Türkiye Komünist Partisi Genel Sekreteri Kemal Okuyan ile “ittifaklar” üzerine

Hak ve özgürlükler şu ya da bu burjuva hükümetinin tercihiyle değil, işçi sınıfının örgütlü mücadelesinin sonucu alınır; gerçek ve kalıcı özgürlük ise gelişkin sosyalist demokraside yaşanabilir. Diğeri bir aldatmacadır. Bu nedenle ekmek meselesi özgürlük meselesinin üstündedir. Sömürü varsa özgürlük yoktur.

Seçim tarihi yaklaştıkça ve AKP’nin iktidardan düşeceğine dair beklentiler arttıkça ittifaklar konusu daha fazla tartışılmaya başladı. İşin ilginci Cumhur ve Millet ittifaklarının yanı sıra bir üçüncü ittifak konusu da daha fazla işleniyor. Bunu neye bağlıyorsunuz?

Üçüncü ittifak tartışmaları kendi başına özel bir anlam ifade etmiyor. Keşke düzen siyasetinin dışında bir cephe, bir iş birliği, bir blok bugüne kadar ete kemiğe bürünseydi de, bunun etkisini konuşuyor olsaydık. Oysa bugün üçüncü ittifak tartışmaları hâlâ solun düzen siyasetine nasıl eklemleneceği noktasında tartışılıyor.

Ama TKP, EMEP, Sol Parti gibi oluşumlar da üçüncü ittifak için çalışma yürüttüklerini açıkladılar. 

Evet ve bu çalışmalar son derece değerli. Ancak konunun gündeme gelmesine asıl neden olan, Millet İttifakı’nın açıktan içine alamadığı ama bütünüyle sırtını dönemediği HDP’nin önümüzdeki seçimlerde nasıl bir tavır alacağının merak edilmesi. Bununla ilgili olarak Millet İttifakı unsurları ile HDP arasında görüşmeler yapıldığı bir sır değil, bunun sorgulanacak bir tarafı da yok. Ancak üçüncü ittifak tartışmalarının merkezinde Millet İttifakı ile HDP arasındaki ilişki durdukça, bu gerçek anlamıyla bir üçüncü ittifak olmuyor.

Burada sorun olan ya da sizin dert olarak gördüğünüz nedir? Sonuçta HDP’nin Millet İttifakı’ndan uzaklaşması iyi bir şey değil mi?

Siyasi partilerin temel konularda ne düşündükleri, neyi savundukları önemli. Sonuçta partiler de elbette değişebilir. Ancak her bir partinin varlık nedeni, temel ideolojik pozisyonu vardır ve biz görünen ya da günlük söylemlerden öte, bu pozisyonları değerlendiririz. Burada bizim üzerinde durduğumuz, 3-4 temel, yaşamsal konu. Kendimizi ve herkesi öncelikle bu yaşamsal konular üzerinden değerlendiririz. Uzaklık ve yakınlığın temel kriterleri bunlardır. Bu yaşamsal konular açısından baktığımızda Türkiye’nin siyasal tablosunda gerçekten üçüncü bir ittifakın öznesi, sürükleyici gücü olabilecek partiler belli. Bu partilerin düzen siyasetinden kesin bir kopuş gerçekleştirmesi beklenir. Aslında mesele tam da budur. İdeolojik ve sınıfsal olarak düzen dışı, devrimci bir konumlanış içinde olanların düzen siyasetinden kopması…

Ancak şu anda düzen siyasetinin içinde devinen partiler toplumun çok geniş bir kesiminin desteğini alıyor. Bu kesimleri dışlayan bir siyaset tarzının başarı şansı olabilir mi?

