Has edebiyatın o büyük yazarları arasında, üç ismin anı/anlatılarını, diğerlerinden bir başka yere koymalı. Birincisi, “Körleşme” yazarı Elias Canetti’nin, üç ciltte topladığı; küçükken sütannesinden dinlediği Bulgarca ninnilerin etkisiyle yıllar sonra o dilde yapılan konuşmaları nasıl da anladığını ya da hatırladığını anlattığı “Kurtarılmış Dil”le başlayıp, aynı hafıza ve dil oyunlarını “Kulaktaki Meşale”lerde ve “Gözlerin Oyunu”nda da...
Büyük medya çöplüğünün günlük gazeteleri arasında eşelenip okumaya değer bir köşe yazarı ararken -Umur Talu, Güray Öz, Ergin Yıldızoğlu, Ece Temelkuran ve Yıldırım Türker dışarıda bırakıldığında- entelektüel birikimi, edebi göndermeleri ve gıcır zekasıyla ayırt edilebilen tek kalem kimdir diye sorarsanız; bugünlerde aklımıza gelen tek yanıtımız, Engin Ardıç oluyor maalesef. Büyük medya ve günlük gazete dediğimize...
Malumunuz; ezilenler, sömürülenler, mağdurlar, yoksullar, mazlumlar, marjinal sektörlerde çalışanlar, kent yoksulları… diye uzayıp giden “yoksulluğa dair bir kategoriler zenginliği” söz konusu. Hayatın, edebiyatın ve kuramın çeşitli alan ve uğraklarında karşımıza çıkıyorlar sürekli; daha da fecisi yaşıyoruz sıklıkla bu “ulamların gerçekliği”ni. Sonuçta kendileri işçi sınıfı düşüncesini ve mücadelesini geliştirmeye çalışanlar için bir taraftan sınıf analizlerinin “yardımcı...
Gülmek ya da “karın kaslarımızı harekete geçirmek”, Brecht’e göre “meseleleri anlamanın” en etkili biçimi. Ancak söz konusu kasları harekete geçiren “şeyler”in o kadar geniş bir ıskalası var ki, ayrımları belirlemek epey zor gibi. Birkaç yıl önce, “şimdi” diyerek girmeye çalışmıştık meseleye. Hadi şimdi, bir daha bakalım öyleyse:   Bir grup sözcüğü dizelim: Şaka (latife), alay,...
Görüntülerle çevrelenmiş durumdayız. Gerçeği(ni) fark edemeyeceğimiz ya da gerçeğ(in)e yönelip ona vakıf olamayacağımız kadar çok görüntüye maruz kalıyoruz. Görüntü bombardımanı, düşünceyi, soyutlamayı, sorgulamayı, analizi, dolayısıyla “gerçeği kavrayıp müdahale olanaklarını geliştirecek bir akıl”ı dumura uğratıyor, buna yarıyor. Ancak görüntülerin içine çok girilmediğinde, bombardımana rağmen dışarıdan bakma yetisi kaybedilmediğinde, ilişkiler sorgulanıp “göründüğü gibi olmayanlar” deşilebildiğinde ve elbette...
İnsan var, insancık var. Kitap var, kitapçık var. Farklılıkları ortaya koymakta, “ağırlığın” da bir (yeri ve) değeri var. Ağır okumalar, kitabın yoğunluğu ile kalınlığı, kapsayıcılığı ile anlatımı, belge niteliği ile kurmaca niteliği hep birlikte “ağır” ise, daha bir okkalı oluyor sanki. Tıpkı Peter Weiss’in derya-metni, “Direnmenin Estetiği” gibi. Bir dönem, Ayrıntı yayınevi “ağır kitaplar” diye...
“Türkiye’ de faşist hareket belli bir yükseliş eğiliminde ve bunun sınıflar mücadelesinde birtakım siyasi-ideolojik karşılıkları var.” Herhalde siyasi gelişmelerden siyasi sonuçlar üretme yeteneğini yitirmemiş aklıbaşında hiçbir solcu bu saptamayı reddetmeyecektir. Ama sıra, “Türkiye’ de saf anlamıyla faşizm yükseliyor ve bunun devlete-sınıfsal hegemonya mekanizmalarına dönük karşılıkları var” türünden saptamalara geldiğinde işler karışmaktadır. Örneğin, bu saptamanın bir...
Türkiye, Türkiye işçi sınıfı ve kısmen Türk solu, 12 Eylül’ün siyasi zorunun ardından gelen ve son 10 yıllık süreçte etkisini siyaset dışı alanlarda da güçlendiren bir kuşatmayla karşı karşıya. Düzenin kültürel-ideolojik üretimi, sol siyasal üretim üzerinde baskı kuruyor. Siyasal zorun baskısı, ideolojik baskıyla destekleniyor. Sol rüzgarların esmesine müsait bir dönemde bile bir tür iklim baskısı...
Sınıflar analizi marksizmin bir ülke toprağında yeniden üretiminde merkezi bir yere sahiptir. Kapitalist toplumsal formasyonun temel sınıflarının ne olduğu konusunda tartışmalı bir durum yoktur kuşkusuz. Ancak (kendi iç fraksiyonlarıyla birlikte) işçi sınıfı ve burjuvazinin dışında, gerek tarihsel olarak kapitalizmi önceleyen toplumsal formasyonların sürükleyip getirdiği sınıfların (köylülerin, zanaatkarların, tüccarların) gerekse kapitalist işleyişin yaratmakta olduğu yeni sınıfların...
“Dünya üzerindeki tüm mutsuzluklar, yeterince gelecekte yaşayamamaktan kaynaklanıyor.” Elias Canetti-Körleşme Marksizm, proletarya devriminin teorisidir. Proletarya devrimi, burjuva devlet iktidarını yıkan siyasal devrimle başlayan, komünizme dek uzanan süreçte proletarya diktatörlüğü şekline bürünen bir devlet biçiminin hakim olduğu toplumsal devrimle süren tarihsel bir eylemdir. İşte marksist devrim ve devlet teorisinin özü budur. Çok mu indirgemeci geliyor? Birazdan...
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×