Dünya sosyalist hareketi Gorbaçov’un SBKP liderliğine gelmesinden sonra ilan edilen glasnost ve perestroyka açılımlarıyla bir sürpriz yaşadı. Başlangıçta bu açılımlar yalnızca Sovyetler Birliği’yle sınırlı gibi görünüyor, Sovyet teorisyenleri sınıf mücadelesi, devlet, devrim, ittifaklar vb. sorunlara ilişkin kavramlar ortaya atmıyorlardı. Derken 88 yılının ortalarında SBKP MK’ya bağlı Toplumsal Bilimler Akademisi “Günümüz Dünyasında Toplumsal İlerleme” başlıklı tezleri...
Parti’nin Niteliği ve 1968 Kongresi: “Türkiye İşçi Partisi, Türk işçi sınıfının ve onun tarihi, bilime dayanan demokratik öncülüğü etrafında toplanmış, onunla kader birliğinin bilinç ve mutluluğuna varmış toplumcu aydınlarla, ırgatların, topraksız ve az topraklı köylülerin, zanaatkarların, küçük esnafın, aylıklı ve ücretlilerin, dar gelirli serbest meslek sahiplerinin, kısacası, emeğiyle yaşayan bütün yurttaşların kanun yolundan iktidara yürüyen...
Kasım 1988’de yayın hayatına başlamıştı Siyaset. Bugüne kadar dört sayı, üç de özel sayı ile ulaştı okuyucularının karşısına. Çıkarken bir ayrım çizgisinin siyasal olarak yeniden üretileceği vurgulanıyordu. Çıkan dört sayıda bu amaca ne ölçüde ulaşıldı, bizim değerlendirmemiz çok güç. Ancak, bizler, Siyaset‘in varlık gerekçesinin üstesinden geleceğine inanıyor ve okurlarımıza bazı konularda bilgi vermek istiyoruz. Gazetemizin...
Mehmet Dalcı’nın anısına saygıyla… Türkiye’de 1 Mayıs’ın yarım yüzyıl aradan sonra yeniden kutlandığı 70’lerin ikinci yarısının üzerinden de yaklaşık 10 yıl geçti. 1976, 77 ve 78 yıllarında İstanbul Taksim Meydanı’na “1 Mayıs Alanı” adını kazandıran yığınsal kutlamalar, özellikle 36 şehit verilen 77 katliamının anısına, bu alanı da gelenekselleştirdi. 12 Eylül sonrasında ise ilk organize girişim...
Ülkemizde sosyalist hareketin sorunlarına ciddiyetle eğilenler, bugün en azından bir noktada görüş birliği sağlamışa benziyorlar. En genel ifadesiyle bugünkü temel sorun, sosyalizmin ülkenin siyasal gündemine yerleştirilmesi sorunudur. Tek tek sosyalist odakların kendi etkinliklerinin ötesinde, aynı zamanda birleşik bir gücün sergilenmesi ve bu arada kitlesellik alanının zorlanıp genişletilmesiyle… Bu saptamanın, görüş birliğini bozmayacak şekilde biraz daha...
“Türkiye solu, kendi tarihinin en sorunlu ama, en çok gelecek vaat eden dönemini yaşıyor.” Çok beylik geliyor, değil mi? 12 Mart sonrasında, 80’in öngünlerinde ve son yıllarda benzer vurgulamalarla çok sık karşılaştık. Güçsüzdük, ama güçlü olacaktık. Eziliyorduk, ezecektik. Sorgulanıyorduk, sorgulayacaktık… Anlaşılmıyorduk, anlatacak, anlaşılacaktık. İlerici sınıf uzaktı, yakınlaşacaktı. Azdık, çoğalıyor ve çoğalacaktık… Böyle derdik ve sonra...
Türkiye siyasi tarihine baktığımızda hemen her iktidarın veya iktidara talip olan siyasi yapıların, farklı içerikle de olsa halkçılık ideolojisini ve söylemini kendi ideolojik çerçevelerinin dışında tutmadığını görebiliriz. Hatta halkçılığı, bir siyasal ideoloji şeklinde açıkça formüle etme zorunluluğu bile duymuşlardır diyebiliriz. Böyle bir sahiplenişte de dolaysız olarak bizzat sahiplenenin Türkiye nesnelliğini yorumlamadaki yöntemine ve temsilcisi olduğu...
Türk solunun “yenilikçi” kanadının içinde, biri örgütsel bütünlüğe, diğeri tepkici bireylere dayanan iki yorum giderek şekilleniyor. Tüm kişiliksizleşmeye, örgütsel liberalizme, iddiasızlığa rağmen TBKP, bir örgüt kimliğiyle politika üretme niyetini koruyor. Diğer taraftan Baydar’ın açılışını yaptığı, Teber’in destek verdiği ve son olarak Gönül Dinçer’in doruğa yükselttiği niyetlerde ise, böyle bir kollektivitenin “k”sı yok. Fark da aslında...
1956’daki 20. Kongre sonrasında uluslararası harekette ortaya çıkan şaşkınlığı, hüznü, hatta hayal kırıklığını şimdi daha kolay anlayabiliyorum. “Buzların çözülüşü” olarak adlandırılan sürecin en keskin dönemeçlerinden birisi bu kongreydi. Hangi haklı gerekçelerle yola çıkılırsa çıkılsın, hangi doğru hedefler gözetilirse gözetilsin, “buzların çözülüşü”nde beceriksizlikler çokçadır ve 20. Kongre de bu beceriksizliklerin bir parçasıdır. 1950’lere kadar uluslararası harekette...
Bugün Türkiye’nin egemen sınıfları, siyasal partileri aracılığı ile ekonomik toplumsal sistemi, onun işleyişini ve alınan kararları savunmak yerine, doğrudan doğruya devletin kendisini ve varlığını savunacak kadar geri bir konuma düşmüşlerdir. Ancak, bunun nedeni, hiç kuşkusuz sol hareketin verdiği güçlü mücadele sonucunda burjuvazinin siyasal partilerinin iyice deşifre edilmesi, gerçek yüzlerinin açığa çıkarılması değildir. Devleti, kendi sınırları...