Şehir Vebadan Kırılırken

II. Dünya Savaşı’nın üzerinden henüz çok geçmemişken, varoluşçuluğun aydınlar arasında güç kazandığı bir momentte Albert Camus Veba’daki anlatıcısına “Felaket insana yakışmaz, onun için felaket gerçekdışıdır, geçip gidecek kötü bir rüyadır, denir. Ancak her zaman da geçip gitmez, kötü rüyalar arasında insanlar geçip gider ve önlemlerini almadığından başta hümanistler gider. Yurttaşlarımız da başkalarından daha az ya da çok suçlu değildi; alçakgönüllü olmayı unutuyorlardı, hepsi bu ve kendileri için hâlâ her şeyin olanaklı olduğuna inanıyorlardı; bu durum da felaketlerin olanaksızlığını varsayıyordu. İşlerini yapmayı sürdürüyorlardı, yolculuklar ayarlıyorlardı ve düşünceleri vardı. Geleceği, yolculukları ve tartışmaları ortadan kaldıran bir vebayı nasıl düşüneceklerdi ki? Kendilerini özgür sanıyorlardı, oysa felaketler oldukça kimse asla özgür olmayacak,” dedirtiyordu. Savaşın yarattığı tahribatın en büyük etkisini aydınlar arasında gösterdiği bir dönemde yazarlık yaşamı boyunca kitlelere umutsuz bir tonda seslenmiş Camus’nün romandaki umudu arayışı “toplumsal felaketler”in bir yazgı olmadığına işaret eder nitelikteydi.

Bugünlerde de tecrit günlerindeyiz; sevdiklerimize dokunamıyoruz, bir araya gelip sohbet edemiyoruz, birlikte film izleyemiyoruz ve birbirimize “temas” edemiyoruz. Hepimiz başımıza gelenin yazgımız olmadığına hemfikiriz. Buna karşın 21. yüzyıldaki bir pandeminin dünyamızı böylesine çaresiz bırakmasını “biricik” bir tarihsel olay olarak ele alma kolaycılığına düşebiliyoruz. Oysa salgın, deprem, yangın, sel gibi “felaketler” yüzyıllardır meydana geliyor ve başta ticaretin, toplumsal/kültürel yaşamın merkezleri olan kentleri vuruyor: Londra’yı hedefine oturtan 1347’nin “Kara Ölüm”ü, Rusya’nın büyük kentlerini de ciddi şekilde etkileyen 1852 tarihli kolera salgını, I. Dünya Savaşı sonunda patlak veren İspanyol gribi bunlardan sadece birkaçı.

Gözümüzü yaşadığımız topraklara çevirdiğimizde pek çok salgının Anadolu’dan da geçtiğini görürüz. Söz konusu “felaketler” tarih boyunca özellikle Anadolu köylüsünün belini büker. Anadolu’nun hem kıyı kentlerini hem de iç kısımlarını etkileyen, bununla birlikte uzunca bir süre dönemin imparatorluk başkenti Konstantinopolis’i etkisi altına alan ve bugünden bakıldığında pandemi olarak sınıflandırılan en büyük veba salgını ise bundan yaklaşık 1500 yıl önce yaşadığımız toprakların kâbusu olarak tarihe geçmiştir. Bu bağlamda, İustinianos Vebası geç Antikçağ’dan Bizans Ortaçağ’ına geçişin önemli duraklarından biridir. Söz konusu geçişi belirleyen başlıca etmenler sadece yüksek ölüm oranı değildir; ticaretteki düşüş, kentsel dokunun altüst olması, demografik yapının göçler, nüfus planlaması vb. olgularla değişmesi Bizans’taki toplumsal mücadelelerin, iktisadi üretim biçiminin ve toplumsal formasyonun 6. yüzyıldan sonra aldığı seyri doğrudan biçimlendirmiştir.