Devrimci bir siyaset halkı nasıl dışlar? Dediğiniz gibi bugün düzen dışında konumlanan siyasi partilerin toplam seçmen desteği düşük. Bu sorunu düzen siyasetine eklemlenerek çözemeyiz. Ayrıca sorunun merkezinde seçim sonuçları durmuyor. Bugün emekçi halk hâlâ, son dönemde aldığımız mesafeye rağmen, yaygın olarak örgütsüz. Halkın örgütlü gücünü artırmak için net, berrak, umut veren, heyecanlandıran bir program ile hareket etmek gerekiyor. Bugün zengin ve orta sınıflar bir yana, halkın çoğunluğunu oluşturan yoksul kesimlerin düzen partilerini desteklemesinden ne bir umut ne bir heyecan çıkar. Onları orada tutan temelde çaresizlik hissi. Evet biz insanlara kolay olmayan bir yol öneriyoruz ama bu yol tek gerçekçi yol. Bunu belirsizleştirdiğimiz, kendimizi düzen siyasetine yamanmaya çalışan unsurlar olarak gösterdiğimiz sürece, kimse bundan heyecanlanmaz, etkilenmez.

Bu söyledikleriniz halkın yaklaşmakta olan seçimlere yüklediği anlamla çelişiyor…

Evet çelişiyor. Burada iki faktör var. Birincisi AKP’den bıkkınlık ve bu iktidarın bir an önce gitmesi arzusu, diğeriyse devrimci siyasetin etkisizliği… Türkiye solu birini diğerine kurban etmeden bu iki meseleyi aynı anda çözmek ya da yönetmek zorunda. AKP’den bu ülkede yaşayan yurttaşlar olarak biz de bıktık. Bu anlamda bugün toplumda AKP’ye karşı olan kesimlerin bir parçasıyız. Dahası, TKP bu iktidarın daha ilk günlerinden itibaren uyarma ve karşı koyma adına yapabileceği her şeyi yaptı. Bugün artık AKP artığı partilerle daha da genişleyen Millet İttifakı çizgisinin yaptıklarından çok daha fazlasını. Muhalefette olan partilerin AKP’ye kritik anlarda verdiği desteğin aldatılmayla filan bir ilgisi yok. Düzen partisi olmak böyle bir şey. Bütün düzen partilerini patronların ve emperyalist merkezlerin istekleri doğrultusunda hareket ettirecek mekanizmalar mevcut zaten. CHP’nin “yapıcı muhalefet” adına yıllar boyunca AKP’yi rahatlatan bir tutum içinde olması basiretsizlik ya da CHP yönetiminin acizliği ile açıklanamaz. CHP düzenin meşruiyetini sarsıcı hiçbir şey yapmaz, yapamaz. “Parti yönetimde biz olsak…” diyen iyi niyetli CHP’liler içinde oldukları partiyi pek anlamamışlar.

Ama CHP’ye ve diğer muhalif partilere milyonlarca seçmen umut bağlamıyor mu?

Hayır umut bağlamıyor, umutsuzluk nedeniyle bağlanıyor!

Toplumda yerleşik ideolojilerin, örneğin dinciliğin, milliyetçiliğin bu tercihlerde bir rolü yok mu?

Elbette var. Ancak iddia ediyorum, küçük bir fanatik kesim dışında ideolojik yönü en güçlü düzen partisinin bile toplumda bir rüzgâr, bir heyecan yarattığı, bir cazibe merkezi haline geldiği yok. Etkisini artıran bir devrimci hareket bu partilerin hitap ettiği kesimleri de kendini çekmeye başlar.

Zaten tartıştığımız bunun nasıl olacağı değil mi? Yaklaşmakta olan seçimlerde düzen muhalefetinden tamamen ayrı bir strateji kurulabilir mi? Ayrıca düzen cephesi ile devrim cephesi arasında geçişken bir alan yok mu?

Şu anda düzen cephesi ile devrim cephesi arasında siyasi aktörler açısından geçişken bir alan olamaz ki! Böyle bir alan, devrim cephesi ciddi bir toplumsallık kazandığında ortaya çıkabilir. Bugün ise düzen cephesinin kendi dışını içine aldığı, yuttuğu ya da eklemlediği görülüyor. Buna direnmek gerekir. Cin olmadan çarpamazsınız. Türkiye’de işçi hareketi başat, yani domine eden, belirleyen güç olmadığı, olamayacağı hiçbir ilişkiye girmemelidir. Bu kadar kesin söylüyorum. Toplumsal açıdansa düzen cephesi ile devrim cephesi arasında elbette bir gri alan var, her zaman olur. Bu alandaki halk kesimlerini düzene kaptırmamak için de kendi sınırlarımızı sağlam çizmemiz gerekiyor.

