Şehr-i Kavga

Parklarınla, köprülerinle, meydanlarınla

Bekle bizi İstanbul

Tophane’nin karanlık sokaklarında

Koyun koyuna yatan çocuklarınla bekle

Bekle zafer şarkılarıyla geçişimizi İstanbul

Haramilerin saltanatını yıkacağız

Bekle o günler gelsin, gelsin İstanbul

Vedat Türkali


Şehr-i İstanbul’a fazlasıyla bağlı olmakla suçlanan bir geleneğe sahibiz. Biz abartmıyoruz, ama ülkenin en büyük metropolü ve işçi şehrinde sürdürdüğümüz kavgaya biraz “fazla” bağlanmakta çok gocunacak bir şey olduğunu da düşünmüyoruz. Öyle ki, şehirle beraber uzayan bir işçi kuşağını, Gebze’yi, haftalık gazetemizin künyesinde İstanbul’un bir ilçesi gibi görme hatası yapıyoruz. İzmit’li yoldaşlarımızdan ve İstanbul-İzmit işçi kuşağında kendini İzmit’li olarak gören işçi arkadaşlarımızdan özür dileriz. Hatamızı düzelttik. Fakat hatayı bulup çıkaran insanların, “Beyoğlu entelijansiyası” için kurdukları Öpücük ve Duyumsama Partisi’nden kafalarını kaldırıp işçilerin “kent bilinçleriyle” uğraşmalarını pek anlayamadık. Beyoğlu nire, İstanbul nire…

Neyse, biz Beyoğlu’ndan Taksim meydanına çıkalım, arkadan Dolapdere’den, Kasımpaşa’ya, oradan şöyle Kağıthane ve Gazi’ye doğru bir uzanalım. İşimize bakalım. Haramiler işi sıkı tutuyor.

Soğuk istatistiklerle başlayalım. Titiz akademisyen Profesör Ergin Arıoğlu, İstanbul’un kısa kimliğini çıkarırken, toplam nüfusu 1995 yılı için 9.2 milyon; ortalama yıllık nüfus artış hızını yüzde 2.4’ü normal, yüzde 1.6’sı göçle olmak üzere yüzde 4.0; son 50 yılda göçle gelen nüfusu yaklaşık 5 milyon; tahmini gecekondu sayısını 1 milyon; kentteki fabrika sayısını 7 bin ve kentteki işçi nüfusunu 1 buçuk milyon olarak hesaplamış. 1

Rakamlar soğuk ama sonuç kesin: İstanbul, hızla göç alan, nüfusun gecekondularda yığıştığı, işçilerin, yoksul kesimlerin bir arada yaşadığı bu gecekondulara rengini çalabilmek için gerekli nüfus yoğunluğuna ulaştığı bir emekçi kenti. Çok bildik görünen bu gerçeğin ardında daha az tanıdık olan ve şehrin sosyal dokusundaki değişimden kaynaklanan başka birtakım gerçekler de var. İşte bu yazıda söz konusu gerçeklere ışık tutmak için, kentin varoşlarında kısa bir ufuk turu atmaya çalışacağım.

BURJUVAZİNİN ŞEHRİ

Emekçi şehrine “karşı cepheden” bir giriş yaparsak, ülkenin bütününde olduğu gibi şehrin yönetiminde de burjuvazinin olduğu gerçeğinden başlayabiliriz. Tek başına belediyecilik anlamındaki “mikro iktidar”dan değil, şehrin kültürel ideolojik soluk alıp verişinden, küçük burjuva-esnaf kesimin çarşıdaki hakimiyetine dek genel bir yönetimden söz etmek mümkün. “İşindeki, gücündeki” emekçi kesimlerin bu hegemonyayı delebildikleri nadir anlar, kozmopolit eşitsizliklerden kaynaklanan “sınırlı öfkelenmeler”, grev ve direnişlerin mahalli yankı bulması, Kürt ve Alevi kimliğine yönelen milliyetçi ve gerici saldırılara karşı sesini yükseltmek vb. biçimler altında olabiliyor.

