Bildik Mücadele, Yeni Dönemeçler, Unutulan Harita

1980 sonrasından günümüze uzanan süreç, Sovyet deneyimi ve sosyalist hareketin başarısızlıkları ile paralel şekilde büyüyen ve insanlığın üzerine çöken kuşatılmışlık ve havasızlık duygusu ile kendini hissettirir.

İnançsız sosyalist, aklından sildiği diyalektik kavrayışın yokluğunda, tarihin gerilim-çözülüş sarmallarını unutmuş, “realist” bakışı ile geçmiş sıçramaları arızi olaylar olarak görme eğilimine kapılmıştır. Ona göre aynı ırmakta iki kere yıkanılmaz ve hatta ırmakta yıkanılabilen zamanlar da çoktan geçmiştir. Bir mücadelenin şanı kaç nesili taşıyabilir? Geçmiş, sömürülmek için değil, tüm dersleri ile yerindedir.


Geleneğimiz ve tarihe özne olabilmek

İnsan eyleminin itici gücü, aklın nihai tasarımı ile mevcut yoksunluk arasındaki gerilimdir. Birey, ancak nihai tasarımını gerçekleştirmenin maddi ve toplumsal araçlarını kurgulayarak hedefine yol alabildiği ölçüde bir öznedir. Bireyin tarihsel edimde ne kadar var olabileceği, düşünce ve eylemine yol gösteren tarihsel, sınıfsal ve praxis kavrayışının doğruluğu ile sıkı şekilde ilişkilidir.

Bilincin ikinci bir işlevi, nihai tasarımlarımıza yön veren kendi varlık durumlarımızı ve tarihselliğimizi kavramaktır. Bastığımız ve üzerinde eylediğimiz toprak, sınıfsal konum algımızla sıkı şekilde ilintilidir. İdeolojimiz, yanlış inançlarımız değil, bilimsel doğruluk seviyesinde olmayan ve olması da gerekmeyen toplumsal ve tarihsel algı çerçevemizdir. Nasıl, subjektif düşünceler olan duygularımız yaşama verdiğimiz hızlı tepkiler için hayati ise, ideolojimiz de sınıf bilincimizin o denli önemli bir parçasıdır.

Temel tarihsel dönüşümler, toplumsal devrimler, sınıfsal varoluşun üzerinde yükselen kollektif iradenin alanıdır. Sosyalist hareketin büyük liderleri, ancak maddi varoluş koşullarını ve siyasi özlemlerini doğru değerlendirebildikleri ölçüde kitleleri hareketlendirebilmiştir. Daha önemlisi, ancak sınıfsal dengeleri, bunların olası somut siyasi ifadelerini ve tarihsel boşlukları ince görebildikleri zaman siyasi edimler sosyalizm yolunda somut ilerlemeye dönüşmüştür. Chris Harman, 1905’te kendisi bizzat Petrograd Sovyeti’nin başında olan Troçki’nin, doğmakta olan sovyet yapılanmalarına işçi iktidarının temel bir biçimi olarak bakmadığını, iktidar probleminin temelinde devlet biçiminden ziyade hükümetin toplumsal içeriğini belirleyecek olan devrimi gördüğünü söyler. 1 İnce görmek, ancak öznenin tarihsel müdahalesi ile gerçekliğe dönüşebilecek embriyonik olanağı görmektir.

Sosyalist insan için inanç, teori ve örgütlülüktür; örgütlü insan aklı ve eyleminin dönüştürme gücüne duyulan güvendir. Elbette ki örgüt, tekil insanların aklının ve eyleminin toplamını aşan, niceliğin niteliğe dönüştüğü bir öznedir. Parti, geleneğimizde burjuva siyasetinin kavramı olarak ifade ettiğinin çok üstünde bir yer ifade eder. Teorik birikimin, bilginin, akıl yürütmenin, birlikte karara varmanın ve tüm bunların üzerinde ortak mücadelenin platformudur.

İnsanlık yaşadıkça, önümüzde uzanan tarih, yakın gelecek göz kamaştırıcı sıçramalara gebedir. Tarihi bitiren her tez, insanlığı daha baştan bitirmesi nedeni ile çöptür. İnsan kategorik olarak bitmedikçe tarih bitmez.

