik çelişkilerin gerçek boyutunu aşması, bizzat siyasetin bir kuralı olarak görülebilir. Yalnızca hatırlatıyorum.

Değinmek istediğim tutum tam tersi: Örneğini Doğu Perinçek vermiş bulunuyor. Yakın bir gelecekte geleneksel soldan benzer sesler, Glasnost gereği (!) yükselebilir. “Kanımca Trotskiy, değerli bir muhalif olarak kabul edilmeliydi… Farklı eğilimlerin varlığını içe sindirmek ve iyi karşılamak, bir gönül ferahlığı ortamı içinde özgürce ideolojik mücadele geleneği yaratmak ve yaşatmak önemlidir.”1 Trotskiy’in kişisel derinliği ve içinde bulunduğu zaman süresince sosyalist teori ve pratiğe yaptığı katkılar başka bir şey. Ama beraberliğin, eleştirilen tarafın bir geleneğin, bir nesnelliğin dışına düştüğünü öne sürdükten sonra, o kadar da “gönül ferahlığıyla” arzu edilmemesi gerekiyor. Hem “iktidarsızlık” vb. ile eleştireceksin, hem de öncü partinin bir kesimini iktidarsızlığa teslim edeceksin. Burada bir gayrı ciddilik görmek gerekiyor. Bereket şu ana kadar bu ciddiyetsizliği öncü parti ile ilişiği olmayan bir çevrenin dışında, geleneksel soldan duymuş değiliz. İkincisi, siyasal mücadelenin dozaj ve araçları, önceden belirlenmiş bir rotada bütünüyle siyasal öznelerin iradeleri doğrultusunda kararlaştırılamaz. Siyasal özneler, siyasetin yasalarına tabidirler. Beğenilsin beğenilmesin, Troçkizm artık a priori olarak bilimsel sosyalizme dışsaldır. Bu olgu, ise Trotskiy’in entelektüel ve siyasal yeteneklerini yadsımak anlamına gelmiyor.

Siyasetin yasalarında şu da var: “Tarih, tarihsel olan aşılabildiği ölçüde, çok daha nesnel yazılabiliyor.”2 Troçkizmin SBKP’den tasfiyesinin üzerinden altmış, Trotskiy’in ölümünden ise elli yıla yakın zaman geçti. Trotskiy yalnızca bugün için değil, uzun süredir aşılmış, dolayısıyla tehlikesizleşmiş olan bir konudur. Bir tarihsel olguya daha nesnel bakabilmek, olgunun tarihselleşmesiyle paralel olarak mümkün hale geliyor. Bunu söylemek, öncesinde bakışın öznel unsurlarla daha çok kuşatılmış olduğunu söylemek de oluyor. Öznel unsurların temizlenmeye çalışılması her zaman bir amaçtır. Sonuç ise politik gereklerin bir fonksiyonu olarak belirlenir. Politik gerekler, öznel unsurların varlığını işlevsel de kılabilir.

Yukarıda Trotskiy ve adıyla anılan akımın değerlendirilmesinde pragmatizmin varlığından söz edildi. Pragmatik tezler hem teorik alanda zorlamalar, hem de teorik olmayan silahların teoriye ikame edilmesi şekillerini almıştır. İkinci türü, hemen ve Lenin’e başvurarak somutlayıp, netleştirebiliriz. Lenin’den, Deutscher aktarıyor: “Trotskiy’in Bolşevik olmadığı dönemi Trotskiy aleyhine kullanmamak nasıl gerekiyorsa, onlar (Zinoveiev ve Kamenev) aleyhinde de Ekim ayındaki davranışları kullanılmamalıydı”3 .Trostkiy’in tüm rakipleri, Lenin ile onun arasındaki eski tartışmaları, üstelik teorik özden arınmış öznel yönlerini vurgulayarak hep gündemde tuttular. Aynı yöntemden Trotskiy’in de sonuna kadar yararlandığı biliniyor. 4

Pragmatizmin teoriyi zorlamalara tabi tutması ise kaçınılmaz yönleri olsa da, daha tehlikeli ve titizlik gerektiren bir nokta. Bir örneği, Trotskiy’in köylülüğü küçümsediği ve ittifaklar politikasını bütünüyle reddettiğidir. Bu kadar basit olduğuna inanmıyorum ve aşağıda yeri geldiğinde açıklamaya çalışacağım. Ancak bu örnekten daha tehlikelileri de var. Yine Perinçek’ten: “Troçkizm, bir çırpıda, aşamasız, saf ve doğrudan proleter devrimi savunur ”5 .”Saf” sıfatı bir yana, diğerleri ve özellikle de “aşamasız”lığa konan vurgu, Lenin’i aşamalı devrim anlayışına eşitlemeye yarıyor. Kesinlikle reddedilmeli. İddialı bir tez olduğu düşünülebilir, ama yine aşağıda yeri gelecek, Troçkizm aşamasızlıkla değil, aksine aşamacılıkla aynı metodolojik paydayı paylaşmakla belirlenir. Aşamasız perspektifle ise yalnızca belirli bir pratikte yanyana düşmüştür, o kadar.

Artık Trotskiy’in düşüncesini belli başlıklar altında tartışarak sürdürebilirim.

Tek Ülke mi, Dünya mı…

Trotskiy’in “sürekli devrim” olarak adlandırdığı siyaset teorisinin ögeleri şöyle sıralanabilir: 1) Devrimin tek bir ülkede zafer kazanmasının olanaksızlığı ve eşzamanlılık zorunluluğu. 2) Demokratik ve sosyalist şeklinde iki devrim aşamasının söz konusu olmadığı. 3) Demokratik devrimin görevlerinin sosyalist devrime eklemlenmesi. 4) Demokratik devrimi üstlenecek bir burjuvazinin mevcut olmadığı. 5) İşçi sınıfı önderliği. 6) Geri ülkede devrimci atılıma, yalnızca dünya devriminin fitilini ateşleme misyonunun tanınması.