Buraya tekrar dönmek üzere burjuvaca yaşam tarzına kısaca ve daha “içeriden” bir bakalım. Her şeyden önce şehrin burjuvaları ve burjuvaca bir yaşam tarzına ulaşabilmek için varını yoğunu ortaya koyan kesimleri, site-plaza-alışveriş merkezi üçgeninde sürdürdükleri yaşantılarında oldukça rahatlar. Can Kozanoğlu’nun sterilize site yaşamı tasvirinden uzunca bir alıntıyla devam edelim:

“Batı’da, özellikle Amerika’da ‘site hayatı’ tartışmaları giderek yaygınlaşıyor. En zengin olanlar yüksek duvarlarla çevrili malikanelerinde yaşıyorlar. Bu kadarına gücü yetmeyen “güçlüler” ise, yeni sitelerinde. Çok özel güvenlik filtrelerinden geçemeyenler sitelere giremiyor. Lokanta, market, spor sahaları, sağlık merkezleri… Bir kentte ortak mekan olarak paylaşılabilecek ne varsa bu sitelerde de var; duvarın dışıyla fazla muhatap olamamak için… Site sakinleri arabalarına atlayıp işe gittikleri zaman, ancak güvenlik kartlarıyla aşılabilecek. Adım attıkları yer, büyük ihtimalle, yine steril, tasarımı yine site mantığıyla yapılmış bir iş merkezidir… Lüks baskılı kadın dergilerinden birinde Akmerkez tanıtılırken, ‘Gecekondudan gelenler de var ama neyse ki onlar çok azınlıkta’ deniyor… Steril alanlara, reddettikleri için değil ulaşamadıkları için tepki duyanların, Halk Ekmek büfelerinin önünde ucuz ekmek kuyruğuna girenlerle mahalledeki döviz büfesinde dolar kuyruğuna girenlerin birlikte yaşadığı İstanbul…” 2

Bahçeşehir, Korukent gibi steril yerleşme birimleri, Çarşı, Akmerkez, Capitol gibi eğlence ve alışveriş merkezleri, plaza tarzı iş merkezleriyle “gettolardan korunmayı” sağlayan burjuvazi, doğaldır ki şehri, çevirdiği dolapların merkezi olarak da kullanıyor. Tansu Çiller siyaset yaşamının ilk günlerinde ve İstanbul’a Altın Borsası’nı açtığı dönemde, Özalcı mirası sahiplenişinin en açık örneklerinden birini göstermiş, İstanbul’u eski Beyrut’a benzeteceğini ağzından kaçırmıştı. “Kara para aklama merkezi” olarak da okunabilecek bu Beyrut benzetmesi işte şehrin burjuvazi açısından asıl önemli yönünü ortaya koyuyor. Mali sermayedar ve rantiyeler uluslararası sıcak para hareketlerinin soluklanma noktası olarak “bizim şehrimize” göz dikiyorlar. Gökdelenler yükseliyor… 3

Bu şehir planının burjuvazi açısından ideal bir biçimde sonuçlanışında, şehrin merkezi, tümüyle çarşıya, döviz büfesine, küçük burjuvaziye, yuppie’ye ve biraz da öğrenciye bırakılıyor. Sanayi, bir uçta Çorlu ve Çerkezköy, diğer uçta İzmit olmak üzere şehrin dışına doğru kaydırılıyor. İşçilerse yine iki uçtaki İkitelli ve Gebze gibi yerler başta olmak üzere şehrin varoşlarında tutuluyor, buralarda kondularla iç içe büyütülen toplu konutlarından işyerlerine servislerle taşınıyor, tatilleri dışında merkezden uzak tutuluyorlar. Bu plana göre, hiç olmaması istenmekle birlikte, yoksul kesimlerin “düşen” insanlar ve lümpenlerden oluşan bir bölümü zorunlu olarak merkezi yerlerde -ağırlıkla geceleri olmak üzere- mekan tutabiliyor.

STRATEJİK BELEDİYECİLİK

Şehir planlamasında işçi-emekçi kesimleri zapt edecek düzenlemelerin öne çıkması, burjuvazinin tarihsel olarak devraldığı mirasın bir parçası. Fransız Devrimi sonrası Paris şehrini inceleyen ve belediye başkanı Haussmann’ın şehri yeniden inşasının burjuvazi açısından sonuçlarına bakan Walter Benjamin, bu konuda ilginç kimi sonuçlara varıyor: “Caddelerin genişliği, barikatların kurulmasını olanaksız kılacaktır; öte yandan yeni caddeler kışlalarla işçi mahalleleri arasındaki en kısa yolları oluşturacaktır. Çağdaşları bu girişime ‘stratejik güzelleştirme’ adını takarlar.”  4