Sosyalist dünya görüşü, kapitalizmin yaşatacağı krizlerin kaçınılmazlığı ve gittikçe yoğunlaşması konusunda asla yanılmadı. Teorinin, kapitalist sistemin kendi açmazlarını aşmak için kullanacağı tüm ekonomik, siyasi ve ideolojik kaçış ve gizlenme yollarını somutluğu ile öngörmesini beklemek en hafif deyişle gülünçtür. Daha ilerisi, layıkı ile korunmamış ve geliştirilmemiş bir mirası gizlemek için girişilen bir kundaklama girişimidir. Teknoloji hisseleri üzerinden yeni-ekonomi dolandırıcılığı, mortgage düzenbazlığı, denetim şirketlerinin denetime muhtaçlığı ve türev yatırım araçları üzerinden dünyanın kumarhaneye döndürülmesi… Bunlar, köklü marksist geleneğimiz açısından tarihsel perspektiften bakıldığında sistemin doğasında bulunup, vakti geldiğinde sökün eden günlük olaylardır.

Sermaye yoğunlaşması ve aşırı üretim bunalımları, derinleşen emek-sermaye çelişkisi, işsizlik havuzları, meta ekonomisinin en akıl almaz ufuklara kadar genişlemesi, emperyalizm ve paylaşım savaşları… Bugünün hayatını çöle çeviren her temel olgu, bilimsel sosyalizmin dahiyane öngörüleri içinde gözümüzün önünde vuku bulmaya yoğunlaşarak devam etmekte.

Bilimsel sosyalizm, her şeyden önce sosyalizmdir. Bilimsellik ancak temel belirleyici nitelik olabilir. Öznenin edimine can veren motivasyon, nihai imge, sosyalizm imgesidir. Praksis felsefesi, teori ile pratiğin diyalektik birliğini sağlayan halkadır. Praksis düşüncesinin olmadığı yerde teorinin kendi içinde devinen yaptırımsız bir ruha dönüşmesi kaçınılmazdır. Oysa praxis felsefesinde bilgi erekseldir. Ancak bu ereksellik, tarihsel bağlamından kopuk siyasi niyetler taşımak demek değildir. Praxis’in kavrayışında olan, tohumun tarihin rahmine düşüşünden doğuma dek uzanan yolun bilgisine ve eylemine sahip olandır. Ve zamanı geldiğinde doğumu bizzat yaptırandır.

Teori, görünen ile gerçek arasında kurulan bağdır. Dahası, teori, bugünün gerçeğini öngörülen gerçekliğe vardıracak olan bağdır.


Geçmişten dersler ve yeni alametler

Sosyalist yürüyüşten ilk büyük sapma 2. Enternasyoneldir. 2. Enternasyonel, sosyalist mücadeleyi yavaşlatılmış demokratik bir süreçle varılacak bir uzun sınıf mücadelesi olarak yorumladı. Ekonomizm batağına saplandı. Marksist kavramlar yerinde kaldı, içleri boşaltıldı. Leninizmin büyük başarısından irkilen dünya kapitalizmi, Marx’ı doğrusuyla yanlışıyla büyük düşünürlerden bir diğeri haline dönüştürerek siyasi eylemlilik alanından koparmaya girişti.

2. Enternasyonel sosyalizmi, kapitalizmi zaman içinde ehlileştirip inine sokmayı düşleyen bir sapmadır.

* * *

İkinci darbe, II. Dünya Savaşı sonrasında yeni dünya düzeni kurulurken keynesyen politikalar için fonlanan kapitalist blokta, yani özgür yeni dünyada, marksist kavramlardan iyice koparılmış bir sosyal-demokrasiye geçişti. Burawoy, dünyanın iki bloğa bölünmesinden sonra özgür dünyanın savunucusu rolüne soyunan sosyolojinin marksizm-leninizmin ideolojik karşıtı haline geldiğini belirtir. 2 Faşizmi yaşayan dünyanın, buradan vara vara demokrasinin erdemlerine varması, sosyalist düşünsel mücadelenin büyük tarihsel ayıplarından birisi olarak kaldı. Refah devleti, emekçinin de devletiydi… Şartlar iyileşiyorsa geçmiş kehanetler boşa çıkmamış mıydı?

II. Dünya Savaşı sonrasının sosyal demokrasisi, kapitalizmle aynı yatağa girip müreffeh bir ailenin eşit mensubu olmayı düşlemenin sapmasıdır.

* * *

İşçi sınıfı, yaşam koşullarındaki gelişmeler ile zafer sarhoşu iken ayağının bir kez daha kaydığını gördü. Neoliberalizm, sermayenin finansal hareketini uluslararası boyutlarda kolaylaştırarak çevre ülkelerdeki düşkün emekçiyi eskinin “muzaffer” emekçisinin kurdu yapmayı bildi. Burjuva demokrasisinin beşiği olan kıta Avrupası’nda, yani kendi sahasında beli kırılamayacak işçi sınıfı, sahnenin değiştirilmesi sırasında karanlıkta önüne ne çıkacağını bekleyen oyuncu haline geliverdi. Işıklar yeniden yandığında değişen sahne, maddeleşmiş emek olan sermayenin ana yurdunda durmak zorunda olmadığını ve artık çevre coğrafyaları siyaseten kendine elverişli konuma getirebilecek niteliğe büründüğünü gösteriyordu.