Birincisi ile başlayalım. Bu noktada Trotskiy’den daha geçmişe uzanmak mutlaka gerekli. “Dünya devrimi”, Marksizmin doğuşundan itibaren, perspektifin doğal ve kaçınılmaz bir yönü olmuştur. Marx ve Engels’de bu yaklaşım, devrimin en gelişmiş kapitalist ülkede patlak vereceği öngörüsüyle ve devrimci durumun tüm Avrupa’da eşzamanlı yükseldiği (Fransız devriminin etkileri, 48-50 dönemi, 70’lerin başları) deneyimlerle birlikte düşünülmeli. En gelişmiş ülkeye verilen öncelikte, iktisadi süreçlerle siyasal atılımların arasında fazla abartılı bir paralellik vardır. Açıkça söylenmeli, bu noktada bir ekonomist yanılgıya kapılar açık kalmıştır. Bu yargıyı besleyen deneyimlerin etkisi önemli; ancak tek başına bu etken, kurulan dünya devrimi modelini açıklamaya yeterli değil. Açıklama gücünün, eşitsiz gelişmenin kavranmasındaki eksiklikte bulunacağını düşünüyorum. Deneyimler bu eksikliğin kalıcılaşmasında ya da aşılamamasında pay sahibi sayılabilirler. Çok kısaca, dünya devrimi modelinde, burjuvazinin ve proletaryanın, ekonomi ile siyasetin, farklı ülkelerin birbirlerinin arasında eşitsiz gelişmeler, birer olasılık şeklinde bile yer almamıştır. 6 Oysa eşitsiz gelişme yasası tüm bunların yanı sıra, örneğin şu tezi kapsıyor: Geride olan, benzer süreci gecikerek yaşayan toplumlar, süreci daha yoğun, daha hızlı ve sıçramalarla katederler. Lenin’in “zayıf halka” analizi eşitsiz birikme ve yoğunlaşmayı, bunun geri ülkelerde patlamaları iktisaden gelişmiş ülkelere göre daha olanaklı hale getirdiğini anlatır. Bu olasılık, Lenin’de çok açık biçimde tek ülkede yalnızca devrimin değil, sosyalizmin de olanaklı olduğunu kapsıyor. Sosyalizmin olanaklılığı noktası eklenmediği sürece Trotskiy ile Lenin’i eşit değerde düşünmek mümkündür. Ancak yukarıda sıraladığım öğelerin birincisi ile sonuncusunun birliği, Trotskiy’in tanımlayıcı yönlerinden biridir. İlk önce Lenin’e kulak verelim:

“Ekonomik ve siyasal gelişmenin eşitsizliği kapitalizmin mutlak bir yasasıdır. Buradan, sosyalizmin zaferinin başlangıçta az sayıda kapitalist ülkede ya da hatta, yalnız başına alınmış tek bir kapitalist ülkede mümkün olduğu çıkar…”7 .Lenin’in 1915 tarihli tezine, Trotskiy 15 yıl sonra, ama eşitsiz gelişme yasasını keşfinden önceki zamanlardan cevap getiriyor: “Kapitalist toplumun üretici güçlerinin gelişimi çoktan beri ulusal sınırların dışına taşmış durumdadır… Dünya bütünlüğünün bir parçasını oluşturan ülke gelişiminin coğrafi, kültürel ve tarihsel şartlarını göz önünde bulundurmadan ulusal çerçeve içinde ekonominin tüm dallarını birbirleriyle kapalı bir oransallık içine sokmaya çalışmak, gerici biri ütopya peşinde koşmaktan başka bir şey değildir.”8

Trotskiy, geri ülkede devrim olasılığına eşitsiz gelişme yasası sayesinde ulaşır. Ama bir kez buraya vardığında, bu keşfinden ürkerek doruktan yeniden eteklere iner. Eşitsiz gelişme, geri ülke devriminin şahsında “arızi” bir olay olarak görülür. 19. yy modelinin en kısa sürede ağır basmaması olasılığı, Trotskiy için kesin ve kaçınılmaz bir yıkım anlamına gelir. Eşitsizliğin dünya devrimi -üretici güçlerin, yani ekonomik etkenin belirleyiciliğine bağlı olarak eşzamanlı atılım-tarafından silinmesi beklenir. Rus devrimi, sanki siyasetin kendini bilmez bir çıkış yapmasından ibaret kalır. Aynı çıkış ekonomik determinizm tarafından dizginlenmediği sürece bir “talihsizlik” de olacaktır…

Lenin’in çerçevesini çizdiği, Stalin’in net bir politikaya dönüştürdüğü “tek ülkede sosyalizm” teorisinin bir anlamda bu ekonomik determinizmin yeniden kuruluşunu içerdiğini de Trotskiy göremez. “Tek ülkede sosyalizm” kendi iktisadi altyapısını kurarak siyasal devrimi güçlü ve yeni bir nesnelliğe oturtmayı öngörüyor. Eşitsiz gelişme yasasının içerdiği sıçrama, kapitalizmin üretici güçlerinin aşılması anlamına geliyor.

Lenin’e ilişkin bir ek tartışmayı hatırlamakta fayda görüyorum. Lenin’in Bolşevizm öncesi modellerden bir çırpıda kopuverdiğini iddia etmenin hiçbir gereği yok. Eşitsiz gelişme yasasını Lenin ilk önce ekonomik süreçlerde gözlemledi. Ürünü Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesine‘ne yansıdı. Eşitsiz gelişmenin ikinci vurgulanma alanı örgüt teorisi oldu. Önce örgüt, işçi sınıfının içinde farklı düzeylerin varlığı ve bunun kaçınılmazlığı üzerine kuruldu. Üçüncü adım, proletaryanın köylülükle ittifakı sayesinde demokratik devrime de önderlik edeceği tezidir. “Proletarya ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğü” burjuvazinin siyasal devrimciliği ile iktisadi gelişmesi arasındaki eşitsizlikte temellenir. 1917’ye,Nisan Tezleri‘ne dek, bu tez aşamalı devrimle bir ucundan 19 yy. modellerine bağımlı olarak varolabildi. Aşamalı perspektif, devrimin arifesinde terkedildi. Yasanın bir diğer uygulanma alanı tek ülke ve geri ülke konusudur. İkincisinde kolay, ilkinde daha dikkatli adım atılmıştır. “Tek ülkede sosyalizm” Lenin’in tüm sistemiyle tutarlı ve uyumlu olmasına karşılık, bu kez devrimin sonrasına kadar olgunlaştırılmamıştır. Bu konuya ilişkin yukarıdaki alıntıya, örneğin 1916 tarihli “Proletarya Devriminin Askeri Programı” makalesi de eklenebilir9 .Ancak bu referanslar tekil çıkışlar olarak kalmışlardır. Dünya savaşını Lenin’in zaman zaman toptan devrim olasılığının güçlenmesi olarak (savaşın ülkelerin içsel dinamiklerini birbirine yakınlaştırdığı) değerlendirdiği söylenebilir. Aynı şekilde 1917 Ekiminin kaderini Avrupa devrimine bağlamak da önder kadrolar arasında çok yaygın bir psikoloji olmuştur. Eşitsiz gelişme yasasının kavranması da çeşitli alanlara eşitsiz dağılabiliyor.