İstanbul’da da Bedrettin Dalan’la başlayan, Refah belediyeciliği ve “kafa koparan” polis “hizmetleri”yle devam eden değişikliği bir de bu türden bir “stratejik güzelleştirme” içerisinde görmek gerekiyor. Modern şehirde asayişi berkemal kılan örnekler Haussmann’ın stratejilerine pek de yabancı değil: Muhtarların mahalleyi numaralayan yeni kompüterize sistemleri, tam 1 Mayıs öncesinde 1 Mayıs alanında kazı çalışmalarının başlatılması, apartman yöneticileri için çıkarılan yönetmelikler, komşu ihbarını özendiren “emniyet” numaraları vb…

“Stratejik güzelleştirme”nin belediyecilikten gelen kimi avantacı örnekleri de var. Özal’ın, parti teşkilatını “şehri ele geçirme” yönünde organize etmesinin de bir ürünü olarak, ANAP döneminde hız verilen imar planları ve afları bunların başında yer alıyor. İstanbul, yüzde 60’a ulaşan ev sahipliği oranıyla dünyanın pek çok metropolünün önünde yer alıyor. Gecekondu mahallelerinin konumu göze alındığında bunu bir refah göstergesi olarak değerlendirmek epey güç. Ancak insanlar çöplüğün yanına kurdukları evin, altyapı yetersizliğine, kokusuna ve hatta yıkımına aldırmadan, bir süre sonra buranın sahibi olabilirim umuduyla yaşıyor. Genellikle seçim öncesi hızlanan bu yatırım, sahiplikle de sınırlı kalmıyor, kondunun üstüne birkaç kat daha çıkabilmek için gerekli temeller her zaman hazırda bulunduruluyor.

Bedrettin Dalan döneminde şehirdeki rant dağıtımını oy potansiyeli olarak da değerlendiren Anavatan mantığı, sosyal demokratların da ağzını sulandırıyor. Ancak ellerine, yüzlerine bulaştırıyorlar; “belediyeciliği en iyi solcular yapar” yaygın kanısı Nurettin Sözen sayesinde birkaç yılda yıkılıyor. İstanbul’da arazi mafyasının “örtük” iktidarı Küçük Armutlu gibi mahallelerde gördüğü direnç dışında, parti marti dinlemiyor. Geçtiğimiz yıl sıra “adil partiye” geliyor. Nurettin Sözen döneminde “Sivas mafyası”nın hakimiyetine geçen belediye hizmetlerindeki aksamalara, İSKİ gibi skandallara dürüst belediyecilikle karşı çıkan Refahlıların işçilere yaptıkları biliniyor. Belediye ihalelerine bakıldığında ise hiç de şaşırtıcı olmayan sonuçlarla karşılaşılıyor; kaldırım ihalelerini kazanan firmaların adı değişiyor, ama ihaleler hep aynı “gizli” yollardan müteahhitlerini buluyor. İtalya’daki “temiz eller” soytarılığı karşısında Sicilyalılar’ın dediği gibi: “Günümüzde Mafya’ya karşı savaş açılmasının nedeni, yepyeni ve daha güçlü bir Mafya’nın ortaya çıkmış olmasıdır…” 5

EMEKÇİLERİN ŞEHRİ

Merkezindeki şaşalı yaşama rağmen, şehrin varoşları emekçilerle soluk alıp vermeye devam ediyor. Varoşların ter kokusunu merkezdeki kültürel-ideolojik iklimin belirleyici bir parçası haline getirmek, şehirde “sosyal olanı belirlemek”le mümkün.

Peki emekçilerin sosyal yaşamı nasıl değişiyor? Korkut Boratav’ın, Kartal-Pendik ve Eyüp-Bayrampaşa’da 800 hanede 3498 kişiyi kapsayan anketin sonuçlarına dayanarak hazırladığı çalışmadan kimi ara sonuçlarla devam ediyorum. “İstanbul’daki hane reislerinin yaklaşık yüzde 85’i İstanbul dışında, yüzde 45’i köyde doğmuş, yüzde 40’ı ise hala köyde tarla sahibi.” 6 İstanbul’un göçle oluşmuş nüfusu, halen şehir kültüründeki Batıcıl havayla, köylülüğün batıl havasını kaynaştıramama sorununa’ sahip. Son yıllarda ağırlıklı olarak gericiliğin sahip çıktığı, oya dönüştürdüğü ve sonuçta daha da batıllaşan bu gerilimi, emek cephesine ve ilericiliğe taşımak sosyalistlerin görevi.

