Türk Solunda Apolitizm

Türkiye’de insanların politikaya uzaklığından söz ediliyor. Son yıllarda burjuvazi bile halkın politikaya uzaklığından yakınmaya başladı. Burjuvazi, yaşanan depolitizasyon sonucunda kendi partilerine toplumun en yeteneksiz kişilerinin rağbet etmesi ve her zaman istediği şartlarda meydanları dolduramamasından yakınıyor. Bu yakınmalarında haksız sayılmaz. Ama önümüzdeki dönemde burjuvazinin depolitizasyondan yakınmak yerine işçi sınıfını fabrikalara ve bürolara hapsetmeye çalışacağını söylemek de kehanet sayılmamalı. Daha şimdiden 1 Mayıs günü sokağa çıkmayı fantezi olarak gördüğünü söylemekten çekinmeyen işadamları var. Bu durumda burjuvazinin mevcutlardan daha yetenekli siyasetçi arayışı da bir fantezi olarak kalacak…

Önümüzdeki dönemin öne çıkan özellikleri nedeniyle burjuvazi, Güreş, Çiller ve medyanın sıkı kontrolündeki çapulcu eylemleri dışında, kitleleri politizasyona sevk edecek olan her türlü uyarıdan kaçınmaya çalışacak. Olabilecek uyaranları görmemezlikten gelerek veya marjinalize ederek etkisiz kılmak isteyecek. Burjuva sınıfı, yüzyıllardır uyguladığı ve bizlere de yabancı olmayan yöntemleri daha cesur ve daha küstahça devreye sokacak. Burjuvazi, kendi sınıfının çizdiği tarihsel sınıra çekilirken, sol ne yapacak? Solun bugünkü konumunu gözden geçirerek, bu soruya yanıt aramaya çalışacağım.

Uzunca bir süredir Türkiye’de sadece kitlelerin değil, sol kesimlerin de ciddi bir depolitizasyon yaşadığını söylüyoruz. Depolitizasyon veya günlük yaşamda sıkça birbirlerinin yerine kullandığımız apolitizm sözcükleri politikadan uzaklaşmayı anlatıyorlar. Depolitizasyon, kitleler nezdinde politikaya ilgisizlik anlamını taşırken, aynı sözcük sol kesimler için daha çok “yöntem geliştirememe” anlamına geliyor.

Sol uzunca bir süredir, ülke gündemine müdahale edemiyor. Aldığı ağır darbeler sonucunda, solun içinde bulunduğu zor durum bir noktaya kadar anlaşılabilir. Acaba bir noktadan sonra sol ülke gündemine müdahale edebilir konuma gelebilecek mi? Yaşanan derin apolitizmi kırarak ülke gündeminin belirleyeni olması gereken sol, bu işi nasıl yapacak? Sol kesimlerin, bugünden sahip oldukları bakış açılarının değerlendirilmesiyle bu sorulara yanıt aranabilir. Solun toparlanması için çeşitli kesimlerin geliştirdikleri “yöntem”lere bakılarak ileride neyi ne kadar ‘yapabilecekleri kestirilebilir.

Sınıf mücadelesinde politika üretmenin bir yöntemin ürünü olduğu düşünülürse, çeşitli marksist çevrelerin ne gibi politikalar üretebilecekleri sahip oldukları yöntemin değerlendirilmesiyle anlaşılabilir.

POLİTİKA ve YÖNTEM

Politika, genel anlamında insanın karşılaştığı sorunları çözmesi işidir. Bu tanımın oldukça genel, genel olduğu kadar da açıklayıcı olmadığını kabul eteneliyiz. O halde politika “işini” biraz daha açmalıyız.

Bir soruna çözüm üretilebilmesi için önce o sorunun tanınması (algılanması) gerekir. Günlük yaşamda kullanıldığı biçimiyle depolitizasyon ya da politikadan uzaklık, karşılaşılan sorunlara olan duyarsızlığı anlatır. Depolitizasyondan kastedilen, kitlelerin yaşadıkları sorunlara yeterince sahiplenmediği olgusudur. Sorunları yeterince sahiplenmeme olgusu, değişik yönleriyle çeşitli yazılarda ele alındı. Bu yazı, insanların duyarsızlığından çok duyarlı olan kesimlerin neden doğru yöne kanalize olamadığını konu edinecektir.

Sorunları görebilenler için söz konusu olan, “bakma” ya da çözümleme biçimi ve buna bağlı olarak çözüm üretme işidir. Sol kesim bir taraf olarak tanımlandığından, tanım gereği sorunları gören ve çözümlemeye girişenlerin kategorisinde ele alınır.