Trotskiy için ise devrimin ve sosyalist kuruluşun uluslararası niteliği tüm entelektüel yaşamına damgasını vuran bir temadır. 1905’in Sonuçlar ve Olasılıkları’nda dönemin yaygın düşüncesiyle uygunluk arzeden bu yaklaşım, 1929’un Sürekli Devrim’inde yazarın yalnızlığını ifade etmektedir. 10

“Kapitalizmin eşitsiz gelişimi yoketmesi” olarak yorumladığım bu tutum, burjuva devriminin radikal, her alanda dönüştürücü bir imaj yarattığı dönemlerden mirastır. Bu geçmiş dönemin orijinal eserleri, örneğin bir Alman İdeolojisi ve Manifesto için, bu düşünceye bugünden bakıldığında daha esnek olmak mümkün. Ancak, burjuvazinin devrimciliğini yitirdiği, üretici güçlerin gelişmesine açık bir engel haline geldiği gelişkin dönemde, hele tekelleşme sürecinin gözle görülür hale geldiği bir aşamada, bu esnekliğe de yer kalmıyor. Eşitsiz gelişmeyi görmemek, siyasette geri çekici bir etki yapıyor. Hemen Kautsky’nin “ultra-emperyalizm”i hatırlanmalı. Alman sosyal demokrasisinin üst düzey temsilcisi, emperyalist paylaşım savaşının kapitalizm tarafından tekrar edilmeyeceği görüşüne şu akıl yürütme yoluyla varmıştı: Kapitalizm oturmuş bir dünya sistemidir; tekelleşme rekabetin reddidir; tekellerin egemenliği planlı ve rasyonel bir kapitalizmi yaratır; bu egemenlik pazar paylaşımı sorununu ve savaş olasılığını kaldırmaktadır, çünkü rekabeti ve eşitsiz gelişmeyi yok etmektedir…

Hatırlanmayan temel ögelerden biri de şu: Emperyalizm ve tekelleşme eşitsiz gelişme ve rekabetin bir ürünüdür; rekabetin tekeller arası rekabet haline gelmesine, eşitsiz gelişmenin daha derinleşmesine neden olur, bu ürün. kapitalist üretim ilişkiletrinin özünü hiçbir burjuva planlamacısı ve tekelci ortadan kaldırma gücünde değil. dolayısıyla rekabet ve eşitsiz gelişme, yeniden paylaşım sorununu mutlaka gündeme getirecek, kapitalizm yeni savaş eğilimlerini yaratacaktır.

Eşitsiz gelişmeyi görmemek siyasette geriye bakmaktır, denildi. Lenin olguyu ilk önce iktisatta yasalaştırmaya başladı. Giderek sınıflar analizine ve siyasal teoriye yaygınlaştırdı. Kautsky ise siyasette eşitsiz gelişme yasasının hep uzağında kaldı. Bu uzaklıkta direndikçe, olguyu ilk ve en net gözlemlendiği iktisat alanında da reddetmek durumunda kaldı. Trotskiy’de ise ne açık red, ne de kabul var. Eklektisizm belki de Trotskiy’i anlatmakta işlevsel bir kavram olarak görülebilir. Teorik açıdan eklektik bakış, açık reddeden bir tutuma göre daha tehlikeli oluyor…

Siyasal Tarih: Bolşevizm ve Trotskiy

Eklektik olanın teoride yaşadığı tehlikeyi, siyasette tam bir izdüşümüyle düşünmek doğru olmuyor. “Doğru” safta olanlar, eklektik olana karşı her zaman yanlış yönlerin tasfiye edilebileceği beklentisini taşıyorlar. “Eklektik”, siyasal yelpazede orta yol oluyor, başkalarına oramla doğruya daha yakın konumlanıyor. Bu noktaya yeniden dönmek üzere, şimdi biraz tarih…

Yüzyılın başında Rus sosyal-demokratları ülke içinde illegal örgütler ve yerel yayınlarla, yurtdışında da teorisyen önderler ve merkez yayınlarıyla varlıklarını ortaya koyuyorlardı. Hareketin tarihi büyük ölçüde dışarıdaki önder aydınların birbirleriyle mücadelelerine göre yazılmıştır. Ülke içindeki oluşum bu önder gruplaşmalarının bir fonksiyonu olarak doğmuştur. Menşevik-Bolşevik bölünmesi örgütsel ve dar anlamda siyasal bir ayrışma olarak gündeme gelmesine karşılık, aydınlar arası ve tamamıyla teorik temellerden yükselen bir çatışmadan çıktı. Bölünmeyi önceleyen önemli olgular var: İlki, Iskra yazı kurulunda bir kuşak kavgası. Plehanov, Akselrod ve Zasuliç eskiler, Lenin, Martov ve Potresov ise gençler… Sosyalist hareket içinde farklı kuşaklardan kadroların çatışmasında, genellikle çok sonradan algılanabilen bir nesnel öz vardır. Çatışma ise mutlaka kadroların çatışmasında yoğrulmuş olarak ortaya çıkar. Öznellikler teorik özün billurlaşmasını engeller. “Kuşak çatışması” terimi böyle bir perdelemeyi simgeliyor.

İkinci olgu, Lenin’in Ne Yapmalı adlı eseri. Bölünme kongresinden önce yazılıyor, kadrolar tarafından okunup tartışılıyor. Lenin Ne Yapmalı’da bir başka kavga ve “kopuş”u teorik ve örgütsel düzeyde rasyonelleştiriyor. Kopuş, 19. yy Batı Avrupa modelinden ve bunun Rusya’daki legal Marksist uzantısından yeni bir örgüt teorisi ve modeline doğrudur.

Üçüncü olarak, Ne Yapmalı Lenin’in eşitsiz gelişme yasasını ilk kez ve en net ifade ettiği Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi‘nden sonra yazılmıştır. Lenin bu yeni çalışmasıyla, yasayı örgüt alanına taşımayı deniyor.