I. İustinianos döneminde vebanın Bizans’a girişi

527-565 yılları arasında imparator olarak hüküm süren I. İustinianos açısından Bizans İmparatorluğu[1] çok geniş bir coğrafyaya yayılmıştı. Özellikle Konstantinopolis sahip olduğu coğrafi konum ve MS 330’dan itibaren başkent olma vasfıyla toplumsal ve ekonomik yaşamın merkezi olmuş; farklı kültürlerin, etnik kökenlerin ve elbette sınıfların karşı karşıya geldiği, nüfusu beş yüz bini geçmiş bir şehir haline gelmişti. Ticari yaşamın kalbi olan Konstantinopolis salgın hastalıklar açısından da bir merkez ve geçiş noktası niteliğindeydi. Mısır ile gerçekleştirilen hububat ticareti kentin iaşesi açısından bir zorunluluktu ve bu durumun yaratabileceği olumsuzlukların başında da salgınlar gelmekteydi. Başkente giren bir salgının diğer tüm liman kentlerine ve oradan nüfusun yoğunlaştığı yerleşimlere sıçraması oldukça kolaydı.

İustinianos Vebası olarak adlandırılan salgın ilk olarak Nil Deltası’nın doğusunda yer alan liman kenti Pelusium’da[2] ortaya çıkmıştır.[3] Buradan Afrika’nın kuzey kıyısı boyunca batıya, Filistin ve Levant üzerinden Akdeniz havzasına yayılmıştır. 541’in sonbaharında yayılmaya başlayan salgın Prokopios’un anlatımına göre 542’in ilkbaharında başkente ulaşır ve 543’te imparatorluğun tüm bölgelerinde kendisini gösterir. Bizanslı tarihçiye göre musibet “tüm dünyaya” yayılmıştır.[4] 541-544 yılları arasında veba Akdeniz dünyası açısından endemik hale gelmiş ve örneğin Konstantinopolis’te tekrar 558’de olmak üzere farklı zamanlarda birkaç dalgada kendini tekrar edip tamamıyla 750’de ortadan kaybolmuştur.

540’lı yılların ilk yarısında İskenderiye’den Konstantinopolis’e Filistin’le Suriye üzerinden seyahat eden Efesli İoannes’in kaydettikleri Mısır kaynaklı vebanın yıkımını gözler önüne serer.[5] İoannes “Mısır sınırındaki bir şehir ardında sadece yedi erkek ve on yaşında küçük bir çocuk bırakarak tamamıyla yok oldu,” diyerek gözlemlerini aktarır.[6] 542 yılında Konstantinopolis dışında Antakya, Illyricum, İspanya ve Afrika’ya ulaşan veba, 543’te Britanya Adaları’na varmadan önce İtalya, Galya ve Atropatena’yı[7] da etkisi altına alır.[8] Tamamıyla ortadan kalkması 200 yıl süren salgın, Afrika, Asya ve Avrupa’da bir milyonun üzerinde can alır. Bizanslı kronikçilerin ölü sayılarını abartma eğilimi modern tarihçilerin çoğunun sayı vermekten kaçınmasına neden olmuştur. Yakın tarihli araştırmalara göre belirli bölgelerde %15-40 arasında seyreden ölüm oranlarıyla birlikte, 542 ile 700 yılları arasında salgın dünya nüfusunu yaklaşık %35 azaltmıştır.[9]

Tarihsel kaynaklarda İustinianos Vebası

Latince, Yunanca, Süryanice ya da Arapça yazılmış mevcut tarihsel kaynaklar vebanın kentsel ve kırsal topluluklar üzerinde büyük bir demografik etkiye sahip olduğu konusunda hemfikirdir. Prokopios 542 baharında başkente ulaşan salgının günlük ortalama 10.000 insanın canına mal olduğunu not eder.[10] Benzer şekilde Efesli İoannes de Suriye’den geçerken “ölüler tarafından işgal edilmiş evler ve konaklama noktaları, tarlalarda ve yol kenarında yatan cesetler ve tepelerde başıboş bir biçimde dolanan hayvanlar”dan bahsetmektedir.[11] Ailesi veba salgınında yok olan ve kendisi de hastalığı atlatan Evagrios Skolastikos, vebanın “tıpkı Roma İmparatorluğu döneminde 15 yılda bir yapılan emlak sayımı gibi” belli bir döngüde geri döndüğünü not eder.[12] İslam dönemi öncesinin Arap şairlerinden Hassan bin Sabit vebayı, imparatorluğun doğu uçlarındaki kırsal nüfusu perişan eden “cinlerin ısırması” olarak betimler.[13] Frank Krallığı’nı göz önünde bulunduran Tours Piskoposu Gregorius yüksek ölüm oranlarından bahseder.[14]

