Siyaset, Ticaret ve Tarikat Üçgeninde Kürt Aşiretleri
Özkan Öztaş
Türkiye tarihinde Kürtlerden söz edildiğinde, aşiretler mutlaka bahsedilen unsurların başında gelir. Üstelik bu durum yalnızca siyasi değil, ticari ve dini ilişkilerde de kendini gösterir. Başka bir ifadeyle, bu üç unsur olmadan aşiretlerin varoluşunu tanımlamak bir yanıyla eksik kalır.
Kürt aşiretlerine dair tartışmalar ve araştırmalar, Osmanlı dönemine kadar uzanır. Salnameler ve aşiretlerin yer değişikliklerinin kaydedildiği göç belgeleri, İskân-ı Aşair ve Muhacirin Müdüriyeti (Aşiretleri ve Göçmenleri İskân Müdürlüğü) yazılı arşivlerinin temelini oluşturur. Osmanlı Devleti, göç ve siyaset arasındaki ilişkiyi en iyi kullanan devletlerden biridir. Osmanlı yetkilileri, kaybedilen topraklardan gelen göçmenlerin yerleşimini, “İskân-ı Muhacirin” (Göçmenlerin Yerleştirilmesi) adıyla kurulan bir göçmen yerleştirme komisyonu aracılığıyla düzenlemiştir. (İskân-ı Muhacirin adı daha sonra “Aşair ve Muhacirin Müdüriyeti Umumiyesi” olarak değiştirilmiştir.) Kürt aşiretleri, Osmanlı döneminde sınır güvenliğinin yanı sıra milis kuvvetler olarak da değerlendirilmiştir. Örneğin, Hamidiye Alayları, 1891 yılında Kürt aşiret milislerinden oluşturulmuş, II. Abdülhamit’e bağlı (adını da Sultan Hamit’ten alan) ve 1909’da dağıtılan süvari birlikleridir.1
Ancak, arşivler bununla da sınırlı değil. Osmanlı’daki örnekleriyle benzer şekilde, aşiretlere dair kayıtların önemli bir kısmı Rus ve İran arşivlerinde yer alır. Özellikle Osmanlı’nın son dönemlerinde Kafkasya ve Doğu Anadolu’da varlığını hissettiren Çarlık Rusya’sının Bitlis ve Kars’taki elçilikleri, bu kayıtları toplayarak rapor haline getirmiştir.
Osmanlı, Kürt aşiretlerinin otonom yapılarını ve belli başlıklarda “bağımsız” hareket etme özelliklerini özellikle sınır güvenliğini korumak adına pozitif olarak değerlendirmiştir. 1638 yılında düzenlenen İran-Osmanlı sınırıyla birlikte İran sınırındaki Kürt aşiretler hem İran saldırılarına karşı bir bariyer hem de Anadolu’da ve Kürdistan’da yayılan Şii hareketlere karşı Osmanlı için bir tür korunaklı alan oluşturmuştur.
Osmanlı için özellikle 16. Yüzyıl itibariyle başlayan “Şii tehlikesi” Safevi propagandası olarak tarif edildi. Safevî propagandası: Akkoyunluların yıkılmasıyla 1501’de Safevîler İran’da Şah İsmail önderliğinde iktidarı ele geçirdi. Anadolu’da ve Kürt bölgelerinde özellikle Kızılbaş tarikatları ve aşiretler aracılığıyla Şiiliği yaymaya çalıştılar. Bazı Kürt aşiretleri Safevîlere yakınlık gösterirken, Osmanlılar bölgedeki Sünni Kürt beyleriyle (örneğin Bitlis’teki Rojkîler, Hakkari ve Cizre beyleri) iş birliği yaparak Safevî etkisini kırmaya çalıştı. Osmanlı yönetimi, Kürt mirlerini Safevîlere karşı yanına çekmek için İdris-i Bitlisî gibi Sünni Kürt alimlerini görevlendirdi. Bu süreçte Kürdistan Eyaleti kurularak Kürt beylerine Osmanlı yönetimi içinde özerk bir statü verildi. Bu bölgelerdeki Şii etkinin artışı Osmanlı için güvenlik sorunu olarak tarif edildi.
Kürt aşiret ağaları ve dini liderler, Osmanlı’daki sistemin devamlılığını ve toprak ağası ve köylüler arasındaki sömürü ilişkisinin sürekliliğini sağlamanın en önemli dayanaklarını oluşturuyordu.
Kürtlerde Akrabalık, Mülkiyet ve Sosyal Örgütlenme
Kürt aşiret ve akrabalık ilişkilerinde aşiret, malbat ve mal, mir terimleri aşireti ve onun alt bölümlerini belirtmek için kullanır. Bu alt bölünme düzeninde mal, baba tarafından aynı soydan gelen, ortak bir atayla bağlantılı akrabalık grubunu ifade eder.