Bölünmeyle ortaya çıkan görüntü, genç kuşağın dağılmasıdır. Daha doğrusu Lenin, yaşlılara karşı önemsediği iki genci, ve gelecek vaad eden Trotskiy’i yanında değil, uzağında bulur. Plehanov-Lenin uzaklaşması, en zor yaşanan kişisel kopuş olur… Lenin’in Bolşevik kanadı, devamında bir sürece damgasını vurdu. Menşeviklerden ise, ancak kopuşu geri planda izleyenlerin bireysel katılım ve katkıları mümkün olabildi.

Öncüller ve sonuçlar birleştirildiğinde kuşak tartışmasının 19. yy. sosyal demokrasisi ile 20. yy. Bolşevizmi arasında bir ayrışmayı simgelediği netleşiyor. Her simge gibi, mutlaka biraz çarpıtarak…

Trotskiy bu tarihsel anda, simgenin çarpıklığında takılıp kalmıştır: “1903’te sorunun tüm çıkış noktası Lenin’in Akselrod ve Zasuliç’i yayın kurulundan çıkartma arzusundan ibaretti. Onlara karşı benim tutumum saygı doluydu, ve kişisel bir etkilenme unsurunu da içeriyordu. (…) Lenin’le kopuşum ‘ahlaki’ ya da hatta, kişisel sayılabilecek zeminlerde yaşandı”11 .”Nasıl oldu da kongrede ‘gevşekler’ ile birlikte oldum? Iskra’nın editörleri arasında, en yakın bağlantım Martov, Zasuliç ve Akselrod ile olanlardı”12 .Trotskiy ancak 1917’den sonra ayrılık kongresi dönemini yeniden değerlendirdiğinde bunları söyleyebildi. Dönem sıcağı sıcağına yaşanırken sorun örgütlenme ilkelerinde billurlaşmış ve Trotskiy tutumunu, Bolşeviklere yönelik “ikamecilik, bürokratizm, tepeden inmecilik vb.” eleştirilerle rasyonalize etmişti. Yine 17 sonrasında, geçmişte farklı yollarda yürünmesine ilişkin şu kolay açıklamayı buldu: Açıklamaya göre, 1902-3’ten 17’ye kadar “doğrular” -örgüt teorisi olarak- Lenin ve -devrim teorisi olarak da- Trotskiy arasında paylaşılıyor, Nisan ayında bu ikisi karşılıklı tutumlarını revize ederek bütünlüğü kuruyorlar… Çağdaş Troçkist literatürün de sahip çıktığı bu teze dair tek şey söylemek yeterli: Lenin’in genel perspektifi işçi sınıfı önderliğinde, burjuvaziye devrimci ve demokratik misyon vermeyen bir öz içeriyordu; ve bu öz gündemdeki devrimin sosyalist ve aşamasız olarak tanımlanmasıyla kesinlikle uyum arzediyordu. Trotskiy’in perspektifinde ise, Leninist örgütün, uyumlu bir sistematiğin parçası olarak sindirilmesi olanaksızdır. Sistematik değişmediği sürece sonuç eklektisizmin katmerlenmesi olabilir. Başka türlüsü nasıl olsun ki? İşçi sınıfının “bütünsel” devrimciliğinin yerine dışarıdan “profesyonel” bilinç taşıyıcılarına verilen misyon konulacak; ama değişik ülke işçi sınıfları ve siyasal hareketleri düşünülürken farklı bir metodoloji izlenerek eş-anlı eş-boyutlu bir atılım beklenecek. Kapitalizmin eşitsiz gelişmesi Rus işçi sınıfı içinde işleyecek, ama ülkeler arasında işlemeyecek…13

Eklektisizm konusuna, bu bölümün başındaki temaya geri dönmüş oluyoruz. “Yarı yoldaki” Trotskiy 14 yıllık süreçte Bolşeviklerle Menşeviklerin arasında gidip geldi, aralarını bulmaya uğraştı. Menşevik safa gidip gelmelerin daha ağırlıklı olduğu bu dönemde Trotskiy’in Bolşevizme paralel düştüğü anlar da bulunuyor. Tarih ayrıntılarına hiç girmeden bir teorik paralelliği vurgulamak istiyorum. Menşevizm burjuva demokratik devrimi burjuvaziye havale ederek ,işçi sınıfı sosyalizmini bir “gelişme”nin ardına erteler. Bu kadarla kalmıyor: Ertelemek, olanaksızlaştırmak anlamına geliyor. Trotskiy’in de Lenin’in de kendi terminolojileriyle formüle ettikleri gibi bu erteleme, proleter devrimin olanaklılığını yok etmeyi önermek oluyor. Trotskiy pek çok yerde çok açık yazıyor: “Eğer Rus burjuvazisi tarım sorununu (yani demokratik devrimi) çözebilseydi, Ekim gerçekleşmezdi”. Lenin’in işçi sınıfının ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğü tezi de “demokrasi” ve sosyalizm sorunlarını tarihsel birleşmesini ifade ediyor. Sanayi proletaryasının belirli merkezlerde yoğunlaştığı ve bir ölçüde tecrit olduğu Çarlık ülkesinde, tarım proletaryasına ve küçük köylülüğe uzanamayan bir devrimci iktidarın mümkün olmadığı, ve bu ittifakınsa demokratik devrim misyonlarının da proletaryaya kalması halinde maddi bir temel bulacağı, her iki lider için oldukça nettir… Trotskiy’in “işçi hükümeti” formülünün, köylülüğü, Lenin’in düşündüğüne göre daha az ciddiye aldığı doğrudur; ama köylülüğü bütünüyle dıştaladığını iddia etmek de mümkün değil. Ama hep tekrarlamak gerekiyor; Lenin’in yine bir üstünlüğü var: Lenin, ittifakı ve devrimi gerek teoride, gerek pratikte yaratılmakta olan işçi sınıfının öncü partisi ile taçlandırıyor. Bu öğe ise Trotskiy’de kesinlikle yok. 14

Perfeksiyonizm: Bir Zaaf mı?

Trotskiy’in düşüncesindeki ana unsurları, reel sosyalizme yönelik somut eleştirileri dışında ele almış bulunuyoruz. Yer yer yukarıda bu unsurların 19. yy. Marksizminin eskimiş yönlerinden kaynak aldığına da değinildi. Şimdi Trotskiy’in onsuz düşünülemeyeceği bir noktaya gelmek istiyorum: Perfeksiyonizm.