Biraz daha somut konuşalım isterseniz. Üçüncü ittifak hangi eksende kurulmalı? Saray rejimine karşı olmak mı, özgürlük ve demokrasi mi, yoksa daha sınıfsal bir ayrım mı gerekiyor?

Kavramların içinin hızla boşaltıldığı bir dönemden geçiyoruz. Ben AKP iktidarının “saray” olarak kodlanmasında bile bir hesap olduğunu düşünüyorum. “AKP’nin ilk yılları iyiydi” diyen unsurlar bugün muhalefetin bir parçası, biraz cesaret bulsalar “gerçek AKP biziz” diyecekler. Saray’dan önce ve Saray’dan sonra! Türkiye bu yaklaşımla aydınlığa çıkamaz. Özgürlük ve demokrasi kavramları da ayrıştırıcı değil, herkes kendince kullanıyor bunları. Komik olan, 19 yıllık iktidarın bile hâlâ bu kavramları kullanması. Tamam bu kavramları, bu değerleri kimseye terk etmeyelim ama ayrıştırıcı bir özelliği, en azından şimdilik, yok bunların. Öte yandan anti-emperyalizm, laiklik ve emek ekseni fazlasıyla netleştirici. Bu netlik üzerinde adalet, özgürlük gibi kavramlar da anlam kazanıyor. Bu bağlamda çok belirgin bir biçimde emekçi halkın cephesi yaratılmalı.

Bunun devrimci bir ittifakın alanını daraltacağını ileri sürenler var. Siz ne düşünüyorsunuz?

Emekçi halk dediğimiz nüfusun çoğunluğu. Neden daraltsın ki!

Ama yoksul kesimlerin özgürlük ve demokrasi sorunu da yok mu? Her şey ekmek davası ile başlayıp bitiyor mu?
Özgürlük ve adalet arayışını yok saymak insanlığın bugün çektiği acılarla dalga geçmektir. Öyle şey olur mu? Ancak emperyalist-kapitalist sistem içinde özgürlük ve adaletin yeşerebileceğine ilişkin bir beklenti de aynı ölçüde ciddiyetsizliktir. Bugün özgürlüklerin tırpanlanmasını, insan hakları ihlallerini ve demokrasinin alanının daralmasını otoriter-despot yöneticilerin tercihine bağlayamayız. Sermayenin özgürlükçü olduğu hiçbir yer yok. Avrupa’da gelişkin olduğu sanılan demokrasinin yaldızını kazıdığınızda altından işçi sınıfını ve devrimci hareketini adım adım takip eden bir polis devleti çıkıyor. Hak ve özgürlükler şu ya da bu burjuva hükümetinin tercihiyle değil, işçi sınıfının örgütlü mücadelesinin sonucu alınır; gerçek ve kalıcı özgürlük ise gelişkin sosyalist demokraside yaşanabilir. Diğeri bir aldatmacadır. Bu nedenle evet, ekmek meselesi özgürlük meselesinin üstündedir. Sömürü varsa özgürlük yoktur. Bu nedenle özgürlük mücadelesi sınıf eksenine yerleştirilmelidir. Bugünkü düzeni temsil eden siyasi güçler içinde “daha özgürlükçü” gözükenlerin var olmasının temel nedeni toplumsal huzursuzluğun bir patlama noktasına gelme olasılığıdır.

Sonuçta bütün düzen partilerini aynı kefeye koymaya götürmez mi bizi bu yaklaşım?