Sonrasında Yeni-emek (New Labour) Hareketi’ni görüyoruz. Yeni-emek Hareketi, sosyal kazanımların eski beşiği olan ülkelerin emekçilerince yürütülen, sermayenin küresel hareket olanaklarını bilen ve kabullenmiş bir pazarlık arayışıydı. Refah devletinin yüksek harcamaları, finansal kaynakların kaçmasına neden olduğuna (ve bunun zararını emekçiler de çektiğine) göre, halden anlamak, orta noktayı bulmak lazımdı. Artık neoliberal döneme uyum sağlamış, hal bilen ve antikapitalist olmaya tövbe etmiş bir sosyal demokrasi türü ile karşı karşıyaydık. İşte bu sosyal demokrasi, çıkış noktası muzaffer Ekim Devrimi ile aynı kökenden olan, adını aynı kaynaktan alan, ama artık tanınamaz hale gelen sosyal demokrasidir: Her dönemde masada ve gündemde kalmak için kendini sürekli yenilemesi gereken bir siyasettir. Ortada sınıfsal olarak paylaşılması gereken bir pasta olduğundan başka bir fikirsel miras kalmamıştır. Esneklik, yenilenme, pazar koşulları ve çağa ayak uydurma, çağımızın ideolojik dilinin dikkatle yaklaşılması gereken tuzaklarıdır. Emekçinin payına düşen ise, en düşkün hale geldiğinde temel insanlık durumundan çıkmasına engel olacak merhamet.

“Artık sosyal demokrasi bir hareket değildir, ancak hâlâ bir kültürel tercihtir. Seçmenler refah devletinin eriyip gitmekte olan kazanımlarını geri istiyorlar. Bu kazanımlardan bir diğerini daha kaybettiklerinde düzenli olarak protesto ediyorlar.” 3 Merkez ülkelerdeki yeni emek hareketinin karşı cephesinde, ucuz işçilik ve tüm emekçi haklarının askıya alınması ile sermayeyi çekmeye çalışan çevre ülkelerde, emekçilere uygulanan sınırsız baskıları görürüz.

Yeni-emek hareketi, kapitalizmin tüm yaşamsal zorunluluklarına, pazar şartlarına ayak uydurmak suretiyle emek-piyasasında kalabilmeye çırpınan, tamamı ile biat etmiş bir sosyal-demokrasi kalıntısıdır.

* * *

Yeni-emek bütün uysal tavırlarına rağmen 2008’den bu yana yaşamaya başladığı yenilgilerle başa çıkmak için sağa kayışını ve ödünlerini devam ettirmektedir.

Victor Frankl, Nazi kampları’nda Yahudiler’e en kötü davranan gardiyanların kendi aralarından seçilerek koğuşlarına atanan arkadaşları olduğunu anlatır. Bir adım ötesi bu belki: işçi sınıfının maliyet ve beklentilerinin nasıl baskılanabileceğini bizzat kendi yaşantısı üzerinden formüle edebilen bir siyasetin masada sınıf adına yer alması, emekçinin şartlarının pazar koşullarına uygun, olarak el birliği ile optimize edilmesi.

Emeğin yakın tarihi bize bir şey öğretiyor: Kapitalizmle yapılan her bir uzlaşma, bir adım sonrasında hiçe sayılarak emekçinin tarihsel kazanımları birer birer yok edilmiştir. Emekçiler her zaman daima daha geri koşullara sürüklenmiştir. Sosyalizm perspektifini dillendirmediği için başka bir paradigmanın olabilirliğini masaya koyamayan, mevcut sistemi varsayarak başlayan her emekçi hareketi baştan kaybetmeye mahkumdur. Lenin’in çok doğru vurgusu ile çok daha eski kökene dayanan, gelişkin ve boy ölçülemeyecek yayılma olanaklarına sahip burjuva ideolojisinin 4 karşısına sosyalist alternatif olmaksızın çıkmanın doğal sonucu, ideolojik ve siyasi asimilasyondur.

