Türkiye’de bir ABD karşıtlığıdır gidiyor. Anketlere göre Türkiye dünyada Amerikan karşıtlığı şampiyonu. Halkın yüzde 88’i ABD’ye karşı olumlu duygular beslemiyor. Tabii ki bu anketin nasıl yapıldığını ve gerçeği ne kadar yansıttığını bilmiyoruz. Ancak etrafına bakan herkes ABD’ye karşı olumsuzluğu hissedebiliyor. ABD yetkilileri bu durumdan şikayetçi; bir yandan bu durumun düzeltilmesini, diğer yandan da halkın eğilimlerine...
Yurtseverlik konusunda polemik yapmak zor iş. Zor iş çünkü sol içinde yurtseverlik konulu yazıların pek çoğu sınır olarak çizilebilecek bir dürüstlük ve samimiyet çizgisinin altında kalıyor. Dürüstlük ve samimiyet ortadan kalktığında da polemiğin pek bir anlamı kalmıyor. Tabii şayet, polemik bir tür itişme veya birbirine çamur atma olarak değil de teorik ve siyasi bir geliştirme...
Osmanlıca, neden anlaşılmaz bir dildi? Çünkü halkın bu dili anlaması istenmiyordu. “Saray dili” nin, daha doğrusu devlet dilinin halk dilinden ayrıştırılması, son derece bilinçli bir tercihtir. Bilgisiz halk, kolay yönetilir.Okuryazarlık oranının çok düşük olduğu bir ülkede, eğitim verilen küçük bir azınlığa gündelik konuşma dilinden farklı bir dil öğretilip bu dille yazmaları sağlandığında, hem halk “yukarıda”...
Türk dış politikası tarihi üzerine üretilen tezlerin çoğu, 1960’lı yılları bir arayış dönemi olarak tanımlar. Buna göre arayışın bir boyutu, ABD ile yaşanan kimi krizlerin etkisiyle dış politikada alternatif ilişkiler geliştirmek ve daha çok yönlü bir çizgi izlemektir. Nitekim 1960’lar Türk dış politikası denildiğinde ilk olarak İnönü’nün meşhur “yeni bir dünya kurulur Türkiye de o...
Ne Türkiye solu ne de burjuva düşünce dünyası içinde Türk dış politikasının doğasını kavramaya, onun tarihindeki süreklilik ve kırılma noktalarını incelemeye dönük derinlemesine bir teorik çalışmaya rastlamak pek mümkün olmuyor. Marksist devlet kuramı çerçevesindeki genel ihtilaflara ek olarak, Türkiye’deki devlet-sınıf ilişkilerinin tarihine dönük teorik bir zenginliğin olmadığı göz önüne alındığında, Türkiye solundaki bu eksikliğin yapısal...
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından Demokrat Parti iktidarına kadar geçen süre, Türk dış politikasının yönelimleri konusunda belki de en tartışmalı dönemlerden biridir. Dönemin dış politikası kimilerine göre “anti-emperyalist”, kimilerine göre ise “göreli özerk” olarak nitelenmeyi hak etmektedir. Bu tür yorumların dayandırıldığı birkaç temel iddia vardır ve yazının bir amacı da bu iddiaların gerçekle ne kadar örtüştüğünü sınamak...
“1789’a bütün milletçe ihtiyacımız var tarihte atlama olmaz; hepsi sırayla sahneye konulmalı. Canım küçük burjuvaları kıralın boyunduruğundan kurtarmalıyız ki cici karılarını kollarına katarak Eşitlik Meydanında Bağımsızlık Parkında ve Kardeşlik Aile Bahçesinde dolaştırabilsinler; bak sevgilim bizim için buralarda birtakım deliler kanlarını döktüler diye dedelerinden kalan kahramanlık mirasiyle gururlansınlar. Bu mirasın doğması için önce mülkiyet gerekli mülkiyet.”...
Merkeziyetçi devlet modellerinin ömürlerini tamamladıkları iddiası, günümüzün yaygın görüşüdür. Merkeziyetçilik ile birlikte anılmasında fayda gördüğüm merkezi planlama ise unutturulmaya çalışılırken, farklı siyasal akımlardan atılan çamurlardan da nasibini almaktadır. Saldırıların bu kadar pervasız olmasının nedeni, birbirleriyle ilişkili her iki yönetim modelinin sosyalist devlet uygulamaları ile birlikte anılmasıdır. Toplumsal ihtiyaçların eşit olarak sunulmaya çalışıldığı sosyalist devlet örgütlenmesinin...
Türkiye’nin, 20. yüzyılda emperyalizme karşı verilen ulusal kurtuluş mücadelelerinin başını çektiği doğrudur. Doğal olarak bu savaşın egemen ideolojinin dilinde, üslubunda, egemen sınıfın veya güçlerin siyasi deneyimlerinde bıraktığı izlerin ötesinde halkımızda, geniş kitlelerde bir miras bırakmış olması beklenir. Üstelik söz konusu Kurtuluş Savaşının öncesinde ortada bir imparatorluk, bir dünya gücü vardır ve bu konumun yine egemenlere...
“Sanki büyük bir gürültüyle devrilecekmişçesine sallandı kavak. O her an oluşan, değişen şeyleri görmeyenler sezmediler bunu.” (Sevgi Soysal, Yenişehir’de Bir Öğle Vakti) Türkiye işçi sınıfının tarihi, Türkiye’de işçi sınıfının oluşumunun tarihidir. Bir başka deyişle, işçi sınıfının öyküsü, proleterleşmenin öyküsüdür. Tarlasız kalan köylünün kente göçmesinin, küçük burjuvazinin dükkanı kapatıp tulum giymesinin, mühendisin işsiz kalmasının, işportacının fabrikada...