Adları üzerinde düzen partisi! Bu anlamda evet hepsi aynı sınıfın çıkarlarını farklı ideolojik-siyasal referanslarla temsil ediyor. Ancak söylediklerim onlar arasındaki ayrımların tamamen önemsiz olduğu anlamına gelmiyor. Bu ayrımların bir anlamı varsa o ancak işçi sınıfı hareketinin, devrimci hareketin bağımsız bir çizgisi söz konusuysa ortaya çıkabilir. Yoksa sürekli olarak “düzen partilerinden hangisi daha tercih edilir” sorusu ile hareket edersek, sömürü düzeni giderek daha da ağırlaşır, demokratikleşme filan da tamamen hayal olur.

Bugün Cumhur İttifakı ile Millet İttifakı arasında sınıfsal bir ayrım yok ama burjuva demokrasisinin alanına dair kimi ayrım noktaları var. Bu sol açısından bir değerlendirme konusu olamaz mı?

Millet İttifakı’nın çok parçalı bir oluşum ve burada CHP dışındaki partiler milliyetçi-dinci-muhafazakâr özelliklere sahip. Ayrıca açık bir biçimde anti-komünistler. CHP ise toplumun sola kaymasını frenlemek gibi bir işleve sahipti, bir süredirse toplumun sola yatkın kesimlerini sağcılaştırmak gibi bir misyonla hareket ediyor. Kuşkusuz AKP iktidarı ile farklılıkları var muhalefetin. Ancak bu muhalefetin ortaya çıkışı, emperyalist ülkelerin ve Türkiye sermayesinin bu muhalefeti neredeyse açıkça desteklemesinin nedenlerini konuşmadan bir siyasi değerlendirme yapamayız. Sıralayalım, muhalefete böyle bir destek var çünkü AKP’nin alternatifsizliği onun yönetilmesini zorlaştırıyor. Muhalefete böyle bir destek var çünkü AKP’nin toplumsal desteği hızla azalmaya başladı. Muhalefete böyle bir destek var çünkü bu muhalefet söz dinliyor ve dinlemeyi taahhüt ediyor. Muhalefete böyle bir destek var çünkü geniş halk kitlelerindeki hoşnutsuzluğun toplumsal patlamalara evrilmesinden korkuyorlar. Bütün bunlardan halk adına, yoksul kitleler adına ne çıkar? Öncelikle bir tuzak çıkar. Bu tuzağa karşı önlem almadan, kendi bağımsız gücünü toplumsal olarak hissettirmeden solun muhalefet daha tercih edilir diye bir yaklaşım içine girmesinin sonu, hüsran da değil, büyük bir felaket olur. 

Neden böyle dediniz?

Türkiye’de AKP iktidarından çıkışın sancısız olacağını, bu geniş tabanlı koalisyonun Türkiye’yi istikrara taşıyacağını düşünmek saflıktır. Daha ötesi, bugünkü muhalefetin göstermelik bazı özgürleştirme hamleleri bile örgütlü sermaye-örgütsüz işçi sınıfı koşullarında kısa sürede daha ağır bir baskıyı beraberinde getirir. İşçi sınıfının örgütlülüğü ise onun düzen muhalefetinden koparılması ile sağlanabilir. 

Bu durumda CHP’yi demokrasi mücadelesinde bir ittifak unsuru olarak görmüyorsunuz, böyle diyebilir miyiz? Veya CHP’yi bugünkü sağ koalisyondan koparmak mümkün değil mi?

Hayır görmüyoruz. Tekrar ediyorum CHP ile AKP’yi aynı kefeye koymak gibi bir niyetimiz yok. Ancak müttefiklik başka bir şey. Millet İttifakı, büyük bir proje. Bu projenin oluşumunda sayın Kılıçdaroğlu büyük bir görev üstlendi ve partisinin çıkarlarını da bir kenara koyarak bu görevi şu ana kadar büyük bir başarı ile yerine getirdi. Sol, bu proje açısından, bağımsız bir güç olarak etkisizleştirilmesi, bu projeye ne yapıp eklemlenmesi istenen bir unsur. Yani projenin mantığında bu var. Çünkü muhalefet blokunun merkezinde durduğu bir iktidar projesinin solunda etkili bir siyasi güç istemiyorlar. Bu güç, yaşanacağı kesin olan ve halkın sırtına vurulacak ekonomik zorluklarla beraber hızla etkisini artırır. Bundan çekiniyorlar. Dolayısıyla göstermelik bir demokrasi alanı yaratıp o alanın içinde oynayan bir sol istiyorlar.