Mal, (koca, karı(lar) ve çocuklardan oluşan) çekirdek aileden meydana gelen en temel toplumsal birimdir; ancak bazen birkaç kuşağı da içerebilir. Malbat ise baba soyluluğa işaret eder, ancak daha geniş bir anlam taşır ve birkaç malı bünyesinde barındırır. Mal ile malbat arasındaki fark şudur: Mal, (çoğunlukla bir dede olan) yakın bir atadan gelen bir soy çizgisini ifade ederken, malbat, çok daha uzak bir atadan gelen bir soy çizgisini temsil eder. Kabile de baba soylu bir yapıya işaret eder, ancak birkaç malbatı içeren çok daha geniş bir yapıdır. Malbat ile kabile arasındaki farkı herkesin göremediğini vurgulamak gerekir. Aşiret ise, geçmişe doğru ortak atanın izini sürmenin çok zor olduğu ya da hayali bir ataya dayanan çeşitli kabilelerin bir araya gelmesinden oluşur.2
Aşireti oluşturan akrabalık ilişkileri, mal, kabile ya da ocak ile mirlik terimleriyle tanımlanır. Mal, Kürtçede ev ya da hane kavramlarına karşılık gelir. Bir mal’ı tanımlamak için kullanılan kriterler, aynı haneyi paylaşmak, varsayılan akrabalık ilişkileri ve kolektif üretim ile tüketimdir.3
Mal ya da malbat denilen bu küçük birimlerin bir araya gelmesiyle kabile, kabilelerin birleşmesiyle de aşiret oluşur. Tüm aşiret üyeleri, kendilerini aynı aşiretin bir parçası olarak tanımlar ve ekonomik ilişkilerden kültürel imgelerine kadar birçok alanda bu aidiyeti hisseder. Tüm aşiretlerin tepesindeki kişiye Mir denir. Ağalar bu Mir’e bağlıdır.
Kürt aşiretleri gerçek ya da gerçek olduğu varsayılan ortak bir ataya dayanan ve akrabalık temelinde örgütlenmiş, genellikle toprak bütünlüğü de olan (dolayısıyla ekonomik) kendine özgü bir iç yapıya sahip sosyo-politik bir birimdir. Doğal olarak aşiretler de kendi içlerinde alt aşiretlere bölünmüşlerdir. Bu alt gruplar da bir kez daha klan, sülale ve benzeri daha küçük birimlere ayrılırlar.4
Verimli tarım arazilerinde, ovalarda, zengin büyük toprak sahibi aileler arasında mülkün miras yoluyla bölünmesini önleyerek, toprağı büyük bir arazi olarak parçalamadan işletmek eğilimi hakimdir. Durum böyle olunca toprak öncelikle ortak bir ataya mal edilir ve arazinin mülkiyeti de böylelikle onun soyunu sürdüren sülalelerin tekelinde olur, başkasına devredilemez. Bu tip araziler çoğunlukla sülalenin en yaşça en büyük ya da en güçlü üyesinin yönetimindedir. O da topraktan elde ettiği geliri, kendinde uygun gördüğü bir biçimde akrabaları arasında pay eder.
Kürtlerde aşiret ve akrabalık ilişkilerine dair kavramlar ve yaklaşımlar, kişinin bir aşirete mensup olup olmamasına veya bir köyde ya da şehirde yaşamasına bakılmaksızın aynı kavramlarla tanımlanır ve kullanılır. Yani bu kavramlar ve yaklaşımlar İran, Suriye, Irak ve Türkiye’de yaşayan tüm aşiretlerde benzer ifadelerle tarif edilir ve yine benzer olgu ve ilişkilere işaret eder.
Kürt aşiretleri, kimi özgünlüklerinin yanı sıra, gerek Avrupa gerek Osmanlı’daki birçok feodal yapının sömürü ve dini başlıklardaki özelliklerine sahiptir. Toprak mülkiyeti üzerinden sahip olunan haklar, tarım arazilerinde çalışan köylüler, mirasın ya da bölüşümün özellikleri feodal yapının hemen hemen bütün özelliklerini benzer şekilde yansıtır.
Kapitalizmin Gelişmesi ve Aşiretlere Yansıması
Türkiye’de feodalizmden kapitalizme doğru gelişen tarihsel süreçte, aşiretler de üretim ilişkilerini bu bağlamda güncelleyerek varlıklarını sürdürmüştür. Ancak ülkenin batısından farklı olarak, Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu’sundaki Kürt illerinde feodal egemenlerin kapitalistleştiği ifade edilir.5 Diğer yandan, feodal birçok yapı kapitalizm sürecinde yeni biçimler kazanırken, aşiretlerin yaşadığı değişimler ve gelişmeler dikkat çekmektedir. Zira bu dönemde aşiretler, yeni sistemle entegre olarak yeni biçimler almıştır. Örneğin, Kürt aşiretleri arasında 1960’lı yıllarda nüfusun yalnızca %3’ünü oluşturan aşiret ağalarının, Kürt illerindeki köylerin yaklaşık %35’ini kontrol ettiği belirtilmektedir.6
Ancak son yıllara kadar yaşanan ekonomik sorunlar, ulaşım altyapısının yetersizliği, planlama eksiklikleri, köy ve mezra gibi yerleşim birimlerinin sayıca fazla olması, büyük yerleşim birimlerinden uzak olmaları, haberleşme altyapısının eksiklikleri gibi faktörler, aşiret sisteminin sermaye edinirken kapitalist dönüşümleri Batı illerine kıyasla daha yavaş ve aşiret ağalarının kontrolünde gerçekleştirmesine neden olmuştur.