I. İustinianos döneminde başkentin iaşesi büyük ölçüde Mısır’dan deniz yoluyla getirilen hububat aracılığıyla sağlanmaktaydı. Veba mikrobunu taşıyan fareler de söz konusu hububat gemileri aracılığıyla Konstantinopolis limanına ulaşmış ve insanlara hastalığın bulaşmasının önü açılmıştı.[15] Süryani Mihail’in verdiği bilgilere göre veba ilk olarak fakirler arasında yayılmış, daha sonra tüccarlar ve son olarak Saray’a sirayet etmiştir. Kitlesel ölümlerin gözlemlendiği ilk gün 5.000, ikinci gün 10.000, üçüncü gün 15.000, dördüncü gün 18.000 ve toplamda 300.000 kişinin yaşamını yitirdiğini belirten yazarın verdiği bilgiler kuşkulu olsa da başkentte çok sayıda insanın yaşamını yitirdiği nettir.[16]

Tüm işyerlerinin kapandığı, ticaretin durma noktasına geldiği, zanaatkârların işbaşı yapmadıkları başkentte veba yüzünden sokaklarda insana rastlamak neredeyse olanaksız hale gelmiştir. Doğudan gelen malların Konstantinopolis’e girişinin engellenmesi sonucu başkentin iaşesinin en önemli kaynağı tahıl temininde büyük sıkıntılar yaşanması sonucu vebaya kıtlık da eşlik eder. Başkent ile birlikte etkilenen diğer kıyı kentlerine ek olarak kıyılara yakın köylerdeki yaşam da olumsuz etkilenirken, Anadolu’nun iç kesimleriyle büyük kentlerin ilişkisi kopma noktasına gelir. Köylülerin temel gıdalara ulaşmak için kentlere inmekten imtina etmeleri pek çok yazar tarafından belirtilmiştir.[17]

Efesli İoannes salgın süresince ölülerin gelişigüzel gömüldüklerini, binlerce cesedin yakılmak üzere kıyılara istiflenip pek çoğunun denize atıldıklarını belirtirken, imparatorun emriyle Galata kıyılarında hendekler açıldığını ve mezarlık ihtiyacının bu şekilde karşılandığını belirtmektedir.[18] Salgın süresince halkın durumunu görmek için İmparatoriçe Theodora ile kenti teftişe çıkan İmparator İustinianos da vebaya yakalanmış ve doktorların kurtulmasının olanaksız olduğunu belirtmelerine karşın aylar sonra hasta yatağından kurtulabilmiştir. Sarayın tarihçisi olarak da anılan Prokopios iyileşen imparatorun “salgın hastalık bütün bilinen dünyayı ve özellikle Bizans İmparatorluğu’nu silip süpürüp tarımda çalışan topluluğun büyük bir bölümünü alıp götürünce ve ardında bomboş bir iz bırakınca, felakete uğramış mülk sahiplerinin gözünün yaşına bakmadığını,” not düşer.[19]