Artık, sermaye, demokrasi ve işçi haklarının gündeme gelebildiği ülkeleri şartlı refleksle eğitebileceği ve yokluğu ile terbiye edebileceği bir akışkanlığa yaklaşmıştır. Bu durumda küreselleşen işsizlik havuzudur. Sermayeyi çekmek için yapılacak jestlerde gönüllü bir figüran olmak, yeni sosyal demokrasinin rolüdür.

Kentleşme ve kentlerin yeni biçimlenmesine damga vuran çarpıklıklar, münferit kötü yönetim örnekleri değil, aşırı yoğunlaşmış sermaye birikimi sürecinin beklenen küresel sonuçlarıdır. Rant yaratma açısından en aşırı sıçramaları sergileyen metropoller, endüstriyel-maddi üretimden daha çok sermayenin küresel organizasyonuna hizmet eder. Sermaye, metropoller olmaksızın, maddi tüketim farklarının çok üstünde yaşam tarzı farkları yaratarak çalışanların sınıf içi katmanlaşmasının küresel çapta ifade edilmesine yarayan marka ve simgeleri oluşturamaz. Metro-pol, dışındaki dünya için de bir referans noktası teşkil eder. Girişimci, metropolde olmaksızın finans ve nitelikli insan kaynaklarına erişim sağlayamaz. Kısaca, metropolün iyi bir bölgesinde olmak, kapitalizmin sahnesine yakın olmak demektir ve bunun faydaları ve bedeli vardır. Sorun, bu bedeli en ağır şekilde ödeyenlerin salon boşken oturdukları yerden kaldırılmaya çalışılan emekçiler olmasıdır. Kentsel-dönüşüm adı altında yapılan bu düzenlemelerin yarattığı adaletsizlikler için gelişmemiş demokrasimize ve yargı sistemimize işaret edenler, demokrasinin beşiği olan İngiltere örneğini inceleyebilir. “Margaret Thatcher’ın Londra’nın merkezindeki sosyal konutları özelleştirmesinin uzun vadedeki sonucu, düşük gelirlileri ve hatta orta gelirlileri şehir merkezine yakın herhangi bir yere erişmekten alıkoyan kira ve konut fiyatları oldu.” 5

Kent rantları (artık başat rant şeklidir), ne şekilde biçimleneceği sermaye hareket ve büyüklüklerine tâbi olmuş ekonomik olgulardır.

Sermayenin, çevre ülkelere kaçışı şu amaçlara hizmet etmektedir: ucuz emeğe erişim, çevreci baskılardan kaçarak maliyetlerin düşürülmesi ve merkez ülkelerin işçi sınıfları üzerindeki baskıların geçmişin tüm kazanımları tamamen silinene kadar sürdürülebilmesi. Sermaye, sınıfsal içeriğinden ayrı, soyut bir varlık olarak algılatılmaya çalışılmaktadır. Gelmekte, kaçmakta, varlığı ve yokluğu ile çarpmaktadır. Varlığı çalışma hayatında bizzat emekçi tarafından deneyimlenmektedir; emeğin sıcak cephesinde mücadele etmeyenler içinse sermaye, ekonomi kanallarında uçuşan rakamlardır. Orta sınıf için entellektüel çerez haline getirilmeye çalışılan ekonomi programları, bu tarihsel dönemi karakterize eden ve medya üzerinden küresel olarak yürütülen ideolojik bir harekâttır.


Hasar tespiti ve acının işlevi

Kapitalizmin, en büyük ve nihai zararı, kendi içsel hareketine tâbi kılarak yok ettiği İnsandır. Büyük harfle çünkü tümel; çünkü çağ ve birey aşırı insan. Bugün insan hayatının tam da kendisi olarak tanımlanabilecek neredeyse tüm üretken ve yaratıcı faaliyetler, sermaye birikiminin ve kârların büyütülmesine göre biçimlendirilmektedir. Eğitim faaliyetleri, şehirler, sağlık, barınma, beslenme ve kültür ilk akla gelenler. Yabancılaşmış İnsan, kendisine yapılan operasyonu kayıtsız izleyebilen insandır. Yabancılaşma, en geniş kullanımlı narkozdur. İlerleme fikri, insanlık ailesinin bir ferdi olabilme ve geleceğe dönük umut, aydınlanmanın temelidir. Bugün, modernizm ile gericiliğin kol kola istilasında, insanı insan yapan tüm değerlerin ayaklar altına alınması kaçınılmazdır.

Acının duyulabilmesi, organizmanın kendini tehlikeli olana karşı korumasının en önemli ön koşullarından birisidir. Dinsel gericilik, insanın kendi eylemi ile sonuçları arasındaki bağlantıyı koparmak sureti ile yabancılaştırmanın elverişli bir yöntemi olarak kullanımdadır.