Trotskiy’in kendi yazılarında da, Troçkizmin genel tarih yorumlarında da egemen bir öge, öznelci bakışın bir türevi olan ben merkezciliktir. Trotskiy’in varlığı nesnel akışları değiştiren bir etken olarak yorumlanır; Trotskiy’in öngörüleri hep daha sonraları tarihsel kanıtlara kavuşmuş sayılır. Kısa bir tarama yapmak, açıklayıcı olacak.

Bir örnek yukarıda tartışıldı; Sürekli Devrim teorisinin 1917’de kanıtlanması (!) Trotskiy’in 1924’te kendisine karşı açılan kampanyaya bir yanıtı olan Ekim Devriminin Öğrettikleri15 bir başka çalışmasında formülleştirdiği şu tezin açılımından ibarettir: “1917’de Petersburg’da bulunmasaydım, Ekim Devrimi yine de olurdu… Eğer ne Lenin ne ben, Petersburg’da olmasaydık, Ekim Devrimi diye bir şey de olmazdı… Eğer Lenin Petersburg’da bulunmasaydı, Bolşevik önderlerin direnişinin üstesinden gelebilir miydim, şüphe ediyorum. Troçkizm’e karşı (yani proleter devrime karşı) mücadele Mayıs 1917’de başlardı, ve devrimin sonucu tartışmalı olurdu.16 Lenin karşısında biraz tevazu ve daha önemlisi proleter devriminin Troçkizme eşitlenmesi… İtirazım ne Trotskiy’in 1917’deki önemine, ne eski Bolşeviklerin Şubat-Nisan arası ve Kamenev-Zinoviyev ikilisinin Ekim’de gösterdiği sapmaya, ne kişilere önem atfedilmesine17 …Vurgulamak istediğim şu: Trotskiy’e göre dünya kendi etrafında dönüyor…

Devam ediyorum. Trotsky 1907 yılı kadroların psikolojisi için şunları söylüyor: “Biz Ruslar için Alman Sosyal Demokrasisi ana, öğretmen ve yaşayan örnekti. Bir mesafeden bakarak onu idealize ettik. Bebel ve Kautsky isimleri büyük bir saygıyla telaffuz edilirdi.” 18 Farklı teorik önermeler geliştirmiş olmasına karşılık, bu dalganın kendisini de kapsadığını da kabul ediyor Trotskiy. İzleyen satırlarda, kendi eksikliğini genel eğilime bağlarken farklılığını da sezdiriyor. Ama Lenin’in Ne Yapmalı‘da ve Bir Adım İleri İki Adım Geri’de, ilkinde pratik bir temelde, ikincisine teorik gerekçelerle Alman partisine eleştiriler ima ettiğini sessizce geçiyor.

Uzlaştırıcılık misyonunu sonradan eleştirmesine rağmen Trotskiy kendi konumunu yine de ayrıcalıklı, “farklı” bir konum olarak tasarlar. Oysa öncünün ideolojik homojenliğini vurgulayan Leninist örgüt teorisine, böyle bir “ara” konum tamamen dışsaldır.

Brest-Litovsk’da Sovyet Rusya delegasyonunun olarak savunduğu “ne savaş,ne barış” formülünün, tek ülkede sosyalizm öngörüsüyle uyuşmadığı nedeniyle Lenin tarafından eleştirildiği biliniyor. Trotskiy’in Brest-Litovsk formülü, Lenin’in 1915-16 yıllarındaki düşüncesiyle benzerlik taşıyor. Bu bir yana, Trotskiy yıllar sonra bile kendi tezinin teorik olarak en doğru tutumu yansıttığını, ancak uygulanamadığını düşünüyor.

Savaş Komünizmi döneminin Trotskiy’i partide sıkılığı öneriyor. Aynı merkezileşmeyi sendikalara ilişkin olarak da savunuyor. Eğer sonradan “sıkılaşma”nın kurbanı olmasaydı, herhalde kollektivizasyon dönemindeki uygulamaları önceden öngörme ayrıcalığı da Trotskiy’e mal edilebilirdi.

NEP’i, Lenin’den önce formüle ediyor. O sıra hiçbir etkisi olmuyor. Kollektivizasyonu ve planlı sanayileşmeyi Stalin’den önce talep ediyor. Yine Trotskiy söylediği sıralarda hiç ses vermiyor. Tüm bu “erken” adımlar, Trotskiy ve Troçkist literatürün dilinde “sağlam öngörüler” olarak yorumlanıyor…

Bu gezinti yeterli. Gözlemlerin ham halindeki sonuçlarını sıralıyorum: 1) Trotskiy’in önceden gelen ”öngörüleri” aslında hep zamanlama hatalarıdır. 2) Politik pratikte “soyut doğru politikalar” anlam taşımıyor; politikada zamansız “doğru”lar sadece “yanlış”tır. Trotskiy’in bir ölçüde polemik kaygusuyla kendini merkeze oturttuğu süreç çok çeşitli öznelliklerin etkileşmesinin ürünüdür. İddialara değer vermek mümkün olamıyor. 4) Soyut doğrular Trotskiy’in düşüncesinde uçuşan nosyonlardır. Eklektik yapıyı yansıtıyor.

Yukarıda yer almayan başka gözlemlerle birlikte bir diğer çıkarsamayı yazıyorum: Trotskiy’in doğruları ancak, ve şaşmaz şekilde, kitlesel hareketliliğin doruklarında somut ve “zamanlaması doğru” olabiliyorlar. 1905 ve 1917 Petersburg Sovyetleri başkanı Trotskiy’i düşünerek bunu söylüyorum. Aynı sonucu veren ikinci bir durum daha var: O da, Trotskiy’in kişisel olarak çok geniş -neredeyse sınırsız- yetkilerle donatıldığı durumlar. Bunu da yine 1905 ile 17’yi, bir de Kızılordu’nun kurucusu, Kızıl Tren’in propagandisti Trotskiy’i hatırlatarak söylüyorum.