O halde politika; sorunları algılama, çözümleme ve çözüm üretme süreci olarak tanımlanabilir.

Bir konuda yürütülen politikayı anlayabilmek için, politika yapan kişinin verili bir durumda ne düşündüğü başka bir deyişle “son sözü” her zaman yeterli olmaz. Politikacının ne düşündüğünün yanında nasıl düşündüğü de önemlidir. Politikada sorunu çözümleme biçimi, çoğu zaman sorunun çözümünü de ele verecektir. Politika üretim sürecinde çözümleme biçiminin (yöntem) önemsenmeyip, üretilen çözümlere bakılan bir politika anlayışı marksistlerin anladığı anlamda politika üretmek değildir. Bu tarz politika; algılama, çözümleme ve çözüm üretme aşamalarından oluşan politika yönteminin sadece son aşamasına tekabül eder. Bunun adı olsa olsa “strateji belirlemek” olur 1 2 . Kuşkusuz bu da bir yöntemdir ama burjuvazinin yöntem olarak anladığı şeydir. Marksistlerin politika anlayışlarında ise çözümleme biçimi, ya da yöntem en az üretilen çözümler kadar önemlidir. Çünkü doğru kurulan çözümleme süreçleri, doğru çözümler üretirler. Bu gerçekten hareketle sosyalistler kimi zaman naif, kimi zaman idealist de olsa bir “yöntem” arayışını her zaman sürdürmüşlerdir.

Marksizmde yöntem, teori ve pratiğin3 bütünlüğünde aranmalıdır. Teori ve pratiğin birlikteliği kimilerine marksist literatürün genel geçer bir vecizesi gibi görünebilirse de aslında marksist yöntemi en karakteristik biçimde anlatan ifadelerden biridir. Pratik denilen şey ile, yani siyasi ve ideolojik mücadele ile teori arasında kurulan iç tutarlılık marksist yöntemi diğer “yöntem”lerden ayırdeden bir özelliktir. Yöntemin kalıcılığı için teori ve pratiğin karşılıklı olarak birbirlerini beslemesi gerekmektedir.

Bu noktada, beşbuçuk yıl önce Gelenek’te yer alan bir çalışmadan aktarma yapmayı anlamlı buluyorum: “Doğru teori, sadece doğru yöntemin, doğru tahlilin sonucunda oluşmaz, belli bir pratiğin prestiji ve gücü iç tutarlılıkla birleştiğinde anlam kazanır. Teorik tahlilin sonuçlarının anlaşılır ve tutarlı propagandası, teorik çalışma ile ideolojik çalışmanın birleştiği noktada mümkündür. Burada teori susar, artık konuşan örgüt ve onun ilişkileridir. Bu anlamda marksistler için apolitizm ve teorisizm saptamaları kullanılabilecek en ağır sıfatlar olsa gerek” 4 .

İşte bu yüzden kimilerine çok anlamsız görünen marksist grupların tarih boyunca yaşadıkları ayrışmalar, özünde bir yöntem farklılaşmasına dayandıkları ölçüde çok şey anlatırlar.

Acaba birden fazla sayıda marksist yöntem olabilir mi?

Bu soruya verilecek yanıt “hayır” olduğu için, marksizmin savunucuları arasında nüans olarak görülen ayrılıklar ciddi tartışmalara ve takiben kopmalara yol açabilmektedir. Menşevizm/bolşevizm ayrışması böyle bir yöntem farklılığının ürünüdür. Kendilerini marksizmin mirasçısı olarak gören menşevikler ve bolşeviklerin sahiplendikleri iki farklı yöntemin her ikisinin birden doğru olabilmesi mümkün değildi. Rusya topraklarında, Marx’ın başlattığı geleneği sürdürenler, marksizmi teorik olarak iyi bilen ama diyalektik yöntemini kullanmaktan yoksun olan menşevikler olamazdı. Marx’ın diyalektik yönteminin mirasçıları, marksizmi teori ve pratiğin birlikteliği olarak yorumlayan Lenin ve arkadaşları olacaktı.

Marksist yöntemin bilim ve felsefe ile ilişkisi, diğer yöntemlerden farkları üzerine daha çok şey söylenebilir 5 . Ancak bu yazıda, Türkiye solunun günümüz sorunlarına bakarken sahiplendiği farklı yöntem arayışları üzerinde durulacak.

Yaşanmakta olan krizin katalizör etkisinin de katkısıyla, Türkiye solunun bugüne kadar barındırdığı kimi farklılıklar “yöntemsel” birer bütün oluşturmak üzere şekilleniyor. Türkiye solu bu kez, farklı akıl ve niyet sahiplerinin kendilerine has yöntemlerini gösterecekleri bir döneme giriyor.