Yabancılaşmanın sermaye açısından narkoz olarak en kötü özelliği gerçek acıyı uzun süreli dindirememesidir.

Gün geçtikçe daha çok emekçi kendilerine layık görülen cehennemin ayırdına varmakta.

Yıllardır kulaklarımızda ama derin bilgeliğinden en ufak kuşku duyulmayan tanımı tekrarlayacağız: Devrimci durum, yönetenlerin eskisi gibi yönetemediği, yönetilenlerin ise eskisi gibi yönetilmeye razı olmadığı durumdur. Bu durum siyasi özne için çok anlamlı bir başlangıç noktasıdır. Zemindir.

Zemin, bir şey inşa etmek için olmazsa olmaz. Dünya üzerinde öyle ülkeler vardır ki, bu ülkelerde biraz hallice bir bina kondurabilmeye uygun zemin bulmak neredeyse imkansızdır. Çünkü tüm coğrafya elverişsiz kumullarla, alüvyonlarla kaplıdır. Zemin, ancak eksikliğinde fark edilen bir elzemdir. Türkiye’de var olan zemin ya azımsanmış ya da abartılmıştır. Kesin olan şey, devrimci zeminin varlığıdır. Lenin Ne Yapmalı’da “Kendiliğinden unsur, tohum halindeki bir bilinçlenmeden başka başka bir şey değildir” der. Yapıyı zemin üzerinde yükselten bilinç, praxis algısına erişen bir bilinçtir.


Sosyalizmin vaadi

Sosyalizm, insanın en insanca faaliyeti olan üretimin temel amacının insan ihtiyaçlarının karşılanması olan, sınıfsal sömürüyü sona erdiren üretim biçimidir. Üretim araçlarının kamusal mülkiyeti, bu öncelin teorik olarak zorunlu bir sonucudur.

Kapitalist üretim biçiminde ise, değer yasası tüm üretim ve pazarın içsel mantığını kurar. Bunun doğal sonucu, tüm üretim faaliyetlerini organize eden temel yasanın, pazarın öngörülemeyen davranışlarına tâbi olmasıdır. Burjuva iktisadının uzun yıllar boyunca temel eksenini oluşturan arz-talep yasası, kapitalist sistemde ihtiyaçlar ile üretim arasındaki bağlantıyı kurmak konusundaki zaafiyetin teorisidir. Arz talep dengesinde oluşan bozukluklardan doğan fiyat anomalileri ve satış zorlukları, ürünün üretilip üretilmemesi ile ilgili geri bildirimler oluşturur. Hata, ancak oluştuktan sonra ve üretim düzeyinde farklı odakların birbirlerinden bilgisiz ve ilgisiz tepkileri ile cevaplanır.

Ancak kapitalizmin insanlık tarihinin içinde yaşadığımız dönemine damgasını vuran daha da baskın karakteri, aşırı üretim bunalımıdır. Sermaye birikimine paralel olarak ilerleyen sermaye yoğunlaşması emek-yoğunluğunu düşürmekte, işsizlik kronik hale gelmektedir. Bu dengesizliğin çözümü için emek-yoğun hizmet sektörünün büyümesi yeni bir hareket alanı yaratmakla birlikte hizmet sektörüne hücum eden sermaye, genel karakterine uygun şekilde kârların eşitlenmesi yasasına uygun yeni koşulları yaratmaktadır. Örneğin sağlık sektörü, uzmanların sermaye altında hizmet vermesini ve sermaye yoğunlaşmasını net görebileceğimiz bir hizmet sektörü örneğidir. Bu noktada uzmanların mesleki etiği ile kârlılığın çatışması kaçınılmaz olur. Neoliberalizm, tüm yaşamsal alanları sermayenin ihtiyaçlarına göre yeniden biçimlendirmenin ideolojisidir. Özel hastane ve sağlık sigortası için hastanın verimliliğinden, özel eğitim kurumu için öğrencinin öğrenim hayatının top-lam ekonomik getirisinden, sporda taraftar başına doğrudan ve dolaylı yıllık getiriden dem vurulmaya başlanan nokta burasıdır.