Boratav’dan devam ediyorum. “İstanbul’a göreli olarak ‘en yeni’ gelenler, yüksek nitelikli ve niteliksiz hizmet gruplarıdır. Bu bulguda yüksek nitelikli ücretlerin başta gelmesi… İstanbul’un taşra üniversitelerinden mezun olanlar için güçlü bir “çekiş” taşıması ile açıklanabilir.” 7 1 buçuk milyon işçi nüfusuna sahip şehirde, dünyadaki tüm metropollerde görüldüğü gibi hizmetler sektöründe çalışan kesimin yoğunluğu gün geçtikçe artıyor. Bu, hem merkezin reorganizasyonuyla hem de sanayinin şehir dışına doğru taşınması girişimiyle uyumlu. Şehrin “beyaz yakalı” nüfusunu arttıran bu gelişimin doğurduğu ilginç bir sonuçsa, “ücretli köle” ihtiyacının önemli bir bölümünün taşra üniversitelerinden karşılanması. Emekçi mahallelerinden “eğitime dâhil olabilen” belli bir genç nüfusla birlikte, şehre göç eden bu türden bir eğitimli nüfus da, sosyalist siyasetin kadro politikaları açısından dikkate değer bir değişime işaret ediyor.

“Kentsel toplum örgüsü bir yandan küçümsenmeyecek kemikleşme eğilimlerinin; bir yandan da göç, eğitim, işsizleşme, iş hayatının ve özellikle kentsel küçük üreticiliğin istikrarsızlıkları gibi etkenlerce belirlenen aşağı/yukarı hareket dürtülerinin etkisi altındadır.” 8 Sınıf atlama çomağını Özal döneminde emekçi mahallerine sokmayı başaran burjuvazi, fiili anlamda olmasa da ideolojik anlamda sağladığı başarıyı sürdürme kaygısı güdüyor. Ancak ekonomik krizi, ücretli kesime daha fazla yüklenerek hafifletmeye yazgılı olan burjuvazinin, “aşağıya doğru” yoğun olarak yaşanan hareketliliği bırakın durdurmayı, bizzat buna yol açması dışında bir alternatifi de bulunmuyor. İşsizlik gün geçtikçe artıyor; veriler “İstanbul nüfusu için işsizliğin ne kadar yaygın bir olgu olduğunu gösteriyor. Hane reislerinin yüzde 43.2’si, ya anket tarihinde işsizdir, ya da geçmişte işsizliği yaşamıştır.” 9 (Diğer yandan işsizliğe dair veriler, yukarıda “ev sahipliği oranları” konusunda söylediklerimizle uyumlu bir biçimde, işsizlerin yüzde 55’inin oturdukları konutun sahibi olarak göreli bir güvence içinde olduklarını da gösteriyor).

Buradan da söz konusu sınıf atlama ideolojisinin “zoraki sürdürücüsü” olarak marjinal işlerde çalışan kesimler ve lümpenler ayırt edilebiliyor. Emekçi mahallelerindeki bu zararlı kılçığı bir kerede çekip çıkarmak mümkün değil. Ancak yoksullaşma eğilimini iyi “kullanacak” bir sosyalist hareket, marjinal işlerde çalışan nüfusun hemen her semtte kurulmaya başlayan amele pazarlarında da boy göstermek zorunda kalmasını iyi değerlendirmek durumunda. Diğer yandan zorunlu göçe tabi tutulan Kürt yoksullarının bu nüfus içerisindeki ağırlığı, sosyalistlerin Emek, Barış, Özgürlük Bloğu çalışmasında görüldüğü gibi kapsayıcılık kabiliyetlerini artırmalarını da zorunlu hale getiriyor. (Şehirde Kürt gettolarının oluşması ihtimaline karşı, varoşların emekçi kimliğini öne çıkarmak ise, görevin diğer bir boyutunu oluşturuyor) .

Boratav’dan son alıntıyı yaparak bitiriyorum: “İstanbul anketinin kapsadığı tüm hanelerin içinde 731 adet ücretli-maaşlı kişi bulunmaktadır ve sendikalıların oranı bu kitle içinde yüzde 21.2 (kadın ücretlilerde yüzde 12.5, erkeklerde yüzde 27.9) olarak çıkmaktadır. Bu oranı farklı gruplar itibarıyla ve hane reislerinde arayacak olursak, mavi yakalıların yüzde 35.8 ile en başta, yüksek nitelikli ücretlilerin ise yüzde 10.8 ile en sonda yer aldıkları ortaya çıkıyor. Hizmet işçisi (yüzde 27.4) ve beyaz yakalı yüzde (13.0) gruplar ise arada yer alıyorlar.” 10 Sendikalılaşma oranının genelde düşük olması mücadelenin işçiler arasında bir “örgütlenme çağrısıyla” beraber yürütülmesi ihtiyacım gündeme getiriyor. Özelde ise, hitap yeteneğinin hizmet işçileri için özel araçlarla güçlendirilmesi gereği açığa çıkıyor. Grevler, direnişler, işçi kültür ve sağlık örgütleri gibi ara örgütlenmeler vb. mücadelenin “tanıdık” araçları. Grev ve direnişlerin etkisinin yerel düzeyin ötesine geçebilmesinde, İstanbul’u saran ve sarsan koordine eylemliliklerin örgütlenebilmesinde ise, Parti’ye ve Sınıf Sendikacılığı Platformu’na oldukça önemli görevler düşüyor.