Ekonomik Sonuçlar

İustinianos Vebası’ndan kaynaklanan yaygın ölümler tıpkı 14. yüzyılın ortasında patlak veren Kara Ölüm’de olduğu gibi ciddi ekonomik sonuçlara yol açtı. 1347-1353 yılları arasında Avrupa’yı yerle bir eden salgındaki yaygın ölümler, vasıflı, mezar kazmaya elverişli işçilerle ve tarımda çalışanların sayısında keskin bir düşüşe neden oldu. Buna ücretlerde eşzamanlı keskin bir artış eşlik etti. Benzer gelişmeler İustinianos Vebası için de belgelenmiştir. 6. yüzyılda Batı Avrupa’daki krallıklar, kaçak köleleri giderek daha ağır bir biçimde cezalandırırken, nüfusun azalmasından kaynaklanan işgücü sıkıntısına açık bir yanıt vermekteydiler.[20] Konstantinopolis’te de ekonomik yaşam durma noktasına geldi: “Alış ve satış durdu; ayağa kalkıp işini yapabilecek kimse kalmadı, pazarlarda tedarik edilen tüm ürünler tükendi.” Bu sırada kırsal kesimde buğdayla diğer ekinler, meyveler ve üzüm bağları hasat edilmezken, hayvan sürüleri ilgisizlikten telef oldular.[21] Sonuçta imparatorluklar ve halklar bu yeni işgücü sıkıntısı ile bir şekilde başa çıkmaya çalışırken, kıtlık yaşamın bir gerçeği haline geldi. Pek çok yazar Bizans’taki yeni thema sisteminin söz konusu nüfus azalmasına verilmiş bir yanıt olduğunu düşünmektedir.[22] Öte yandan, ücretlerdeki artışın yarattığı enflasyon imparatorluğu altın para solidus’un değerini düşürmeye yöneltti.

Prokopios, Gizli Tarih’te, tarım işçilerinin çoğunun veba tarafından ölmüş olmalarına karşın, I. İustinianos’un toprak sahiplerinden alınacak vergi konusunda ısrarcı olmasından şikâyet etmektedir.[23] Vebanın kırsal alan üzerindeki etkisine ilişkin bu tanıklık oldukça düşündürücüdür. Kırsal alandaki söz konusu gelişme imparatorluğun mali tarihi ile ilgili en çarpıcı olanıdır. Geç Roma ve erken Bizans devletinin mali gelirlerinin büyük çoğunluğu, ödenen vergilerden ve tarımda çalıştırılanlardan elde edilmekteydi.[24] 540’ların Bizans İmparatorluğu’nun doğu ve batı sınırları arasındaki geniş çeperi düşünüldüğünde, tarımsal nüfustaki önemli azalmanın bir mali krizi tetiklemiş olması olasıdır: vergi gelirlerine olan talep sabit kalırken, bu gelirlerin kaynağı önemli ölçüde azalmaktadır. Bu nedenle, İustinianos Vebası’nın ortaya çıkışı ve bunu takip eden mali krizler, imparatorluğun finansal durumunun en iyi göstergelerinden biri olan para biriminin değerinin düşürülmesine ve önemli bir istikrarsızlık dönemine girilmesine yol açmıştır. Toplumsal, kültürel açıdan büyük bir altüst oluşa yol açan veba, imparatorluk açısından bu yazının konusu olmayan pek çok değişimi de beraberinde getirmiştir. Bunlar arasında Meryem kültünün Ortodoks kilisesi açısından öneminin altının çizilmesi, ikonalara tapınmanın artması, imparatorun kutsal addedilmesi, laik tarihyazımının ortadan kalkması gibi Bizans toplumunu kapsamlı bir biçimde dinci gericiliğe maruz bırakan gelişmeler öne çıkmaktadır. Pandeminin önemi, salgının insanların zihinlerinde üstlendiği rolde yatmaktadır. Geç Antikçağ’dan erken Ortaçağ’a geçişin kültürel alandaki izdüşümünde vebanın önemi yadsınamaz bir biçimde yer almakta[25] ve günümüzdeki gelişmelere de ışık tutmaya devam etmektedir.


Dipnotlar

[1] Günümüzde üzerinde mutabakata varılmış olmakla birlikte, Bizans sözcüğünün imparatorluğun varlığından yüzyıllar sonra “icat” edildiğini akılda tutmakta fayda var. Bugünkü Anadolu’yu da kapsayan Bizans’ın Roma İmparatorluğu’nun “varyantlaşmış” bir devamı olduğunu ileri sürmekte hiçbir beis yok.

[2] Günümüzde Port Said’in 30 km. güneydoğusunda yer almaktadır.