Michael Moore’un Sicko adlı belgesel filminde, insanlık tarihinin daha önce görmediği düzeylerde ticarileşmiş olan sağlık hizmetlerinin halkın sağlık hakkını nasıl hiçe saydığı, ABD örneği üzerinden çarpıcı şekilde anlatılmıştır. Filmde çok daha insancıl ve sosyal tıp yaklaşımı olduğu anlatılan Fransa ve İngiltere için ise işçi hareketinin geçmiş kazanımları olan sağlık haklarının gelecekte siyasi şartlar elverdikçe budanmayacağına güven duymak için bir neden yoktur. İngiltere’de İkinci Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında imkansızlıklar içinde kurulan ve yarım asırı aşkın süre ile halka hizmet veren Ulusal Sağlık Sistemi’ni (NHS) özelleştirmek için geniş bir yelpazede siyasi uzlaşma söz konusu. Sigorta fonlarında toplanan parayı sermayeye teslim etmeye dönük olan bu çabada, sözde sosyal demokrat Yeni-Emeğin katkılarını okumaya başladıysak, ticarileşme süreci hızla yol alabilir. Halkın zararına olan bu sürece karşı tutum bekleneceği üzere sadece sosyalistlerdedir.

Belgeselin en çarpıcı yeri, 1960’tan bu yana Amerikan ambargosu altında sosyalizm mücadelesi veren ve ekonomik şartlar açısından 11 milyon nüfuslu bir ada ülkesi olarak son derece şanssız olan Küba’da halkın, genel sağlık hizmetlerinden ücretsiz olarak yararlanabilmesidir. Filmde, ABD tarafından kurtarma çalışmaları sırasında maruz kaldıkları ortamdan kaynaklı sorunlara ilişkin elzem tedavileri reddedilen dört 11 Eylül gönüllüsü, Küba’da sorgusuz, sualsiz ve bedelsiz tedavi görür.

Küba, halkına iyi sağlık hizmetleri sağlamakla kalmayıp aynı zamanda üçüncü dünya ülkelerine doktor ve malzeme sağlamakta. ABD’de kişi başına 7000 ABD Doları maliyeti olan sağlık hizmetleri Küba’da sadece 251 ABD Doları maliyetle verilebilmekte. Buna rağmen, çocuk ölümleri dünyaya hükmeden, finansal ve askeri mekanizmalarla ürettiğinden çok daha büyük bir ekonomik sömürüden nemalanan ABD’dekinden daha az. Tüm bu gerçekler, şişirilmiş sağlık harcamalarının neredeyse tamamının sağlık hizmeti kisvesi altında organize olmuş sermayenin, yani hastaneler, sağlık sigortaları ve ilaç firmalarının kasalarına girdiğini gözler önüne serer.

Küba deneyimi, büyük kaynaklar harcamadan ve sağlıkta ticarileşmenin önüne geçerek uygulanacak kamucu bir tıp yaklaşımının mucizevi sonuçlarına işaret eder. Sadece sosyalizm sağlık hizmetlerini bir maliyet olarak görmeyecek düşünsel bir gelenekten gelir.

* * *

İhtiyaç, artık üretimin bir önceli değildir. Aşırı üretim yeteneğinin doğurduğu taşkın maddi ürünler ya da hizmetlerin satılabilmesi için ihtiyacın yoktan var edilmesi aşamasına gelinir. Çağımızın satış ve pazarlama “iliminin” ilk ilkesi müşteride ihtiyacın yaratılmasıdır. İhtiyacın yoktan var edilmesi, aslında tüm yaşamın biçimlendirilmesidir. Mikro krediler ve tüketici kredileri ile en kuytu noktalara erişen kredi sistemi, kârlı şekilde değerlendirilmekte zorluk çekilen artığın tüketimi ile üretimi arasındaki eş zamanlılık bağını koparır, bir tüketici olarak emekçinin gelecek döneme ilişkin emeği üzerine ipotek kurulmasını sağlar. Mikro-krediler, bir orta sınıf ideolojik teması olan girişimcilik ruhu üzerinde biçimlendirdiği ve asıl işi faydasız ürünlerin en uç dağıtımında işbirliği yaparak nemalanmak olan bir katman yaratır. Başarı hikayesi, kafasını çalıştıran herkesin orta sınıf içinden sivrilerek sermayenin şanlı saflarında başarısı ile orantılı mevkiler kazancağını anlatan hikayedir. Bu tarihsel dönemde çok gereklidir.

İşaret edilen eğilimler, son dönemde günlük yaşantımıza bütün ağırlığı ile girmiştir. Hastaların yönlendirildiği özel sağlık girişimleri sistemi, her biri gelir kapısı olarak görülen “müşteri” başına kamu sisteminden %50 daha fazla iş çıkarmayı becerebilmektedir. Geçmiş dönemde arızi olarak ve ihtiyaca binaen başvurulan krediler, şimdi daha elverişli olması durumunda “rasyonel tüketici” tarafından kaçırılmayan, emeğin gelecek getirisinin önceden kullanımını olanaklı hale getiren bir araçtır. Finans sistemi, bu yeni ekonomik mantığa uyum sağlanmasını özendirecek ve aksini cezalandıracak araçları bulmuştur ve bireysel ekonomik rasyoneli yeniden biçimlendirmiştir.