Ham sonuçları daha rafine hale getirmek gerekiyor. Trotskiy’in kendi kalemi bir ipucu veriyor; Leninist merkeziyetçiliği anlayamamasının bir kişisel nedeni olarak şunu yazıyor: “… bir sorunu bağımsız olarak görmek ve ondan tüm zorunlu sorunları çekmek arzusu, her zaman en güçlü entelektüel ihtiyacım olmuştur.”19 Trotskiy hep, teorik bir akıl yürütmenin pür teorik (başka türlü olması olanaksız) ürünlerini arıyor. Entelektüel yetenekleri ancak netlik ve yeterlilikle tatmin oluyor, kendi içine kapandığında açıklayıcı bir bir sistemin peşinde gidiliyor. Trotskiy’in entelektüel yeteneği sürekli teorik bir güzergaha sadık kalıyor. Bu saygın tutum bir noktada iflas yoluna sapabilir: Teorik sisteme bağlılık, sistemin aşılması gereğini etkisizleştirirse…

Trotskiy, Batı Avrupa ve 19. yüzyıl temelli bir metodolojiyi Rusya’da devrimci eklemelere tabi tuttu ve kurduğu modele bağlandı. Modelinin uluslararası devrim öğesine tutuldu, tek ülkede inşa sürecinin yaşanması bile bu tutkuyu yıkamadı. Konjonktürel tartışmalarda her zaman genel teorisinin belirgin izdüşümlerini yaratmaya çalıştı. Ne kendi modelinin yetersiz kalabileceğini, ne de teori ile konjonktürel tutum arasında belirli bir uzaklığın varolabileceğini kabullenmedi.

Yetkilerle donanmak ve kitlesel yükseliş. Her ikisi bir türlü gerçekleşmeyen çakışmanın gerçekleşme zeminini oluşturan etkenlerdir. “İlkesel” ya da saf “teorik” politika dar örgüt pratiğinde değil nesnel yasaların öne çıktığı kitle hareketinde realize olabiliyor. Tesadüf saymıyorum; Rus tarihindeki iki Sovyet canlanmasına Trotskiy başkan olarak katılıyor. Yetkilerin genişliği ise Trotskiy’in “teorik” ilkelerini uygulamaya koyabileceği uygun ortamın varlığı demek oluyor.

Oysa kurulu modellerin sarsıldığı ya da hareketin kimi dönüşümler geçirdiği kavşaklarda Trotskiy sürekli geri kalıyor. İki kesimin partide ayrışmasında birliği ve uzlaşmayı savunarak; Ekim ayaklanmasında, partinin kendi gücüne bakarak tarih saptaması gereğine karşı Sovyetin bütünsel inisiyatifini önemseyerek; Brest-Litovsk’ta ise zaman kazanmayı dünya devrimine hizmet sayarak…

Entelektüel bir perfeksiyonizm arıyor Trotskiy. Siyasal perfeksiyonizmin bir pratik-somut zenginleşme süreci olduğu atlandığında, bu arayış entelektüel tutuculuğa dönüşüyor. Trotskiy’in kendisi dönüşmüyor. En temelde de, Marksizmi dönüştüren Bolşevikleşme sürecini kişisel olarak içselleştiremiyor. “Siyasal perfeksiyonizm” olamayan entelektüel perfeksiyonizm, bir zaaf haline geliyor.

Troçkist Trotskiy Yorumları

SBKP’den tasfiye, önce yurt içi sonra yurt dışı sürgün. IV. Enternasyonel girişimi. Ve 1940’ta Meksika’da noktalanan bir yaşam… Geriye kalan nedir? Bu soruyu geleneksel sola ilişkin olarak sormak mümkün; bir de kendisini bu yaşantının dolaysız mirasçısı sayan Troçkist hareket için.

Trotskiy’den çağdaş Troçkizme neyin aktarıldığını düşünürken, ilk önce kökendeki kişiliği çağdaş sahiplenicilerinden ayırmak gerekiyor. Söz konusu kişi ve hareket birbirinden farklı dinamikler içeriyorlar. Şöyle açabilirim: Çağdaş Troçkizm bin bir bölük olsa da (öyle ki sürüp giden ayrışmaları izleyebilmek bir “uzmanlık” dalı haline gelmiş görünüyor) temel ve ortak özellikler barındırıyor. Bu özelliklerin Trotskiy’e tamamıyle yabancı olduğunu değilse de, en azından Trotskiy’in tüm mücadelesinin tanımlayıcı nitelikleri olmadığını söyleyebilirim. Bugünkü Troçkizm, 1) müzmin muhalifliktir; 2) bürokrasi eleştirisi saplantısı çoğu zaman geleneksel sol-Troçkizm saflaşmasında Bolşevik-Menşevik ayrışmasına çağrışımları zarlar. Bürokrasi eleştirisinde pozitif önerme genellikle yoktur; olduğu zamanlarda ise işlevsel örgüt işleyişinden doktriner ve ütopik ilkeler uğruna geri basma talepleri öne sürülür. 3) Troçkizm bu iki yönüyle örgütsüzlük, ya da “eleştirici” aydın kulüpleri üretmektedir. 4) Örgütsüz nitelik yalnızca marjinal sosyal grupların geçici-kendiliğinden yükselişlerinde kısa süreli parlamalar yaratabilir. 5) Muhaliflik saplantısı, sosyalist dünyaya ilişkin haddini bilmez eleştirellikte de ön plana çıkar. Ciddi devrimci-demokrat hareketlerin pratikte sezdikleri “iktidarı düşünen reel sosyalizmi de düşünür” ilkesi, Troçkizm için “yozlaşma” anlamına gelir. 6) Muhalif konum, sol çıkışlı Troçkizmi kapitalist ülkelerde demokratik ya da Öro-komünist muhaliflerle ortak bir sağ çizgiye sürüklerken, sosyalist ülkelerde açık restorasyon programlarına angaje kılar. 7) Troçkizm örgüt ve iktidar nosyonlarından uzaklaştıkça, uvriyerizme yakın bir noktada dengelenir.

Tüm bunlar Trotskiy’i ne ölçüde bağlayabilir? Bir bütün olarak kesinlikle bağlayamayacağını düşünüyorum. Kabul edilebilecek tek şey, yalnızca yaşamının son 10-12 yılı için, Trotskiy’de de bu mirasın nüvelerinin şekillenmeye başladığıdır. O da tek tek öğelerin teorik boyutları söz konusu olduğunda Sovyetler Birliği konusunun dışına taşırılmamak kaydıyla. Teorik boyutunun dışında şu eklenebilir: Trotskiy’in tasfiye sonrası konumu “parti-dışı”lıktır. Trotskiy’in parti dışı kaldıktan sonraki yaşamı ortodoks önder kadro nitelikleri ile yeni solcu sorumsuz entelektüellik arasında bir geçiş dönemini ifade eder. Çağdaş Troçkizm bu geçişin kesinlikle sona erdiği bir etaptır. Çağdaş Troçkizm kendine özgü bir sürekliliği (geleneği demiyorum) olan bu geçmişiyle diğerlerinden ayrışan bir yeni sol varyantından ibarettir.