* * *

24 Aralık seçim sonuçlarına bakıldığında, Blok’un beklenenin altında aldığı oy oranı bile, şehrin emekçi kimliğinin solla yoğrulması için umutları canlı tutuyor. Şehirdeki son birkaç yıllık etkinlikleriyle, “İstanbul’da da güçlendiler” sonucunu -daha doğrusu korkusunu- rahatlıkla uyandırabilen faşist hareket, yıllardır propagandif faaliyetten yoksun kalan sol oyların ötesine geçemiyor. İstanbul’un birinci, ikinci ve üçüncü seçim bölgelerinde HADEP’in aldığı oy oranları sırasıyla % 3.79, % 3.33 ve % 3.81 olurken, MHP aynı sırayla % 3.73, % 3.35 ve % 4.01 oy alıyor. Bosna kutlamalarında, “önemli” günlerde ve milli maç sonraları Taksim dâhil şehri neredeyse işgal eden faşist etkinliğin “sosyalleşme” düzeyindeki düşüklük dikkat çekiyor. Son derece sınırlı bir dönemde ve sınırlı propaganda imkanlarıyla sürdürülen Blok faaliyetinin elde ettiği sonuç ve meydanlara topladığı kalabalıklar, gerekli etkinlik düzeyine ulaşılabildiğinde emekçi gücünün şehri zapt edebileceğinin ipucunu veriyor.

İstanbul bekliyor çok bekletmeyeceğiz…

Dipnotlar

  1. “Hava Kirliliği ve Kömür Gerçeği”, TMMOB Maden Mühendisleri Odası Yayını, Mayıs 1995, s. 223, Editör: Prof. Dr. Müh. Ergin Arıoğlu.Bu çalışma, “kömüre kara çalanların”, ithal kömür için Zonguldak’ı kapatmaya niyetlenenlerin memleketi satışlarına bilimsel bir eleştiri getirmek için hazırlanmış. Bu yönüyle başka bir zaman değerlendirilebilecek kitap için “farklı niyetlerle” hazırlanan “İstanbul’un Kısa Kimliği” tablosundan meraklısına birkaç sosyal gösterge daha sunuyorum: “İstanbul’da toplam okul sayısı 2647-toplam döviz bürosu sayısı 3 bin; toplam hastane sayısı 125-toplam banka şubesi sayısı bin üç yüz; kişi başına düşen ortalama yeşil alan 2 metrekare-günde ortalama olarak trafiğe çıkan araç sayısı 400”.
  2. Kozanoğlu Can, “Pop Çağı Ateşi”, İletişim Yayınevi, Şubat 1995, s. 110-112
  3. Profesör İzzettin Önder, (nerede ve ne zaman olduğunu hatırlamıyorum ama) bir konuşmasında, özellikle Zincirlikuyu-Maslak hattına ve Büyükdere Caddesi’ne “yerleşen” banka genel müdürlük binalarının kapılarına dikkat çekmişti. “Çok önemli ve gizli şeyleri dışarıya karşı saklamak- için son derece kaba ve devasa bir şekilde inşa edilmiş banka kapıları; belli ki içeride pis bir şeyler dönüyor” demişti. Yolunuz geçerse, Finansbank, İnterbank, her ne bank olursa olsun şöyle bir kapılarına bakın; hak vermemek elde değil…
  4. Benjamin Walter, “Pasajlar”, Yapı Kredi Yayınları, Aralık 1993, çeviren Ahmet Cemal, s. 91
  5. Raith Werner, “Yeni Mafya Karteli”, Sarmal Yayınevi, Ekim 1995, çeviren Kaan Öktem, s. 86
  6. Boratav Korkut, “İstanbul ve Anadolu’dan Sınıf Profilleri”, Tarih Vakti Yurt Yayınları, Mart 1995, s. 17
  7. age, s. 18
  8. age, s. 30
  9. age, s. 56
  10. age, s. 62
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×