Sosyalist toplumları ekonomi yönetimindeki hatalar üzerinden eleştirmeye kalkanlara söylenecek söz, kapitalist düzende de üretim ve yatırım kararlarının çoğu zaman yanlış varsayımlar üzerinden alındığı ve düzeltme sürecinin ancak hata olup bittikten sonra ve kaçınılmaz heba sonucu vererek işlediğidir. Asıl önemli olan nokta, üretim ile ihtiyacın hangisinin hangi sistemde diğerinin önceli olduğudur. Bu, tüm toplumsal yaşamın nasıl yaşandığını belirleyen çok temel bir ayraçtır. Sosyalist tarihsel deneyim, bu konuda ilkesel temel problemlere değil, uygulama sorunlarına işaret eder.

Bir de yaşam felsefesi var. İhtiyaç algısının da kökünde olan, en temeldeki dürtüler.

Sosyalist mücadelenin insanı, sosyalizmin insanı olmak zorunda. Mücadele dönemi bazı ek özellikler gerektirse de aslolan sosyalist insan olmanın elzemleridir. Bu insan, kaynaklarını insanca değerlere göre önceliklendiren insan olmak zorunda. Futbol maçına, atletizm mücadelesine, ya da konsere giderken amacı kendinde eksik olan kimliği, benliği tüm fanatizmi ile putuna yansıtmak değil, bir amaca adanmış insan emeğinin sonuçlarını görüp kendi içindekli İnsan kimliği ile temasa geçebilmek olmalı. Tutkusu olmalı, iyiye öykünmeli. Yaşamın bin yıllarda damıtılmış elzem ürünlerini, paranın tanrısının sanal ürünlerinden ayırdedebilecek beğenisi olmalı. Sosyalist mücadelenin en zor işi, ne yeterli beyaz eşya üretmek, ne konut, ne de savunma için silahtır.

Günümüz kapitalist toplumunda, insana nihai biçimini (ya da biçimsizliğini) veren güncel ve gündem, bu temel ayrıma ilişkin seçim üzerinden oluşuyor. İnsanca şartlarda barınma ve toplu ulaşım, nitelikli beslenme, ücretsiz ve yalansız sağlık, önleyici tıp hizmetleri, ücretsiz nitelikli eğitim, nefes alınabilecek bir şehir ve parklar, herkes için erişilebilir kültür ve sanat. Etnik ay-rımcılığın ve cinsiyetçiliğin reddi. Çocukların sadece kadının değil toplumun sorumluluğu olarak algılandığı bir okul öncesi bakım ve eğitim sistemi. Bunlar, mevcut üretici güçler düzeyinde sosyalizmin sağlayabileceği olanaklar.


Neredeyiz ve önümüzdeki yol

Türkiye’de kapitalizm, kendi devamlılığını sürdürecek hava deliklerini açmak için olanaklara sahip mi? Yoksa hareket alanı gittikçe daralmakta mı? Emekçilerin yaşama şartlarına ilişkin bizi ileride ne bekliyor?

Verimsiz ekonomimizin sürdürülebilirliği sermaye akışının devamlılığına göbekten bağlı. Sermaye akışının kaderini belirleyen noktalar ise kapitalizmin dünya ölçeğindeki performansı ve sermaye akışı üzerinde etki eden siyasal kararlar katmanı. AKP iktidarı, gerek bölgesel olarak soyunduğu rol ile, gerekse konjonktürel sermaye akımlarından faydalanarak geçtiğimiz on yılı kazasız atlatmayı başardı. Uzun süre hareketsiz kalan tektonik tabakalar arasında artan gerilim, hareket eşik noktasına eriştiğinde deprem ile sonuçlanır. Türkiye ekonomisi, ne kadar gecikirse o kadar yıkıcı hale gelecek bir depremin gerilimini biriktirmekte. Bu durum, ekonominin devamlığının sürdürülebilmesi için, emekçiler açısından gittikçe daha vahim sonuçlar doğurabilecek bazı siyasi kararların alınabileceği bir sıkışma noktasına götürüyor. İçeride ekonomik hakların daha da şiddetle budanması ve dışarıda bölgesel maceralar olasılık dışı değil. Siyaseten önemli olan nokta, olası ekonomik krizin emekçiler tarafından nasıl algılanıp değerlendirileceğidir. Bu ise sosyalist siyasetin temel çalışma alanı.