1994: SOSYALİSTLER YENİDEN ŞEKİLLENİYOR

Türkiye’de burjuvazi ekonomik ve siyasal açıdan sıkışmış durumda. Bu sıkışmışlığın pek çok göstergeleri var. Belki de en renkli ipuçlarını orta sınıfın şaşkınlığından çıkarsamak mümkün. Geçen yıl bir yandan AB’ye girme planlarını sürekli sıcak tutabilen, bir yandan Türk cumhuriyetleri ve Ortadoğu ülkelerine yönelik emperyal umutları yaşatabilen burjuvazi, 1994’te tepetaklak oldu. Geçen yıl emperyal bir devlet düşleri gören düzenin tüm temsilcilerinin bu yıl boyunları bükük kaldı. Geçen yıl Avrupalı gibi olma arzularına ilk kez bu kadar yaklaşan orta sınıf, bu yıl daha önce görülmemiş bir garibanlığı devralıyor. Düzenin siyasetçileri şaşkın ve bu şaşkınlık orta sınıfa doğru katlanarak artıyor. İktidarın hegemonyasının çözüldüğü bunalım dönemlerinde insanlar, kendilerine “doğru”yu gösterecek mihraklar arıyorlar. Ve bu gibi anlarda, önceki zamanların kitlelerce işitilemeyen sloganları en azından duyulmaya başlıyor; “Yaşasın devrim ve Sosyalizm” gibi…

Kriz ile birlikte sınıf atlama arzuları suya düşen orta sınıf ve daha da çok sömürülecek olan işçi sınıfı acaba “devrim ve sosyalizm”i bir alternatif olarak işitebilecek mi? Bu soruya olumlu yanıt bulabilmek, Türkiye solunun misyonu ve aynı zamanda varlık nedenidir. Acaba sol, bu misyonu ne ölçüde yerine getirebilecek? Başka bir ifadeyle varlığını gösterebilecek mi?

İşte böyle bir zamanda Türk solunun haritası yeniden şekillenmeye başlamıştır. Reformist ve devrimci çizgiler kendilerini daha rahat ifade etme imkanına kavuşmuş görünmektedirler. Bu kesimlerin krizle birlikte eteklerindeki taşları dökerek ne olup ne olmadıklarını göstermek zorunda kalmaları, Türkiye sosyalist hareketi açısından sevindirici bir gelişme olarak kabul edilmelidir. Türkiye solunun, yapmak zorunda olduğu tercihlerin sayısı giderek en aza inmektedir. Tercih, reel sosyalizm deneyimi, Stalin, sosyalist demokrasi, kadın sorunu vb. tartışmalarında konumlanıştan çok, devrimcilik ekseninde belirlenmeye başlamıştır.

Bu sayede sol kesimler için talip olunacak ya da doldurulmak üzere yaratılacak boşluk tanımları yavaş yavaş anlamını yitirmeye başlamıştır. Birtakım yeni grup ve çevrelerce yapılan manifesto ve çağrılarının, 7-8 sene önce olduğu kadar bile etki yaratamamasının nedenlerinden birisi de budur. Yeniden şekillendiği iddia edilen Türkiye solunun asal ögeleri 3 grupta toplanabilir.

Birinci grup, kriz dönemini “yenilgi”nin sonuçlarını hafifleterek geçirmeye niyetli olanlardır. Tüm bileşenleriyle BSA ve İP bu grubun yerleşik ögeleri olacaktır. İkinci grupta, ilkiyle benzeşse de daha utangaç ve kimliksiz kalmayı tercih eden; yeni solcu, troçkizan bir çok grup sayılabilir. Olanakları sonuna kadar zorlamadan kazanım elde edilemeyeceğini bilen veya hissedenler de, bütün renklilik ve karmaşıklığına rağmen üçüncü grubu oluşturmaktadır 6 .

Önümüzdeki süreç, yeni projeleri tablonun asal ögelerine eklemlenmeye zorlayacaktır 7 .

YÖNTEMSEL FARKLAR ve DERSLER

Türkiye solunu anlayabilmek, solun zaaflarını görerek dersler çıkarmak için, kimliğini ve konumunu açıkça belirten kesimlerden çok, iki arada bir derede kalmış sol grupların argümanlarını incelemek daha öğretici olabiliyor. Bu anlamda birinci kategoriye aldığımız maocu-kemalist çizginin kadim temsilcisi İP, ne olduğu belli olduğu için hiç de ilginç değildir.