Yukarıda sıralanan tekil özelliklere gelince, Trotskiy’e bir göz atmak gerekli ve yeterli. “Daha yukarıda parti içindeki her önemli ve süreli gruplaşmanın, daha güçlü deyişle her organize fraksiyonun, kimi toplumsal çıkarların sözcüsü haline gelme eğilimi taşıdığını söyledik. Her sapma, gelişmesi içinde proletaryaya düşman ya da yarı-düşman bir sınıfın çıkarlarının ifadesi haline gelebilir.”20 Bu pasajın devamında “Sovyet bürokrasisi” üzerine tezler var… Demokrasiciliği ya da plüralistik bir sosyalist demokrasi anlayışını Trotskiy’in kabul etmesinin mümkün olmadığı anlaşılıyor… Yıllarca kuruluşun önemli mevkilerinde görev yapmış Trotskiy’in perspektifini de “müzmin muhalif” sıfatıyla tanımlamayı haklı göremiyorum… Trotskiy örgütü teorileştirmedi, ama örgütsüzlüğüne rağmen iktidarsız muhalif aydınların sözcülüğünü de üstlenmedi. Tüm bu yönlerin tersi, çağdaş Troçkistlerin ayrılmaz parçaları…

Trotskiy kovaladığı süreci bir dorukta yakaladı. Belki de ağırlıklı olan doruk, Trotskiy’i de çekebilecek bir çekim merkezi oluşturduğu için bu mümkün olabildi. Trotskiy kuruluşa uzun boylu katılamayacak denli bir soyut projeye bağlıydı. Perfeksiyonist Trotskiy, soyut ve güzel projesinin somutta “kirlenmesine” katlanamadı. Somutlanamayan bir yalıtılmış projenin ölü olduğunu sezemedi. Geride kaldı, nesnel tarih akışının dışına, karşısına düştü… Düştüğü yerde doğan çağdaş Troçkizmin ise nesnel tarihle, bilimsel sosyalist gelenekle hiçbir zaman ilişkisi olamadı.

Geleneksel Sol ve Trotskiy

Bir nesnelliğe uygulanabilecek öznel müdahalenin gerçekçilik sınırları vardır. Bu sınırları çok geniş bir şekilde tasarlamak aşırı bir iradeciliğe yol açar. Sol sapma, belirli konjonktürlerde müdahaleciliğin zararlı boyutlarda abartılmasıdır. Troçkizmi ve Trotskiy’i bu şekilde tam anlamıyla “sol” sapma saymaya bazı sınırlar koymak gerekiyor. Yukarıda Trotskiy’in zamanlama hatalarından söz edildi. Bunlar, tekrar ediyorum, teknik kusurlar değil; Trotskiy’in düşünce sistematiğinden temellenen ve ancak özel konjonktürlerde doğru politikayla çakışabilen bir süreklilik arzediyorlar.

“Zamanlama” hataları, örneğin devrim ihracı, köylülüğün erken tasfiyesi, dünya devrimi tezleri gerçekten “sol” sapmalardır. Peki ya örgütsel plandaki Menşevizmi, sosyalist demokrasiyi 19. yy normlarıyla değerlendirmesi ve eleştirmesi, bürokrasiye karşı örgüt likidasyonu önermeye varan bir fobi?… Bunlarında kesinlikle sağ hatalar olduğu düşünülmeli. Çağdaş Troçkistler söz konusu olduğunda “sol” değil “sağ” hataların daha yaygın olduğunu düşünmek bile mümkün. Trotskiy’in sağ yanılgıları sola kayışlarına göre konjonktürden daha bağımsız, daha “içsel” yönlerdir. Bu anlamda geleneksel solun Trotskiy’e bakışında “sol sapma” saptamasında daha dikkatli olmasının gerektiği ortaya çıkıyor…

Bu tartışma eğer yalnızca “tarih” olmuş bir kişiyi yerli yerine oturtmaktan ibaret olsaydı fazla önemsenmeye de değmezdi. Ancak sorunun Trotskiy’den bağımsızlaşan bir yanı var: Her sol sapma eleştirisi, eleştiriyi dile getirenleri görece sağ bir dengeye iteler. Bu bir kural. İstenildiği kadar “sol” tırnak içinde kullanılsın ve her sapmanın (sağ ya da sol) burjuva düzeniyle uyuşan kanalları açtığı için “sapma” olduğu bilinsin, öznenin, solunu eleştirirken sağa sağını eleştirirken sola doğru yüzünü çevirmesi bir siyaset yasasıdır. Geleneksel solun çağımızda sağa her fırsatta sırtını dönmeye ihtiyacı olduğuna inanıyorum…

Trotskiy’den geleneksel sola kalan miras ise, sahip çıktığımız bir tarihe yaptığı katkı ile ölçülmeli. 1917’yi, işçi sınıfı hareketliliğini, iç savaşı Trotskiy’siz düşünmek ve anlamaya çalışmak yalnızca Trotskiy’e karşı haksızlık değildir. Bir geleneği yoksullaştırmakla da sonuçlanıyor.

Bolşevizmin oluşumunda düz bir hat aramak boşuna. Süreç sıçrama, gerileme ve kopuşlar içeriyor. Bu dalgalanmada pek az kişiye “kalıcı” yerler tanımak mümkündür; pek az kişiye tüm süreci “doğru”da yaşamak nasip olmuştur. Kişilerin de sıçrama ve gerilemelere tabi olduğunu kabul etmek gerekiyor. Bolşevizm, örgütsel olarak ve siyasal pratik anlamında elbette Bolşevik Parti “içerisinde” somutlaşıyor. Ama bu somutlanma, tüm Rus entelijansiyasının ve Marksist teorinin bir iç hesaplaşma ürünüdür.

Ürün, bireylere eşitsiz yansıdı. Trotskiy’i de, bir Bolşevikleşme sürecinin, onunla ve ona rağmen yaşanan bir sürecinin parçası olarak düşünmek gerekiyor.