Bunun yanı sıra, aşiret ağalarının ekonomik alandaki temsiliyetleri ve liderlik rolleri, siyasi olarak da temsil edilmelerini beraberinde getirmiştir. Özellikle çok partili dönemde, aşiretler arasındaki rekabeti kullanan düzen partileri, bu liderler arasından temsilciler seçerek aşiretleri, sahip oldukları nüfus gücü nedeniyle bir tür oy deposu olarak görmüştür. Teknik olarak, aşiretler arasındaki rekabet ve çatışmalarda kendi içinde anlaşabilen veya güçlü bir ağanın otoritesini kabul eden aşiret üyeleri, aynı aşiretin ağalarının aday olduğu partileri desteklemek zorunda kalmıştır. Aksi durumlarda ise dışlanma ve göçe zorlanma gibi örnekler yaşanmıştır.
Aşiretler, esas olarak ulus bilincinden yoksun ve pragmatik bir şekilde hareket ettikleri için, aynı zaman diliminde farklı aşiretlerin aldıkları kararların ve siyasi konumlanışların benzerlik göstermediği örneklere rastlanır. Bu bağlamda, aşiret ağalarının aldıkları siyasi kararlar, aşiretin kolektif çıkarlarının değil, ağanın aşiret üzerindeki iktidarı ve çıkarlarıyla şekillenmiştir.7 Örneğin, Kurtuluş Savaşı yıllarında Mustafa Kemal’e destek vermek ile Irak’taki İngiliz varlığına destek vermek arasında, aşiret ağaları açısından siyasi bir fark bulunmamaktadır. Buna gerek aynı aşiret içinde farklı dönemlerde gerekse aynı süre zarfında farklı aşiretlerin politik tutumlarıyla örnekler verilebilir.
Örnek olarak İran’ın Mahabad kentinde kurulan ve 11 ay süren Kürdistan Cumhuriyeti’nin aynı zamanda savunma bakanlığını yapan Molla Mustafa Barzani’nin sığındığı Sovyetler Birliği ve SSCB ile olan ilişkileri aşiret içinde Sovyetlerin pozitif betimlendiği bir sonuca vesile olur. Ancak Sovyetler Birliği ile olan ilişkilerin bittiği ve yüzünü Amerikaya döndüğü zamanlarda ibre sağa döner ve Barzani ailesinin Amerika övgüsü kendisini gösterir. ABD ile ilişkilerin kurulduğu dönemde ise Molla Mustafa Barzani Amerika Birleşik Devletleri’ne övgüler yağdırıyor, Kürdistan’ın ABD’ye elli birinci eyalet olarak katılmasını arzuladığını ve desteği karşılığında ABD’ye Kürdistan’daki petrolün kontrolünü vermek istediğini söylüyordu.8
Yine Osmanlı’nın son dönemlerinde milliyetçiliğin geliştiği dönemlerde Sünni Kürt aşiretler Hamidiye Alayları’nda yer alırken, Ezidi kimliği ile bilinen Milan ve Torinan aşiretleri ise Rus Birliklerinde yer alarak savaşa katılmıştı.9 Dolayısıyla Osmanlı’nın son dönemlerinde ve Cumhuriyetin ilk yıllarındaki Kürt isyanları aşiret ötesindeki devinimi yakalayamamıştır. Buradaki kıstas ulusal bir hareketin mevcut olup olmadığına ilişkin son derece basit bir somut kıstas olabilir: Hareketlenme aşiretleri birleştirilmiş midir? Bu açıdan bütün Kürt isyanları eksiklidir. İsyanlar aşiret yapısının ötesine geçmeyi çok sınırlı düzeyde ve birkaç örnekte zorlayabilmişlerdir. O halde Osmanlı dönemi ve Cumhuriyet’in başlarındaki isyanlar için “ulusal hareket” yerine “ulusal ezilmişliğe tepki” hareketleri demek daha yerinde olacaktır. İsyanlar ulus “için” değil “ulusal baskıya karşı” nitelik taşırlar. Ulus bilinci aşiret refklekslerini aşamamıştır.10
Bu siyasi ve ekonomik çıkarlara eşlik eden ümmetçilik anlayışı, siyaset ve ticaret ilişkisine tamamlayıcı bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla her aşiret, bir siyasi kanat, ticari şirket veya tarikat bağlantısıyla kendini göstermiştir. Özellikle de Osmanlı’nın son dönemde etkisi kırılan aşiret ağalarının yerini o aşiretlerdeki dini liderler doldurdu. Bu süreç, aşiret yapıları içinde dini liderliğin ve tarikat bağlantısının vazgeçilmez bir öge olmasını sağladı.