Kimliği ve konumu netleşmiş olan kesimlerin dışında kalan, kişilik ve konumlanış sorunu yaşayan sol kesimler, solun sıkıntılarını anlamak için daha çok malzeme verirler. Bu anlamda örneğin Kurtuluş çevresi “Nasıl yapmamalıya” dair geçmişte bizlere çokça malzeme vermiştir. DSB sürecinde niyetsizlik, dağınıklık, kararsızlık ve amorfluk çoğu kez Kurtuluş çevresinde karakterize olmuştur. Son zamanlarda ise karakterini başkalarıyla paylaşarak emin adımlarla reformizme doğru gittiği için karakteristiğini yitirirken nasıl olmaması gerektiğini görmeye yarayan başka başka gruplar peydah olmuştur.

Yukarıda yapılan sınıflandırmada henüz kimlik ve konumlanışları netleşmemiş olduğu için ikinci grupta yer alanların, birinci veya üçüncü gruba dahil olma zorunluluğuyla birlikte solun haritası daha da netleşecektir.

Yolunu çizmiş olan devrimci gruplar dışında, Türkiye solunun apolitizm sorunu devam etmektedir 8 . Asıl sorunu apolitizm olan solun, solda çıkış adına yeniden ve yeniden apolitizm üreten ve bu nedenle yöntemsel olduğunu düşündüğüm yanlışları 3 ana başlık altında toplanabilir. Bu 3 başlık, bugünün Türkiyesi’nde “leninist özneden beklentiler” ekseninde seçilmiştir 9 .

1- ESKİSİNDEN DAHA BÜYÜK ve

DAHA GÜÇLÜ YENİ BİR TEORİ

MERAKI

Türkiye solunda pek çok kesim, 80’li yıllarla birlikte daha kapsamlı bir teori arayışını öne çıkardı. 1980 askeri darbesiyle başlayan bu arayış, 80’lerin ikinci yarısında reel sosyalizmin tasfiyesiyle birlikte daha da arttı. Solun içinde bulunduğu durumu kriz, bunalım vb. olarak tanımlayan pek çok grup, çözüm olarak ilk planda daha geniş ve daha kapsayıcı bir teorik zemin yaratmayı hedeflediler. Sol, ciddi yenilgiler almıştı ve kimi sosyalistler, alınan yenilgilerden dersler çıkarmak istiyorlardı.

Öyle bir teori yaratılmalıydı ki, Marx’tan bugüne olanı biteni açıklayabilmen ve bizlere de doğru yolu gösterebilmeliydi. Bu güçlü teori, solun prestijli günlerinin yeniden gelmesini sağlayacaktı. Solcular, eskiden olduğu gibi mahallelerde, işyerlerinde, eş dost gruplarında fikri sorulan ve saygı duyulan kimliklerini yeniden kazanacaklardı.

Türkiye solcularının pek çoğu, “bilimsel” bir yol uğruna hayatlarını verecek birer militan olduklarını sanırken, bilimselliğin değil, sağlamcı bir toplumsal meşruiyetin peşinde olduklarının farkında değillerdi. Bu nedenle solcularımızın bilimsellik ile sağlamcılığı ya da toplumsal meşruiyeti karıştırdıklarına, birini diğerinin yerine kullandıklarına sıkça tanık oluruz.

Marksizmin yaşanan eksikliklerini kapatacak ve böylece güçlü bir teoriye gidecek olan yol, bilimsel bir bakış açısı yerine sağlamcılık ve nesnelcilik ile malul bir “ortalamacılık” ile tıkandı. Ortalamacı sol, aşırı bulduğu kimi yaklaşımların karşı uçlarını arayarak ortalama bir yol bulmaya çalıştı. Günah keçisi yapılan Stalin’in “aşırılıkları”, tam karşıtı olarak bilinen Trotskiy’nin hatırlanması ile dengelenmeye çalışıldı. Bunca aradan sonra troçkizm yeniden keşfedildi. Bu arada kimileri, “madem oldu tam olsun” mantığıyla Trotskiy’den de ileride troçkist olmaya soyundu. Bugün bu alanda marjinal tartışmaları sürdürmekten hala bıkmayan kesimler var10 .