[3] Salgının izlediği yolun detayları açısından bkz. Dionysios Ch. Stathakopoulos, Famine and Pestilence in the Late Roman and Early Byzantine Empire, Routledge, 2004, s.113.

[4] Procopius, History of the Wars [Persian Wars, Book 1-2], Çev. H.B. Dewing, Cosimo Classics, 2007, s.22.

[5] L.I. Conrad, “The plague in Bilad al-Sham in pre-Islamic times”, Proceedings of the Symposium on Bilad al-Sham during the Byzantine Period içinde, Ed. M. Adnan al-Bakhit ve M. Asfur, 1986, Cilt II, s.143-163.

[6] Pseudo-Dionysius of Tel Mahre Chronicle içinde, Çev. Witold Witakowski, Liverpool University Press, 1996, s.77.

[7] Bugünkü Azerbaycan ve İran topraklarının bir bölümünü içine alan, MÖ 4. yüzyılda kurulmuş krallık.

[8] Vebanın Britanya’daki seyri için bkz. J.R. Maddicott, “Plague in seventh-century England”, Past and Present, 156, 1997, s.7-54.

[9] R.D. Perry ve J.D. Fetherston, “Yersinia pestis – Etiologic Agent of Plague”, Clinical Microbiology Reviews, 10, 1997, s.35-66.

[10] Procopius, a.g.e., s.1-3

[11] Conrad, a.g.e., s.154.

[12] Evagrius Scholasticus, The Ecclesiastical History of Evagrius Scholasticus, Çev. Michael Whitby, Liverpool University Press, 2000, s.231

[13] L.I. Conrad, “Epidemic Diseases in Central Syria in the Late 6th Century-Some New Insights from the Verse of Hassan Ibn Thabit”, Byzantine and Modern Greek Studies, 18, 1994, s.17.

[14] Gregory of Tours, The History of the Franks, Çev. Lewis Thorpe, Penguin Books, 1974, s.199-200.

[15] Michael McCormick, “Rats, Communications, and Plague: Toward an Ecological History”, Journal of Interdisciplinary History, 34(1), 2003, s.1-3.

[16] The Chronicle of Michael the Great: Patriarch of the Syrians, Çev. Robert Bedrosian, Sources of the Armenian Tradition, 2013, s.242.

[17] Clive Foss, “The Lycian Coast in the Byzantine Age”, Dumbarton Oaks Papers, 48, 1994, s.23.

[18] L.M. Whitby, “The Great Chronographer and Theophanes”, Byzantine and Modern Greek Studies, 8, 1983, s.10.

[19] Prokopius, Bizans’ın Gizli Tarihi, Çev. Orhan Duru, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2001, s.136.

[20] Lester K. Little, “Life and Afterlife of the First Plague Pandemic”, Plague and the End of Antiquity – The Pandemic of 541-750 içinde, Ed. Lester K. Little, Cambridge University Press, 2006, s.23.

[21] Michael G. Morony, “For Whom Does the Writer Write?”, Plague and the End of Antiquity – The Pandemic of 541-750 içinde, Ed. Lester K. Little, Cambridge University Press, 2006, s.80-81.

[22] Bkz. Little, a.g.e., s.24. Yaklaşık yedi yüz yıllık bir dönem için Bizans İmparatorluğu’nun yerel idare birimi olan thema, 7. yüzyıl’da Bizans topraklarının Müslüman orduları tarafından zapt edilmeye başlanması ile kurulmuş ve daha önceki yerel birim olan ve Roma imparatorları Diocletianus ile I. Constantinus tarafından yürürlüğe konmuş diakos sisteminin yerine geçirilmişti.

[23] Prokopius, a.g.e., s.134-136.

[24] A.H.M. Jones, The Later Roman Empire 284-602, Blackwell Publishing, 1964, Cilt 2, s.770.

[25] Detaylı bir çözümleme için bkz. Mischa Meier, “Ostrom-Byzanz, Spätantike-Mittelalter. Überlegungen zum ‘Ende’ der Antike im Osten des Römischen Reiches”, Millennium, 9(1), 2012, s.187–253.

Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×