CHP bu denklemden çıkarılamaz mı?

CHP, sol ancak ciddi bir toplumsal güç haline gelir, düzen değişikliği talebi geniş kabul görürse zorunlu olarak sola kayar; geniş kitleleri düzen içinde tutmak için. Onun dışında CHP’nin iç dinamikleri sonucu sola yönelim asla ve asla olmaz. Bunu deneyen iyi niyetli unsurlar var, dostlarımız var; ama hiç şansları yok. 

CHP’nin tabanı bir ittifak konusu olamaz mı?

CHP’nin tabanı ve aslında bütün partilerin tabanı ağırlıklı olarak emekçi halk kesimleri. CHP’de buna ek olarak Cumhuriyetçi, laik, yurtsever duyarlılığı olanların yaygın bir biçimde var olduğu ortada. Bunlarla birlikte hareket etmek, işyerlerinde, mahallelerde, okullarda mücadele ortaklığı içine girmek gerekir. Bunun olması için de siyasal olarak bağımsız bir varlığınızın olması gerekir. Sol CHP’ye sığınmak zorunda kaldığı sürece hiçbir CHP’li solu ciddiye almaz. Ben olsam ben de almazdım.

Öte yandan CHP’nin son tezkerede olumlu bir tavrı söz konusu. Bunun devamının gelmeyeceğini mi düşünüyorsunuz?

Millet ittifakı içinde iş bölümü yapılıyor. CHP bu iş bölümünün ardından sonucu hiç etkilemeyecek bir tavır değişikliğine gitti. O kadarcık biliyoruz nelerin konuşulduğunu!

TKP’nin de içinde olduğu ittifak görüşmelerinde CHP’ye bir çağrı yapılmayacak o zaman…

Bir ittifak için önce zemin sağlanır; ilkeler ortaya çıkar, birlikte hareket etmeye hazır ve çağrısı heyecan ve etki yaratacak unsurlar bir araya gelir ve net-açık bir çağrı yapar. O aşamadan sonra muhatap herkestir ve kim o ilkeler için “ben de varım” derse, onunla birlikte mücadele edilir. O aşamada kimseye rezerv konmaz.

Ama solun anti-emperyalizm, laiklik, emek ekseni gibi ilkelerine CHP’nin onay vermeyeceği açık değil mi?

Elbette açık. Bu zaten CHP’nin sınıfsal karakteri. Ancak bir toplumsal çağrı peşin rezervlerle yapılmaz. Önce bir netlik ortaya koyulur ve sonra bir ortak programla topluma seslenilir.

Peki öncesinde geniş bir tartışma yürüse, muhalefet güçlerinin yan yana geldiği platformlar ortaya çıksa, sonra ittifaklar şekillense daha iyi olmaz mı?

İttifaklar zaten var! Bugün eksikliği olan devrimci bir sol ittifak. Bilmediğimiz bir şey yok. Türkiye’de irili ufaklı bütün siyasi oluşumların ne görüştüğünü, neye karar verdiğini ve kararsız olduğu konuları, ittifakların açık ve gizli unsurlarını, nasıl pazarlıklar döndüğünü, kimlerin kime yedeklendiğini, her şeyi biliyoruz. Zaman yok. Örneğin CHP’nin olduğu bir zeminde neyi tartışacağız? Zaten CHP yönetimi böyle bir zemini neden ciddiye alsın? Onun projesi belli ve sol sadece ve sadece vitrin olarak değerli bu projede.