Türkiye solunun daha geniş kesimleri ise, kısa bir kafa karışıklığından sonra troçkizm kervanına katılmayacak kadar bilgi ve deneyim sahibi olduğunu gösterdi. Ancak bu kez, Stalin’in hatalarının teslim edilmesi ve Trotskiy’nin de biraz törpülenmesiyle oluşacak bir orta yol arayışı öne çıktı. Böyle bir senteze ulaşılmasıyla uzlaştırıcı dehasını(!) kanıtlayacak olan Türk solu, dünya sosyalist hareketine de katkısını yapmış olurdu. Olmadı. Masa üstü yayıncılık ile bir büyük teori yapılamazdı, yapılamadı. Böylece teoriye katkı adına, doğruluklarının denenerek gösterilmesi mümkün olmayan, daha çok Batılı akademisyenlerce üretilmiş ve çoğu artık ıskartaya çıkarılmış birtakım yeni sol ve ütopik sosyalist vecizeler yeniden ısıtılarak öne sürüldü. Böyle bir süreçte, sol kesimlerin marksist/leninist yöntemin dışına düştükleri görüldü. Pratikten uzak teorik aranışların, yeni olmayan tekerlemelerin keşfinden başka birşey olmadığı ve bu tür yeniden keşiflerin yarardan çok zarar getirdiği bir kez daha anlaşıldı.

Büyük teori merakı, yenilgiler sonrasında alevlenmektedir. Acil teori ihtiyacı, yenilgi psikolojisinin hakim olduğu bir ortamda belirmektedir. Akıllılığın bir ölçütünün de yenilgilerden ders çıkarabilmek olduğu düşünülürse, solun aldığı yenilgilerden geleceğe dair dersler çıkarmasının son derece elzem olduğu görülür. Ancak solun dersini iyi öğrenebilmesi için rahatlaması, yenilgi psikolojisinden kurtulması da gereklidir. Yenilmek ayrı, yenilginin altında ezilmek ayrı şeylerdir. Galip tarafın abartıldığı yenilgi psikolojisi içinde sol, somut durumun ağır koşulları altında ezilmektedir.

Somut durum, ağır görünen ama dış görünüşü ile değil, iç dinamikleriyle değerlendirilmesi gereken bir nesnelliktir. Boğucu bir nesnelliğin zayıf yönlerini görebilmek, her öznenin iddiası olmalıdır. Ama Türkiye’de özne olduğu “sanılan” pek çok odak öncelikle bu iddiadan uzaktır. Diğer bir ifadeyle kendisini özne zannedenler henüz bu tanımın altını doldurmaktan uzaktır.

Zayıf yönleri görülemeyen burjuvazi, her adımda galibiyeti teyit edilen ve gücü mistik boyutlarda abartılmış bir sınıf olarak algılanmaktadır. Burjuvazinin üstünlüğünün açıkla-namayışı, bizatihi solcuları daha da ezen ek bir silaha dönüşmektedir. Türkiye solunda, giderek mistik boyutlarda güçlü bir burjuva sınıfının hakimiyetinin kabul görmesi, solun politikadan uzaklığının belki de en çarpıcı göstergelerinden birisidir. Ve kesinlikle abartılı bir aczin ifadesidir.

2- İFLAH OLMAZ BİRLİKÇİLİK

l990’lı yılların birinci yarısının sonuna doğru apolitizmin önemli göstergelerinden birisi de artık iflah olması zor “birlikçilik” söylemidir.

Düzenin zayıf noktalarının tespit edilmesi, zayıf noktaların yüklenme ile gediklere dönüştürülmesi ve giderek genişleyen gediklerin sosyalizm alternatifi ile doldurulması, kendisini özne sayan her sol öznenin doğasında olan hedeflerdir. Ancak bu kadar “işi” gözü yemeyen ya da kendilerini henüz özne olarak görmeyen sol kesimler, güçsüzlüklerinin bir ifadesi olarak birlik arayışlarına girmektedirler.

Güçsüzlük tespitiyle başlayan birlik arayışı anlaşılır birşeydir. Ayrıca güçsüzlüğün teslim edilmesiyle başlayan ve öznenin sahip olması gereken gücü yaratmak üzere yola çıkanlara kimsenin de birşey söylemeye hakkı yoktur. Ancak şimdiye kadar tanık olduğumuz birlik arayışları, böyle bir saikle değil, başka belirlenimlerle gitmektedir. Güçsüzlükten yola çıkarak başlayan birlik arayışlarında, güçlü bir öznenin yaratılması hedefinin gözetilmesinin ülkemiz tarihinde örneği bulunmamaktadır. Tanım gereği solcular daha önce örneği olmayan şeyleri yapmaya soyunan kişiler olarak bilinirlerse de, bu kez perşembenin gelişi çarşambadan bellidir.

Solda birliğin ne anlama geldiğini öğrenmiş olmak için yeterli deneyime sahip olduğumuzu düşünüyorum. Bu nedenle birlik olmaya iyi niyetlerle bakan ama hayatında hiç birlik deneyimi yaşamamış insanlara göre kendimizi şanslı görüyorum.