Ancak aşiretlerde dini lider olarak bilinen şeyhler (Mele, Seyda olarak da tanımlanır), genellikle aşiretin ağasından farklı kişilerdir. Şeyhlerin önemi, aşiret çatışmalarıyla yakından ilişkilidir: Şeyhler, bu tür çatışmalar ortaya çıktığında arabuluculuk yapmak için ideal kişilerdir ve bu rol, onların politik güçlerini artırmalarına yardımcı olur.
Kürt tarihinde, devletle olan ilişkileri kullanarak aşiret çatışmalarında avantajlı duruma gelmek sık rastlanan bir durumdur. Dolayısıyla aşiretlerin merkezi otoriteyle ilişkilerini iyi tutma eğilimi, süreklilik arz eden bir ilişki biçimini doğurmuştur.
Sanayileşme Döneminde Aşiret İlişkileri
Aşiretçiliğin ve ağalığın hızla çöküşünün altında yatan temel neden, ağalar ile köylüler arasındaki ekonomik ilişkinin 1950’lerde başlayan ve 1960’lardan itibaren yaygınlaşan bir süreçte değişime uğramasıdır. Tarımda makineleşme, ağaların köylülerin emek gücüne olan bağımlılığını azaltmış ve yeni üretim biçimlerini ortaya çıkarmıştır. Yarıcıların büyük bir kısmı, kısmen pay sahibi oldukları topraklardan uzaklaştırılmış, yeterli toprağa sahip olmayan birçok ağa ve küçük toprak sahibi ise gelişmiş tarım makinelerine sahip girişimcilere bağımlı hale gelmiştir.
Birçok toprak sahibi, üründen pay karşılığı topraklarını kapitalist tarzda tarım yapan girişimcilere terk etmek zorunda kalırken, yılda birkaç gün dışında iş imkânı kalmayan köylüler de mevsimlik işçi olarak başka bölgelere gitmek zorunda kalmıştır. Bu durum, köylüler arasındaki sosyal bağların zamanla gevşemesine yol açtı.11 1950’lişi yıllarda tarımda makineleşmeyi takip eden göçler Kürt emekçileri büyük kentlerdeki işçi olmaya zorladı. Özellikle 1990’lı yıllarda yaşanan köy boşaltmaları ve zorunlu göçlerle beraber bu sosyal bağlar büyük oranda değişim göstermiştir.
Bu dönemin bir diğer girdisi de İkinci Dünya Savaşı sonrasında Amerika tarafından hayat geçirilen Marshall yardımlarıydı.
Türkiye İktisat Mecmuası’nın Şubat 1949 tarihli sayısında “Türkiye’de eski ve yeni ziraat” başlığıyla yayımlanan yazıda, Türkiye’nin Marshall yardımı öncesi 19 milyon olan nüfusunun %85’i kırsal kesimde yaşadığı ifade edilir. Ancak büyük çiftlik sahiplerinin ve devlet işletmelerinin elinde olan traktör sayısının toplamda 1066 tane olduğu belirtiliyor.12
Bu dönem başta Kürt emekçiler olmak üzere, Türkiye’de göç deviniminin en fazla olduğu dönemlerden biri olarak tarif ediliyor. Bu dönem aynı zamanda, iç pazara dayalı bir sanayileşmeden ziyade, dışa dönük bir kalkınma anlayışının devlet politikasında oluştuğu bir dönemdi.13
Marshall yardımlarının hayata geçirildiği dönemde aynı zamanda nüfus da artıyor, tarımda ve günlük hayatta makineleşme gelişiyordu. Devlet açısından da Kürtler artık güvenlik politikalarının gündemi olmanın yanı sıra iktisadi hayatın konusu haline geliyordu.
Kürt illerinde kırsal nüfus fazlaydı. 1945 sonrası tarımda makineleşmenin artması, toprak ağasının yanında çalışan köylünün işsiz kalmasına sebep oldu. Çalışmaya devam edenler ise kapitalistleşen ağaların emrindeydi. Bu dönem yaşanan gelişmelerle birlikte Kürt ağaları daha çok zenginleşmişti. Çünkü tarımdaki makineleşmeyle birlikte verim artıyordu.
Ağalar çok partili hayatla birlikte ticari hayata da atılmışlardı. Devletten aldıkları destekler sayesinde traktör ve otomobil acenteleri, petrol bayilikleri kurmuşlardı. Örneğin Van’daki Petrol Ofisi bayileri Brukan aşiretine aitti. Böylece Doğu’da sermaye birikiyordu. Kürt ağaları zenginlik ve itibarın artması sonucu devletle iyi geçinmeye başlamışlardı .14
Köylü, makineleşmenin etkisiyle elindeki üretim aracından kopmuş, yeni iş imkânları bulmak için Batı’ya göç etmek zorunda kalmıştı. Kürt illerinde zaten sanayileşme mevcut değildi. Kürt illeri aşiret ağalarının dilediği gibi at koşturacakları bir hal alırken Batı’ya göç eden Kürt emekçiler hem geri kalmışlıklarının ne denli çarpıcı olduğunu görecek hem de kentteki sınıf mücadelesiyle yüzleşeceklerdi.