Dipnotlar

  1. Perinçek Doğu; “Bir İktidarsızlık Doktrini: Troçkizm”, Saçak sayı: 35 Aralık 1986 içinde s.34
  2. Çulhaoğlu Metin; “Tarih ve Sol: Pragmatizmi Asmak” Gelenek 11 Ekim 1987 içinde, s. 66
  3. Deutscher Isaac; Stalin c.1, Türkçesi Selahattin Hilav, Ağoğlu yay. Dst. Subat 1969 s.362
  4. Troçkistler, Stalin’in “yalan ve itirafları” karşısında mazlum rolü oynamayı da seviyorlar. Diğer yandan ise Stalin ile Lenin’in sert tartışmalarını teorik keşifler olarak sunmaktan geri durmuyorlar. Trotskiy’in bizzat kendisinin, “Stalin’in, Lenin’i zehirlemiş olabileceğini” bile ileri sürdüğünü “Stalin” adlı çalışmasına dayanarak yine Deutscher aktarıyor.
  5. Perinçek Doğu; a.g.y., s.27
  6. Marx’ın ve Engels’in azgelişmiş ülkede devrim olasılığını tartıştıkları tek örnek, bildiğim kadarıyla yine Rusya. Ancak tartışma Rusya’nın özgüllüğü düşüncesine verilen talihsiz bir primle sakatlanıyor. Marx, işçi sınıfına değil, geri tarım komünü obşçina’ya dayanarak sınıfsız toplumun inşası olasılığını gündeme getiriyor. Elbette Avrupa devrimiyle birleşme halinde… Talihsizliği bir yana, Marx’ın Rus toplumundaki dinamikleri farketmiş olmasını önemsemek gerekli. Ama dinamik yanlış yerde aranıyor.(”1882 Tarihli Rusça Baskıya Önsöz”, Manifesto içinde, Bilim ve Sosyalizm yay. Ankara Mart 1976).
  7. Lenin; “A Propos du Mot d’Ordre des Etats-Unis d’Europe” (Bir Avrupa Birlesik Devletleri Sloganı Hakkında), Oeuvres 21, Ed. Sociales/Paris, Ed. du Progres/Moskova, 1976; s.354-355
  8. Trostkiy; Sürekli Devrim Türkçesi: A. Muhittin; Köz yay. İst.1976; s.31-32
  9. Lenin; Sosyalizm ve Savaş, Türkçesi: N.Solukçu; Sol yay, Ankara 1978; s.61-62
  10. “Hayallere kapılmayalım; elimizdeki tarihsiz bir moratoryumdur. Eskisi gibi, geçici bir soluklanma asamasındayız hala” (Sürekli Devrim, s.178). Parti merkezi sanayilesme atılımına hazırlanırken, atılımı sosyalist kurulus olarak tanımlarken, Trotskiy’in görüsü bir demoralizasyon mesajıdır.
  11. Trostkiy; My Life, Penguin Books 1976 s.167
  12. Trostkiy; a.g.e., s.166
  13. Tüm bunların üstüne, Lenin’in asamasız devrim perspektifi ile Troçkist dünya devriminin tek ve aynı anlama geldiği yolundaki yorumun büyük bir zorlama olduğunu açmaya herhalde gerek yok… Yalnız su eklenebilir: “Nisan Tezleri” Bolsevik kadrolara yönelik bir zorlamadır, bir reorganizasyon girisiminin ifadesidir. Bir anlamda soyutlaması öncedenyapılmıs bir politikanın kılıcını atmasıdır. Teorik olarak Lenin için olağanüstü bir değisim, bir “kopus” olduğunu iddia etmeyi gerçekçi bulmuyorum. Troçkist yorumun zorlaması da 17 yılı pratiğinin gündeme getirdiği bir iç hesaplamalar zincirinden kaynaklanıyor. Bolsevikler dahil her grup, her birey, kendisiyle ve tarihle hesaplasmaya zorlanıyor.Hesaplasma Trotskiy açısından Bolsevik Parti’ye giriste son buluyor. “Karsılıklı revizyon” tezi bir teorik tahlilden çok,”kolay teslim olmayan” güçlü Trotskiy’in sart kostuğu bir pazarlık görünümünü alıyor.
  14. Trotskiy’in Sovyetler Birliği’nde iktidardan uzaklastıktan ve bürokrasi tezlerini gelistirdikten sonra ileri sürdüğügörüsü hatırlatmak gerekiyor: “En küçük abartma yapmaksızın su söylenebilir: Tüm dünyanın konumu proleter önderliğin bunalımı ile belirleniyor” (My Life “Giris” içinde aktaran Joseph Hansen, s. X). Bu tezi yalıtılmıs teorik içeriği itibariyle asırı bir volontarist indirgemecilik olarak elestirmek kesinlikle mümkün. Marksist teorinin günümüzde ve hele Türkiye’de “iradeci” bir vurguyla kavranması gereğine inanıyorum. Ancak isçi sınıfının ve dünya kapitalizminin tek bir öznenin etkinliğine bağlanmasını abartılı buluyorum…
  15. Trostkiy; Ekim Devriminin Öğrettikleri; Türkçesi: m. Sayman Maya yay İst. 1976
  16. Trostkiy; My Life, “Introductıon”s. IX (Trostkiy’in Diary in Exile 1935 Cambridge eserinden aktaran J. Hansen)
  17. Aksine şöyle düsünüyorum: Resmi tarih yorumu -tasıdığı reel politik sorumluluğun bir gereği olarak görebiliriz- devrimtarihini popularize etme doğrultusunda zorlamalara tabi tuttu. Popülarizasyon kitleselliğin, sınıfsal giriskenliğinve düzgün-sorunsuz bir gelismenin çizilmesiyle yaratıldı. Trotskiy, kendisini aklama çabasında ve söz konusu reelsorumlulukların dısına atılmıs olmasının verdiği rahatlıkla, resmi yorumda yok olan değerleri de sezdi ve sergiledi.Bunların arasında, tarihte ve dönüsüm anlarında bireylerin tasıdığı önem de var.
  18. Trostkiy; a.g.e., s.219
  19. Trostkiy; a.g.e., s.168
  20. Trostkiy; Cours Nouveau, Les Editions de Minuit, Paris 1963;s.54