Peki ittifakları yalnızca siyasal partilerle ilgili bir konu olarak mı değerlendirmek gerekir? Sendikalar, kitle örgütleri, yerel dinamikler… 

İttifak kavramına teorik açıdan girmek istemiyorum. Bambaşka bir tartışma konusu bu.

Şöyle sorayım o zaman, bugün TKP’nin de içinde olduğu ittifak ya da cephe ya da blok görüşmelerinde siyasi partiler dışındaki unsurlar yer almayacak mı?

Bugün tartıştığımız konu tamamen siyasal! Bir ortak siyasal mücadele hattı yaratmaya çalışıyoruz. Bu yaratılacak ve toplumsal dinamikleri kapsayacak, kitle örgütleriyle rezonansa girecek. Burada öncelik siyasi oluşumlardadır. Bunun toplumsal dinamikleri nasıl kapsayacağı ise hem tarihsel hem de güncel deneylerden hareketle, bellidir. Toplumsal dinamikleri kapsayamayan bir devrimci oluşum kısa sürede çürür ve tasfiye olur zaten. Yani yola çıktıktan sonra esas meselemiz bu olacak. Ancak önce halka açıkça neden yan yana geldiğimizi anlatabilmemiz gerek.

Peki burada HDP’nin durumu ne? HDP de bir çağrı yaptı, ayrıca Selahattin Demirtaş’ın açıklamaları var.

HDP’nin kendi beklentilerini AKP iktidarı ile karşılamaya çalıştığı dönem geride kaldı. Bu saatten sonra çok zor. Millet İttifakı ile HDP arasındaki ilişkinin de kamuoyuna yansıyandan ibaret olmadığı ortada. Millet İttifakı’nı burada yer alan 3-4 partiden ya da şimdiki eklemelerle 6 partiden ibaret görmemek gerek. HDP bu projeyi önemsiyor, bunda hayret edecek bir şey yok. Ve bu proje içinde elini güçlendirmek için sol içindeki gölgesini korumak, hatta genişletmek istiyor. Sayın Demirtaş’ın açıklamalarında bu bariz bir biçimde görülüyor. HDP’den bağımsız olarak söylüyorum, AKP sonrasında sistem içinde “sol”a belli bir alan açılması planlanıyor. Az önce dediğim nedenlerle. Bağımsız bir solun varlığını istemiyorlar. Sonuçta ne olursa olsun, HDP’nin öncelikleri ile solun öncelikleri arasında önemsenmesi gereken bir açı var.

Bu açı kapanmaz mı?

Sol bağımsız bir güç olmalı önce. Ben şu anda “büyük siyaset”in içinde yer alan bir unsur olsam solu hiç ciddiye almam. Sol kendi ağırlığını koyduğunda ama bunu kendi göbeğini keserek yaptığında, Türkiye’deki bütün dengeler değişecektir. 

CHP ya da HDP zemininde büyük siyasete dahil olmaya karşısınız o halde?

Eskiden beri böyle. CHP ya da HDP’nin açtığı kanallardan mevzi elde edecekseniz, o kanallarda siyaset yapacaksınız. Bu siyasal açıdan sorunlu, etik açıdan da sorunlu.

TKP, EMEP ve Sol Parti ile yürütülen görüşmeler seçimlerde ortak tavrı da kapsıyor mu?

Üç partinin görüşmeleri dışında başka siyasi unsurlarla da temas halindeyiz. Bir ittifak ya da bir işbirliği ortaya çıkacaksa bu seçimleri de kapsamak zorunda elbette. Seçimler her şey değil ama seçimleri kapsamayan bir ittifakı kimse ciddiye almaz. Seçimleri içine alıp onun ötesine geçen bir ittifak söz konusu olmalı.

Peki şu ana kadar somut bir ittifakın ortaya çıkmamasının nedeni ne? Stratejik değil ayrıntılarla ilgili kimi başlıklar var. Bunları ciddiyet ve açıklıkla ele alıyoruz. Kuşkusuz zaman daralıyor ama kendimize de dostlarımıza da güveniyoruz.