Zamanla otoritelerini kaybeden ağalar, milliyetçi söylemler benimseyerek siyasal alanda mücadeleye girmiş ve otoritelerini korumaya çalışmıştır. Özellikle 1960’lı yıllardan itibaren yükselen Kürt milliyetçi söylemine sığınan ağaların temel amacı, ulusal söylemleri arkasına alarak aşiret yapısını korumak olmuştur.15 Bununla birlikte, bazı ağalar devletle olan ilişkilerini güçlendirerek Kürt ulusal hareketlerine karşı çıkmış ve aşiret yapısını muhafaza etmeye çalışmıştır. Feodaliteyi sürdürebilmek için ağalar, ulusal sloganları da araç olarak kullanmıştır.16
Aşiret Reisi köylerde temsil makamı en yüksek kişilerdi. Köylü üzerinde mutlak hâkimiyetleri mevcuttu zira halkın devletle olan ilişkisini kuran kurum ağalıktı. Ağaların makine, mazot gibi ihtiyaçları devlet tarafından sağlanıyordu. Tüm bu nedenlerle zaman içinde Kürt ticaret burjuvazisi oluşuyordu. Böylece Kürt halkı daha fazla kontrol altında tutulabiliyordu. Bu yüzden devlet aşiretlerin çözülmesini istemiyordu.17
Ticaret burjuvazisinin Kürt bölgelerindeki gelişimi, tarihsel olarak merkezi otoritelerin (Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti) bölgeyi kontrol etme stratejisinin bir parçası olmuştur. Ekonomik bağımlılık yaratılarak, Kürt toplumunun siyasi ve sosyal direnci kırılmaya çalışılmıştır. Bir yandan aşiret ağalarına ekonomik imtiyazlar verilip, destek çıkılırken diğer yandan Kürt halkı üzerinde baskı ve yaptırımlar devam etmiştir. Bune eşlik eden zorunlu göç, iskân politikaları ve güvenlik uygulamaları, Kürt halkının daha sıkı kontrol altında tutulmasına yol açmıştır.18
Sonraki süreçte ise aşiretler, Türk burjuvazisi ile ilişkilerini geliştirerek Türkiye sermayesiyle kurdukları bağlar neticesinde zaman zaman sus payı alarak, zaman zaman da ortaklıklar kurarak sermayelerini büyütmüştür. Başka bir ifadeyle, Kürt aşiretleri ve feodalleri, varlıklarını büyük ölçüde Türk kapitalistlerine borçludur.19
Aşiret ve Sermaye ilişkilerinde Barzani Örneği
Burada bir parantezi de Barzani ile Talabani’ye ve Irak Kürdistanı Bölgesel Yönetimi’ne ayırmak gerekiyor.
Barzani ve Talabani aşireti Irak’taki Kürtlerin en çok bilinen ve en büyük iki aşiretidir. Barzaniler Erbil, Talabaniler ise Süleymaniye merkezli etkinlik alanlarına sahiptirler. Her iki aşiret de aşiret ve akrabalık ilişkilerini sonuna kadar kullanarak sermayelerini olabildiğince büyüttüler.
Barzani ailesi Irak Kürdistanı’nı nesiller boyunca yarı monarşi olarak yönetti ve petrol, telekom ile emlak gelirleriyle büyük servet biriktirdi. Türkiye’de doğrudan aşiret ve akrabalık ilişkileri üzerinden sınırlı bir kuvveti olsa da Barzani ailesinin bu servet birikimi ve Amerika ile kurduğu ilişkileri Türkiye’de Kürtleri arasında her dönem bir vesile kendince bir tabana seslenmiştir. 1965 yılında Diyarbakır’da kurulan Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) kısa bir süre kapatılsa da Türkiye’de Barzaniciliğin ilk pratik faaliyetlerinden biri olarak akla gelir. Bu parti, 2017 yılında yeniden kuruluş için resmi başvuruda bulunmuş ve siyasi faaliyetlerine başlamıştır. Aynı zamanda Türkiye’de Barzani Vakfı ve kimi basın yayın kuruluşları ile bu siyasi çalışmalar uzun yıllardır devam etmektedir.
Irak Kürdistanı’nda iktidarı elinde tutan KDP de adeta Barzani ailesinin bir şirketi haline dönüşmüş durumda. Aşiretin içinde yer alan birçok kişi, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni en önemli noktalarını tutuyor. Barzani aşiretinin devasa mal varlığına dair araıştırmalar yapan Amerikalı gazeteci Zack Kopplin’in saptadığı mallar milyarlarca Doları buluyor.20
Barzani aşireti ve liderleri Türkiye ile kurduğu ekonomik ilişkiler ve petrol gelirleriyle elde ettiği servet Türkiye’de yaşayan Kürtler üzerinde politik hakimiyet sağlamayı hedefledi. AKP döneminde yapılan barış görüşmelerinde, Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat 2025 tarihinde yaptığı PKK’nin feshedilmesi çağrısı ve açıklaması dahil birçok başlıkta Barzani aşiretinden liderler devreye girdi ve süreçte rol almaları sağlandı. Türkiye’de yapılan açılışlara davet edilen aile, aynı zamanda Türkiye’de inşaat, sanayi ve medya yatırımlarıyla biliniyor. Barzani Aşireti, “Terörsüz Türkiye” adı verilen bu yeni “Barış sürecinde” Diyarbakır Newrozu’na da davet edildi.