Dört yıl önce yaşanan BTDK (Birlik Tartışmaları Düzenleme Kurulu) ve DSB (Devrimci Sol Blok) sürecinin getirdiği deneyimler daha önce Gelenek’te işlendi. Birlikçilik saplantısının, niyetsizliğin bir ifade biçimi olabileceğini bizler orada yaşadık. BTDK/DSB süreçlerinden sonra da, birlikçiliğin niyetsizlik ve devrimci siyasetten kaçışın güvenilir ölçütlerinden olduğu yolundaki iddia, pek çok kez ve çok yakınımızdan örneklerle de doğrulandı 11 .

Birlikçiliğin zayıf bünyeli ya da bünyesi zayıf düşmüş öznelerin kaçınılmaz argümanı olduğu bir kez daha görüldü. Bu açıdan, son 4 yılda birlik adına yaşananlar son derece ilginç ve öğreticidir. Bugünkü SBP, dört yıl önce yapılan tartışmaların henüz başında “birlik” dışına düşmüştü. Kendilerini devrimci sayan sol çevreler ise bu ayrılıktan gocunmuyor, tam tersine reformistleri saflarından temizlemenin memnuniyetini yaşıyorlardı. Çok ilginçtir, 4 yıl sonra Kurtuluş ve TKEP’in ağırlıklı kadroları ile SİP’ten ihraç edilen ve ayrılanlardan oluşan küçük bir grup SBP’de birleştiler… 12

İçinde feminist ve çevrecileri bile barındırabilen, her türden sosyalistlerin bulunduğu geniş tabanlı bir parti hareketi düşüncesinin boş bir beklenti olduğu BTDK/DSB süreci sonunda anlaşılmış olmalıydı. Herşeyden önce, böyle bir partiye renklilik katacağı varsayılan çevrelerin devrimcilikle hiçbir ilişkileri olmadığı görülmeliydi. Bugün için devrimci mücadele tercihini yapanlar zaten, birtakım ara ideolojilerden arınmış olarak doğrudan sosyalist mücadeleye adanmış kadrolardır. Sosyalist devrim için reel durum, çok renkli birliğin oluşturulmasında değil, reformist/devrimci ayrışmasında düğümlenmektedir. Sosyalist kalkışma kendiliğinden oluşmayacağı gibi biraraya sokulmuş farklı “yöntem” sahiplerinin iyi niyetli(!) gayretleriyle de oluşamaz. Sosyalist kalkışma, önümüzdeki dönemin öne çıkaracağı devrimci öznenin belirleniminde yaratılacaktır.

Birlikçilik, bir gençlik hevesi değilse eğer, mücadeleden kaçışın iyi bir mazereti haline dönüşmüştür. Kendisini özne olarak tanımlamaktan aciz, ya da özne olma iddiasını yitirmiş kesimler, kirpiler misali yanyana sokulmakta, bir vücut olamadan yanyana durmaktadırlar. Böylece eşe dosta karşı “mücadele eden insan manzarası” da sunulabilmektedir.

Bugünkü birlik çabaları, Türkiye siyasetinde nitel bir dönüşüm yaratmaktan çok, birbirlerine mesafeli kesimlerin nicel bir toplam oluşturmasıdır. Nicelik açısından elde edilecek sonucun da birlik uğrunda yeni bir Pirus zaferi olacağını şimdiden kestirmek zor değildir 13 .

3- HAYATI ADIM ADIM KUŞATAN PROJE MERAKI

Türkiye solunun bazı kesimleri, doğrudan sosyalist mücadelenin içinde görülemeyişlerini, daha önemli gördükleri kimi projelerin başında olmalarıyla açıklamaktadırlar.

Hayatın her alanında, küçüklü büyüklü alternatif sosyalist projeler oluşturma düşüncesini kim reddedebilir? Ayrıca çapı küçük de olsa birtakım hedefleri gerçekleştirmek uğrunda çabalayan sosyalistleri, böyle bir ortamda hiç kimsenin küçümsemeye hakkı olamaz. Burada reddedilen, kapitalizmi yıkarak sosyalist iktidarı kurma hedefinin bir tür projecilik ile ikame edilmesidir. Bu anlamda sonu gelmez teori ve birlik arayışları gibi küçük projelerle hayatı kuşatma iddiası da politik mücadeleden uzaklaşmanın dolaylı bir ifadesi olmaktadır.

Kapitalist düzen içinde birtakım mevziler oluşturarak, burjuva hegemonyasının yıkılması düşüncesi, hiçbir devrimcinin ilk elden karşı çıkamayacağı bir iddiadır. Siyasi literatürde, Gramsci’nin “mevzi savaşımı” tanımlamasının yardımıyla tartışılan siyasal mücadele biçimi, Türkiye’de eksik ve şekilsel olarak algılanmaktadır.