Olası kriz durumunda tepkinin kanalize edilmesi için kullanılabilecek güvenlik supablarından birisi milliyetçilik dalgasıdır. Kürt açılımı ve sayısı milyon düzeyini çoktan geçmiş olan Suriye’li göçmenlerin durumu, değişen koşullara yanıt vermek için milliyetçi temaların ana malzemesini oluşturabilir. Sosyalist siyasetin doğru müdahalesini gerektiren, hayati bir alan.

Siyasi tarihimizde devletin sınıfsal niteliğinin daha önce bu kadar çıplak gözle görülebildiği bir dönem olmadı. 12 Eylül iktidarı bile toplumun en geniş kesimlerini kapsayan siyasi meşruiyet yaratma kaygısı ile hareket etmişken, mevcut iktidar, hegemonyanın rıza bileşenini tamamı ile gereksiz gördüğünü her vesilede dışa vurmakta. Kısa vadede siyaseten çok verimli, ancak uzun vadede burjuvazinin sınıfsal egemenliğinin etik meşruiyetinin altını oyan bir durum. Bu olumsuzluk, sosyalist siyasetin zorlu bir görevini ortadan kaldırdı: Devlet teorisini anlatmak hiç günümüzdeki kadar kolay olmamıştır. Yine de makul emek harcanması gereken bir konudur.

Medyanın tekelleşmesi ve sermaye bağlantıları da ideolojinin işlevine ilişkin zorlu çözümlemeler alanından çıkarak çıplak göz ile izlenebilir hale gelmiştir. Ancak bu farkındalıktaki artış, kitleler üzerindeki olumsuz ideolojik etkilerin ortadan kaldırılması açısından bir fayda sağlamıyor. Yağmurun farkında olmak ıslanmaya engel değil. Emekçilerin gerçeğe olan ilgilerinin bu kadar düştüğü bir düzende gerçekleri saklamaya gerek duyulmamakta. Gerçeğe ilgi, artan acı ve umutla paralel olarak artacaktır. Sosyalist hareket, elindeki tüm olanaklarla gerçeği erişilebilir yapmaya zorunludur.

Kanımca önümüzdeki en önemli görev kapitalizmin değişen koşulları ile arkaik kalan işçi sınıfı tanımını bugünün siyasi düzleminde anlam taşıyacak şekilde yeniden ele almaktır. Sosyolojinin ideolojik saldırı ve kafa karıştırma alanı olan sınıflar teorisi, bugünün koşullarında sosyalist siyasetin gereklerinin karşılanması odak alınarak elden geçirilmelidir.

Beyaz yakalı emekçiler, hizmet sektörünün gittikçe artan sayıdaki emekçileri, mevsimlik işçiler, informel sektörün emekçileri işçi kelimesini duyduğunda kendisinin adreslendiğini hissetmiyor. Bu kafa karışıklığı, sosyalist siyasetin üzerinde çalıştığı kitleyi baştan budayarak, tarihsel sıçramanın kitlesel tabanını minimize etmekte. En hafif sonuç, emekçileri tek bir sınıf olarak algılamak yerine, çok daha az ortaklık noktasında biraraya gelen gevşek bir ittifakın parçalarına dönüştürmek. Sosyalist hareket, sömürünün ortak paydası üzerinden siyasi kitlesi olan sınıfı yeniden tanımlamalıdır.

Chris Harman’ın ifadesi ile işçiler bilinçli devrimcilerin müdahalesi ile sosyalist dünya görüşüne kazanılmadıkça, mevcut toplumun burjuva ideolojisini kabul etmeye devam edecek. 6 Bunu aşmanın yolu, hedef emekçi kitlesini doğru tanımlamak ve doğru mesajlarla gidebilmektir. 

 

 

Dipnotlar

  1. Party & Class, (Chris Harman) ,International Socialism, No.35, 1968/69, s.24-32.
  2. For a Sociological Marxism: The Complementary Convergence of Antonio Gramsci and Karl Polanyi, (Michael Burawoy), POLITICS & SOCIETY, Vol. 31 No. 2, 2003 s.194.
  3.  Does Social-Democracy Have a Future? (Immanuel Wallerstein)
  4. Ne Yapmalı (V.I. Lenin) s.50 Sol Yayınları 2010.
  5.  Rebel Cities: From the Right to the City to the Urban Revolution (David Harvey) Verso s.20
  6.  Party & Class, (Chris Harman) ,International Socialism, No.35, 1968/69, s.24-32.
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×