Kürt Aşiretleri AKP Döneminde Yeniden Güçlendi
Türkiye burjuvazisinin 1923 devrimiyle birlikte cumhuriyetin kuruluşuna eşlik eden dönemde kimi muhalif aşiretler yerlerinden edildi, ekonomik ve siyasi güçleri geriletildi ve göç politikalarıyla tarımla olan bağları koparıldı. Ancak bu süreç, tüm aşiretleri kapsayan bir dönüşümden çok, “makbul olmayan” aşiretlerin tasfiyesi ile sınırlı kaldı. Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren, sermaye düzeni kendisiyle uyumlu aşiret yapılarıyla ilişkisini devam ettirdi. Özellikle 1946’da çok partili hayata geçişle birlikte, aşiretlerin siyasal etkisi yeniden belirginleşmeye başladı. Demokrat Parti’yi destekleyen aşiretler güçlendi, destek gördü. Kürt illerinde etkisi artan aşiretler de Demokrat Parti tarafından bir oy deposu olarak karşılandı. Bu gelenek Menderes, Özal, Erdoğan başta olmak üzere sağ siyasetin geleneksel yöntemi olarak süreklilik kazandı.
ABD’nin Marshall Yardımları çerçevesinde Türkiye’ye sağladığı ekonomik katkıların bir kısmının aşiret ağalarına aktarıldığı ve bu vesileyle bazı toprak sahiplerinin güç kazandığı ve köylülerin bundan yararlanamadığı örnekler yaşandı. Van’da Kinyas Kartal’ın bizzat kendisinin anlattığı kimi örnekler bu dönemin hafızasında yerini korur.21
Cumhuriyetin ilk yıllarında Kürt medreseleri kapatıldı, muhalif aşiretlerin topraklarına el konuldu ve aşiret mensupları zorla göç ettirildi. Ancak hükümetle uyumlu aşiret yapıları güçlenmeye devam etti; cemaatler, tarikatlar ve aşiretlerin ekonomik nüfuzu korunarak yeni sermaye birikim süreçlerine entegre edildi.
Bitlis’ten Adıyaman’a uzanan ve bugün Menzil Cemaati olarak bilinen tarikatın kurucusu Abdulhakim el Hüseyni de bu süreçte öne çıkan figürlerden ilk akla gelenlerden birisidir. 1905 doğumlu Hüseyni, aynı zamanda nüfuzlu bir aşiretin oğluydu ve dini kimliğiyle birlikte aşiret yapısını koruyarak güç kazandı
AKP’nin 2002’de iktidara gelmesiyle birlikte aşiretlerin toplumsal ve ekonomik rolü yeniden büyüdü. 2017’de AKP hükümeti, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki 23 il için 5 “cazibe merkezi” oluşturulacağını duyurdu. Bu merkezler Van, Diyarbakır, Kars, Erzurum ve Malatya olarak belirlendi. Buradaki yatırımlar özellikle emek yoğun sektörler olan mobilya, hayvancılık, tekstil, gıda ve çağrı merkezleri üzerinden planlandı.
Ancak buradaki teşvik politikaları, bölge halkı için yeni fırsatlar yaratmaktan çok, sermaye sahiplerine olağanüstü ayrıcalıklar sunan bir sistemin parçası oldu. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki 15 il, mevcut teşvik sisteminde 6. Bölge olarak adlandırılıyor ve en yüksek teşvik oranlarına sahip. Bölgede faaliyet gösteren patronlara vergi indirimi, SSK prim desteği, faiz oranı desteği, gelir vergisi stopajı ve arazi tahsisi gibi olanaklar sağlanıyor. Şimdi ise bu imtiyazlar hem genişletildi hem de yeni teşvik kalemleri eklendi.22
Bu teşvikler, sermayedarlara bedava arsa, devlet eliyle inşa edilen fabrikalar, vergi muafiyetleri, düşük faizli krediler gibi olanaklar sağlarken; işçiler için ise uzun çalışma saatleri, kayıt dışı istihdam, asgari ücretin dahi altında ücretlendirme gibi ağır çalışma koşullarını beraberinde getiriyor. İstanbul gibi büyük kentlerde dahi bu sektörlerde işçilerin çalışma koşulları son derece ağırken, bölgedeki Kürt emekçiler için daha iyi şartlar sunulacağını düşünmek hayal olur. AKP’nin “cazibe merkezleri” olarak sunduğu bu iller, gerçekte modern sömürü merkezlerine dönüştürülüyor.23
Peki, bu süreç Kürt illerinde ve Kürt emekçileri üzerinde nasıl hayata geçiriliyor?