Eksiktir, çünkü Gramsci bir askeri terim olarak “mevzi savaşı” kavramını diğer militer kavramlarla birlikte kullanmıştır. Mevzi savaşını yapacak ordu ve bu savaşı yönetecek modern prens’in önemi yine Gramsci tarafından vurgulanmıştır. Siyasette mevzi savaşı kavramını çok seven Türk solu, ordu ve modern prens kavramlarını görmezlikten gelmektedir 14 .

Şekilseldir, tıpkı savaş meydanında 1 metre derinlikte kazılarak oluşturulan mekansal alanlar gibi, mevzi denildiğinde; kapısı bacası bulunan halkevleri, kitle örgütleri ya da dergi büroları anlaşılmaktadır. Sosyalist iktidar hedefi için örgütlenememiş kazanımların, belki sosyalistlerin kafalarını sokacakları sıcak mekanlar olabilecekleri ama savaşta birer mevzi teşkil edemeyecekleri peşinen kabul edilmelidir.

Alternatif kent yönetimi, alternatif sağlık, alternatif yaşam projeleri, Türkiye soluna fırlatılmış iyi niyetli temenniler olmaktan kurtulabilmelidir. Bunun için de projelerin sadece yazılıp anlatılması dışında, örgütlü mücadele içinde zorlanmaları gerekmektedir.

SONUÇ

Türkiye solunda yaşanmakta olan sıkışmışlığa çözüm olarak doğrudan veya dolaylı yollarla, yüksek sesle ya da sadece hissettirilerek öne çıkarılan teori, birlik ve proje arayışları, somut durumun somut koşullarında çözüm olamamakta, sadece solun içinde bulunduğu apolitizmi yansıtmaya yaramaktadırlar.

Böyle bir apolitizm, işçi sınıfıyla ilişkisini “yükseliş beklemek” temelinde kurmaktadır. Bu önerilerin sahiplerinin, sınıfla birlikte yükselemeyecekleri açıktır. Bu nedenle, bugünden iyi tanınmaları gerekmektedir.

Lenin’in yöntemini anlatırken kullandığı “somut durumun somut tahlili” ifadesi, marksizmin yöntem olarak teorik, siyasal ve ideolojik birlikteliğini anlatır. Pek çok kavram gibi ülkemizde cılkı çıkarılmış olan bu özlü ifade, iktidar perspektifinden yoksun solcuların dilinde sağ çözümlemelere mazeret olabilmekte, reformist çözümlemelerin klasik bir ön deyişi olarak da kullanılabilmektedir. Oysa “somut durumun somut tahlili” sözünün devrimcilere çok şey anlattığını ama bir an önce devrimcileştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Kuşkusuz, masa başı çalışmaları aşan bir pratiğin sonucunda…

Yukarıda anlatıldığı şekliyle teori, birlik ve proje peşinde olanların kullanmaya hevesli oldukları ortak yöntem, somut durumun devrimci çözümlemelerini yapmak yerine, “ortalama”yı tutturmaktır.

Trotskiy ile Stalin’in, yeni sol ile geleneksel solun, Rosa Luxemburg ile Lenin’in bir ortalaması bulunabilse ne iyi olur. Türkiye’de “n” sayıdaki sosyalist örgüt ve çevre biraraya gelerek, şimdiye kadar oluşturdukları tüm kazanımlarmı ortaya dökse ve bu kazanımların toplanıp “n” sayısına bölünmesiyle bir ortalama elde edilse fena mı olur? Her kesimin katkısıyla oluşturulan böyle bir teori, ortalamacı birlik partisinin politika ve projeleriyle ortalama insana bir anlatılabilse, bakın o zaman neler olur neler…

Evet, herşey olur belki ama, bu yolla devrimci bir kalkışma olmaz.

 