AKP’nin bölgede aşiret yapılarını güçlendiren politikaları, sermaye ile aşiretler arasındaki bağı daha da sağlamlaştırıyor. Büyük yatırımların ve teşviklerin dağıtımı, hükümetle iyi ilişkileri olan aşiretlerin ellerine bırakılıyor. Bu durum, hem bölgedeki işçi sınıfını aşiret yapıları aracılığıyla denetim altında tutmaya yarıyor hem de sermaye birikiminin aşiretler eliyle devam etmesini sağlıyor. Kürt emekçileri için özgürleşme anlamına gelmeyen bu sistem, gerici ve feodal ilişkilerin AKP eliyle nasıl yeniden üretildiğinin somut bir örneği olarak karşımızda duruyor.24
Kürt Açılımı, Aşiretler ve Patronlar
2010 yılının Aralık ayıydı. AKP, kritik Anayasa referandumundan zaferle ayrılmış, “Yetmez ama evetçi” liberallerin ve ortağı Gülen cemaatinin desteğiyle hızla yol alıyordu. Bu siyasi atmosferde iktidarın “Kürt Açılımı” adı altında yürüttüğü süreç de gündemdeydi.
İşte tam da bu dönemde Diyarbakır’da dikkat çekici bir toplantı düzenlendi: Girişim ve İş Dünyası Zirvesi. TÜRKONFED’in çağrısıyla bir araya gelen patronlar, Kürt meselesine sermaye perspektifinden yaklaşıyordu. Zirvenin ev sahipleri arasında Diyarbakır Organize Sanayi İşadamları Derneği (DOSİAD) Başkanı Aziz Özkılıç, dönemin Diyarbakır Valisi Mustafa Toprak ve BDP’li Belediye Başkanı Osman Baydemir yer alıyordu. Zirvenin gala yemeğinde ise bölgenin sermaye grupları, Turkcell CEO’su Süreyya Ciliv ve TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner gibi isimlerle buluşuyordu.25
Kürt illerinde cazibe merkezleri olarak tarif edilen yatırımlar için şu adımlar atıldı:
• Devlet destekli yol, köprü ve tünel inşaatları için milyarlar ayrıldı.
• Enerji sektöründe faaliyet gösterecek sermayedarlara 3 milyar TL’lik teşvik sağlandı.
• Fabrika arazileri bedelsiz tahsis edildi.
• Kullanılacak makine ve teçhizat için sıfır faizli kredi verildi.
• Kurumlar vergisi alınmadı.
Kürt patronlar bu yatırımlarla gelirlerini katlarken her birinin aynı zamanda bir aşiretin temsilcisi olması da dikkat çekti.
Bununla birlikte Kürt emekçilerin payına ne düştü? Batman’da tekstil atölyeleri, Şırnak’ta maden ocakları, Van, Malatya ve Erzurum’da çağrı merkezleri açıldı. Kürt emekçileri bu işletmelerde uzun çalışma saatleri, düşük ücretler, kayıt dışı istihdam ve iş cinayetleri ile karşı karşıya kaldı. Devletin patronlara “cazibe merkezi” olarak sunduğu bölge, işçiler için bir “sömürü merkezi” haline geldi.
Kürt Aşiretleri ve Sermaye Güçleri
Türkiye’deki Kürt aşiretlerinin ekonomik faaliyetleri üzerine kapsamlı bir listeye ulaşmak zor olsa da, bazı aşiretlerin tarım, hayvancılık, inşaat ve enerji sektörlerinde büyük ölçekte faaliyet gösterdiği biliniyor. AKP döneminde ise bu aşiretlerin bazıları ekonomik ve siyasi olarak daha da güçlendi.
Öne çıkan aşiretler ve ekonomik faaliyetleri:
• Bucak Aşireti: Güneydoğu Anadolu’da etkin bir aşiret olup özellikle tarım, inaşaat ve hayvancılık sektörlerinde faaliyet göstermektedir.
• Ertoşi aşireti, geleneksel geçim kaynakları olan hayvancılık (özellikle büyükbaş hayvan yetiştiriciliği ve göçerlik) ve tarım faaliyetlerini sürdürmekle birlikte, son yıllarda çeşitli sektörlerde önemli yatırımlar yapmıştır. İnşaat sektöründe, devlet ihaleleri kapsamında karayolu, baraj, okul ve hastane inşaatları gibi büyük ölçekli projeler üstlenmişlerdir. TOKİ ile ortak yürütülen konut projelerinde de aktif rol aldıkları bilinmektedir. Ulaşım alanında, bölgedeki otobüs işletmeciliği ve nakliye firmalarıyla şehirlerarası taşımacılık pazarında önemli bir paya sahiptirler. Enerji sektöründe ise hidroelektrik santrali (HES) yatırımları ve maden ruhsatları üzerinden faaliyet göstermektedirler.
Aşiretin ekonomik gücünü artıran en önemli faktörlerden biri, devletle kurduğu yakın ilişkiler ve kamu ihalelerinden aldığı paydır. AKP ile bağlantılı oldukları iddia edilen aşiret üyeleri, devlet teşvikleri ve kamu bankalarından sağlanan krediler sayesinde yatırımlarını genişletmiştir. Bunun yanı sıra, medya ve sosyal etki alanında da faaliyet göstererek yerel dernekler ve vakıflar aracılığıyla toplumsal projelerde görünürlük sağlamaktadırlar.
• Septioğulları ailesi, 19. yüzyılın sonlarından itibaren Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde, özellikle Palu, Hınıs, Bingöl, Elazığ ve Diyarbakır’da, Nakşibendi tarikatının Halidiyye kolu üzerinden dini liderlik yapmış ve bu konumlarıyla bölgenin sosyo-ekonomik yapısında etkili olmuşlardır. Bölgedeki 400’e yakın medrese ve 500 civarında tekkenin kontrolünü ellerinde bulundurarak, dini ve eğitim alanlarında önemli bir sermaye gücü oluşturmuşlardır. Septioğulları, ticaret ve tarikat ilişkisiyle dikkat çeken bir yapı. Faruk Septioğlu, AKP’deki siyasi yatırımlarına Yeniden Refah Partisi’nde devam ediyor. Septioğlu İnşaat, kamu ihalelerinden önemli pay alırken, aşiret devletle yakın ilişkileriyle biliniyor.
• Küfrevi Ailesi: Küfreviler, özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde inşaat, enerji ve tarım sektörlerinde faaliyet gösteren, AKP ile yakın ilişkileriyle bilinen bir aşirettir. Devlet ihalelerinden önemli pay alan aşiret hem sermaye hem de tarikat ilişkileriyle dikkat çekerken özellikle emlak, inşaat ve kimya sektörlerinde etkili bir konuma sahip.
Bu örnekler yaygın tablonun sadece birkaçı. Liste bu haliyle uzayıp gitmekte.
Bölgedeki sermaye sahipleri, devletle kurdukları yakın bağlar sayesinde büyümeye devam etti. Ancak AKP’nin “Kürt açılımı”, işçi sınıfının örgütlenmesini değil, patronların güçlenmesini sağladı. Kürt emekçileri bu süreçte ağır çalışma koşulları altında ezilirken, devlet destekleriyle büyüyen aşiret ağaları sermaye sınıfına eklemlenmesi hız kazandı.
Türkiye’de sermaye birikimi sürecinde aşiretlerin rolü, kapitalizmin bölgedeki özgün karakterlerinden biri olmaya devam ediyor. Devlet, Kürt halkının gerçek özgürlüğü yerine, aşiretlerin ve patronların ekonomik entegrasyonunu hedefledi. Ancak işçiler için değişen hiçbir şey olmadı: Sömürü devam etti, zenginler daha da zenginleşti.
- 1910 yılında Hamidiye Alayları’ndan 29 aşiret süvari alayı oluşturulmuş ve bunlar daha sonra düzenli orduya entegre edilmiştir.
Joost Jongerden, Türkiye’de İskân Sorunu ve Kürtler, Vate Yay., 2008, s. 342. ↩︎ - age., s. 69. ↩︎
- Lale Yalçın-Heckmann, Kürtlerde Aşiret ve Akrabalık İlişkileri, İletişim Yay., 2016, s. 23. ↩︎
- Martin Van Bruinessen, Ağa Şeyh Devlet, İletişim Yay. 2021, s.82. ↩︎
- İsmail Beşikçi, Kürt Toplumu Üzerine, İsmail Beşikçi Yay., 2014, s. 77. ↩︎
- age., s.87. ↩︎
- age., s143. ↩︎
- Van Bruinessen, s.13. ↩︎
- Joost Jongerden, s.342. ↩︎
- Aydemir Güler, Yolları Birleştirmek, Yazılama Yay., 2009, s.100. ↩︎
- Martin Van Bruinessen, s. 138. ↩︎
- Türkiye İktisat Mecmuası, Şubat 1949, sayı:13, s.26-28. ↩︎
- Korkut Boratav, Türkiye İktisat Tarihi, İstanbul, Gerçek Yayınevi, 1988, s. 73. ↩︎
- Bilal Nergiz, Devletin Kürt Politikası ve Kürt Hareketi, 2019, s 56. ↩︎
- Martin Van Bruinessen, s. 145. ↩︎
- İsmail Beşikçi’den aktaran Aydemir Güler, Yolları Birleştirmek, s. 100. ↩︎
- Bilal Nergiz, s .61. ↩︎
- Hamit Bozarslan, Kürt Sorunu: Tarihi Kökenleri ve Politik Gelişimi. ↩︎
- Aydemir Güler, s. 221. ↩︎
- Orhan Gökdemir, Barzanistan mı Kürdistan mı?, TKP’nin Sesi, 5 Aralık 2024. ↩︎
- https://haber.sol.org.tr/haber/siyaset-asiret-ticaret-kurt-asiretler-akpli-yillarda-yeniden-guclendi-385840 ↩︎
- https://haber.sol.org.tr/haber/siyaset-asiret-ticaret-kurt-asiretler-akpli-yillarda-yeniden-guclendi-385840 ↩︎
- https://tr.boell.org/tr/2015/04/24/kuert-hareketi-yeniden-yapilaniyorpt.com ↩︎
- Aydemir Güler, Kürt Hareketinde Siyasetin Sonu, Gelenek 76. ↩︎
- https://haber.sol.org.tr/yazarlar/alpaslan-savas/patronlarin-kurt-halayi-320237 ↩︎