Dipnotlar

  1. Grek kökenli “politika” sözcüğü ileArapça kökenli “siyaset” sözcükleriTürkçe’de aynı anlam için kullanılmaktadır.Bu sözcükleri Dngilizce’de “politics”sözcüğü karsılarken, Dngilizce’deyer alan “policy” sözcüğünün dilimizdetam bir karsılığı yoktur. Dilimizdeki politikave siyaset sözcüklerinden dahadar anlam tasıyan “policy making”strateji belirlemek olarak çevrilebilir.
  2. Politika ve siyaset sözcükleri aynıanlamda kullanılsa da köken itibariylefarklı anlamlar tasırlar. “Politika” Grekdilinde polis (il ya da devlet)sözcüğünden köken alır. Dl sınırlarıiçinde yasayan insan topluluğununolusturduğu bütünle ilgili olan anlamınıtasır.”Siyaset” sözcüğü ise, Arapça at bakıcılığındanköken alır, anlam genislemesiyleulus yönetimi anlamını tasır.
  3. Teori denildiğinde, sosyalizm adınaelimizde bulunan bilimsel mirası anlıyoruz.Pratik ise siyaset ve ideolojiyianlatıyor. Teori ve pratiğin birlikteliğiyerine, teori, siyaset ve ideolojininbirlikteliğinden söz edilebilir.
  4. Çam Ahmet,; Ekinci Dsmet. MarksistYöntem Üzerine, Gelenek, Ocak 198923: 64-76
  5. Marksist yöntem için, bu konuya ayrılmısolan Gelenek kitap dizisinin 23.sayısına bakılabilir.
  6. Okuyan Kemal. Üç Sol, İktidar,16/22 Nisan 1994
  7. Güler Aydemir. Solda Bosluk Yok!,İktidar 9/15 Nisan 1994
  8. “Türkiye solunda apolitizm” konusunudergimizin eski yazarlarından MetinÇulhaoğlu daha önce çesitli yönleriyle islemisti.İktidar’ın 1993 Ağustos tarihli29. sayısında, Çulhaoğlu Türkiye solununapolitik sosyalist kesimlerini 4 gruptaele almıstı. “Türkiye’nin ÖrgütsüzSosyalist Manzaraları” baslıklıyazısında, siyasete yabancı solcuları,”engizisyoncular”, “teorikyapılanmacılar”, “yükselisçiler” ve”birlikçiler” baslıkları altındatoplamıstı.
  9. Çulhaoğlu’nun yaptığı kategorizasyon,birey temelli ve bu yüzden de birazkeyfi bulunabilir. Keyfi de olsa hos biryazıydı. Ancak yapılan kategorizasyonhakkında kısa bir not düsmek istiyorum:Engizisyoncular, teorik yapılanmacılarve birlikçiler, leninist özne eksenindebirer grup olustururken, “yükselisçilik”isçi sınıfı ile özne arasındaki iliski eksenindebir gruptu. Kanımca isçi sınıfınınyükselisini beklemek, politika yapamayansolun çaresizliğinin ifadesi olarakayrı tutulmalıdır. Çünkü yükselisçilik;leninist özne iddiasının altını dolduramayankesimlerin tümünün ortak paydasıdır.Baska bir ifadeyle örgütsüz hersosyalistte içkin olarak vardır. Merak ettiğim bir baska nokta var: Yazısındaciddi bir edebi düzey tutturan amasiyasi tutarlılığını 6 ay bile koruyamayanyazar. acaba simdi kendisinihangi grupta sayıyor?
  10. Örnek arayanlar “Sosyalist Dsçi”dergisine bakabilir.
  11. Aynı yazının birlikçilik alt baslığında, “…SBP’nin tarihin derinliklerindengelen sınanmıs ve deneyimli örgütçüleriile STP’nin genç, dinamik ve ideolojikolarak yetkin kadroları bir çatı altındabulussalar fena mı olur” sözleriyle birlikçiliğinanlamsızlığının ve komikliğininaltını çizen Metin Çulhaoğlu, altı ay içinde SBP ile birlesmeye doğru savruldu.
  12. SİP’ten ayrılan grubun çıkardığıbrosürde çözüm, “…mevcut sosyalistnüfusun bütünü üzerinde etkiliolabilecek özel yeniden yapılanmalarınortaya çıkması”na bağlanmakta, “mevcutçizgilerden herhangi birinin kendidoğrusal gelisimiyle ortayaçıkmayacağına ve dısarıdan ithaledilemeyeceğine göre, tek çözüm birtür yeniden harmanlanmadır. DSBsüreçlerinin yarattığı düs kırıklığınınardından, bu tür yönelimler yeniden uçvermektedir.” değerlendirmesi yapılmaktadır.(Metin Çulhaoğlu ve arkadasları.Sosyalist Politikada Açılım İçinSaptamalar Yönelimler s: 17)DSB sürecinin yarattığı düs kırıklığınınardından BSA’dan filizlenecek(!) “uçlar”merak konusudur.
  13. Bir önceki Pirus zaferi, TİP, TKPve TSDP’in birlesmesiyle olusturulan SBPörneğinde yasanmıstır.
  14. Mevzi savası terimi yerine kimizaman “milimetrik mücadele” vb.terimler de kullanılmaktadır. Örneğinİnsancıl dergisi yazarı Cengiz Gündogdubu terimi tercih etmektedir.
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×